14.09.2020

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI SALICI'NIN BASIN TOPLANTISI

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcı Oğuz Kaan Salıcı, MYK gündemine ilişkin Genel Merkez'de düzenlediği basın toplantısında şöyle konuştu:


Değerli arkadaşlar, hepinize hoş geldiniz diyorum. Değerli basın mensupları, şehitlerimiz var. Geçtiğimiz hafta İdlib harekat bölgesinde rahatsızlanarak şehit olan 47. Komando Tugay Komutanı Tuğgeneral Sezgin Erdoğan’a, Yıldırım-10 Norduz operasyonu kapsamında Van İli Çatak İlçesi kırsalında teröristlerin hain saldırısı sonrası hayatlarını kaybeden üç vatan evladımıza, dün Yüksekova’da şehit düşen jandarma astsubayımıza ve bugün maalesef yeni aldığımız haber, Suriye’nin kuzeyindeki Türk Kızılay aracına saldırı sonucu hayatını kaybeden Kızılay personeline Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı ve sabır, yaralılara acil şifa diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun.
Değerli basın mensupları, biliyorsunuz Parti Sözcümüz Sayın Faik Öztrak, Faik Bey Korona olduğu için bugün sizlerle ben buradayım. Aynı zamanda Antalya Belediye Başkanımız Sayın Muhittin Böcek Korona’yla mücadele ediyor. MYK üyemiz Sayın Onursal Adıgüzel şu anda Covid kapsamında evinde gerekli tedavileri alıyor. Sayın Binali Yıldırım ve Sayın Bülent Arınç da Covid’e yakalanmış durumdalar. Kendilerine ve kıymetli eşlerine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Bu vesileyle vatandaşlarımızdan Korona Virüsten korunmak için maske, mesafe ve temizlik kurallarına riayet etmelerini rica ediyorum.
Değerli arkadaşlar, bildiğiniz gibi 12 Eylül darbesinin 40.yılıydı geçtiğimiz günlerde. 40.yılını gördük. 650 bin kişinin gözaltına alındığı, 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği, 50 kişinin idam edildiği ve daha binlercesinin işkencelere maruz kaldığı 12 Eylül 1980 kanlı darbesinin üzerinden tam 40 yıl geçti. Darbeler demokrasi anlayışını hiçe sayan tek adam düzenlemeleridir. Bizler kaynağı askeri ya da sivil olan tüm darbelerin tam olarak karşısındayız. Demokrasi ve hukuk mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğiz. Demokratik hukuk devleti mücadelemiz de asla bitmeyecek.
Değerli basın mensupları, AK Parti 18 yıldır iktidarda ve iktidarı boyunca devletin kurumlarını aşındıran, Türkiye’de şeffaflığı ortadan kaldıran, devletin kurumlarına olan güveni ortadan kaldıran bir yapılanmaya gitti, bir siyaset izledi. Şimdi birazdan da bahsedeceğim ama öncesinde şunları söyleyeyim. TÜİK’in yayınlamış olduğu işsizlik rakamlarına artık kimse inanmıyor. Sokağa çıkıyorsunuz başka rakamlar var, sokağa çıkıyorsunuz işsizlikten dolayı, yaşadığı yoksulluktan dolayı, yaşadığı çaresizlikten dolayı kendisini yakan yurttaşlarımızı görüyorsunuz ama TÜİK rakamlarına bakıyorsunuz saraydan aldığı talimatı rakamlara yansıtan damadın arkadaşı rakamları makyajlayarak üzerinde oynuyor. TÜİK enflasyon rakamları yayınlıyor, TÜİK’nin yayınlamış olduğu enflasyon rakamlarına da kimse inanmıyor. Pazara gidiyorsunuz fiyat artışları almış başını gidiyor, TÜİK’e bakıyorsunuz faiz çok yükselmesin diye onunla uyumlu kalem oynatarak hazırlanmış enflasyon rakamları hazırlıyor. Merkez Bankası döviz rezervlerini açıklıyor. Merkez Bankasının net döviz rezervleriyle ilgili saraydan maaş almayan ekonomistler döviz rezervlerinin eksiye gittiğini söylüyor. Bunu da açık bir hesaplama yöntemiyle ispat ediyor, bunları yazıyor, toplumla paylaşıyor ama Merkez Bankasına bakıyorsunuz başka rezerv rakamları açıklıyor. Sağlık Bakanlığı şu pandemi sürecinde vaka sayılarıyla ilgili özellikle son dönemde günlük vaka sayılarını açıklıyor. Açıklamış olduğu vaka sayılarına bizzat hükümetin, iktidarın atamış olduğu valiler kendi illerindeki vaka sayılarını açıklayarak aslında karşılık veriyorlar. Bu rakamların doğru olmadığını söylüyorlar. Tabipler Birliği benzer bir şeyi söylüyor. Yaşanan hastanelerdeki yoğunluğa, yoğun bakım yatak sayılarındaki azalmaya ve yoğun bakıma kaldırılan hasta sayılarına baktığımız zamanda bu rakamların doğru olmadığını görüyorsunuz. Türkiye’de artık kimse yargının tarafsız ve bağımsız olduğuna inanmıyor. Mahkemeye gittiğiniz zaman kim olursanız olun o yargının, hakimlerin vereceği kararların herkese eşit olarak uygulanacağı konusunda herkesin tereddüdü var. Tek adam rejiminin sorunlarımızı çözdüğüne de kimse inanmıyor. Ortada şöyle bir durum var. Devletin kurumlarının açıklamış olduğu rakamlar var, bu rakamların gerçekliğiyle ilgili ciddi tereddütler var, vatandaşımız bu rakamlara inanmıyor. Devletin açıklamış olduğu, kuruların açıklamış olduğu işsizlik, enflasyon, Covid vaka sayısı gibi rakamlar var ama bu rakamlar inandırıcılığını kaybetmiş, inandırıcılıktan tamamen uzaklaşmış, devlet şeffaf olmaktan uzaklaşmış, güvenilir olmaktan uzaklaşmış. Böyle bir acı tabloyla karşı karşıyayız. Şimdi bunları söyledikten sonra gelelim resmi rakamlar üzerinden yapacağımız açıklamalara.
Değerli arkadaşlar, ekonomide işler kötü gidiyor. İşler ilk defa kötü gitmiyor, işler uzun zamandır kötü gidiyor. Hatta bu konuyla ilgili CHP’nin krizden çıkış önerileri ve buhrandan, artık buhrana dönüşmüş olan ekonomik krizden çıkış önerileri Genel Başkanımız tarafından, Parti Sözcülerimiz tarafından kamuoyuyla paylaşılıyor ama nedense sarayın kulağına gitmiyor. Saray bizim önerilerimizi dikkate almama yönünde özel bir çaba gösteriyor. Hatta kendisi başka bir dünya yaratıyor, yaratmış olduğu o dünyaya inanıyor ve Türkiye’nin krizde olmadığını iddia ediyor. Şimdi ben sizinle bazı rakamları paylaşacağım. Geçtiğimiz hafta işsizlik rakamları açıklandı. Yaşadığımız buhranın en büyük kurbanları işini kaybeden yurttaşlarımız. Bu acı gerçeği artık TÜİK bile gizleyemiyor. Esnafın, vatandaşın gerçeklerini açıklamak yerine sarayın duymak ve görmek istediklerini kamuoyuyla paylaşan TÜİK’in rakamları ülkemizde işsizlik çanlarının acı şekilde çaldığını gösteriyor. TÜİK bile itiraf etmek zorunda kalıyor bazen. Saray sözcüleri işsizlikteki bu acı tabloyu salgın etkilerine bağlamaya çalışırken vatandaş aslında uzun zamandır işsizlikle mücadele halinde. Ülkemizde işgücü piyasasındaki sıkıntıların nedeni salgın değil, bizzat AKP iktidarının uygulamış olduğu politikalar, bizzat AKP iktidarının varlığıdır. Aylardır bugün dünden daha iyi olacak yalanını vatandaşın gözünün içeni baka baka söylüyorlar. Fakat ülkede iyiye giden tek bir şey yok. Son yapılan araştırmada bu acı gerçeği gün yüzüne çıkarıyor. Vatandaşlarımızın yüzde 63’ü geçen seneye göre refah şartlarının daha da kötüleştiğini ifade ediyor. Çalışma çağındaki nüfus 1 milyon 99 bin kişi artıyor. Buna karşın işgücü 2 milyon 134 bin kişi, istihdam edilenlerin sayısı ise 1 milyon 981 bin kişi azalıyor. İstihdam oranı 4 puan düşüşle yüzde 42.4’e geriliyor. Resmi işsiz sayısı 152 bin artışla 4 milyon 101 bin kişi, resmi işsizlik oranı 0,4 puan artışla yüzde 13,4 oluyor. Çalışma çağındaki nüfus artmasına rağmen vatandaşlarımız artık iş aramaktan vazgeçtikleri için işsizlik olandan daha düşük açıklanıyor. 1,4 milyon vatandaşımız artık iş bulma ümidini yitirdi. Bu vatandaşlarımız TÜİK tarafından işsiz sayılmıyorlar. Yani ben artık iş aramaktan bıktım, iş bulamıyorum diyen vatandaşı işsiz saymıyor TÜİK. Aynı dönemde geniş tanımlı işsiz sayısı 3 milyon 18 bin kişi artışla 10 milyon 742 bin kişiye çıkıyor. Yani neredeyse 11 milyon kişi. Geniş tanımlı işsizlik oranı 8,5 puan artışla yüzde 30.4’e yükseliyor. İlginç bir rakam mevsim etkilerinden arındırılmış rakamlarla işsiz sayısı 136 bin kişi artışla 4 milyon 330 bin kişiye ulaşıyor. Mevsim etkilerinden arındırılmış rakamlarla işsizlik oranı önceki aya göre 0,2 puan artıyor ve yüzde 14,3’e çıkarak 2005 yılından buyana en yüksek seviyeye ulaşıyor. 2005 yılından önce bu rakam serisi üzerinde bir çalışma yok. Genç işsizlik oranı 15 – 24 yaş 1,4 puan artışla yüzde 26,1 olurken, 20 – 29 arasında olup da ne bir işte çalışan, ne de okula gidenlerin sayısı son bir yılda 613 bin kişi artarak 4 milyon 646 bin kişiye ulaşıyor. Bu yaş aralığında ne işte, ne de istihdamda olanların oranı ise yüzde 34,8’den yüzde 34,1’e çıkıyor. Üniversite mezunu işsiz sayısı tekrardan 1 milyon kişinin üzerinde. Türkiye OECD’nin geçtiğimiz hafta yayınladığı rapora göre okula ya da işe gitmeyen 15 – 29 yaş arası gençler sıralamasında listenin en başında. Gerçek işsizlik resmi işsizliğin çok çok ötesinde. Bu yılın Haziran dönemi itibariyle ülkemizde işsiz sayısı 10 milyon 742 bin. Ayrıca 3,5 milyon vatandaşımızda çalışır göründüğü halde işbaşı yapmıyor, yapamıyor. Toplam 15 milyon vatandaşımız aslında çalışmıyor şuanda. Ekonomimiz bu ucube rejime geçildiğinden buyana iş imkanı yaratamıyor. Son 22 ayda 2,5 milyon kişi çalıştığı işini kaybetti. TÜİK başka bir şey söylüyor, ama TÜİK’in gizlemeye çalıştığı rakamlardan çıkan sonuçlar bile aslında TÜİK’in bu gerçekleri gizleyemediğini açıkça ortaya koyuyor. Geçtiğimiz hafta yine ödemeler dengesi rakamları açıklandı. Ödemeler dengesine göre yılın ilk 7 ayında 31,4 milyar dolar rezerv erittik. Böyle bir rezerv kaybını daha önce hiç yaşamadık. Sürekli rezervlerimizi eriterek cari açığı finans hesabından çıkışları ve yurtdışına kaçan kaynağı belirsiz paraları finanse etmek Türkiye ekonomisi açısından sürdürülebilir değil. Geçen hafta yine Moodys Türkiye’nin kredi notunu düşürdü. Kredi notumuzu B1’den B2’ye indirdi. Bu seviye 2001 krizindeki kredi notundan yani Türkiye’nin 2001’deki kredi notundan bile daha düşük bir not. Hatta bu not Türkiye tarihinin en düşük notu olarak kayıtlara geçti. Ben size bir fikir versin diye B2 notunun yani Türkiye’nin şuanda güncellenmiş olan B1’den B2’ye düşürülmüş olan notunun dünyada başka hangi ülkelerde olduğuyla ilgili bir fikir versin diye bazı ülkeler söyleyeceğim. Mısır, Tunus, Tanzanya, Ruanda, Kenya, Kamerun, Benin, Nijerya, Etiyopya, Uganda gibi ülkeler. Biliyorsunuz Türkiye’de bazen şöyle bir tartışma olur. Türkiye’nin yeri Avrupa mıdır, Türkiye’nin yeri Asya mıdır diye? Ama görünen o ki, bizim elimizdeki kredi notları Türkiye’nin yerini AK Parti sayesinde Afrika olduğunu gösteriyor. Yarıştığımız ülkeler aynı kategoride bulunduğumuz ülkeler maalesef bu ülkeler.
Bizim ekonomiye dair eleştirilerimiz ne Moodys, ne Standard And Poor’s ne de başka bir kredi derecelendirme kuruluşu ile başlamadı, onlarla da son bulmayacak. Çünkü yapılan yanlışları biz Ana Muhalefet Partisi olarak görüyoruz, çözüm önerilerini iktidara iletiyoruz. Ama iktidar bu gerçekleri görmemek ve bizim çözüm önerilerimize kulak tıkamak konusunda ısrarcı. Bu notları belki saray umursamıyor Moodys’in, diğer kredi derecelendirme kuruluşlarının notlarını saray umursamıyor ama Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen yabancı yatırımcı yatırım yapılabilir bir ülke midir, değil midir diye bakarken bu notlara bakıyor. Dolayısıyla bu notlar üzerinde bu notların daha yükselmesi Türkiye’nin ekonomisinin canlanması ve yabancı yatırımın Türkiye’ye gelmesi açısından önemli.
Merkez Bankasından da bahsettik biliyorsunuz. Merkez Bankası net uluslararası rezervleri 4 Eylül itibariyle bir önceki haftaya göre 4.6 milyar dolar düşüşle 18.6 milyar dolara geriledi. Net uluslararası rezerv böylece iki haftada 9.6 milyar dolar gerilemiş oldu. İki haftada 9.6 milyar dolar geriliyor. Bu rakam aynı zamanda son 16 yılın en düşüğü. Doların yükselişinin önüne geçmek için yapılan tüm hamlelere rağmen doları 6.85’te tutmak için bütün doğrudan ya da dolaylı müdahalelere rağmen dolar kuru geçtiğimiz hafta tarihi zirvesini gördü 7.50 liraya yükseldi. Vatandaşımız borçlu, Türkiye Bankalar Birliği risk merkezinin verilerine göre Türkiye’de toplam 33 milyon 415 bin vatandaşın bankalara tüketici kredisi, kredi kartı ya da her ikisi birden borcu bulunuyor. Hatta bu 33 milyon 415 bin yurttaşımızın birçoğunun birden fazla bankaya borcu bulunuyor. Risk merkezinin verilerine göre Temmuz 2020 itibariyle 3 milyon 471 bin 642 vatandaş bankalara olan borcunu ödeyemediği için icra takibinde bulunuyor. AK Parti döneminde icra dosyaları da almış başını gidiyor arkadaşlar.
Birde risk primi var biliyorsunuz. Ülkelerin alacakları kredide kredi temerrüt sigortası olarak adlandırılan CDS primleri var. 10 Eylül itibariyle Türkiye’nin CDS primi 512.23. Türkiye’nin CDS değeri son 6 ayda yüzde 23,5, son bir yılda ise yüzde 33,38 oranında arttı. Arttı deyince iyi bir şey zannedilmesin CDS risk priminiz arttıkça almış olduğunuz kredide ödemeniz gereken sigorta primi de artıyor. Dolayısıyla siz daha yüksek bir rakamla borçlanmış oluyorsunuz. Halen sadece Venezüella, Arjantin ve Ukrayna’nın CDS’i Türkiye’den yüksek bulunuyor. Tüm dünyada diğer ülkelerin tümünün CDS değeri Türkiye’den daha düşük seyrediyor. Türkiye için oldukça yüksek bir temerrüt riski, diğer bir ifadeyle borcunu ödeyememe konusunda oldukça yüksek bir riski bulunduğunu düşünüyor uluslararası piyasalar.
Değerli arkadaşlar, Türkiye’nin ekonomide ağır sorunları var ama biryandan da okullar açılacak mı, açılmayacak mı konusunda eğitim alanında büyük bir tartışma var. Salgın etkilerinin hala devam ettiği ülkemizde EBA ile uzaktan eğitim sisteminin 2020 – 2021 eğitim yılının büyük bir kısmında da uygulanması bekleniyor. Fakat ülkemizde ne teknolojik altyapı, ne de ailelerin refah düzeyi bu eğitim sistemine ayak uydurmaya uygun değil. Türkiye’de çocukların okul çalışmaları için bilgisayara erişim oranı yüzde 33, internete erişim oranı ise yüzde 50 olarak belirtiliyor. Örneğin Mardin’e bağlı Mazıdağı ilçesinde EBA’yı aktif kullanan öğrencilerin oranı yüzde 15,5. Sadece 15,5. Mardin ili genelinde EBA’yı aktif kullanan öğrencilerin oranı ise yüzde 22.2. Yani her 5 gencimizden biri Mardin genelinde EBA’yı aktif olarak kullanabiliyor. Ülke genelinde 110 ilçemizde hiçbir altyapı yok arkadaşlar. Uzaktan eğitimle ilgili, internet üzerinden eğitimle ilgili, EBA’yla ilgili hiçbir altyapı yok. Uzaktan eğitim, eğitimde zaten var olan eşitsizliği iyice derinleştiriyor. Evde internet yok, bilgisayar yok nasıl uzaktan eğitim olacak, bu çocuğumuz nasıl eğitim alacak? Resmen bir nesil kayboluyor ve iktidar buna sadece seyirci kalmakla yetiniyor. Eğitimde tam bir belirsizlik var. Okullar açılacak mı, açılacaksa ne zaman açılacak? Okullar pandemi koşullarına uygun hale getirildi mi? Getirildiyse bu konuda ne gibi çalışmalar yapıldı Milli Eğitim Bakanı sessiz. Kimsenin bu konuyla ilgili net, açık bir bilgisi yok. Okullar açılsa da çocuğumu okula göndermeyeceğim diyen veliler var. Eğitim camiasının paydaşları olan bu velilere danışıp acaba bu velilerinde fikirleri alınıyor mu? Bu veliler çocuklarını nasıl yönlendirirlerse daha doğru olur bu konuda bir görüş alışverişi, istişare var mı? Hiçbir konuda istişare yapmayan hükümet çocuklarımız konusunda en azından bu konuda istişareye girmek zorunda çocuklarımızın geleceği için.
Değerli arkadaşlar, geçtiğimiz günlerde Giresun’da bir sel felaketi yaşandı. Ancak bundan ders alınmamış olacak ki Karadeniz’de başka çevresel felaketlere neden olacak işler yapılıyor. Ordu’da ormanlık alan olarak geçen 9 yer için daha altın arama ruhsatı verilmesi gündemde. Eğer bu alanlar için ruhsat verilirse Ordu ilimizdeki ormanlık alanların üçte birinde maden arama faaliyeti gerçekleştirilecek. Bu konularda oldukça duyarsız davranan bir iktidarla karşı karşıyayız, sonra Türkiye iklim değişikliğinin de etkisiyle yapılmış olan, yanlış planlanmış olan HES’lerin de etkisiyle yanlış yapılaşmanın da etkisiyle ağır bedeller ödüyor özellikle Karadeniz bölgesinde.
Hala salgınla boğuşmaya devam ediyoruz. Umarız Türkiye bu salgın sürecini doğru politikalarla ve hızlı bir şekilde atlatır. Ama görünen o ki, tüm dünyada yaşanan gelişmelerde bize gösteriyor ki salgın önümüzdeki süreçte de bu kış döneminde de bizlerle birlikte olacak ve bunun için tedbirlerin sıkılaştırılması gerekiyor. Ama bu tedbirlerdeki tutarsızlıklar devam ediyor. Örneğin Ayasofya’nın açılışına Türkiye’nin dörtbir yanından otobüslerle insan taşındı, onbinlerle ifade edilen bir kitle sosyal mesafe kurallarını yok sayarak siyasi propaganda için bir araya getirildi. Sonra Cumhurbaşkanı Giresun’daki sel felaketi sonrasında burada yaptığı miting ve ardından AK Partili Kocaeli Milletvekilinin çocuğunun düğünü için 1500 kişiyi bir araya getirmesi bunların tamamı bir skandala imza atıldığını gösteriyor. Cumhurbaşkanlığının resmi internet sitesinde 12.09.2020 tarihinde bir program görünüyor. AK Parti İstanbul 100 bin yeni üye programı, yer Haliç Kongre Merkezi. İstanbul Valiliği İl Hıfzıssıhha Kurulu toplanıyor ve program yayınlanmadan önce 12 Eylül’den itibaren İstanbul genelinde gerçekleşecek konser ve gösterileri yasaklıyor. Aradan birkaç saat geçtikten sonra bu yasağın 14 Eylül itibariyle başlayacağı yönünde karar değiştiriliyor neden? 12 Eylül’de başlaması ilan edilen yasaklar neden 14 Eylül’e alınıyor? Bu üye programı Tayyip Erdoğan’ın da katılımıyla gerçekleştirilen bu üye programı hayata geçirilebilsin diye mi? Ülkede okullar, üniversiteler kapalı, konser, tiyatro yasak, AKP’nin siyasi propaganda yapabileceği her etkinlik serbest. Türkiye işte bu keyfilik ve salgın ortamında dahi siyasi çıkar peşinde koşma sevdası yüzünden pandemide yeni pik yaşıyor. Biliyorsunuz bu sıra pik sözcüğü anlamlı bir hale geldi. Pandemide ciddi bir pik yaşıyoruz. İktidar salgının kontrolünü kaybetti ve kontrol altında tutma niyetinde olmadığını gösterir eylemlerde bulunmaya devam ediyor. OECD’nin açıkladığı rapora göre Türkiye devlet verilerinde şeffaflığın en zayıf olduğu ülke. Yani devlet verilerinin şeffaf olmadığını rapora almış OECD ki biz konuşmamızın başında da gerek enflasyonda, gerek işsizlikte, gerek Korona vakalarında, gerek Merkez Bankasının döviz rezervlerinde açıklanmış olan rakamların hiçbirine vatandaşımızın da itibar etmediğini, güvenilir ve şeffaf bulmadığını söyledik.
Biz buradan ülkenin Ana Muhalefet Partisi olmanın verdiği sorumluluk ve bilinçle hükümeti süreci şeffaf ve bilim öncülüğünde yürütmeye, alınabilecek tüm önlemlerin alınması ve uygulanması konusunda bir kez daha uyarıyoruz.
Değerli arkadaşlar, AK Parti 2002 yılında iktidara geldi. Üzerinden geçti 18 sene. Biz ekonomide çok iyi işler yaptık diyorlar. Nedense biz görmüyoruz. Nedense vatandaşımız yapılan işleri görmüyor, yapılan çektiği eziyeti görüyor daha çok. 2002 yılında AK Parti iktidara geldiğinde bir asgari ücretli kendi maaşıyla 6.6 adet çeyrek altın alıyormuş. 6,5 diyelim. 6,5 adet çeyrek altın alıyormuş. Düşünün bugün bir asgari ücretli maaşıyla kaç çeyrek altın alabiliyor? Sadece 3 tane çeyrek altın alabiliyor. Yani asgari ücretli vatandaşımıza maaş olarak 3 çeyrek altın veriliyor ama AK Parti ağır bir krizin ardından iktidara geldiğinde yani bir kriz ortamı devam ederken iktidara geldiğinde aynı asgari ücretli vatandaşımız 6,5 adet çeyrek altın alabiliyordu. 2002 yılından buyana devletin borcu 5,5 katına çıkıyor. Dış borç 3.3 katına çıkıyor. İşsiz sayısı ve dış ticaret açığı neredeyse iki katına çıkıyor. Milli gelirimiz 2008 yılında yaşanan krizdeki seviyenin altına iniyor. Bu yılın sonuna gerçekleşeceği tahmin edilen milli gelir ile cumhuriyet tarihinde ilk defa 7 yıl üst üste milli gelirde bir azalma meydana gelecek. Bu acı tabloyu AKP hükümeti yarattı. Her şeyi pandemiye bağlama çabası var ya 7 yıldan beri üst üste eriyen, düşün bir milli gelir tablosuyla karşı karşıyayız. Pandemi başlamadan önce Ağustos 2018’de tepeye vuran bir dolar kuruyla karşı karşıyayız. Krize girmiş bir Türkiye’yle karşı karşıyayız. Dolayısıyla Türkiye’nin krizin içindeyken zayıf bir durumdayken üzerine gelen pandemi koşullarıyla daha da ağırlaşan, buhrana dönen bir süreci yaşıyoruz.
Değerli arkadaşlar, eğitimde sorunlar var, ekonomi kötü, Türkiye birçok konuda kötü yönetiliyor, savruluyor. Birde dış politikaya bakalım isterseniz. Dün akşam CHP MYK olağanüstü toplandı. Doğu Akdeniz’deki ve Kıbrıs’taki gelişmelerle ilgili olağanüstü bir toplantı yaptı. Toplantıyla ilgili bir açıklamada Sayın basın mensuplarına dün akşam itibariyle iletildi. Biz dış politikada diyalogdan, barıştan ve diplomasiden yanayız. Genel prensip olarak CHP’nin bakışı budur. Yani büyük Atatürk’ün veciz ifadesiyle yurtta barış, dünyada barış anlayışıyla biz dış politikaya bakarız. Ama AK Partide şöyle bir tablo ortaya çıktı. Normal şartlar altında Türkiye’nin dış politikası uzun yıllar boyunca bir gelenek olarak oluştu ve bir devlet politikasına dönüştü. Devlet politikasına dönüşürken dış politika ne yaparsınız? Muhalefet partileriyle konuşursunuz, meclisi devreye sokarsınız, mecliste dışişleri komisyonunu, meclisin genel kurulunu bir istişare mekanizması olarak çalıştırırsınız. Dışişleri Bakanlığı bu süreci yönetir, dışişleri bürokrasisi sonuna kadar bu sürecin içindedir. Yani Türkiye bir devlet politikası oluştururken ciddi çaba göstererek bir dış politika yapım aşamasından geçerek devlet politikası oluşturur, hükümetler değişir ama o dış politikadaki devlet politikası değişmez. Örnek Kıbrıs, örnek AB. Peki AK Parti konusunda ne oldu? AK Parti iktidara geldiğinden beri dış politikayı kendi iç siyasi malzeme yapabileceği konularda tamamen iç politikanın bir malzemesi olarak kullandı. Meydanlarda başka ifadelerde bulunuldu. Kapalı kapılar arkasında dünya liderleriyle başka şekilde konuşuldu. AK Parti devlet politikası olması gereken dış politikamızı parti politikası haline dönüştürdü. Sonuç, Suriye. Suriye’de yaşadıklarımız kimseyle istişare edilmeden, devletin mekanizmalarından geçmeden, konuşulmadan, tartışılmadan bir siyasi ihtirasla yapılmış işler. Neredeyse 10 yıldan beri Suriye’de yaşanan ağır sorunların bedelini sadece Suriye’de askerlerimiz üzerinden ya da dış politikamız üzerinden yaşamıyoruz. 4 milyona yakın Suriyelinin Türkiye’de bulunması dolayısıyla vatandaşlarımız her gün başka türlü sorunlar yaşıyor. Umarız bu yanlış politikaya rağmen Suriye’deki problem bir an önce çözülür, Suriye vatandaşları da kendi ülkelerine huzur içinde gitme imkanına sahip olur. TBMM devre dışı, Dışişleri Bakanlığı bürokrasisi devre dışı, çoğunlukla Dışişleri Bakanı da devre dışı, kim yönetiyor Türkiye’nin dış politikasını? Doğrudan saraydan yapılan müdahalelerle yönetiliyor. Saray her şeye karar veriyor. Bakanlar bir açıklama yaparken, “Sayın Cumhurbaşkanımızın vermiş olduğu talimatla” diye başlayan cümleler kuruyor. Her şeyden bilgisi olan, her şeyi yöneten bir saray iktidarı, aynı zamanda Türkiye’nin dış politikasını da sorunlu bir yere doğru götürüyor. AK Parti dış politikada Türkiye’nin çıkarlarını ön plana alan değil, ihvancı bir siyaseti ön plana alan bir siyaset izliyor. Türkiye’nin çıkarlarıyla AK Partinin izlemiş olduğu ihvancı dış politika örtüşmüyor arkadaşlar. Bizim çıkarlarımız oradan geçmiyor. Bizim çıkarlarımız ihvanın anlayışını desteklemekten geçmiyor. Bizim anlayışımız yurtta barış, dünyada barış, bu ülkenin kendi çıkarlarını savunan milli bir dış politikadan geçiyor. Parti politikasına döndürdükleri bu sorunların sonucunda, sürekli egemen güçlerin liderlerine dostum diyorlar ama zaten o dostların daha sonra yaptıkları şeylerle de ortaya Türkiye’nin dış politikadaki sıkışıklığı açığa çıkıyor.
Değerli arkadaşlar, dış politikamızda geleneksel olarak muhalefet bilgilendirilir. Meclis bilgilendirilir. Gerekiyorsa kapalı oturum yapılır, hatta TBMM politika yapım aşamasına dahil edilir. Türkiye’nin dış politikası bu şekilde oluşur. Bizim endişemiz şu, Yunanistan Cumhurbaşkanı burnumuzun dibindeki Meis Adasını askeri tören eşliğinde ziyaret ediyor. ABD Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırarak geleneksel duruşunu Türkiye’nin aleyhine değiştiriyor. En son ziyarette Amerikan Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Kıbrıs’ı ziyaret ediyor, bir mutabakat muhtırası imzalıyorlar, mutabakat zaptı imzalıyorlar. Bu zabıt Türkiye’nin taraf olduğu Zürih ve Londra Antlaşmalarına aykırı. Aynı zamanda Amerikan Dışişleri Bakanı vermiş olduğu demeçte Güney Kıbrıs Rum yönetimini ve Yunanistan’ı destekleyen ifadelerde bulunuyor. KKTC Cumhurbaşkanını ziyaret etmiyor. Daha önceki tavırlarının tamamen dışında bir tavır sergiliyorlar. Yani Amerikan dış politikası geleneksel olarak Kıbrıs’ta izlemiş olduğu politikayı Türkiye’nin aleyhine değiştiriyor. Benzer bir durum Doğu Akdeniz’de yaşamış olduğumuz gerilimli ortamda da ortaya çıkıyor. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz sorununun barışçıl bir şekilde çözümünü Mike Pompeo’nun yapmış olduğu açıklamalar ve girişimleri zorlaştırıyor. KKTC’yi hiçe sayan 1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarına aykırılık teşkil eden işler yapıyorlar.
Değerli arkadaşlar, biz CHP olarak AK Partinin tüm basiretsiz dış politikasına rağmen KKTC’nin ve ülkemizin Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını sonuna kadar savunacağımızın altını çiziyoruz. AK Parti gider Kıbrıs kalır, AK Parti gider Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki çıkarları kalır ve CHP de o çıkarları sonuna kadar korumaya ve kollamaya devam eder.
Değerli arkadaşlar, biliyorsunuz bir S-400 meselemiz var. Biz Rusya’dan S-400’ler aldık, savunma füzeleri. Karşılığında 2,5 milyar dolar ödedik. Yani şu yaşamış olduğumuz ekonomik buhranı düşünün, bu zorlu koşullar altında Türkiye 2,5 milyar dolar ödedi. S-400’ler Nisan ayında aktive edilecekti, ne oldu, S-400’ler niye aktive edilmiyor? Nisan sonunda aktive edileceği söylenen, bunu da böyle yine iç politika malzemesi haline dönüştürerek mitinglerde konuşan, meydanlara konuşan, kalabalıklara konuşan tek adam üzerinden ifade edilen, Nisan sonunda aktive edilme işlemi neden gerçekleşmiyor? Eğer aktive etmeyeceksek 2,5 milyar dolar verip S-400’leri niye satın aldık? Türkiye bu soruların cevabını merak ediyor. Biz de Ana Muhalefet Partisi olarak bu soruların cevabını her basın toplantımızda merak ettiğimizi ortaya koyuyoruz ve bu soruları sormaya devam ediyoruz.
Evet değerli arkadaşlar, umarım Parti Sözcümüz Sayın Faik Öztrak bir an önce iyileşir, bundan sonra burada bu salonda sizlerle partinin görüşlerini kendisi paylaşmaya devam eder. Benim şimdilik yapacağım açıklamalar bu şekilde. Sizlerden gelecek sorular olursa o soruları cevaplayacağız.
Soru- Oruç Reis’le Doğu Akdeniz’le ilgili dün MYK açıklamanız da olmuştu, Oruç Reis’in geri dönmesini, Antalya’ya demirlemesini taviz olarak değerlendirmişti CHP açıklamasında. Bugün Sayın Bakan Çavuşoğlu bir açıklama yaptı, bu limana demirlemesinin rutin bakım ve ikmal çalışması olduğunu, CHP’nin açıklamasının da iç siyasete yönelik olduğunu söyledi. Bu açıklamayı nasıl değerlendirirsiniz?
İkincisi, adalarla ilgili malum Yunanistan…
Oğuz Kaan SALICI- Bir de bilgi isteselerdi verirdik demiş, doğru mu?
Soru- Evet. Adalarla ilgili malum Yunanistan’ın silahlandırdığı adalar var, Sayın Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 16 adanın hukuka aykırı şekilde silahlandırıldığını söyledi. Bu silahlandırma da gerginliği tırmandırıyor, karşılıklı diyaloğu yok ediyor dedi. Siz bakanın bu açıklamasını nasıl değerlendirirsiniz?
Son olarak ekonomiyle ilgili pike siz değindiniz açıklamanızda. Cumhurbaşkanı, hafta sonu, ekonomimiz pik yapıyor dedi. Türkiye ekonomisi pik yapıyor mu?
Oğuz Kaan SALICI- Önce isterseniz Sayın Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın adaların silahlandırılmasıyla ilgili sorusuna cevap verelim. Günaydın, Sayın Bakana günaydın. Kendisi Kara Kuvvetleri Komutanlığı yaptı mı? Genelkurmay Başkanlığı yaptı mı? Şimdi de Milli Savunma Bakanı. Mensup olduğu siyasi parti 18 yıldan beri iktidarda. Defalarca söyledik, defalarca uyarıda bulunduk, defalarca Türkiye’nin çıkarlarının yeterince korunmadığı, bu adaların silahsızlandırılması gerektiği konusunda uyarılarımız oldu. 18 yıldan beri neredeydiniz, şimdi niye aklınıza geldi? Çok manidar bir durum, bunu izah etmesi gereken Sayın Bakanın kendisi.
İkincisi, Sayın Çavuşoğlu bir açıklama yapıyor bugün. Siz de sorunuzda değindiniz, bizden bilgi isteselerdi verirdik diyor. Ve dün akşam olağanüstü MYK toplantısı sonrasında bizim yapmış olduğumuz açıklamaya vurgu yapıyor.
Şimdi değerli arkadaşlar, elimizi vicdanımıza koyalım. Dış politika milli olması gereken bir alan. Yani hepimizi etkileyen bir alan. Az önce dış politika yapım süreçlerinden bahsettik. Dış politika oluşurken dış politikanın ne kadar farklı kesimlerle, farklı siyasi görüşlerden partilerle meclisi de içinde tutarak dışişleri bürokrasisini de dahil ederek yapılması gerektiğinden bahsettik. Sayın Bakan ya da saraydaki tek adam bir şey olduğunda koşa koşa Trump’ı arayıp bilgi veriyor mu? Putin’i arayıp bilgi veriyor mu? CHP Genel Merkeziyle AK Parti Genel Merkezi arası yürüyüşle 5 dakika arkadaşlar. Bırakın telefon etmeyi filan yürüyüşle 5 dakika. Milli dış politika Putin’e, Trump’a, egemen güçlere bilgi vermeye, bu ülkenin ana muhalefet partisine, birkaç sene sonra onun oturduğu yerde oturacak olan CHP’lilere bilgi vermemeyi gerektiriyor. Bu mudur millilik, bu mudur yerlilik? Bu nasıl bir dış politika, bu nasıl bir anlayış? Oruç Reis’i çekiyorsunuz ve diyorsunuz ki dün gece de başka bir açıklama yapıldı Enerji Bakanı tarafından rutin bir durum tekrardan çıkacak diyorsunuz. Takip edeceğiz.
Pik konusu. Şimdi değerli arkadaşlar, Türkiye’de bazı şeyler pik yapıyor bu doğru. İşte az önce bahsettik işsizlik pik yapıyor, enflasyon pik yapıyor, Korona vakaları günlük olarak pik yapıyor, yoğun bakımda yatan hasta sayısı pik yapıyor, yoksulluk pik yapıyor, işsizlik pik yapıyor, devlete, bankalara güvenmediği için kasa kuyruğuna girmiş vatandaşlarımızın sayısı pik yapıyor. Bankalarda şu anda kiralayacak kasa bulunamıyormuş, biliyor musunuz? Ya da bireysel olarak evine kasa almak isteyen yurttaşlarımız sıraya girmişler, üreticiler yetiştiremiyormuş. İnsanlar niye kasa alma peşinde koşar? Burada bir ekonomiye güven sorunu var değil mi? Türk lirasına bir güven sorunu var. Kim yarattı bunu? Dolar olmuş 7,5 lira. Dolar pik yapıyor. Az önce bahsettim; altın fiyatları uçuyor, altın pik yapıyor. Ama bir algı yaratılmaya çalışılıyor ekonomide işler iyi gidiyor diye. Neredeyse verdiğim örneklerin yüzde 99’u ekonomiyle ilgili arkadaşlar. Ya bunlar doğru, ya Cumhurbaşkanının söylediği doğru. Vatandaşımız neyin doğru olduğunu gayet iyi biliyor.
Soru- Bugün devlet hastanelerine ve üniversite hastanelerine ekipman ve tıbbı cihaz satan firmaların sendikalarıyla STK’lar bir açıklama yaptı ve ödemelerini alamadıklarını iddia ettiler. Bununla ilgili sizin bir değerlendirmeniz olacak mı? Bir de İstanbul İl Başkanının Mustafa Kemal Atatürk kullanmak yerine Mustafa Kemal’i kullanıyorum gibi bir sözü oldu. Bunun hakkında ne söyleyeceksiniz?
Oğuz Kaan SALICI- Şimdi değerli arkadaşlar, şu anda ağır bir pandemi süreci yaşıyoruz. Dolayısıyla sağlık çalışanlarına yapılması gereken ödemeler var. Ya da hastanelerin rutin hizmetlerini devam ettirebilmeleri için almaları gereken ödemeler var devletten. Bunlar yapılmıyor aksatılıyor. Ama öbür taraftan 1.7 milyar lirayı köprü ve otoyollar için Londra’da tahkime bağlanmış olan anlaşmayla tıkır tıkır ödüyorsunuz değil mi? Burada bir tercih var. AK Parti şu tercihi yapıyor. Ben zenginin daha da zenginleşmesi için her türlü ekonomik zorluk altında dahi olsam onların ödemelerini geciktirmem ama emekçinin, çalışanın şu pandemi sürecinde hayatını ortaya koyan sağlık çalışanlarının ödemelerini geciktiririm. Ödesinler efendim. Beşli çeteye yapacakları ödemeler yerine vatandaşımıza, işçimize, sağlık çalışanımıza ödemesini yapsın.
Canan Kaftancıoğlu’yla ilgili; değerli arkadaşlar ortada bir Atatürk tartışması yok. Şu çok açık, il başkanımız bir açıklama yaptı. Mustafa Kemal Atatürk CHP’nin kurucusu, ne mutlu bize ki Türkiye Cumhuriyetinin de kurucusu ve aynı zamanda CHP’nin ebedi Genel Başkanı. Bizim CHP’de Atatürk’le sorunu olan, Atatürk düşmanlığı yapan, ­Atatürk tartışmaları içinde bulunan hiç kimse olmaz. Olmaması çok normaldir. Çünkü burası Atatürk’ün kurduğu partidir. Dolayısıyla biz böyle bir tartışmanın bugün itibariyle doğru bir tartışma olduğu kanaatinde değiliz. Ortadaki mesele açıklıkla şudur, CHP’de hiç kimsenin Atatürk’le bir sorunu yoktur, olması da mümkün değildir. CHP’de böyle bir durumun olması eşyanın tabiatına aykırıdır. Bizim esas tartışma konularımız az önce bahsetmiş olduğum Türkiye’nin yoksulluğu, Türkiye’nin çocuklarını da ilgilendiren, bizim çocuklarımızı ilgilendiren Doğu Akdeniz’deki, Kıbrıs’taki çıkarlarımız. Türkiye’nin egemen güçler tarafından çevrelenme politikasıyla karşı karşıya duruyor olması ve iktidarın basiretsiz politikalarının sonucunda maalesef endişeliyiz ki, ciddi şekilde de uyarıyoruz ki Türkiye’yi siyasi taviz verme noktasına götürecek bir yola girmiş olmasıdır.
Soru- Sağlık Bakanlığının Korona virüs verilerinin şeffaflığı tartışılmaya devam ediyor. Yüksek tepkiler yükseliyor bu rakamlarla ilgili. Sağlık Bakanlığının açıkladığı rakamlar Türkiye gerçeğini yansıtıyor mu? Sizin bu konuya ilişkin yorumunuz ne olacak?
Oğuz Kaan SALICI- Aslında biraz değindim konuşmam sırasında. Sağlık Bakanlığının açıklamış olduğu verilerin gerçeği yansıtmadığını Tabipler Birliği söylüyor. Bunu günlük olarak vaka sayısını açıklıyorlar, bazı illerdeki valiler kendi illerindeki günlük vaka sayısını konuşmaları sırasında söylüyor ve rakamların uyuşmadığını görüyorsunuz. Sağlık çalışanları söylüyor. Sokaktaki vatandaşımız kendisi söylüyor, üstüne bir de anket yapıp vatandaşa soruyorsunuz, hayır ben bunların doğru olduğuna inanmıyorum diyor. Daha ne söyleyelim?
Soru- Fransa Cumhurbaşkanı Macron, “sorunumuz Türk halkıyla değil Erdoğan’la” dedi. CHP’nin bu açıklamaya bakışı nasıl olur? İkincisi, bu açıklamanın ardından bazı muhalif gazetecilerden ve sosyal medyada sokağa çıkma çağrıları gelmeye başladı. Son olarak Birgün yazarı Merdan Yanardağ köşesindeki yazısında sokakların siyasal gerilim ve çatışma alanlarına dönüşeceği bir döneme giriliyor. İhtiyacımız olan şey yaratıcı yıkıcılıktır dedi. Sizin bu konuya ilişkin yorumunuz nasıl?
Oğuz Kaan SALICI- Şimdi bir gazetecinin kendi köşesinde yazmış olduğu yazı üzerinden benim bir parti duruşu, parti görüşü ifade etmem doğru olmaz. O kendi görüşüdür. O kendi mecrasında konuşulur tartışılır. Ama şunu söyleyeyim, Macron bir açıklama yaptı, hadsiz bir açıklama. Daha önce de Biden 8 ay önce bir açıklama yapmıştı sonradan Türkiye’nin gündemine gelmişti. O da hadsiz bir açıklamaydı. Yani yabancı ülkelerin devlet başkanları kendi işlerine baksınlar. Türkiye’nin kendi siyaseti Türkiye’nin yürüttüğü yol Türkiye’nin kendi insanıyla, kendi meclisiyle, kendi siyaset mekanizmasıyla karar verebileceği bir yoldur. CHP Biden’den önce de vardı, Macron’dan önce de vardı. Dolayısıyla CHP onların sözlerine itibar edip bunlar üzerinden siyaset belirleyecek, yabancı büyükelçiliklerin içinde yapılan görüşmelerle siyaset kurgulayacak bir siyasi parti değil. Ama şunu söyleyeyim, bakın madem Macron konusunu açtınız; 4.1.2018 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan Fransız TF1 ve LC1 kanallarına yaptığı bir röportajda iki ülke arasındaki ilişkilere dair açıklamada bulunuyor. Ben sadece ilgili bölümünü paylaşayım sizinle. “2018’in ilk ziyaretini Avrupa’da Fransa’ya Dostum Macron’a gerçekleştireceğim.” Tabi ki bu ziyaretin çok farklı bir önemi var. Zira Fransa ve Türkiye arasında siyasi stratejik, ekonomik alanlar başta olmak üzere birçok alanda atılacak adımlar. Şimdi bu dostum lafı size bir şey ifade ediyor değil mi? Daha önce dostum Trump’tı, dostum Putin’di, şimdi dostum Macron. Türkiye’ye kükreyen, Türkiye’ye ayar vermeye çalışan hangi egemen güç varsa Tayyip Erdoğan’ın dostu. Bugün Fransa’nın geldiği yere bakın, Fransa Türkiye’nin çıkarlarıyla ciddi şekilde çatışan bir ülkeye dönüşmüş durumda ama Tayyip Erdoğan’ın dostuymuş. Bunu bence Tayyip Erdoğan’a sormak lazım.
Soru- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu Anayasa Mahkemesinin karayollarında toplantı ve gösteri yapmamasına ilişkin düzenlemenin AYM tarafından iptal edilmesine tepki gösterdi. AYM Başkanı Zühtü Arslan’a ilginç bir çağrıda bulundu. Soylu kendi arabamla tek başına gitmeye ben varım sen var mısın diye sordu. Soylu’nun bu tepkisini ve çağrısını siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oğuz Kaan SALICI- Bu düzeni onlar yarattı. Bu yargı düzenini onlar yarattı. Vatandaşın tarafsız ve bağımsız yargı yoktur dediği, inanmadığı bu düzeni kendileri yarattı. Anayasa Mahkemesinden işlerine gelen bir karar çıkarsa alkışlıyorlar. Anayasa Mahkemesinden işlerine gelmeyen bir karar çıkarsa çıkıp ağır eleştirilerde bulunuyorlar. Bunu bazen Soylu yapıyor ama çoğunlukla saraydaki tek adam yapıyor.
Şimdi değerli arkadaşlar, bu doğru bir düzen değil. Anlatmaya çalıştığımız şey bu.
Soru- Mali Suçları Araştırma Kurulu İstanbul’da aracı bir kuruma giderek İsviçre, vergi cenneti olarak bilinen Man Adası, Seyşel Adaları, Virjin Adalarına para gönderenlerin listesini istedi. MASAK’ın o adımı da akıllara Man Adası tartışmalarını getirdi. Siz bu son gelişmeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Oğuz Kaan SALICI- Yani umarım aldıkları listeyi kamuoyuyla paylaşırlar. Şeffaflık açısından kamuoyuyla paylaşılması çok iyi olur. Bizim çünkü offshore bankalarda Man Adasında paramız olmadığı için listeyi saraya gidip oradaki zatla da bir kontrol ederlerse, eksik gedik var mı doğru bir yere ulaşmış olurlar. 
Soru- Pandeminin olumsuz etkilediği esnafla ilgili özellikle bazı sektörlerle ilgili olarak servisçiler, minibüsçüler, kahveciler gibi bir çalışmanız olacak mı? Esnafa destek konusunu meclis gündemine taşıyacak mısınız?
Oğuz Kaan SALICI- Şu anda meclis kapalı biliyorsunuz ama gerek Türkiye’nin 2018 yılında o kur şoku yaşadığı dönemden sonra, gerek pandeminin ekonomik krizin üzerine eklendiği ve buhrana dönüşmüş olduğu dönem boyunca arkadaşlarımız gerek mecliste, gerek Parti Sözcülerimiz buradan ya da Sayın Genel Başkanımızın ağzından esas destek verilmesi gereken kesimin pandemi sürecinde işyerini kapatmak zorunda kalan ama kirası çalışmaya devam eden, bir kısmı kayıt dışında çalışan, hayatını günlük kazandığı kazançla yürüten kesimler üzerinden, kesimlere daha çok destek verilerek yürütülmesi gerektiğini biz açıklıkla vurguladık, bunun da takipçisi olmaya ­devam edeceğiz. Ama günün sonunda reva görülen şey vatandaşa IBAN numarası göndermek ve vatandaşa sahip çıkan, vatandaşın giderini ödemesi, karşılaması gereken bir devlet anlayışından vatandaştan bağış toplamaya, hatta öğretmeni, polisi, bazı meslek gruplarını zorlayarak bağış toplamaya doğru giden bir anlayışla karşı karşıyayız. Biz dar gelirli yurttaşlarımızın, bu süreçten en çok etkilenmiş olan yurttaşlarımızın gerek meclis açıldıktan sonra mecliste, gerek yapmış olduğumuz açıklamalarla ve bundan sonra iktidar değişiminden sonrada bizzat iktidar olarak yanlarında bulunmaya devam edeceğiz.
Teşekkür ederim arkadaşlar. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler