02.05.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU HALK TV CANLI YAYININA KATILDI

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Halk TV Genel Yayın Yönetmeni Suat Toktaş'ın sunduğu Özel Röportaj canlı yayınında, gündeme ilişkin soruları yanıtladı.


Suat TOKTAŞ- İyi günler, Halk TV ekranlarından çok özel bir günde CHP lideri, CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’yla birlikteyiz. Neden çok özel bir gün? Korona günlerine bir Emek Dayanışma Günü kutlanıyor, 1 Mayıs sakin geçiyor doğal olarak. Zaten sokağa çıkma yasağı da var. Korona günleri vesilesiyle biraz daha sakin günler yaşıyoruz. Özellikle Taksim 1 Mayıs’lar da Türkiye’de hep bir kriz sorunu olmuştur. Emekçiler oraya çıkmak ister, iktidarlar, en azından bugüne kadarki iktidarlar ona izin vermez. Genellikle böyle olmuştur, bir gerginlik vesilesi olmuştur. Bugün de tabi ki sakin bir dönemdi. Neden? Koronadan dolayı, sokağa çıkma yasağından dolayı. Ama DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ve DİSK yöneticileri Taksim Anıtına, Taksim’e çıkıp çelenk koymak istediler yine gözaltına alındılar. Ama şu anda serbest bırakıldılar. Valilik böyle bir izin olmadığı için bunu yaptıklarını açıkladı.
1 Mayıs… İnsanlığı bugüne kadar getiren emek ve özgürlük mücadelesi verenleri öncelikle bir selamlamış olalım. İlk soruyu da buradan başlayalım efendim isterim. 1 Mayıs vesilesiyle Türkiye’de emeğin, emekçinin hali pürmelalini nasıl görüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Önce tabi biz de 1 Mayıs dolayısıyla emeğiyle geçinen, alın teri döken, evine helal ekmek götüren, hakkını, hukukunu arayan, adaleti arayan bütün emekçilere, emeğiyle geçinenlere, alın teri dökenlere selamlarımızı, saygılarımızı sunarız. Onların bayramı kutlu olsun. Bu bayram aslında insanlığı temel alan bayramlardan birisidir. Çünkü üreten insandan söz ediyoruz, çalışan insandan söz ediyoruz, alın teri döken insandan söz ediyoruz, zor koşullarda mücadele eden insanlardan söz ediyoruz. Kazandığı parayı gerçekten de helal eden kişiden, insandan söz ediyoruz. Buna da bir seferlik 1 Mayıs’ta bayram diyoruz, Emeğin Bayramı diyoruz. Dolayısıyla bu bayrama herkesin saygı göstermesi lazım. Az önce siz açılışı yaptığınız zaman Taksim Meydanının 1 Mayıs’lar için bir kriz meydanı olduğunu ifade ettiniz. Orada biliyorsunuz daha önceki yıllarda-belki genç arkadaşlarımız bilmeyebilirler-1 Mayıs Bayramında 1977’de işçi arkadaşlarımızın bir kısmı hayatlarını kaybettiler. Şimdi orada Kazancı Yokuşunun başında küçük mütevazı bir heykel vardır ve insanlar oraya 1 Mayıs’larda gider karanfiller koyarlar ölen insanların anıları için. Onları da bu vesileyle rahmetle anmış olalım. Elbette ki bütün sendikaların 1 Mayıs’a sahip çıkması, 1 Mayıs’ta meydanlarda olmak istemesi kadar doğal bir şey yoktur. Ülkeyi yönetenlerin de emeğiyle geçinen bu insanlara en azından bir günde eğlenmeleri için, bayram yapmaları için fırsat vermesi lazım. Taksim bu bağlamda önemli bir yerdir, önemli bir merkezdir. Oraya çelenk bırakılabilir, karanfil bırakılabilir. Zaten sokağa çıkma yasağı var, zaten öyle kitlesel bir eylemin söz konusu olmadığı bir süreçteyiz malum Covıd-19 virüsü dolayısıyla.
Dolayısıyla DİSK’in Sayın Genel Başkanını ve yöneticileri yürüyerek gidip çelenk bıraksalar ne olur? Hiçbir şey olmaz yani. Çelenk bırakacaklar, ondan sonra gelecekler evlerinde oturacaklar, başka da bir şey yok. Yani bu süreçte bile bunun bir çatışma, bir kriz alanı haline dönüşmesini doğrusunu isterseniz kabul edemiyorum. Devleti yönetenlerin biraz alçak gönüllü olması lazım. Bugün bayram günü, bugün insanlar hem geçmişi anacaklar, hem geleceğe ilişkin hedefler ortaya koyacaklar. Hak isteyecekler. Hak istemek zaten insana özgü bir kavramdır yani. Bir haksızlığa uğradıysa hak isteyecektir, hak talebinde bulunacaktır. Daha iyi koşullarda çalışmak isteyecektir. Kadınlar çalışıyorlarsa çocukları varsa işyerinde kreş isteyeceklerdir. Yani buna benzer talepler. Bu taleplerin yüzde 100’ü de insani talepler. Bu taleplerin dile getirilmesinden devleti yönetenlerin en azından endişe duymamaları ya da rahatsız olmamaları gerekir.
Suat TOKTAŞ- İktidarların biraz alçak gönüllü olması gerekir dediniz. Şimdi doğal olarak bu tip röportajlarda hem izleyici açısından, hem gazeteci açısından güncel meselelere girersiniz, konuğunuz özellikle Ana Muhalefet Partisi lideri olunca da güncelle başlarsınız ve siz 5 – 6 gündür de konuşmuyorsunuz bildiğim kadarıyla. Bir bugün Sözcü gazetesinde bir demeciniz var o kadar. Biraz güncellere geleceğiz ama bu alçak gönüllü olmak gerekir kısmından şuraya atıfta bulunmak istiyorum. 22 Nisan’da Cumhuriyet Gazetesinde çıkan bir yazınız var. Güncel Covid’den işte 23 Nisan Meclisin açılışının 100. yılına bağlayan, oradan geleceğe dönük bir perspektif veren bir yazı kaleme aldınız. Şimdi orada da zaten şunu söylüyorsunuz, alçak gönüllü bir uygarlığa çağrı, başlığınız da buydu. Şimdi bu korona eskisi gibi olmayacak, dünya ve Türkiye eskisi gibi olmayacak. Eski neydi ve alçak gönüllü bir uygarlık çağrısı derken demokratların dayanışması derken biraz böyle hani bir zemin olsun diye birazdan konuşacağımız güncel meseleleri de kapsıyor çünkü. Bir zemin olsun diye o yazının ruhundan çıkarak demokratların dayanışması derken neyi kastediyorsunuz? Eskisi gibi olmayacak derken bugün neydi ki yarın ne eskisi gibi olmayacak? Neyi kastediyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi Covıd-19 aslında topluma şöyle bir fırsat verdi, hepimize düşünme fırsatı verdi. Hepimiz ya evlerimizde veya işyerlerimizde oturup düşünmek zorundayız. Dünya nereye gitti bugüne kadar, bundan sonra ne olmalı? Kuşkusuz bu düşünme ya da düşünme sadece Türkiye’de değil yani bütün dünyada akademisyenler, sanatçılar, gazeteciler, yorumcular, siyasetçiler dünyanın bugün içinde bulunduğu konumu masaya yatırma fırsatı yakaladılar.
Suat TOKTAŞ- Evden çıkmayınca düşünme vakti de oluyor galiba.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet yani düşünüyorsunuz tabi, düşünmek zorundasınız. Ben buradan da Suat Bey isterseniz vatandaşlarıma şunu da söylemek isterim. Yani hepimiz evdeyiz, komşularımızla bile ilişkilerimiz mesafeli. Eskiden ramazanda en azından bir iftar yemeğine katılırdık veya komşuları davet ederdik iftira veya biz onların iftarına giderdik veya onlar iftar yemeğini bize getirirlerdi, biz onlara verirdik. Bu ilişkiler yine var, zaten Anadolu’nun köklü geleneklerinden birisidir. Ama bu süreçte ülkeyi yönetenler başta olmak üzere bütün aydınların, demokratların oturup düşünmesi lazım, siyasetçilerin oturup düşünmesi lazım. Hatalarımız var mı, eksiğimiz var mı ve bu düşünmeyi yaparken de bütün önyargılardan arınmak gerekiyor. Önyargıların tutsağı olursanız sağlıklı düşünemezsiniz ve sonuçların tümü de yanlış olur. Önyargılardan da arınmak gerekiyor.
Şimdi baktık bütün dünyada deniyor ki, efendim işte Covıd-19 sonrası hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Kim söylüyor? Herkes söylüyor. Politikacısı da, Amerikalısı da, Güney Korelisi de, Japon’u da, Kanadalısı da, Fransız’ı da, Almanyalısı da, İtalyan’ı da, Tunuslu, Cezayirli, Güney Afrikalısı, Papua Yeni Gine, Avusturalya herkes böyle söylüyor, hiçbir şey eskisi olmayacak.
Peki bugün yaşadığımız tablo nedir? Yazının bir bölümü bununla ilgili zaten. Efendim işte teknoloji gelişti dünya küçük bir köy oldu. Aslında dünya öteden beri zaten küçük bir köydü yani. Niçin köy oldu? Efendim işte Çin’de salgın çıktı, süratle bu hastalık her tarafa yayıldı. Eskiden de böyle oldu. Kolerada oldu, vebada oldu, milyonlarca insan hayatını kaybetti. Yani dünya aslında her dönemin kendi köyüydü değişen bir şey yok aslında. Şimdi ilişkiler biraz daha fazla oldu. Geçişgenlikler biraz daha fazla oldu. Eğer hiçbir şey eskisi gibi olmayacaksa yeniden ne olacak? Bunu da siyasetçiler yorumluyorlar, bilim insanları yorumluyorlar. Gelecek perspektifi çizenler yorumluyorlar. Bir grup diyor ki dünya daha otoriter yönetimlere teslim olacak, daha otoriter yönetimler gelecek. İşte Trump örneği veriliyor, Mondi örneği veriliyor, Erdoğan örneği veriliyor. Daha otoriter yönetimler götürecek. Bir başkası ise daha otoriter yönetimler değil sosyal devlete vurgu yaparak sosyal devletin önemi çıkacak bu süreç içinde diyor.
Benim şahsi kanaatim, oturup biz de düşündük arkadaşlarımızla tartıştık. Sosyal devletin bu süre içinde unutulduğunu gördük. Yani liberal politikaların her şeyin önüne geçtiğini, minimum maliyetle azami kârı nasıl sağlarız arayışı içinde dünya küreselleşti. Bu hedefle dünya küreselleşti. Minimum maliyet var, en düşük maliyet var ama kâr maksimum olacak. Bu konuda bana göre en güzel kitabı yazan Piketty’di, Fransız iktisatçı. O dünyadaki gelir dağılımına da bakıyordu ve onu da bir şekliyle masaya yatırmıştı, kalın bir kitap yazmıştı, Kapital diye bir kitap yazmıştı. Şimdi bakıldığı zaman küreselleşmeden sonra dünya ne oldu? Aslında fakir toplumlar daha da fakirleşti. Geliri iyi olan, hayat standardı iyi olan toplumlarda hayat düzeyi daha iyi, refah düzeyi arttı vs.
Şimdi biz ne yapmalıyız, dünyaya biz nasıl bakmalıyız? Peki yoksulluğun arttığı, işsizliğin arttığı, iç kargaşaların, kaosun arttığı, demokrasinin olmadığı, insan haklarının olmadığı, ölümlerin olduğu bir Ortadoğu’yu düşünelim, bir Afrika’yı düşünelim, yine Güney Amerika’yı düşünelim. Buralardaki insanlar ortaya çıkan bu kaostan nasıl etkileniyorlar? Olumsuz etkileniyorlar ve bunlar kurtuluşu nerede arıyorlar? Kurtuluşu gelişmiş ülkelere gitmekte arıyorlar. Yani Suriyeli diyor ki, Türkiye izin verse herkes Fransa’ya, Almanya’ya, Kanada’ya, Amerika’ya, Japonya neresi olursa gider. Nedir bu ülkeler? Bir, demokrasisi gelişmiş ülkeler, insan hakları en azından standardı açısından belli bir standardı yakalamış ülkeler. Kişi başına gelirin arttığı ülkeler. Kişi başına gelirin 25 binle 60 bin dolar arasında değiştiği ülkeler. Hiç kimse daha fakir bir ülkeye gideyim demiyor doğal olarak.
Şimdi bu şu gerçeği önümüze koydu. Nedir o gerçek? Şu, kişi başına gelirin yüksek olduğu, refahın yüksek olduğu ülkelerin acaba az gelişmiş ülkelere karşı bir sorumluluğu var mı? Bu soru çok önemli ve bana göre hayati bir sorudur. Yani bir Almanya’yı düşünelim, hep ithalat ihracat dengesinde fazla veriyor. Fazla vermek ne demektir? Diğer ülkelerin gelirlerini kendi ülkesine transfer etmek demektir. Dolayısıyla diğer ülkelerin gelirlerini kendi ülkesine ekonomik açıdan transfer etme imkanı bulan bu ülkenin sorumluluğu var mıdır? Yoksul ülkelere karşı sorumluluğu var mıdır? Vardır. Bu ülkelerin şöyle bir açmazı daha oldu. Neydi o? Şu, kan akıyordu, Irak’ta akıyordu, Suriye’de akıyordu, diğer ülkelerde akıyordu. Ölenlerin yüzde 99,9’u da Müslüman ve Müslüman ülkeler. Hiçbir zaman bu ülkelerde demokrasiyi geliştireyim veya aracı olayım, bu savaşı bitirelim, burada huzuru sağlayalım diye özel bir girişimde hiç bulunmadılar. İki emperyal güç devreye girdi, onlar da kendi ülkelerinin çıkarlarını savunmak için Amerika ve Rusya. Orada petrol var, artı Rusya sıcak denizlere inmek istiyor, Amerika Ortadoğu’daki gücünü pekiştirmek istiyor, başka hesapları var Amerika’nın. Peki diğer ülkeler, ölen insanlar, ölen insanların eline silah verenler? Bunlar bir şekliyle hepimizin günlük yaşamında gözleri önünde gelişen olaylar olarak, akan kanı hep beraber seyrettik. Onlar da seyrettiler.
Suat TOKTAŞ- Peki şimdi bu tarif ettiğiniz o büyük güçler bu resmi çekip, buradan bir sonuç çıkarıp, evet yükü…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Çıkarmak zorundayız. Yazının ana noktalarından birisi bu. Gelişmiş ülkelerin sorumluluğu var. Kendi ülkelerine ne zaman göç geldi o zaman gözlerini diktiler. Göç gelmeseydi yine gözlerini kapatacaklardı.
Suat TOKTAŞ- Gelir transferi mi yapacak, nasıl yapacak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şimdi o ülkelerde demokrasinin gelişmesi açısından katkı vermek zorundalar, o ülkeye yatırım yapmak zorundalar, o ülkelerde hayat standardını yükseltmek zorundalar, o ülkelerin eğitim düzeyini yükseltmek zorundalar. Şu soruyu herkesin sorması lazım kendisine, neden bütün İslam dünyasındaki üniversite sayısı Amerika’daki üniversite sayısından daha az, neden? Niye Müslümanlar bu soruyu kendilerine sormuyorlar? Ramazan ayındayız, Suudi Arabistan’da sorsun, Pakistan’da sorsun, Türkiye’de sorsun, hepimizin sorması lazım. İslamiyet’in çıkışındaki o olağanüstü gelişme; bilimde, sanatta, kültürde neden birdenbire kaybettik biz bütün bunları? Bunları sorgulayacağız, sorguluyoruz da ve düşünmemiz de lazım. O çerçevede baktık. Gelişmiş ülkelerin sorumluluğu var. Dolayısıyla gelişmiş ülkeler bunu yapmak zorundalar. Peki bunu yaparken karşımıza başka güçler çıkacak? Çıkacak tabi. Minimum kâr dediğiniz nedir? Minimum kâr dediğiniz, emeğe yani çalışan insana daha az para vereceksiniz. Maksimum kar ne demektir? Minimum maliyet… Düşük ücret vereceksiniz. Maksimumda kaça tutturursanız, kaça satarsa. Dolayısıyla kendi ülkene gelir transfer ediyorsun. Bazı kişilerin ki Suat Bey, yeni bir kavram, yeni bir sınıf çıktı plütokratlar. Plütokratların özelliği şu, bu aynı zamanda emekçi ama olağanüstü bir zekaya sahip. Bir yazılımla dünyanın parasını kazanabiliyor. Patrondan daha fazla para kazanan kişi çıkıyor ortaya. Plütokratlar dediğimiz yeni bir sınıf aslında. Daha Türkiye’de bu konu bile yeteri kadar ele alınıp tartışılmadı. Bunların zenginliklerini acaba biz nasıl az gelişmiş ülkelere kaynak aktarımıyla sağlayabiliriz, nasıl yapabiliriz biz bunları ve o kaynağı aktarırken de o ülkenin onurunu düşünerek yapmamız lazım. Yardımı ona göre yapmamız lazım, yatırımı ona göre yapmamız lazım. Bir sorumluluk anlayışı içinde yapmamız lazım bütün bunları.
Bütün bunları yaparken demokrat olmamız lazım. Otoriter rejimlerin ülkelere felakete sürüklediğini, insanın düşünmesine sınırlama getirdiğini, insanların oylarını, haklarını demokrasi açısından yetkilerini büyük ölçüde sınırladığı ve elinden aldığını, düşünen insanları hapse attıklarını da biliyoruz. Bu ülkeler gelişmez, gelişmiyor zaten. Demokrasisi gelişmiş bütün ülkeler gelişmiştir. Demokrasisi gelişmemiş bütün ülkelerde az gelişmiş ülkelerdir.
O halde biz buradan da yola çıkarak dedik ki, Karl Marks’ın bir dönem meşhur sözü vardı, “Dünyanın bütün işçileri birleşin çünkü zincirlerden başka kaybedeceğiniz hiçbir şey yok.” Avrupa parlamentosuna beni çağırmışlardı, davet etmişlerdi, orada böyle bir konuşma sırasında “Dünyanın bütün demokratları birleşin” demiştim yine Marks’ın sözüne yollama yaparak. Dünyanın bütün demokratlarının; Almanya’daki, Fransa’daki, Amerika’daki, Japonya’daki, Güney Kore’deki bütün demokratların bu bağlamda birleşmesi lazım hem ulusal, hem uluslararası sorumluluğunun bir gereği olarak. Buna vurgu yaptık. Arkasından da 16 madde halinde nelerin olması gerektiğini bir şekliyle anlatmaya çalıştık.
Suat TOKTAŞ- Yeni anayasaya, parlamenter sisteme dönüş vs.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Türkiye’de ne olmalıdır? Gerçekten de Türkiye’de anayasalar şu veya bu etki altında yazıldı. Hiçbir zaman değişik kültür, değişik sınıf veya değişik gruplardan, anlayışlardan olan insanlar bir araya gelip bir uzlaşma arayamadı. Buna bir türlü fırsat verilmedi. Hep darbeler oldu, darbelerden sonra anayasa, yasalar-ki biz buna darbe hukuku diyoruz- çıktı ortaya. Şimdi buradan Türkiye’yi çıkarmak ve artık bütün tarafların bir araya gelip yeni, güzel, demokratik bir anayasa yapması lazım. Ben herkesin inancına saygı duymalıyım, herkes de benim inancıma saygı duymalı. Ben herkesin kimliğine saygı duymalıyım, herkes benim kimliğime saygı duymalı. Ben herkesin yaşam tarzına saygı duymalıyım, herkes benim yaşam tarzıma saygı duymalı. Bu nedir? Bu ortak yaşama kültürünü, ortak yaşama inancını pekiştirmek demektir. Dolayısıyla kavgasız, en azından bu alanda kavgadan arınmış bir Türkiye’yi inşa etmek zorundayız.
Suat TOKTAŞ- Bunlar için tabi birbirimizi önce dinlememiz gerekiyor. Yani kulaklarımızı kapattığımızda kendi önyargılarımızdan…
Kemal KILIÇDAROĞLU- İşte bu süreç bize düşünme ve dinleme fırsatı veriyor bana göre. Oturdum düşündüm arkadaşlarımla beraber, bizim bir şey yapmamız lazım, parlamentonun 100. yılı aşıldı, TBMM 23 Nisan 1920 – 23 Nisan 2020. 100 yıllık dönemler ülkelerin de, insanlığın da, tarihin de önemli süreçleridir 100 yıllar. 100 yıl sonra geldiğimiz noktaya baktığımızda biz acaba Cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandırdık mı? 16 maddeyi parlamentoda da okudum niçin? Eğer, bir parlamentonun kuruluşunun 100. yılında konuşuyorsanız, eğer 100.yılında bir gelecek perspektifi çizmemişseniz siz doğru dürüst bir politikacı değilsiniz ve siz gelece yönelik sorunluluğunuzun farkında değilsiniz. Bunu çizdim. Bu şekliyle ortaya koydum. Yazının özü bu.
Suat TOKTAŞ- Şimdi dediğim gibi herkesin doğal olarak beklentisi güncel meselelere girmek ama zaten bütün bunları konuşacağız. Bunların belki somutlaşmış, hayatımıza şu an dokunan halleri spesifik örneklerle konuşacağız belki ama evet yani eskisi neydi, yenisi ne olmalı ve buradan nasıl çıkılır açısından şimdi somut ve güncel konulara gelebiliriz. Çünkü bu bir zemin sağlayacak demiştim, öyle olacak, örneğin buradan çıkışı işte dayanışma…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir de şimdi Suat Bey, ramazan ayındayız aslında yani manevi duygularımızın yoğunlaştığı, bir anlamda kendi ruh dünyamızda, manevi dünyamızda kini, öfkeyi bir tarafa bırakıp sevgiyi, hoşgörüyü öne çıkardığımız bir sürecin içindeyiz aslında. Dolayısıyla düşünmemiz gerekirken hani önyargılarımızdan arınalım derken bunun da altını özenle çizmek isterim. Biz eğer gerçekten önyargılarımızdan arınıp düşünmeye başlarsak, bize yapılanı bir başkasına da, bize yapılan bir haksızlık varsa başkasına da aynı haksızlık yapıldığında ona karşı çıkabiliyorsak o zaman insan olmanın ne kadar önemli olduğunun farkına varmış oluruz.
Suat TOKTAŞ- Biraz ekonomik kısmına gidecektim ama madem siz oradan açtınız konuyu. Evet ramazan ayı işte iftarlara gidilirdi, iftarlara gelinirdi vs. dayanışmanın yükseldiği dönemlerdir. Halkın değerlerinin daha görünür olduğu vs. Ama işte birbirimizi dinleyelim dediniz, dinlememiz lazım dediniz. Öfke dilinden uzak kalınması diyorsunuz ama şimdi tam tersine yine böyle bir dönemde işte bir öfke dili kullanıldı, en azından partinizden yapılan değerlendirmelerde hep öyle oldu. Pazartesi gününden bu yana Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasına herhangi bir cevap vermediniz. Öncelikle o konuşmayı dinlediğinizde ne hissettiniz ve böyle bir dönemde böyle bir üslup kullanılmasını neye bağlıyorsunuz? Bir ulusa sesleniş konuşması altında?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, cevap vermeye değer mi? Önce bu sorunun cevabını bulmak lazım. Cevap vereceğiniz kişinin kendisini aşması lazım, önyargılardan kurtulması lazım. Kinle, öfkeyle devlet yönetilmez Suat Bey. İntikamla devlet yönetilmez.
Bürokrasiye girdiğimde, o yıllarda genel müdür olan üstadım, sonra bakan oldu, müsteşar oldu vs. üstadım bana şunu söyledi, dedi ki, “İlerde önemli yerlere gelebilirsin, sana hep evet diyen insanı dinlemesen de olur. Ama birisi bir düşüncene hayır diyorsa onu mutlaka dinlemelisin neden hayır diyor.”
Suat TOKTAŞ- Bu yöntemi kullanıyor musunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kullanıyorum tabi. Aykırı düşünceler, ben düşünmeyebilirim ama her düşüncenin kendine göre bir altyapısı vardır. İnsanlar düşüncelerini bir şekliyle ifade ederler. İki, devleti yöneten kişilerin devlette liyakatin ne olduğunu bilmeleri gerekir. Çünkü devlet dediğiniz kişilerden oluşan bir kurum değildir. Kurumların bileşkesinden oluşan ve insana o bileşke içinde o toplumda yaşayan insana hizmet eden bir organdır devlet. Merkez Bankası, Diyanet İşleri Başkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Maliye Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı bütün bunlar kurumlardır ve her kurumun yasal görevleri vardır. En tepedeki kimdir? En tepedeki devletin sigortasıdır, ona da biz Cumhurbaşkanı diyoruz. Yani herkesi kucaklayan kişi demektir. Herkesi kucaklaması gereken bir kişi sadece kendi partisinin lehine çalışır, diğer partileri rakip olarak görürse Cumhurbaşkanı olmaz. Bunun da altını özenle çizdim.
Dolayısıyla Erdoğan’ın konuşması sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına beni üzdü. Bu ülke acıyla, kanla, gözyaşıyla kuruldu, her karışında şehit kanı var. İster Çanakkale’yi alın, ister Antep’i alın, ister Maraş’ı alın, ister İzmir’i alın her karışında vardır. O zaman devlette liyakat dediğimiz, işi ehline teslim etmek dediğimiz kavramı niye göz ardı ediyoruz, niye kavga ediyoruz, hele ramazanda?
Suat TOKTAŞ- Peki neden? Ben de onu sormuştum. Neden buna ihtiyaç duyulur? Bunu şundan soruyorum, genel olarak yapılan yorumlar şöyle oldu, acaba işte uzunca bir süredir uyguladığı bir yöntem olarak değerlendiriliyor, kitleleri kendi etraflarında konsolide etme, birleştirme. Dolayısıyla korona günlerinde iyi bir sınav veremedi, bunun sonuçları görünmeden acaba bir baskın seçim, erken seçime mi gidecek, anketler bunu mu gösteriyor vs. gibi değerlendirmeler oldu. O sebeple soruyorum. Yani ramazanda ve korona gibi herkesin ortak sorununun olduğu bir dönemde bu dile neden ihtiyaç duydu sorusunun sebebi buydu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bu dile… Şimdi bir insan belli bir yere demokrasilerde oyla gelir. Aynı şekilde vatandaşa gidersiniz, vatandaş oy vermezse görevden ayrılırsınız. Bir insan eğer ortaya çıkan tabloyla gideceğini görüyorsa nerede hata yaptığını sorgulaması lazım. Ama hayır ben hiç hata yapmadım, devlet demek zaten benim, benim şahsımın üstünde hiçbir organ, hiçbir kurum yoktur diye başlar ve o şekliyle, devleti o anlayışla yönetmeye kalkarsa sorun çıkar. Erdoğan’ın yaptığı bu. Gideceğini görüyor, kaybedeceğini görüyor, dolayısıyla acaba yerimde nasıl tutunabilirim arayışı içinde. Bir sürü laf etti benimle ilgili, şehir hastaneleriyle ilgili bir sürü laf etti. Bunlara hiç gerek yok. Millet can derdinde, insanlar evlerine çekilmiş vaziyetteler. Sıcak mesajlar vermek varken, birlik mesajları vermek varken neden kavga, aklım almadı benim. Yani bunun makul hiçbir şeyini düşünemiyorum. Ben Covıd-19 olayı ortaya çıktıktan itibaren hep nelerin yapılması gerektiğini anlattım. Şunu, şunu, şunu yapın dedim, ben de, arkadaşlarım da. Yapmadıkları zaman bakın yapmazsanız şu sonuçlar çıkar diye onu da söyledim. Bazen 5 madde, bazen 7 madde, bazen 13 madde bütün bunları saydık. Neleri nasıl yapması gerektiğini de bütün bunları söyledik. Hepsini yaptılar mı? Hayır ama bir kısmını yaptılar doğru bir kısmı yapıldı. Yetersiz yapıldı ama yapıldı yani şimdi kimsenin hakkını yemek istemem. Ama bir kısmı yapılmadı. Hala ciddi sorunlarımız var, ekonomik olarak sorunlarımız var, bütün bunların çözülmesi lazım.
Peki bakın, böyle bir tabloda ne olması lazımdı? Covıd-19 olayı Çin’de ortaya çıktığında Sayın Erdoğan’ın yapması gereken ilk şeyin şu olması lazımdı; Sağlık Bakanını Bakanlar Kuruluna davet edip, Sayın Sağlık Bakanı gel bakalım bu virüsün dünyaya yayılacağı söyleniyor, siz de geçen yıl 2019’da pandemi 19 raporu hazırlamıştınız, o raporu hazırlayan bir sürü de akademisyen var, gel Bakanlar Kuruluna bir brifing ver ne oluyor bu, biz buna göre ne yapmalıyız diye. Yapılmadı.
İki, yine benim önerimdi, arkadaşlarımın önerisiydi. Bir anayasal kurum var Ekonomik Sosyal Konsey. Ekonomik Sosyal Konsey’i hemen süratli bir şekilde çağırın dedim, toplayın. Ne demek Ekonomik Sosyal Konsey? Sorunu yaşayanlarla sorunu çözecek olanların yan yana gelmesi demektir. Çiftçisi olacak, işçisi olacak, emeklisi olacak, doktoru olacak yani diğer sivil toplum örgütleri, sanayicisi olacak, bunları çağıracaksın, kardeşim bak böyle bir olay var hangi sorunlarla karşılaşıyorsunuz bize bir söyleyin, biz de oturalım bunu düşünelim. Bakacağız, bütçemize bakacağız, imkanlarımıza bakacağız, yasa mı çıkarmak gerekiyor yoksa bir kararnameyle mi bunu yapmak mümkün, bir genel tebliğle mi bunu yapmak mümkün biz bunu yapalım. Yapılmadı bu. Yanlış oradan başladı.
Bakın Suat Bey, bir olayı iyi kavramanın ve sorunu çözmenin yolu ona uygun strateji geliştirmenizle olur. Nasıl geliştireceksiniz stratejinizi? Ortaya çıkan olay ne? Olay bir sağlık mı? Evet. Demek ki en önemli olay sağlık sorunu. İki, bunun yarattığı işsizlik mi? 252 bin 690 işyeri kapandı.
Suat TOKTAŞ- Yani 11 Mart’tan bu yana?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet kapandı. Kapanması doğru mu? Evet doğru. Ama kapanan işyerleriyle ilgili önlem almak lazım. Bu insanlar kapandı ama aç kalacaklar bunlar. Stratejinin ikinci ayağı işsizlik olayını nasıl çözeceğiz. Üçüncüsü de, işsizliğin doğuracağı yoksulluktu. Hükümetin böyle bir stratejisi var mı? Hayır yok. Sağlık, evet sağlık var niçin? Cumhuriyetin yetiştirdiği ve hepimizin iftihar ettiği bir sağlık ordumuz var. Üniversitelerimiz var, tıp fakültelerimiz var, devlet hastanelerimiz var. Hemen hemen bütün illerde, ilçelerde bir şekliyle sağlık hizmeti veriliyor ve en yetenekli doktorlar, hekimler bütün Avrupa’da Türkiye Cumhuriyetinde. Onlar görev yapıyor mu? Evet yaptılar. Günün 24 saati mi? Evet günün 24 saati. Peki biz ne yaptık? Alkışladık. Evet doğru mu doğru. Ek ödeme yapın dedik, sağ olsunlar ek ödeme yapıldı. Ama hepsine değil, bir grup yine ek ödemenin dışında tutuldu, onlara da yapılması lazım. İşsizlikle ilgili ne yapıldı? Kısa çalışma ödeneği, zaten yasası vardı. Kısa çalışma ödeneğinden yararlanamayanlar için 1177 lira, günde 39 lira 24 kuruş.
Bakın Suat Bey, haksızlığı anlatacağım size. Gerçekten bu çok ciddi bir şey. Şimdi düşünün ikimiz de sigortalıyız, iş yerinde çalışıyoruz, siz benden daha uzun süre çalıştığınız için siz kısa çalışma ödeneği alıyorsunuz. Ama ben daha kısa süre çalıştığım için ben kısa çalışma ödeneği alamıyorum. İkimize bağlanan aylık arasında 588 lira fark var. Ben 588 lira daha az alıyorum ama ben de işsiz kaldım, ben de sigortalıydım, siz de işsiz kaldınız, niye bu farklılık var? Bunun giderilmesi lazım. Kanun çıkarken bunu hatırlattık iktidara. O da insan, bu da insan, o da evli iki çocuklu, ben de evli iki çocukluyum, o da 5 çocuklu ben de 5 çocukluyum. Ona veriyorsan 588 lira para, bana da aynı imkanı sağlaman lazım, ben de bu ülkenin vatandaşıyım.
Suat TOKTAŞ- Orada mantık neydi peki, yani bu ayrım neden yapıldı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Mantık, daha kısa süre sigortalı olduğu için veya kayıt dışı çalıştırıldığı için. Kayıt dışı çalışması onun elinde değil ki, onun günahı değil ki, onu kayıt dışı çalıştıran patrona gidip söyleyeceksin, patronun yakasına yapışacaksın neden işçiyi sigortasız çalıştırıyorsun diye. Bunun olması lazım. Bu da olmadı. Bakın dediğim gibi haksız. Biz bu haksızlıklara dikkat çektik, yanlış yapıyorsunuz dedik. Buna benzer uygulamalar.  
Yoksullukla mücadele… Bir ülkeyi, Suat Bey bir ülkeyi 18 yıl kesintisiz yöneteceksiniz, istediğiniz kanunu çıkaracaksınız, istediğiniz kararnameyi çıkaracaksınız, istediğiniz bürokratı istediğiniz yere atayacaksınız, istediğiniz bürokratı istediğiniz yerden alacaksınız. 18 yılın sonunda Türkiye Cumhuriyeti devletinde yoksul sayısı azalmadı arttı. Mademki ramazandayız, mademki evlerimizde oturuyoruz, bütün AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim. 18 yıl görev yaptılar, bu ülkede hala neden çocuklar yatağa aç giriyor? Bu ülkede neden hala insanlar umutsuzluk nedeniyle intihar ediyor?
Suat TOKTAŞ- Bu koronadan dolayı ek ödeme yapılanlar var açıklanan pakette biliyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Var tabi. Ben şimdi onlara hayır yok diyemem. Bakın ben size şunu söyleyeyim, Suat Bey bir şey söylerken mutlaka belgeye dayanırız, mutlaka bilgi olur, boş konuşmak kadar siyasette yanlış bir şey yoktur. 2020’nin ilk 3 ayında hükümetin topladığı vergi, küsuratları saymıyorum 176 milyar lira. 22 milyar lira da dışarıdan borç aldı. 43 milyar lira da içerden borç aldı. 40 milyar liralık da döviz bozdurdu Merkez Bankasından. Ayrıca bu süre içinde 56 milyar lira da para bastı. Kağıt maliyeti yani yeni bin liralar, para basıyorsunuz.
Suat TOKTAŞ- Para bastığını açıklamadı ama o veri nereden?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Merkez Bankasından hepsi. O da yetmedi Merkez Bankasının 30 milyar olan döviz rezervi de bu arada düştü doları 7 lirada tutmak için. Harcanan para ne kadar yani elden geçen para ne kadar? 536 milyar lira. Ayrıca işsizlik sigortası fonunda da 131 milyar lira para var. Şimdi bakın, toplamda 668 milyar lira, eski parayla 668 katrilyon lira para hükümetin kullandığı, ilk üç ay kullandığı para. Şimdi sadece yoksullara, 4 milyon 400 bin kişiye 4 milyar 400 milyon lira para verdi, biner lira, o da her ay değil bir sefere mahsus bin lira. Bu ay kullandın, önümüzdeki ay hiçbir şey yok. Nasıl geçinecek bu adam?
Suat TOKTAŞ- Yani şunu mu tam olarak, 668 milyar lira kullanıldı ama yoksula giden para…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yoksula yani yardım amacıyla bakın yardım. Kredi açmak ayrı, o zaten borç, ödeyecek geri. Karşılıksız yardım olarak ödediği para 4.4 milyar lira. Bir şey söyleyeyim Suat Bey, özellikle AK Partili kardeşlerim dinlesinler. Bu süre içinde borçlanma dolayısıyla, hükümetin borçlanması dolayısıyla ödenen faiz miktarı ne kadar? 38 milyar lira. Eski parayla 38 katrilyon lira. Fakir fukaraya 4 milyar, tefecilere 38 milyar veriyorsunuz. Şimdi ben bunu sorunca, ben bunları anlatınca yine kıyamet kopacak ben biliyorum. Vay neden konuştun diyecekler. Fakir fukaranın hakkını kim savunacak Suat Bey, garibanın hakkını kim savunacak, yatağa aç giren bir çocuğun ve o çocuğun annesinin yaşadığı dramı kim savunacak, kim dile getirecek? Baba işsiz, anne işsiz, üniversiteyi bitiren oğlu işsiz, üniversiteyi bitiren kızı işsiz peki bunların derdini kim dile getirecek Suat Bey?
Suat TOKTAŞ- Siz bu sürecin sonunda şimdi yüzde 14’e yaklaşan bir işsizlikle karşı karşıyayız, işte 256 bin dediniz sanırım faaliyetini durdurmuş işletme var.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet 256 bin.
Suat TOKTAŞ- Şimdi bu sürecin sonunda bugünkünden daha vahim bir ekonomik tablo bekliyor musunuz? Seçim sorusuna getirip tekrar bağlamak istiyorum. Bundan dolayı da bir erken seçim, baskın seçim bekler misiniz? Daha ağır bir ekonomik tablo, ekonomik kriz tablosu ve bu seçime zorlar mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Daha ağır bir tablo ortaya çıkacak tabi, görünen o. Yani bu politika izlenirse görünen o. İşsizlik daha fazla artacak, görünen tablo bu. Biz baştan hükümeti uyardık zaten yanlış yapıyorsunuz diye, yanlış politika izliyorsunuz diye. Suat Bey sadece Londra’daki bir avuç tefeciye verdikleri para, verdikleri faiz Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ödedikleri faizden çok daha yüksek paralar ödediler. Hala ödüyorlar.  
Suat TOKTAŞ- Ama orada kısa vadede çözüm bulabilirler miydi ki zaten?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kısa vadede para bastılar 56 milyar lira. Hiçbir maliyeti yok sadece kağıt maliyeti var. 56 milyar lira. 56 milyar lirayı kime verdiler? 4.4’ünü verdiler garibanlara, diğerine kime verdiler ben bilmiyorum. Diğerini kime verdiler?
Bakın, sadece İşsizlik Sigortası Fonu 131 küsur milyar lira, eski parayla 131 katrilyon lira para var orada. 2019 faiz geliri ne kadar bu fonun? 16 milyar lira, sadece faiz geliri. Bakın anapara duruyor yerinde sadece faiz geliri 16 milyar lira. Şimdi buradan çağrı yapalım Sayın Erdoğan’a, hükümete çağrı yapalım, 16 milyar lirayı fakir fukaraya verin kardeşim faiz geliri bu.
Suat TOKTAŞ- Yani siz bir biçimde bir kaynak var diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- 16 milyar lira faiz geliri elde ediyorsun sen, tahakkuk ediyor zaten bu, etmiş zaten bu. Dolayısıyla sen sağlık çalışanlarına, ek ödeme vermediğin 4/D’li işçiler var, ver onlara biner lira. Apartman görevlileri var yani bizim kapıcı dediğimiz apartman görevlileri var. Biz evimizde rahat rahat otururken bu insanlar gidip bakkaldan alışveriş yapıp bizim ihtiyacımızı karşılamıyor muydu? Risk üstlenmiyorlar mıydı? Apartman görevlilerine ver kardeşim biner lira. Kuryeler var, ver onlara biner lira. Böyle baktığınız zaman pandemi döneminde siz 16 milyon kişiye biner lira verebilirsiniz. 4 milyon kişiye değil 16 milyon kişiye bakın İşsizlik Sigortası faizini verebilirsiniz.
Suat TOKTAŞ- Benim amacım buydu, bir taraftan hani eleştiriyi söylerken çözümünüz var mıydı onu anlamaya çalışıyordum. Bir çözümü var diyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Şimdi şöyle bir sorunumuz var. Bakın, Sayın Berat Albayrak, “ekonomi yüzde 5 büyüyecek” dedi. Bütün dünya diyor ki, bütün ekonomiler küçülecek ama Berat Bey aksini söylüyor. Şunu söyleyeyim o zaman, 2020’de ekonomi yüzde 5 büyümezse Berat Bey istifa edecek mi? Çünkü Berat Bey sıradan bir yerde değil, sıradan bir kişi de değil. Hem sırtını saraya dayamış vaziyette Erdoğan’ın damadı, saraydan olağanüstü güç alıyor, artı emrinde olan geniş bir medya zinciri var, artı çok iddialı ben ekonomiyi yüzde 5 büyüteceğim diyor. O zaman yüzde 5 büyütürse şapkamızı çıkaracağız ve kutlayacağız. Yüzde 5 büyütmezse ayrılması lazım, milletin yakasından düşmesi lazım.
Suat TOKTAŞ- Ayrılır mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır ayrılmaz, niye ayrılsın, Erdoğan bırakmaz ki.
Suat TOKTAŞ- Niye bırakmaz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Birisi devletin başında, birisi de hazinenin başında aile, aile şirketi gibi, Türkiye Cumhuriyeti devleti yönetiliyor yani.
Suat TOKTAŞ- Ama nihai fatura Sayın Erdoğan’a kesilir.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim nihai fatura fakir fukaraya kesilir. Erdoğan’a ne fatura kesilecek, sarayında oturuyor zaten. 1100 odalı saray, zaten ekmek elden su gölden. Vatandaş ne öder? Vatandaş havagazı, doğalgaz, vatandaş elektrik, vatandaş su parası, vatandaş dolmuş parası, vatandaş otobüs parası, vatandaş metro parası, okul masrafı bunları öder. Erdoğan bunların hiçbirisini ödemez kira dahil. Ne derdi olacak zaten? Olan kime? Garibana oluyor. O nedenle Cumhuriyet’teki yazıda demiştim ki, “artık dünyanın bütün demokratları sosyal devleti keşfetmek zorundadır.” Sosyal devlet nedir? Fakirin, fukaranın yanında olan devlettir. Sosyal devlet emeğiyle geçinenlerin yanında olan devlettir. Sosyal devlet hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği süreci başlatan devlettir.
Bakın bu süreçte bir şey daha önerdim. Sayın Erdoğan dün medyada da paylaşılan yardım alan ailelerle bir görüşme yaptı. Bizim inancımızda sağ elin verdiğini sol elin görmemesi lazım. Fakirin onurunu korumanız lazım. Çünkü yoksulluk kader değildir. Onu o hale getiren izlenen politikalardır. Bir ülkenin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan bir kişi, ey fakir gel bakayım şu millet seni bir görsün, bak ben sana yardım ediyorum… Bu o insanları aşağılamadır.
Sayın Ekrem İmamoğlu’na da bir ara Erdoğan dedi ki, “hani sen süt dağıtacaktın fakire, fukaraya, çocuklara, niye dağıtmıyorsun?” Ekrem Bey aylardır dağıtıyordu ama hiçbir zaman bunu fakirin sırtından propaganda yapmadı. Mansur Bey aynı şeyi yapıyor. İzmir aynı şeyi yapıyor. Eskişehir yıllardır yapıyor. Antalya yapıyor, Mersin yapıyor, Adana yapıyor, Tekirdağ yapıyor bütün bunları, hepsi yapıyorlar. Dolayısıyla bakıldığı zaman şu gerçekle karşılaşıyoruz, devlet yönetiminde vatandaşa saygı, devlet yönetiminde değerlere saygı. Yoksulun yoksulluğunu afişe edebilir misiniz siz? Sen fakirsin, gel seni çıkarayım, ben sana şunu veriyorum.
Suat TOKTAŞ- Bu kısma geleceğim efendim, yani orada birkaç boyutuyla geleceğim aşevlerine, yardım dağıtımlarına, CHP’li belediyelerin yardımının engellenmesine kadar. Fakat şunu sormuş olayım az önceki verileriniz ışığında. Aslında kaynak var dediniz ve bir kaynak da gösterdiniz. Şimdi çokça tartışılan bir başka bir şey var köprü, otoyol…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Türkiye zengin bir ülke Suat Bey. Bütün mesele kaynağı halk için kullanacaksın ve kullandığın her kuruşun hesabını millete vereceksin.
Suat TOKTAŞ- Siz şöyle bir tablo çıkardınız mı? Örneğin bu mücbir sebeple şöyle şeyler söyleniyor, mücbir sebeple bu geçiş garantisi verilen tüneller, otoyollar, köprüler vs. Mesela mücbir sebeple ben bunların ödemesini kesiyorum. Sözleşmelerde böyle hükümler var mı, bir? İkincisi, bu kesildiği zaman ne kadar bir kaynak olacaktı gibi bir veriye sahip misiniz? Çok tartışıldığı için bir kaynak çünkü sonuçta.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Suat Bey, bu sözleşmeler gizli. 600 milletvekili de bunu bilmez. TBMM Başkanı da bunu bilmez, ben de bilmem. Hiçbir il başkanı, hiçbir ilçe başkanı bilmez. Genelkurmay Başkanı da bilmez, Diyanet İşleri Başkanı da bilmez. Sokaktaki vatandaş da bilmez, üniversitedeki hoca da bilmez. Nedir bu, kimse bilmez. Verdikleri garantiler var. Şimdi Sayın Erdoğan çok güzel bir şey söyledi, Covıd-19 başlangıcında dedi ki, “bir sürece giriyoruz…” doğru, “zor bir süreç…” doğru, “fedakârlık yapma dönemi…” doğru, “herkesin fedakârlık yapması lazım…” eyvallah, yanlışa yanlış, doğruya doğru. Bu laflar doğru mu? Yüzde yüz altına imzamı atarım. Peki yanlış nereden başlıyor? Fedakârlığı kim yapacak? Dükkânı kapattın…
Suat TOKTAŞ- Ama ideolojik bir tercih biliyorsunuz yani.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Pastaneyi kapattın, kahveyi kapattın, esnafı kapattın, dükkânı kapattın. Güzel... İşçiye de dedin ki, çekil kardeşim biz hastalıkla mücadele ediyoruz. Onlar bir fedakârlık yaptılar mı? Yaptılar. Neye? Gelir elde etmiyorlar, onlara bir şey ödenmedi. Dükkânı kirada olan adama bir şey ödenmedi. Biz kiralarını ödeyin dedik. Bütün dünya ödüyor, sen de öde kardeşim, niye ödemiyorsun, onun kirasını öde. Ödenmedi. Yanında çalışan işçilere kısmen bir ödeme yapıldı o da bir sefere mahsus fakir olanlara. O da bir şey yok. Peki o zaman fedakârlığı asıl yapması gerekenler kim? Sırtı kalın olanlar, para pul içinde yüzenlerin bu fedakârlığı yapması lazım.
Üç örnek vereceğim. Osmangazi Köprüsü, 2020 yılında hazineye minimum maliyeti, 2 milyar 300 milyon lira. Yavuz Sultan Selim Köprüsü garantiden ötürü para ödeyeceksiniz, minimum maliyeti 790 milyon lira. Avrasya Tüneli, minimum maliyet 300 milyon lira. 3 milyar 400 milyon ediyor. Otoyolları da dahil ettiğinizde bunun içine, 6 milyar liranın üzerinde ödeme yapılacak.
Suat TOKTAŞ- Bir yıllık ama?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi tabi 2020 yılında. 6 milyarın üzerinde. Bunlar hangi fedakârlığı yaptı? Hiçbir fedakârlığı yapmadı. Bu dediğim minimum rakam neden minimum? Köprüden çok araba geçerse devletin yükü az oluyor. Şimdi sokağa çıkma yasağı var kimse köprüden geçmiyor. Ama devletin ödeyeceği para sürekli artıyor.
Suat TOKTAŞ- Yani şu anda halkla da paylaşamıyor yükü sadece kasadan mecburen ödüyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Götürecek ödeyecek yani. Mücbir sebep diyorsunuz. Sözleşmeyi bilsem böyle bir düzenleme var tamam. Bir gazeteci arkadaşımız yazdı mücbir sebep var diye. Dolayısıyla buradan yola çıkılarak bunlar devletleştirilebilir veya ödeme ötelenebilir diye. Biz çağrı yaptık dedik ki, bu toplumda herkese diyorsun ki fedakârlık yap, dolar bazında garanti verdiğin, dolar bazında gelir garantisi verdiğin bu adamlara dedi ki ya kardeşim kusura bakmayın bir yıl bari sizde 2020 sonuna kadar bunu öteleyelim sana 2021’de ödeyim. Elimde bu para kalsın fakire, fukaraya, esnafa, şuna buna verelim yani. Herkes fedakârlık yaptı bu beyler yapmadı.
Suat TOKTAŞ- Neden böyle olmaz, anlamakta zorlanıyor insan çünkü. Bir, hani sözleşme gizliliğini ticari sırdır vs. olabilir mi olabilir normalde hani şeffaf bir devlette olmaması gereken bir şey ama. Sonuç olarak yani gerçekten çok zor bir dönemden geçilirken 6 milyar lira bir başka kaynak işte bu yani bu işi verdiğiniz insanlarda veya şirketlerde…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Burada daha havaalanı yok, burada şehir hastaneleri yok daha. Bu dediğim sadece üç örnek.
Suat TOKTAŞ- Bu kararı alamaz mı? Yani sonuç olarak alınabilir işte birazdan hani…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Karar alır ama ne olur, başına ne gelir biliyor musunuz? Londra mahkemelerine gidecekler, Türkiye Cumhuriyeti devletinin mahkemeleri bu konuda yetkili değil, altına o imzayı attılar.
Şimdi AK Partiye oy veren kardeşlerime gerçekten sormak isterim, hani yerliydi, milliydi bunlar? Kendi mahkemesine dahi güvenmiyor. Garantiyi veriyorsunuz, hazine garantisi veriyorsunuz, fakir fukaranın hakkını veriyorsunuz, torunlarımızı borçlandırıyorsunuz, bir itilaf çıktığı zaman da yetkili olan Londra mahkemeleri diyorsunuz.
Suat TOKTAŞ- O zaman da elinizi kolunuzu bağlıyor zaten.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Ve ramazan ayındayız.
Suat TOKTAŞ- Bu dönemde en çok konuşulan şeylerden biri işte sizin şehir hastaneleriyle ilgili eski açıklamalarınızın gündeme gelmesi. Orada bakıldığında bir tarihte başka bir şey söylemişsiniz, öteki tarihte…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Allah aşkına şu şeyi de bir yayınlayın.
Suat TOKTAŞ- Sizin bir isteğiniz oldu mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Benim yaptığım, şehir hastaneleriyle ilgili benim mecliste yaptığım konuşma var, Fındıklı’da yaptığım konuşma var, milletvekili toplantısında yaptığım konuşma var, Belediye Başkanları toplantılarında yaptığım konuşma var. Şehir hastaneleriyle ilgili yaptığım konuşmalar var.
Suat TOKTAŞ- Öyle bir isteğiniz olmuştu ama çok uzunca bir şey o tabi yani bayağı bir uzunca. Biz bir bölümünü verelim. Ben de ilk o yayınladığında tabi ki herkes konuşmayı yapan siz olduğunuz için ve sizi çok yakından takip edenler dolayısıyla sizin o konudaki görüşlerinizi veya öteden bu yana taşıdığınız çizgiyi biliyor olabilir. Ama işin açıkçası şöyle baktığınızda bir tarihte başka bir şey söylüyor Kemal Kılıçdaroğlu…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Sonraki tarihte başka bir şey söylüyor.
Suat TOKTAŞ- Evet başka bir şey söylüyor. Bunu zaten soracaktım ama siz ona zaten bir hazırlık yapmışsınız. Yayınladığınız bir bant, ben ondan bir bölüm göstereceğim ve onun üzerine ben gerçekten ne söyleyeceğinizi merak da ediyorum. Pek çok konu var konuşacağımız, süreyi de ayarlamaya çalışacağız, kısa bir ara vereceğiz tekrar birlikte olacağız.
Aslında konu devamlılığı açısından biraz araya girmiş gibi olacağım ama atlarsak eminim ki sosyal medyadan çok sayıda mesaj alacağım. Röportajın yapılacağını sosyal medyadan duyurunca pek çok kesimden çok spesifik kendi sorunlarına ilişkin sorular geldi, çok da şaşırtıcıydı. Ama en yoğun gelen sorulardan birisi şuydu, çok yoğun yazılan, 18 Mart’ta 20 bin öğretmen ataması yapılmış ve atamam yapıldı diye işini bırakmış vs. şu anda atanmış öğretmen ama özlük hakları işlemiyor ve maaş alamıyorlar.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Maaş alamıyorlar, oradan tasarruf yapıyorlar.
Suat TOKTAŞ- Siz çözüm merciinde değilsiniz ama öyle ya da böyle bizim sesimiz olsun diye Sayın Kılıçdaroğlu bir yoğun mesaj bombardımanı oldu. Bunun çözümü nedir?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bakın, devleti adaletle yönetmek, devlette liyakati esas kılmak temel unsurlardan birisidir, söylemiştim daha önce. 20 bin öğretmen alacağız diye açıklama yapıyorsunuz gayet güzel, itiraz eden var mı? Hayır. İhtiyaç var mı? Evet var. Arkasından kuralar çekiliyor, tamam. Kararnamenin çıkması lazım, imzalanması lazım, kim imzalayacak? Tek adam yani Erdoğan imzalayacak. Erdoğan’ın önünde bekliyor bu kararname…
Suat TOKTAŞ- Neden?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Maaş almasınlar diye. Okullar tatil, bunlar maaş almasın.
Suat TOKTAŞ- İşten çıktılar kimi en azından.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim devlet böyle yönetiliyor. Zaten sorun da oradan çıkıyor. Kurayı çekti mi çekti, işinden ayrıldı mı ayrıldı. Şimdi çalışmaya başlasa suç, çünkü artık 657’ye tabi olacak bu. Ama şimdi aç, geliri yok. Niye vermiyorsun? 20 bin öğretmene verdiğiniz aylık nedir Allah aşkına? Görev verirsiniz bu insanlara. Hiçbir şey yapmazsanız bile bu insanlara verin görev, beceremediğiniz maske dağıtımını bari verin bunlara. Yani gerçekten 20 bin öğretmen adına üzülüyorum. Yazıktır yani devlet böyle yönetilmez. Devletin bir saygınlığı vardır. Devlete vatandaşın güven duyması lazım. Kura çekildi, benim atamamın yapılması lazım, onu bekliyor zaten. Varsa bir şey çıkıp kamuoyuna anlatırlar şu nedenlerle biz atamayı yapmıyoruz derler, herkes herhangi bir şekilde bir şey yapmaz. Ama bize gelen bilgi acaba bunların sırtından da bir tasarruf yapabilir miyiz, bunlara bir ay eksik maaş ödesek acaba buradan bir kâr elde edebilir miyiz? Bunlar daha Türkiye Cumhuriyeti devletini tanımıyorlar. Güçlü bir devletimiz var, gelirleri, kaynakları iyi olan bir devletimiz var, yeter ki yerinde ve zamanında kullanın, adaletle kullanın, israftan kaçının. Her türlü israfı yapacaksınız 20 bin öğretmenin atamasını yapmayacaksınız! Niçin?
Suat TOKTAŞ- Bunu da tasarruf mantığıyla yaptıklarını söylüyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Biz bunun takipçisiyiz. Milli Eğitim Bakanı istiyor, hazırlayıp gönderdi zaten bunu, Berat Bey’i ikna etmeleri lazım ve Erdoğan’ı ikna etmeleri lazım. Damat, kayınpeder yani ikisi.
Suat TOKTAŞ- Hükümetin başlattığı bir yardım kampanyası oldu işte çok da eleştirdiniz siz de eleştirdiniz yani vatandaşa para verilir, bizde IBAN verildi vs. gibi benzetmelerle eleştirildi. Toplanan para 1 milyar 800 milyon lira. Sizce bu iyi bir rakam mı ve siz bu rakamı duyduğunuzda hükümete bir güven endeksi oluşturmak isteseniz neresinde kalıyor 1 milyar 800 milyon lira?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bunun büyük bir kısmını zaten kamu bankaları, kamu kuruluşları ödedi yani. En büyük parayı da Merkez Bankası verdi. Devlet bu cebinden aldı, bu cebine koydu, efendim biz 1 milyar 800 milyon lira topladık. 2 milyarı bile bulmadı yani. Dolayısıyla vatandaştan hangi parayı istiyorsunuz? Elin oğlu, Trump’tan tut Japonya’ya kadar herkes vatandaşına para veriyor. Bunlar el açmışlar vatandaştan para istiyorlar. Vatandaş nereden verecek size parayı kardeşim! Dükkanını kapattın, işçisinin işine son verdin, aylardır gelir elde edemiyor, ne verecek bu adam size! Bakın, bizim dışımızda dünyada böyle bir örnek yok. Fransa’da yok, İtalya’da yok, Tunus’ta yok, Cezayir’de yok, Japonya’da yok, Avusturalya’da yok, Papua Yeni Gine’de, Zelanda’da yok, hiçbir yerde yok yani. Çin’de yok, hiçbir yerde yok, bizde var. Neden? Para yok. Nereye gitti bu paralar? Tefecilere niye Türkiye Cumhuriyeti Devletini teslim ettiniz, neden yapıyorsunuz bunu? 56 milyar lira nakit para bastınız, Merkez Bankası matbaaları çalıştı. Niye ayrıca gidiyorsun 56 milyar lira oradan almışsın bununla yap bari bir şeyler. Para alacağım diyor, her gün akşam televizyonlarda işte bize biraz daha para verin. Ne yapacaksınız parayı? Ne yapacaklar? Ben size söyleyeyim, o yol, köprü vardı ya 2 milyar 300 milyon lira, yanlış hatırlamıyorsam Nisan ayı içinde ödenmesi gerekiyor, o para için.
Suat TOKTAŞ- Peki bir para yoksa, şimdi bir taraftan çok güncel tartışmalardan birisi şu, CHP’li belediyelerin yardım çabası deyim çünkü engellemeler vs. de oldu. Bir para yoksa CHP’li belediyelerde de olmaması gerekir, toplam ekonominin içinde sonuçta o belediyelerde.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Doğru.
Suat TOKTAŞ- Bir, siz raporlar alıyorsunuzdur kendi belediyelerinizden. Onlar kaynağı nasıl yaratıyor ve neden engelleniyor? Çünkü izah şu, valilikten izin almanız lazım ki bazı belediyelerinizi de örnek gösterdi valilikten izin alanlar bu destekleri verdiler halka diye. Soru bu.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle Suat Bey, bağış alma konusunda engel çıkardılar, CHP’li belediyeler bağış almaz diye. İstanbul’la başladı, Ekrem Bey’in kampanyasını engellemek için yaptılar. Daha sonra Ankara’da Mansur Bey’in kampanyası için. Diğer belediyeler için de benzer uygulamalar oldu. Sonra bunu biraz daha ileriye götürdüler, öteden beri yani yılın 12 ayında işte yoksul ailelere sıcak yemek götüren aşevleri vardı aşevlerinin banka hesaplarını da bloke ettiler hizmet vermesin belediyeler bir anlamda diye. Şimdi gerekçesi şu Suat Bey, seçimlerden önce hep şunu söylediler, “bakın ha sakın CHP’ye oy vermeyin, CHP’li belediyeler gelirse bu yardımların tamamını keser.” Bunları her yerde, günün 24 saatinde dile getirdiler. Kendi gazetelerinde, kendi televizyonlarında, kendi söylemlerinde, Erdoğan’ın kendisinin söylemlerinde, “sakın vermeyin gelirse bu yardımlar kesilir.” CHP’li belediyeler, vatandaş teveccüh etti sağ olsunlar, seçildiler 11 büyükşehir belediye başkanımız. Bir baktılar ki hiç yardımlar kesilmiyor, yardımlar aynen devam ediyor hatta daha iyi, geniş bir kitleyi kucaklayarak devam ediyor. Covıd-19 çıktığında tabi süreç biraz daha büyüyecekti acaba yardım kampanyalarıyla biz bu işi daha geniş bir kitleye götürebilir miyiz diye. Onu da durdurdular. Ama belediye başkanlarımız şunu yaptı, gerçekten hepsini yürekten kutlamak lazım, hepsini. Fedakârca, günün 24 saatinde bütün engellemelere rağmen, bütün kısıtlamalara rağmen her vatandaşa ulaşmaya çalıştılar. Bir şeyler yapıyorlar. Eksiktir yanlıştır ama şunu herkes kabul ediyor CHP’ye oy versin vermesin. Bu belediyeler herkese bir şeyler götürmeye çalışıyorlar. Biz düzenli olarak… Bakın, bizim hazırlığımıza bir de hükümetin hazırlığına bakın. Onlar Covıd-19 çıktığında hiçbir şey yapmadılar ta insanlar ölünceye kadar. Biz ne yaptık parti olarak? Bizim kendi sistemimizde 65 yaş ve üstü olanlar hangi adreste oturuyor ve hangi belediye sınırları içinde. Kendi belediye sınırlarımız içindekilerin hepsini bildirdik. Şuraya girdiğinizde sizin belediyenizde 65 üstü vatandaşlar bunlar aile şeklinde veya tek başına buralarda var, bunları bildirdik ve bunlara yardım yapılmasını istedik.
Suat TOKTAŞ- Bu bir merkezi kararla bildirildi?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bütün belediyelerimize bildirildi. Hükümet yaptı mı bunu? Hayır yapmadı. Bakın biz yönetime ne kadar hazırız. Biz devlet değiliz, devleti yönetmiyoruz ama belediyelerimiz beldeyi yönetiyorlar. Kime nasıl ulaşacak, kim hangi adresi 65 yaşında veya onu aşan kaç kişi var, bunlara hizmet gidecek mi, gitmeyecek mi, yoksul aileler kimler? Bütün bunların hepsi bir şekliyle tespit edildi. Biz düzenli bilgi alıyoruz, son aldığımız bilgileri ben vereyim.
Suat TOKTAŞ- Bunun kontrolünü de, takibini de yapıyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. 30 Nisan 2020 itibarıyla bizim 11 büyükşehir belediye başkanlığı da dahil 3 milyon 633 bin 333 aileye ayni yardım yapıldı yani 3 milyon 600 bin diyelim yuvarlak aileye ayni yardım, 284 bin 371 aileye nakdi yardım, parasal yardım. Borcu olduğu için suyu kesilen aileler vardı, bunların sularının hemen açılmasını istedik biz. 248 bin 287 hanenin suları açıldı, borcu olup olmadığına bakılmaksızın. 18 bin 693 belediyeye ait işyerleri vardı, kiralar ertelendi, bunlardan kira alınmıyor. Evde bakım hizmeti verilen kişi sayısı, 263 bin 906 kişiye evde bakım hizmeti veriliyor, belediye elemanlarını gönderiyor evde bakım hizmeti veriliyor. Dağıtılan kişisel koruma ekipmanı, dezenfektan, temizlik ürünleri 28 milyon 913 bin 792, 28 milyon kişiye bir anlamda ulaşıldı. Bina araç, gereç ve dezenfektan çalışması işte ister kamunun bazen valiler, kaymakamlar talep ediyorlar şurayı da dezenfekte edin diye, bazen belediyelerimiz işte huzur evleriydi, kadın sığınma evleriydi ve diğer insanların toplu yaşadığı mekanlardı veya caddelerdi, sokaklardı, otobüslerdi vs. falan, 1 milyon 419 bin 629. Bütün bunların tamamı yapılıyor. Hala yapılmaya da devam ediliyor. Pek çok belediyemiz kendi maskesini üretiyor, sadece kendisine değil herkese maske de dağıtıyor. Küçük belediyelerimiz de yapıyor bunu, büyük belediyelerimiz de yapıyor. Maske dağıtmamıza bile engel oldular. Ekmek dağıtmamıza engel oldular. Ekmek dağıtıyorsun. Ramazan ayındayız, iyilikte yarışın diyor Rabbimiz. Sen iyilikte yarışmak istemiyorsun, sen de yap kardeşim yardım, benim elimi, kolumu niye bağlıyorsun, bırak! Fakiri kim bilir? Mahallenin muhtarı bilir, bir de belediye başkanı bilir. Muhtarlarla beraber mi çalışıyorlar? Beraber çalışıyorlar. Kimin imkanı daha iyi? Valinin imkanı mı daha iyi, belediyenin imkanı mı daha iyi?
Suat TOKTAŞ- Aşevleri kapatıldıktan sonra bir çözüm bulundu mu oraya?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi tabi bulundu. O aşevleri yine aynı şekilde ailelere sıcak yemek veriyor.
Suat TOKTAŞ- Kaynaklarına el konuldu ama?
Kemal KILIÇDAROĞLU- El konuldu ama yapıyor. Belediye kendi imkanlarıyla yapıyor. Eskiden şöyleydi, diyelim ki varlıklı bir aile fakirlere yardım etmek istiyor, belediyenin aşevleri hesabına diyor ki ben örneğin 5 bin lira veriyorum, yemeği yapın, tamam yapılıyor yemek, masrafı o karşılıyor. Şimdi bu paralara bloke kondu, el kondu vermeyeceğiz bu paraları.
Suat TOKTAŞ- Bu dönemle de ilgisi yok o paraların aslında?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yok efendim bu öteden beri zaten böyle. Yeni bir olay da değil yani. Eskişehir’de böyle yapıldı, Muratpaşa’da, Antalya’da böyle yapıldı. Yani bu insanlar, öteden beri belediye başkanları buralarda yemek pişiyor ve insanlara bir şekliyle gidiyor, dağıtılıyor bu yemekler yani.
Suat TOKTAŞ- Hukuken normal mi eskiden bu yana toplanan paralara da el konulması?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hayır efendim, hiçbirisinin hukuk tarafı yok yani. Bakın, belediye yasasında, belediye gelirlerinden birisi de bağışlardır ama yasaya aykırı olarak bu yapıldı. Belediye başkanlarımız bunu bir mazeret kabul etmediler yani efendim elimiz kolumuz bağlandı, biz yardım etmiyoruz demediler. Hayır, ne yaparlarsa yapsınlar ulaştılar, yardımı yaptılar, para olsun olmasın. Dedik ki, gerekirse bazı yatırımlarınızı kesin, sizin bulunduğunuz beldede hiçbir çocuk yatağa aç girmesin dedik.
Bakın bir örnek olay daha anlatayım. İstanbul Ümraniye’de insan olan herkesin utanacağı bir olay yaşandı. Belediye meclis üyeleri belediye başkanına diyorlar ki, “şu yoksul ailelere de yardım yapın Ümraniye’de.” Efendim “onlara CHP’liler yardım yapsınlar, biz kendi partililerimize yapıyoruz” diyorlar. Hemen aradım İstanbul Belediye Başkanını Sayın Ekrem İmamoğlu’nu ve Anadolu yakasındaki Belediye Başkanlarımızı, ortak bir basın açıklaması yapın dedim. Ümraniye’de yardıma kim ihtiyaç hissediyorsa, hangi partiden, hangi kimlikten, hangi yaşam tarzından olursa olsun, bizim vatandaşımızsa, yapmıyorlarsa o yardımı, telefon verin o yardımı doğrudan doğruya siz götürün o ailelere teslim edin. Bu utancı Türkiye Cumhuriyeti devleti çekemez. Fakirin partilisi mi olur?
Suat TOKTAŞ- Sayın Kılıçdaroğlu, şimdi bu anlattıklarınızdan işte Pazartesi günkü konuşmada Sayın Erdoğan’ın kullandığı paralel nitelemesi, bir hizmet orada yürüyor, bir hizmet burada yürüyor paralel… O paralelin ne çağrıştırdığını da hepimiz biliyoruz sonuç olarak. Bu benzetme ileriye dönük var da çünkü pek çok HDP’li belediyeye el konulmuştu, ileriye dönük bir sizde kayyum endişesi yaratıyor mu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hiçbir endişe yaratmaz. Yapılan tanımlama da yanlış, Allah aşkına Belediye terör örgütü olur mu? Fakire yardım ne zamandan beri terör suçu haline gelmeye başladı? Yoksula, garibana yardım yapmak ne zamandan beri terör olmaya başladı? Yardım yapılıyor zaten. Valilikte kaç personel çalışıyor, belediyede kaç personel çalışıyor bakalım. Valiliğin bütçesi nedir, belediyenin bütçesi nedir bakın. Dünyanın her tarafında bakın pek çok ülke maskeleri belediyeler aracılığıyla dağıtıyor. Koskoca devleti yönetiyorsunuz, hala bir maskeyi bile dağıtamadınız. Maske ya! Yok eczane dağıtacak, yok paralı olacak, yok bedava olacak. Milletle alay mı ediyorsunuz! Bir maskeyi dağıtamayan bir yönetim Türkiye Cumhuriyeti devletini sağlıklı yönetemez. Zaten yönetemiyor. Asıl sorunumuz da buradan başlıyor. Sen teşvik edeceksin belediyeleri, biraz daha yardım yapın diyeceksin. Bir engelle karşılaşıyorsanız haber verin engeli aşalım diyeceksin.
Biz merkezi yönetimle yerel yönetimin işbirliği içinde çalışmasını isteriz. Bakın, merkezi yönetimle yerel yönetimin… Çünkü yerel yönetimler merkezi yönetimin üstünde bir kurum değildir. Yerel yönetimleri merkezi yönetimin bütün organları denetleme hakkına sahiptir. Bağış mı alıyorsun, bağışı nereye harcadın, amacına uygun harcadın mı, harcamadın mı? Bunu denetleme yetkisi merkezindir. İçişleri Bakanlığı müfettişi denetler, İçişleri Bakanlığı kontrolörü denetler, Sayıştay denetçisi denetler, Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurumu denetler. Herkes denetleyebilir. Belediye Başkanı da hesap vermek zorundadır.
Suat TOKTAŞ- Dolayısıyla burada paralel vs. gibi bir…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim olur mu, ne paraleli? Şimdi Allah kimseyi şaşırtmasın, gerçekten de devleti yönetmek çok zor bir şey değildir. En başarılı yönetici kimdir biliyor musunuz? Kendisine en az ihtiyaç hissedilen yönetici en başarılı yöneticidir. Çünkü öyle bir mekanizma kurar ki, herkes kendi işini yapar ve yönetici rahat eder, tepeden kontrol eder, saat gibi yani. Şimdi siz her şeyi ben yapacağım diyorsunuz. 20 bin öğretmenin kararnamesi var, imzalanmıyorsunuz. Allah bilir elli tane, yüz tane, bin tane, on bin tane dosya bekliyor. Hiçbir bakanın iradesi yok. Böyle devlet yönetilmez. Devlette işbölümü dediğimiz bir şey var, kurumlar dediğimiz bir şey var. Elbette siz politika belirleyeceksiniz, parti olarak buna itirazımız yok. Politika belirlersiniz, belirlediler zaten politikayı. Ne oldu? Londra’daki tefecilere Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ekonomisini teslim ettiler. Yalvarıyorlar acaba nereden para bulacağız diye. Bu noktaya geldik yani.
Suat TOKTAŞ- Şimdi bütün aslında konuşmalarınızın bütününden bir noktaya geliyor da bunu da şöyle sormuş olayım. Pazartesi günkü o konuşmadaki sert ton ve işte bu belediyelerinize engel çıkarılması da evet yani neden çünkü bir hizmet götürüyorsunuz ve bunun görünmesini veya daha ileri çıkmasını istemiyor falan. Bütün toplamda çıkan mesaj şu, Pazartesi günkü o tondaki sertleşme ve ta başta konuştuğumuz koronadan da kaynaklı olarak daha otoriter bir döneme mi giriyoruz? Pek çok insan şu anda bunu tartışıyor televizyon programlarında, gazete sayfalarında.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bizim Anadolu’da güzel bir söz vardır, zulmedenin çabuk gitmesi için “zulmün artsın” diye dua ederler, bir an önce gitsin diye. Firavun anlayışıyla bir devlet yönetilemez. Fakirin, fukaranın onurunu inciten bir devlet ayakta durmaz. Siz devleti kim için yönetiyorsunuz, devleti hangi anlayışla yönetiyorsunuz? Devlet adaletle yönetilir, adalet mülkün yani devletin temelidir. Adaleti yok ettiniz. Devlet liyakatle yönetilir, liyakati yok ettiniz.
Yenikapı’da şunu söyledim, “camiye, kışlaya, adliyeye siyaset girmesin” dedim. Niye söyledim? Bu kurumlar devletin temel organlarıdır. Bizim kültürümüzün odağını oluşturur bunlar. Aynı zamanda adaleti, aynı zamanda manevi dünyamızı zenginleştiren alanlardır bunlar. Siz buralara siyaseti sokarsanız bunlar olmaz.
Suat TOKTAŞ- Göstergeler arka arkaya da geliyor bir yönüyle. Yani göstergeler demeyim, son dönemde hani koronayla mücadele edilen bir dönemde işte ramazan ayının ruhuna da dikkat çektiniz ama işte bir evin müştemilatı hadi diyelim müştemilatı da değil de işte usulsüz kullanıldığı gerekçesiyle bir fotoğraf çekiliyor. İl başkanınız adliyeye çağrılıyor, o haberi yapan gazeteciler adliyeye çağırılıyor. İşte haber yapan gazeteciler Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Murat Ağırel, Yeni Yaşam’dan Aydın Keser, Ferhat Çelik, Hülya Kılınç arka arkaya bir gazeteci tutuklamaları… Halk TV’ye verilen cezayı ayrıca bir soracağım zaten de. Bütün bunlara baktığınızda ve zaten genel beklentide acaba dünyayı tartışırken daha otoriter bir döneme mi giriliyor? Bunlar sizin için birer gösterge midir daha otoriter bir çizgiye yönelineceği konusunda?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Daha otoriter bir çizgiye Türkiye yönelecek, yöneldi zaten. Ama o biraz daha pekişecek öyle görülüyor. Şimdi Fahrettin Altun gidip de izin alsaydı yani ihale açtı diyelim Vakıflar Genel Müdürlüğü… O ihale de şaibeli, ihalenin hangi saatte yapılacağı bütün ihalelerde var, orada yok. Çok düşük bir fiyatla alıyor. Hadi aldın diyelim, ne yapacaksınız? Eğer Cumhurbaşkanlığında çalışıyorsanız ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanıysanız her şeyden önce sizin hukuka, sizin yasalara uymanız lazım. Ne yapacaksınız? Gideceksiniz Boğaziçi Müdürlüğü var müdürlükten izin isteyeceksiniz ben buraya işte bir pergule yapacağım, buraya çiçek ekeceğim, gül ekeceğim, temizleyeceğim burayı vs. kiraladım aylığı 285 lira boğaz manzaralı bir yer. İzin istersiniz, kimse de sana çiçek ekeceğim, gül ekeceğim, burayı temizleyeceğim dediğinde, yok sana izin vermiyorum demez, alırsınız izni gider yaparsınız. Kimse sokağa çıkmıyor, sokağa çıkma yasağı var, katakulliyle buraya gidip izinsiz bir şeyler yapıyorsunuz. Çıkıp özür dilemesi lazım. Doğru, bir yanlışlık yaptık, benim normalde izin almam gerekirdi, izinden sonra ben bunu yapacağım. Hiçbir şey olmazdı, biz de bir şey demezdik yani. İzinsiz bir şey yapıyorsunuz, ihbar geliyor, evet gidip bakıyorlar izinsiz, izin yok ortada. Biz yıkacağız diyorlar, yıkın diyorlar, yıkıyorlar, mesele bitti. Arkasından bu haber oluyor tabi. Haber olmaması için hiçbir neden yok. Çünkü Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığında görevli, onun tepesinde olan bir kişi yasalara bir tarafa atıp kendi bildiğini okursa, o dünyanın her tarafında haberdir. Vay efendim siz bunu haber yaptınız, bu işte bilmem ne terör olayıyla falan filan evim çıktı falan filan. Orada bir şarkıcı var zaten onu videoya almış, kendi twitter hesabından yayınlamış. Onun avukatı da yani Fahrettin Altun’un avukatı da onu da yayınlamış. Şimdi siz kalkıyorsunuz Allah aşkına akıl, mantık yani… Bunu Türkiye’nin gündemi haline getirdiler neden? Beceriksizlik görülmesin diye.
Suat TOKTAŞ- Korona tablosu görünmesin diye?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi onun için yani. Gazeteci ne yaptı?
Suat TOKTAŞ- Ama bu çok ileri bir şey değil mi? Sırf bu görünmesin diye gazeteci tutuklamak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yaptığı haber yanlış mı? Hayır, yanlış değil. Doğru mu? Evet doğru. Kendisi de kabul ediyor, polisler de söylüyorlar. Evin fotoğrafı falan yok öyle bir şey. O da yok zaten. Dolayısıyla bakıldığı zaman Türkiye’nin gündemi bunlarla meşgul olmamalı. Herkes hukuka, kanuna uymalı. Ben çok iyi bir yerdeyim, güçlü bir yerdeyim, Erdoğan benim arkamda, ben işte oturacağım, ben bunun hesabını yapacağım, benim için kanun, tüzük, yönetmelik hiçbir şey geçerli değildir derseniz olmaz o zaman. Gazeteciler hapse atılmaz, bu da yanlış. Niye gazeteciler hapiste? Yaptıkları haber yanlış mı? Hayır doğru. Niye hapiste bu gazeteciler? Uzun süre iddianameleri hazırlanmadı. Hakan Aygün de var, “o tweet bana ait değil” diyor, “bilgisayarımla beraber gittim” diyor. Bilgisayarımla beraber gittim, bakın dedim. Yok, bunu atın içeri niçin? Yargısız infaz yapıyor. Yapan kim? Yargısız infazı yapan bizim yandaş medya dediğimiz havuz medyası. Bu kişi aynı zamanda Pelikancıların başı biliyorsunuz. Orada bir ayrışma var biliyorsunuz. Boğazda oturanların öyle bir özelliği var. Boğaz manzarasını seyredip ülkeyi öyle yönetmek istiyorlar. Efendim çok küçük bir evde oturuyorum, mütevazı bir evde oturuyorum. Doğru, mütevazı ev boğaz manzaralı, ne kadar güzel! Kaç tane böyle mütevazı evimiz var?
Suat TOKTAŞ- Şimdi efendim bu Pelikan mevzuunu söylediniz. Daha önce işte Pelikanla ilgili bir tartışmadan dolayı TV5 televizyonuna ceza geldi. Şimdi siz de mevzuu Pelikana geldi şimdi böyle bir Demokles'in kılıcının altında yayıncılık yapılıyor.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Suat Bey, her şeye rağmen bu ülkede namuslu hakimler var. Yani kalemini güce teslim etmeyen, adaletten, haktan, hukuktan yana olan vicdanlı hakimler var, vicdanlı savcılar var her şeye rağmen. Hepsi öyle değil. Belli yerlere getirilenler öyle. Belli davalar onlara düşürülüyor. Onlara biz zaten hakim demiyoruz, onlara savcı da demiyoruz. Onlar sarayın taleplerini yerine getiren ve Erdoğan’ın da sopa olarak kullandığı kişiler. Yani Erdoğan’ın sopası onlar. Dolayısıyla baskı dönemlerinde Türkiye de onları tanıyacak, hepimiz onları tanıyacağız. Beni üzen ne biliyor musunuz? Onlar gelecekte çocuklarının yüzüne bakamayacak noktaya gelecekler.
Suat TOKTAŞ- Şimdi Halk TV de, sonuç olarak ben de burada yeniyim ama öteden beri belli bir etki sağlamış bir kanaldan söz ediyoruz, bir nefes borusu olmuş, zaten kaç tane öyle kanal var en nihayetinde saydığımızda. Farklı seslerin en azından çıkıp konuşabileceği, konuşabildiği bir zemin fakat tabi gazetecilik standartları içinde işte RTÜK kuralları ve yasal mevzuata uygun bir şekilde bir yayıncılık yürütülüyor. Ama en nihayetinde işte beş program durdurma cezası, üstüne bir de idari para cezası. Bu kurumlar zaten yani çeşitli sebeplerle bir tanesi iktidar korkusuyla zaten reklam gelirleri çok az olan kanallardır. Hem yayın durdurma, işte sonrasında ta lisans iptallerine kadar gidecek maddelerden cezalandırmalar, aynı zamanda ekonomik yaptırım, bir ses kısma. Şimdi az önce gazetecilerden getirdik daha otoriter bir döneme mi gidiyoruz diye sormuştum.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kendi yargısını Trump’a satan insandan bu ülkeye hayır gelmez. “Papazı serbest bırak” dediği zaman yıldırım hızıyla Papaz serbest bırakılmışsa bu ülkede adalet de yoktur, hukuk da yoktur.
Erdoğan ne söyledi Barış’larla ilgili olarak, Oda TV’yle ilgili olarak? Daha uçaktayken, daha ortada bir şey yokken “hesabını soracağız, hesabını verecekler” dedi. Talimat kimeydi? Savcılaraydı. Savcılar gereğini yaptılar mı? Yaptılar. Hapse attılar mı? Hapse attılar. Hukuksuz mu? Evet hukuksuz. Adaletsiz mi? Evet adaletsiz. Bu olayla ilgili olarak ne dedi medya için, televizyonlar için? “Bu virüslerin de hakkından geleceğiz” diye bir cümle kullandı. Medya ve siyasetteki virüslerle ilgili talimat kime? RTÜK’e. Aldı mı talimatı? Aldı. En ağır cezaları veriyor. Bu daha başlangıç. Sonra nereye gidecek? Bakın göreceksiniz bir süre sonra bu kanalların kapatılmasına doğru gidecekler.
Suat TOKTAŞ- O zaman Türkiye nereye gidecek? Sonuçta dünyada bir ligdesiniz…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Efendim demedik mi dikta yönetimi gidecek diye.
Suat TOKTAŞ- Bu aynı zamanda bütün dış kaynakların kesilmesi…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Neden deniyor zulmün artsın? Dış kaynağın hiçbir önemi yok. Dış kaynağa bel bağlamak kadar yanlış bir şey de yok.
Suat TOKTAŞ- Şu açıdan söylüyorum, sonuç olarak bir çarkın dönebilmesi gerekiyor ya hani bir bir şeydir en azından.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Emperyal güçlerin kalmasını istedikleri kişi, rahat elde edebilecekleri ve sözünü geçirebileceği kişidir. Bir telefonla eğer Papazı bırakıyorsan bundan daha değerli bir kişi yoktur emperyal güçler için. Bir telefon. Merkel telefon ettiği zaman gazeteciyi bırakıyorsan, bıraktığın gazetecinin eline bir başka mahkemenin tutuklama kararını verdiğin halde havaalanında uçağa bindirip Almanya’ya gönderiyorsan Erdoğan’dan daha iyi bir kişi yoktur. Bu gerçeği de artık herkesin görmesi lazım. Çünkü bir kişiyi etkilediğiniz andan itibaren bütün ülkede istediğinizi yapabiliyorsunuz. O nedenle emperyal güçler sağlıklı, dinamik, saat gibi çalışan bir devlet istemezler. Bir kişi isterler o kişiye istedikleri sözü geçirirler, ipleri ellerindedir ve olay gider. “Senin malvarlığını araştıracağım” dediler değil mi? Ülkeyi yöneten kişinin çıkıp şunu söylemesi lazımdı. “Benim malvarlığımı araştırmazsanız namertsiniz. Benim kendi milletime veremeyeceğim hiçbir hesap yoktur” demesi lazımdı. Dedi mi? Diyemedi. Kimin kontrolünde? O zaman bu soruyu herkesin düşünmesi lazım.  
Suat TOKTAŞ- Buradan nasıl çıkılacak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Demokrasiyle.
Suat TOKTAŞ- Tamam ama şöyle doldurayım bunu. Ana Muhalefet Partisinin başındasınız ve son yıllarda da özellikle belli bir alan açarak yönlendirdiğiniz pek çok siyasi gelişme var. Şimdi yeni bir takım partiler de devreye girdi, üstelik AK Partiden kopan partiler devrede artık. İşte DEVA Partisi Ali Babacan’ın, Gelecek Partisi Davutoğlu’nun, Saadet Partisi, İYİ Parti, HDP. Böyle baktığımız zaman bir muhalefet bloku var. Buradan nasıl çıkılırı biraz böyle sormak istiyorum. Temaslarınız var mı ve bu sözünü ettiğiniz riske yürümemek için ortak ne yapılması gerekiyor? Böyle bir temasınız var mı?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, Cumhuriyet’teki yazıda ne demiştim? “Dünyanın bütün demokratları birleşin.” Demokrasi hepimiz için geçerli olan en güzel yönetim şekli. Çok farklı partileriz. İYİ Parti ayrı, Saadet Partisi ayrı, DEVA Partisi ayrı, Gelecek Partisi ayrı, AK Parti ayrı, MHP ayrı, BBP ayrı, DSP ayrı her birimiz ayrı ayrı partileriz. Ama her birimizin bir ortak hedefi var, o da demokrasi. Demokrasiyi savunacağız, demokrasi üzerine gideceğiz, demokrasiyi güçlendireceğiz. Demokrasi olacak ki ben de konuşabileyim, benim rakibim de konuşsun. Tercihi kim yapacak? Tercihi millet yapacak. Millet bizi mi iktidara getirir, başkasını mı iktidara getirir başımızın üstünde yeri var. Her sıkışmanın tek çözümünün demokrasi olduğunu artık bu ülkenin insanlarının kabul etmesi lazım, bütün siyasi partilerin de, bütün aydınların da, bütün sanatçıların da, bütün yazarların da kabul etmesi lazım. Çıkış yolu demokrasidir. İstedikleri kadar baskı kursunlar. Kuruyorlar mı? Kuruyorlar zaten. Telefonlarımızı dinliyorlar, bizi izliyorlar, baskılar kuruyorlar, engellemeler yapıyorlar, parlamentoda çalıştırmıyorlar. Yapsınlar ama siz anlatacaksınız, gezeceksiniz Türkiye’yi, vatandaşa gideceksiniz, esnafa gideceksiniz, sanayiciye gideceksiniz, işçiye gideceksiniz, işsize gideceksiniz, herkese gideceksiniz. Ben vatandaşlarımdan sadece şunu istiyorum. Hepiniz vergi veriyorsunuz; şu soruyu sorun, benim ödediğim vergiyi nereye harcadın? Demokrasinin çıkış kaynağı budur. Bu sorunun sorulmadığı yerlerde demokrasi topaldır. Çocuk yeni doğduğu andan itibaren vergi öder. Ölürken de kefen bezi alırsınız, onun da vergisini ödersiniz.
Suat TOKTAŞ- 23 Haziran seçimleri İstanbul için söylüyorum aslında halk kendi içinde bir koalisyona açık olduğunu gösterdi.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Demokrasiden yana olduğunu gösterdi, evet.
Suat TOKTAŞ- Yani buna açık, bu diyaloğa açık. Üst tarafta bir temas arayışı veya ara ara görüşmeler?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Yok yani şu anda herhangi bir görüşme yok. Tabi zaman zaman belli konularda biz de ben örneğin İYİ Partinin Sayın Genel Başkanının yaptığı açıklamaları, demeçleri, televizyondaki konuşmalarını dikkatle izliyorum Sayın Davutoğlu’nun da, Sayın Babacan’ın da, Saadet Partisinin Sayın Genel Başkanının da, Sayın Temel Bey’in de yaptığı açıklamaları, konuşmaları büyük bir dikkatle dinliyoruz, izliyoruz zaten. Onlar da demokrasiye vurgu yapıyorlar, onlar da daha güçlü bir Türkiye’den yana olduklarını söylüyorlar. Onlar da adaletten, haktan, hukuktan yana olduklarını ifade ediyorlar. Onlar da Cumhuriyetin demokrasiyle taçlandırılması gerektiği vurgusunu yapıyorlar. Onlar da devlette saydamlığı, devlette şeffaflığı istiyorlar, devlet kurumlarının ehliyetle yönetilmesini istiyorlar. Aslında bu işlerin sağı solu yoktu yani bu işler insan odaklı işlerdir.
Suat TOKTAŞ- Ortak payda çok fazla diyorsunuz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi ortak payda. Bütün mesele ayrışma noktası belki şu olabilir yani. Birimiz diyebiliriz ki önce yol yapalım, öbürümüz diyecek ki önce hastane yapalım, bir başkası diyebilir ki önce fakir fukaraya bakalım, birisi diyecek kaynakları daha verimli kullanalım. Buralarda görüş ayrılıkları çıkabilir. Ama demokrasi konusunda, devletin saydamlığı konusunda, devlette liyakat konusunda, siyasetçinin vatandaşa hesap vermesi konusunda temel kuralların olması lazım. Dün Genç İmam Hatiplilerle konuşurken, evvelki gündü galiba, konuşurken onlara dedim ki, “siz de ödediğiniz her kuruş verginin nerelere harcandığını sormak zorundasınız, bu kültürü yaygınlaştırmak zorundasınız. Eğer kul hakkını yemek en büyük günahsa benim ödediğim vergilerin nerelere harcandığının da hesabının verilmesi lazım.”
Suat TOKTAŞ- Şimdi buradan, ta en başta konuştuk ama biraz konuşmanın gidişatı itibariyle eklektik bir hal olabilir ama bağlayacağım yer şu, şehir hastaneleri kısmına getirip bağlayacağım. Ödediğiniz vergilerin hesabını sorun. Siz o konuşmada şehir hastaneleriyle ilgili Sayın Erdoğan’ın yayınladığı bantta bir yerinde destek açıklıyorsunuz, bir yerinde karşı çıkıyorsunuz. Sonradan sizin partiden yapılan açıklamalarda bizim şehir hastaneleriyle ilgili değil, bunların hasta garantileri vs. efektif olup olmaması gibi bir noktada eleştirileriniz olduğunu aktardılar. Siz ilk kez söyleyeceksiniz.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Kesip, bir cümleyi bir yerden kesiyor öbür cümleyi bir başka yerden kesip onu veriyorlar.
Suat TOKTAŞ- Şimdi siz sosyal medyadan da bir bant yayınladınız ama o çok uzun bir bant. Yani biz onu siz de rica ettiniz ama evet yani temel bir tartışma konusu olduğu için bu biz onun kısa bir bölümünü bir yayınlayalım. Çünkü en nihayetinde bir röportajda röportaj yapılanın ve bir mesajı varsa o sorun yok. Bir verelim o banttan belli bir bölümü sonra sizi dinlemek isteriz. Yani şehir hastaneleri konusunda ne düşünüyorsunuz?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi.
Suat TOKTAŞ- Aşağı yukarı galiba 8 – 9 dakikaydı ben şöyle bir bakmıştım ama.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Suat Bey, en az 10 yerde, 10 ayrı toplantıda, Karadeniz’den tutun TBMM Genel Kuruluna kadar bunları sordum. Hala soruyorum. Genel Kurulda AK Parti milletvekillerine dönüp soruyorum, “şehir hastaneleri yapıyorsun gayet güzel, kaça yapıyorsunuz? Yol yapıyorsunuz kaça yapıyorsunuz?” Meclis Genel Kurulunda ve bütçe görüşmelerinde. Hani başka bir yerde değil, hani olur da CHP Grubunda yaptık… Ama AK Partili milletvekillerinin tamamı dinledi. 600 milletvekilinin hiçbirisi bu hastanelerin kaça yapıldığını bilmiyor, kaç lira garanti verildiğini bilmiyor, kaç lira ödeneceğini bilmiyor. “Ben milletvekiliyim, hadi ben muhalefetim bilmiyorum siz iktidar milletvekilisiniz siz bilin, siz sorun. Şehir hastanelerinin maliyeti nedir, kaça yaptınız, kaç lira garanti verdiniz, eğer bir uyuşmazlık çıkarsa neden Londra’daki mahkemeler yetkili?” Bu soruların cevabını almış değiliz.
Suat TOKTAŞ- Sizin sorduğunuz sorular bunlar mı? Asıl bu mudur?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet bu. O da diyor ki, “sen şehir hastanelerine karşısın.” Akıl var, mantık var, en son yaptığım şeyi söyleyeyim, 25 Eylül 2019 İstanbul’da basın toplantısı yapıyorum, “Harcanan paraların hesabı veriliyor mu? Verilmiyor. Yol yaptık, köprü yaptık, şehir hastaneleri yaptık diyorlar, gayet güzel. Havaalanı yaptık, gayet güzel, hiçbir şey demiyoruz. Peki bunları kaça yaptınız?” Kaça yaptılar?
Suat TOKTAŞ- Hiç mi biri bilinmiyor?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Soruyoruz, kaça yaptınız? Milletvekilimiz soruyor, Sağlık Bakanına diyor ki, “bu şehir hastanelerini kaça yaptınız?” “Benim alanıma girmez, Hazine Maliye Bakanına sor” diyor. Hazine Maliye Bakanına soruyor,” kaça yaptınız?” Hazine Maliye Bakanı da diyor ki, “benim alanıma girmez, Sağlık Bakanına sor” diyor.
Suat TOKTAŞ- Soru önergesi bu?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Ve devlet böyle yönetiliyor. Kaça yaptılar? AK Partili kardeşlerim de sorsunlar, bu hastane kaça yapıldı? 1 liralık hastaneyi 500 liraya yapıyorsa soru soracağız o zaman. Bu soruya muhatap olmamak için açıklamıyorlar. Dünyanın hangi demokrasisinde devlet yaptığı harcamayı açıklamaz. Sonunda ben ödüyorum, tüyü bitmemiş yetim ödeyecek, benim torunlarım ödeyecek o parayı. Kaça yaptın ben bunu öğrenmek istiyorum. Sözleşmeler gizli. Niye gizli kardeşim? Devletle iş yapılıyor ve devlet ona garanti vermişse, satın alma garantisi vermişse veya gelir garantisi vermişse benim bunu öğrenme hakkım var.
Suat TOKTAŞ- Artık son sözlerinizi almak isterim.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Bir ülkeyi yöneten kişinin halka doğruları söylemesi lazım. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Bak çıktı her şey ortaya ne olacak şimdi peki?
Suat TOKTAŞ- Orada montaj mı yapılmış? Siz en başta öyle söylediniz çünkü.
Kemal KILIÇDAROĞLU- Tabi montaj yapılıyor. Bunu ben de biliyorum. Dediğim gibi en az 20 yerde ben bu konuşmayı yapmışım en az. Biz o yüzden hani o uzun bandı sosyal medyada vatandaşlar girer eğer vakit ayırırlarsa görsünler yani söylediğimizi.
Suat TOKTAŞ- Son sözlerinizi almak isterim ama o son sözlerinize ben şöyle bir soruyla gene de geleyim. Bu korona günlerinde uzunca süreler evde kaldık, neredeyse herkes işte instegramdan, twitterdan, whatsapp gruplarından birer şef haline dönüştü ve yaptıklarını paylaşıyorlar. Yani sizin o korona günleriniz nasıl geçiyor? Sizin böyle merakınız var mı? İkincisi son sözleriniz ne olur bir mesaj olarak?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Şöyle, evde eşimle beraber yalnızız zaten. Mutfak işini o hallediyor, hakkını teslim edeyim o işi gayet güzel yapıyor. Benim ayırdığım kitaplar vardı, o kitapları okuyorum. Dolayısıyla kitapların hepsi böyle birisine başlayıp sonuna kadar okuyayım diyemiyorum. Bir kısmına başlıyorum, bir yerde bırakıyorum, diğer kitap…
Suat TOKTAŞ- Siz de çoklu okuyanlardansınız?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Evet. Diğer kitaba bakıyorum, sonra diğerine, sonra bir şekliyle bitiriyoruz bunları. Bayramlarda da böyle yapıyordum zaten, bir grup kitap getiriyordum o kitapları bir şekliyle okuyordum. Kitaplar aslında bizim düşünce dünyamızı zenginleştiriyor. Tarih kitapları da var onları da okuyorum. İslam tarihiyle ilgili kitaplar var onları da okumaya çalışıyorum, okuyorum. Düşünüyoruz tabi arkadaşlarımızla yani zor bir sürecin içine Türkiye giriyor ve biz bu süreçten nasıl çıkarız, neleri yapmamız lazım. Çok özel bir eleştiri alanı getirmeden süreci aşma konusunda neler yapabiliriz? Mesela Covıd-19 olayı çıktığında Türkiye’de hemen arkadaşlarla oturduk akademik dünyadan, tıp dünyasından insanları getirdik bir araya. Covıd-19 Raporu hazırladık gayet güzel bir rapor. Hem dünyadaki uygulamaları, Türkiye’deki uygulamaları nelerin yapılması gerektiğini anlattığımız şeyleri. Erdoğan’a da gönderdik bu raporu, Saadet Partisinin Sayın Genel Başkanına da gönderdik, İYİ Partinin, Gelecek Partisinin, DEVA Partisinin Genel Başkanlarına, Vatan Partisine, hepsine gönderdik, hiçbir ayrım yapmadık, bizim raporumuzu gönderdik. Biz böyle bakıyoruz, önlemlerin böyle alınması gerekir diye. Şimdi güzel bir Tarım Raporu çıkmak üzere. Çünkü tarım dünyanın bütün ülkelerinde stratejik alandır, tarımda net ithalatçı konumuna düştük, devasa bir Türkiye Cumhuriyeti saman ithal eder noktaya geldi.
Suat TOKTAŞ- Çözüm önerileriniz olacak mı orada?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Hepsinde olacak. Yani Tarım Raporunda tarım konusunda nelerin yapılması gerektiği konusunda da olacak. Arkasından da bir Ekonomi Raporu için şu anda ekipler çalışıyor.
Suat TOKTAŞ- Çok teşekkür ederim. Epeyce de bir vakit ayırdınız. Aslında ben biraz da sizi zorlamış oldum, konuştuğumuz süreyi de aştık ama. Gerçekten çok teşekkür ederim. Özel bir günde Ana Muhalefet Partisinin Lideri olarak özellikle de 1 Mayıs günü, bir ramazan ayında toplamda ne mesaj verecektiniz. Bir de dediğim gibi bir haftadır…
Kemal KILIÇDAROĞLU- Düşüncelerimi büyük bir samimiyetle söyledim. Yani her şeyden önce ben politikacının samimi olmasını isterim. Samimi olarak nelerin yapılması… Bu şu anlama da gelmesin, efendim bizim her dediğimiz doğrudur, yüzde yüz doğrudur. Hayır. Tartışabilmeliyiz, her şekilde oturup tartışabilmeliyiz. Ben de yanlış düşünebilirim, bir başkası benden daha iyi doğru düşünmüş olabilir.
Suat TOKTAŞ- İktidarla da bir diyalog mekanizması mı kurulması mesela böyle bir şey?
Kemal KILIÇDAROĞLU- Biz bütün siyasi partilerin böyle kritik zamanlarda bir araya gelmesi bir düşünce jimnastiği, bir görüş alışverişinde bulunmasını hep istemişizdir.
Suat TOKTAŞ- Tekrar çok teşekkür ederim. 1 Mayıs Emek Dayanışma Günü, emekçi arkadaşlarımızla bu yayını size aktardık kamera arkasındaki, rejideki arkadaşlarımızla. 1 Mayıs evet evlerdeyiz bugünlerde ama işte burada çalıştık ve bu yayını size aktaran bir emekçi kitlesiyle yaptık bunu. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler