29.01.2021

CHP DIŞİŞLERİ KOMİSYON SÖZCÜSÜ ÇEVİKÖZ, TBMM GENEL KURULU'NDA KONUŞTU

CHP İstanbul Milletvekili ve Parti Dışişleri Komisyon Sözcüsü Ünal Çeviköz, serbest ticaret anlaşmalarının uygun bulunması vesilesiyle anlaşmaların protokol ve eklerine ilişkin değişikliklerin doğrudan Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmasına yetki verilmesi konusuna ilişkin CHP'nin itirazını dile getirdi.
Çeviköz, Uluslararası Anlaşmaların Onaylanmasına ilişkin TBMM Genel Kurul’unda yaptığı konuşmada şunları söyledi:  
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu akşam 4 adet uluslararası anlaşmayı gündemimizde tartışıyoruz. Bunların 4'ünün de ortak noktası hepsinin serbest ticaret anlaşması olması. Fevkalade de dengeli bir coğrafi dağılım yapılmış, Doğu Akdeniz'den Filistin ile Balkanlardan Arnavutluk ile ve Avrupa'dan da Birleşik Krallık ve EFTA ile yani Avrupa Serbest Ticaret Birliği üyesi olan 4 ülkeyle, İsviçre, Norveç, İzlanda ve Liechtenstein. 
Bu dengeli dağılım aslında önemli çünkü Türkiye'nin ticaretinin fevkalade ihtiyacı var böylesi serbest ticaret anlaşmalarının onaylanmasına ve bir an evvel yürürlüğe girmesine çünkü ekonomi zor durumda ve dış yatırım gelmiyor. Dolayısıyla serbest ticaret anlaşmalarının ivedi bir şekilde hayata geçirilmesi Türkiye'nin ekonomisinin, Türkiye'nin ihracatının, ithalatının yeniden canlanmasına yardımcı olacak. 
Biz bu dört serbest ticaret anlaşmasına da olumlu bakıyoruz. Filistin'le yapılan serbest ticaret anlaşması elbette "menşeli ürünler" kavramı üzerinden bilhassa tarım ürünleri üzerinde duruyor. Arnavutluk ile yapılan anlaşma aynı şekilde Arnavutluk ile Türkiye arasındaki ticari ilişkileri düzenliyor. Diğer iki anlaşma Avrupa'yla ilişkilerimiz açısından fevkalade önemli. Birleşik Krallık, biliyorsunuz, Avrupa Birliği'nden ayrıldıktan sonra Türkiye'yle -ki Avrupa da Türkiye'nin en önemli ticari ortaklarından biridir- ticari ilişkilerini sürdürmesi için üç yıldır bu anlaşmanın hazırlanması çalışmaları sürüyordu. Nihayet 2017 yılından bugüne kadar gelen çalışmalar sonuçlandı ve 29 Aralıkta serbest ticaret anlaşması Birleşik Krallık'ta imzalandı. Serbest ticaret anlaşmasının Birleşik Krallık'la yürürlüğe girmesi şu açıdan önemli: Bizim Avrupa Birliğiyle Gümrük Birliği ilişkilerimizin de Birleşik Krallık ile Avrupa Birliği arasındaki serbest ticaret anlaşmasıyla paralel bir şekilde tanımlanmasına yardımcı oluyor Birleşik Krallık'la imzalanan serbest ticaret anlaşması. 
Biz bu dört serbest ticaret anlaşmasına da olumlu oy vereceğiz ve bunları elbette destekliyoruz ancak desteklemediğimiz bir bölümü var ya da bir yönü var bu anlaşmaların ki bunu Dışişleri Komisyonunda da dile getiriyoruz. Bizim bu anlaşmalarla ilgili bir teknik itirazımız var. O da 22'nci Yasama Döneminde Dışişleri Komisyonunun gündemine gelen bir husustan kaynaklanıyor. O yasama döneminde gündeme gelen Filistin Kurtuluş Örgütü, Suriye Arap Cumhuriyeti ve Mısır Arap Cumhuriyeti'yle imzalanan ticari nitelikli anlaşmaların metinlerinde "Bu anlaşmanın ek ve protokollerinde değişiklik yapmaya Bakanlar Kurulu yetkilidir." ibaresinin bulunduğu maddeler yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğundan ve Anayasa'nın 90'ıncı ve 7'nci maddelerine aykırı bulunduğu için Dışişleri Komisyonu tarafından reddedilmişti. 
İşte, biz bu gerekçeyle bugün bu tür serbest ticaret anlaşmalarında ek protokollerin değişiklik yetkisinin doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına verilmesini Anayasa'nın 90'ıncı ve 7'nci maddelerine aykırı buluyoruz onun için bu teknik itirazımızı burada dile getirmek isterim.
  Neden böyle bir yetkinin verilmesini doğru bulmuyoruz? 
• Aslında bu sadece Anayasal açıdan değil siyasi açıdan da doğru değil çünkü daha ülke içinde dahi serbest ticareti sağlayamayan, ülkenin bütün önemli ihalelerini 5 şirkete veren bir iktidara serbest ticaret anlaşmalarının protokol ve eklerine ilişkin doğrudan onaylama yetkisini nasıl verelim?
• Merkez Bankası rezervlerinin eksi bakiye verdiğini takip edemeyen bir iktidara serbest ticaret anlaşmalarının protokol ve eklerine ilişkin doğrudan onaylama yetkisini nasıl verelim? 
• İdeolojik takıntılarla ülkemizi dış politikada yalnızlığa mahkûm eden, diplomasi masallarından soyutlayan, savrulan bir iktidara serbest ticaret anlaşmalarının protokol ve eklerine ilişkin doğrudan onaylama yetkisini biz nasıl verelim? 
• Dış politikada ikircikli bir tutum izleyen, canı isteyince Birleşmiş Milletler kararlarını tanıyan, canı istemeyince görmezden gelen bir iktidara serbest ticaret anlaşmalarının protokol ve eklerine ilişkin doğrudan onaylama yetkisini nasıl verelim? (CHP sıralarından alkışlar) 
• Muhalefeti dinlemeyip, ulusal bir dış politika izlemeyip, ülkenin kaderini etkileyen anlaşmaları seçim malzemesi hâline getirip bugün o anlaşmalar güncellensin diye Avrupa'ya gülücükler dağıtan bir iktidara serbest ticaret anlaşmalarının protokol ve eklerine ilişkin doğrudan onaylama yetkisini nasıl verelim? 
• Ülkemizin demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti alanlarında Avrupa Konseyi üyeliğinden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle Nisan 2017'de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi tarafından yeniden denetim sürecine alınmasına neden olan bir iktidara serbest ticaret anlaşmalarının protokol ve eklerine ilişkin doğrudan onaylama yetkisini nasıl verelim?
Şimdi, bakın, bu Avrupa Konseyi meselesi önemli. Neden önemli? Çünkü Avrupa'yla ilişkilerimizi aslında Avrupa Konseyiyle olan ilişkilerimiz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına olan saygımız ve aynı zamanda Avrupa Birliğiyle olan siyasi ilişkilerimiz de belirliyor. Biz serbest ticaret anlaşmalarını imzalamakla sanki Avrupa'yla her şey birdenbire güllük gülistanlık bir şekilde ilerleyecek zannediyoruz. 
Bakın, bugün Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Başkanı Spano'nun bir basın toplantısı oldu ve o basın toplantısında yaptığı açıklamada -size bazı rakamlar vereceğim- fevkalade önemli işaretler verdi. Diyor ki: 2019 ve 2020 yılında 62 bin tane dava gelmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gündemine. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin gündemine gelen bu 62 bin davanın yüzde 22'si Rusya'nın, yani 1'inci sırada 13.800 davayla Rusya var; yüzde 18'i ise Türkiye'nin, yani Türkiye 11.150 davayla 2'nci sırada. Ve bu davaların da bazıları bu yıl içinde karara bağlanmış. 97 dava Türkiye için karara bağlanmış, bunların 85 tanesinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en az bir maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmış. İhlal edilen maddeleri de size söylemek isterim: Türkiye'yle ilgili ihlal edilen maddeler sırasında 1'inci sırada 10'uncu madde geliyor. 10'uncu madde neyle ilgili? 10'uncu madde ifade özgürlüğüyle ilgili. 31 tane davada Türkiye'nin, ifade özgürlüğünü ihlal ettiği sonucuna varılmış. 6'ncı madde adil yargı hakkıyla ilgili. Adil yargı hakkının Türkiye'de davalarda ihlal edildiği 21 defa Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından belirtilmiş. 5'inci madde özgürlük ve güvenlik hakkı. Türkiye'nin bu maddeyi de 16 defa ihlal ettiği dile getirilmiş. 
Şimdi, bir yandan "Yargı reformu yapılacak." deniyor, bir yandan Anayasa Mahkemesinin verdiği kararlar alt mahkemeler tarafından reddediliyor, bir yandan da işte böyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin vermiş olduğu bazı kararlarla Türkiye bu şekilde Avrupa Konseyi nezdinde komik ve acınacak bir duruma düşüyor. Şimdi, bütün bunları yaparken bir yandan Avrupa'yla ilişkilerimizi düzeltmek maksadıyla serbest ticaret anlaşmalarını alelacele yürürlüğe sokuyoruz ki bu anlaşmaların bir tanesi -Birleşik Krallık'la ilgili olan- daha kırk sekiz saat önce Dışişleri Komisyonuna geldi. Bu da aslında geleneklere pek uygun bir şey değildir çünkü birtakım anlaşmalar Dışişleri Komisyonundan geçtikten sonra belli bir süre hazmedilmesi için zaman tanınır, anlaşmanın metni zaten 760 sayfa, milletvekillerinin bu anlaşmayı okuyup görebilmeleri ondan sonra da bu anlaşmayla ilgili değerlendirmelerini yapabilmeleri için hazırlık gerekir. Biz iki gün içinde apar topar, alelacele bu anlaşmayı getirdik, Genel Kuruldan geçirmeye çalışıyoruz. Şimdi, bir yandan bunları yaparken, bir yandan "Yargı reformu olacak." derken, iki aydır yargı reformuyla ilgili söylem sürekli olarak söylenirken -daha bugün Sayın Cumhurbaşkanı tarafından tekrar edildi- hâlâ daha ortaya çıkmış bir yargı reformu yok. Ama eğer yargı reformu yapılacaksa Avrupa Birliğinin eğer Türkiye'yi yeniden Kopenhag Kriterlerine uygun bir ülke olarak ve bir aday ülke olarak kabul etmesi bekleniyorsa bu yargı reformunun da ciddi bir yargı reformu olması lazım. Bir yandan "Yargı reformu yapacağız." deyip bir yandan da yargı reformuyla hiçbir şekilde bağdaşmayan böyle kararların, hele hele Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından Türkiye'yi bu şekilde zor duruma sokacak kararların yüzümüze çarpılmaması gerekir.
Değerli milletvekilleri, bu anlaşmaların şöyle bir riski de var, bunu da özellikle burada vurgulamak isterim: EFTA ile Birleşik Krallık'la imzalan serbest ticaret anlaşması ikisini bir arada düşündüğümüzde Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle olan ilişkilerini sadece ekonomik ilişkilere indirgeyen ve Türkiye'nin Avrupa Birliği perspektifini aslında Avrupa ekonomik alanı içinde, Türkiye'nin AB üyelik perspektifini de ortadan çıkartacak bir gelişmeye doğru bizi iten bir sürece doğru gidiyoruz. Bunu özellikle vurgulamak isterim, buna dikkat çekmek isterim, böyle bir riski asla kabul etmiyoruz. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak 1963 yılında Ankara Anlaşması'nı imzalayan partiyiz. Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle bütünleşmesini daha en başından itibaren takip eden ve bugün de üstelik ortaklık müzakerelerinin başlatılması için de en büyük çabayı gösteren parti, Cumhuriyet Halk Partisidir. Eğer Cumhuriyet Halk Partisinin Avrupa Birliğine karşı olduğu şeklinde bir düşünceniz varsa bunu asla kabul etmiyorum. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisinin de bu şekilde birtakım uydurma adımlarla Avrupa Birliğiyle üyeliğimizi sanki sahiden istiyormuş gibi bir görüntü ve algı yaratmasını da asla tasvip etmiyoruz. Gerçekçi bir Avrupa Birliği üyeliği ve Türkiye'nin Avrupa Birliği perspektifini savunan parti olarak, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bütün bunlara bir kere daha dikkatinizi çekiyor, hepinize saygılarımı sunuyorum. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler