23.06.2020

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (23 HAZİRAN 2020)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:
- "Anayasaya göre barolar kamu tüzel kişiliği niteliğindedir. Bir devlette iki tane Merkez Bankası; aynı vilayette iki tane vali; aynı kazada iki kaymakam olmaz. İki tane maliye bakanı olmaz. Bir ilde de bir tane baro olur"
- "Savunma kutsal bir haktır. Bugün o polislere talimat verip avukatları sokmak istemeyenler ve gece boyunca orada açacağımız çadıra, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Mansur Yavaş'ın açacağı çadıra izin vermeyenler şu gerçeği hiç unutmasınlar; gün gelecek siz de avukata ihtiyaç hissedeceksiniz"
-“Beni derinden sarsan olay ise Türkiye Barolar Birliği Başkanı'nın bu olaya karşı takındığı farklı tutumdur. Adalet, savunma... En başta o savunacak.
-“Saygı Öztürk'ü hepimiz biliriz. Değişik gazetelerde çalışan, öğrendiği haberi doğrulatmak için pek çok kanaldan zorlayan bir gazetecidir. İçişleri Bakanı koltuğuna yakışmayacak bir şekilde Saygı Öztürk'ü suçladı. Öztürk'ün yazdığı her haber doğrudur. Bugüne kadar Saygı Öztürk bütün haberlerinin arkasında durmuştur. İçişleri Bakanı'nın Saygı Öztürk'ten özür dilemesi lazım"
-“Yarın tutuklu gazetecilerin davası var. Gazeteciler 100 günü aşkın süredir yaptıkları bir haber nedeniyle hapiste! Onlar gazeteciliği birine yaranmak için değil, halkın haber alma hakkı için yaparlar. Gazetecileri hapse atınca, geri adım attıracaklarını sanıyorlar. Bunlar vazgeçmez, çünkü onurlu ve namuslu gazetecilerdir. Yarın hakim karşısına çıkacaklar, adalet var mı göreceğiz.”
-“Selahattin Demirtaş 4 kez tahliye kararı verilen, sonra tekrar hapse atılan bir siyasetçi. Bir insanı haksız hukuksuz yere hapse atarsınız toplumun vicdanı kanar, adalete bu kadar zulmetmeyin. Tahliye kararı aldıysanız uygulayacaksınız.”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:

Değerli arkadaşlarım; Türkiye'nin gündemi yine yoğun ama biz kararlılıkla bu ülkeye demokrasiyi, bu ülkeye sevgiyi, bu ülkeye hoşgörüyü, bu ülkede kucaklaşmayı getireceğiz. Bu ülkede farklı düşüncelerde olsak bile, özgürce düşüncelerimizi ifade etmeyi sağlayacak bir mücadeleyi yürütüyoruz. Dolayısıyla bizim mücadelemiz, bir hak mücadelesi, bir adalet mücadelesi, bir vicdan mücadelesi, bir ahlak mücadelesidir. Bizim mücadelemiz, bu açıdan son derece değerli bir mücadeledir.
Elbette ki Türkiye bu sorunları yaşarken, arada bir gerçekten de bazı vatandaşlar açısından zor olaylarla da karşı karşıya gelebiliyoruz. Bursa'da yaşanan sel felaketi bunlardan birisidir. 5 vatandaşımız hayatını kaybetti. Ailelerine başsağlığı, yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Allah'tan rahmet diliyoruz. Arkadaşlarımız bölgede; iki genel başkan yardımcısı arkadaşımız, milletvekili arkadaşlarımız Bursa'dalar, sorunla yakından ilgileniyorlar. Ayrıca orada görevini sürdüren Bursa'da belediye başkanı arkadaşlarımız da ellerinden gelen bütün çabaları harcıyorlar. Dolayısıyla biz zor duruma düşen, hangi nedenle olursa olsun zor duruma düşen bütün vatandaşlarımızın yanındayız.
Daha önce yine grup toplantısında ifade etmiştim, 19 ilde yaşanan felaketler nedeniyle milletvekili arkadaşlarımızı görevlendirmiştik. Çiftçilerin dertleriyle ilgilenmişlerdi. Her birisi tek tek raporla geldi. Her bir arkadaşımız, her bir grubumuz raporlarını hazırladı. O raporları da büyük bir dikkatle okuyor ve izliyoruz. Gereği yerine getiriyor mu, getirilmiyor mu? Vatandaşın derdi nedir? Bu dertlerin, sorunların ne kadarı siyasal iktidar tarafından karşılandı, ne kadarı karşılanmadı, bunları da dikkatle izliyoruz.
Tabii hepimizin arada bir keyifli günleri de oluyor. Babalar Günü bunun en güzel örneklerinden birisidir. Pazar günü, geçen pazar Babalar Günüydü. Bütün babaların Babalar Gününü kutluyorum. Bütün babaların mutlu olmasını istiyorum. Bütün babalar ne isterler? Evlerinde huzur isterler. Bütün babalar, çocuklarının iyi bir eğitim almasını isterler. Bütün babalar, çocukları üniversiteye gidiyorsa kimseye muhtaç olmayacak, iyi bir yurt isterler. Bütün babalar çocukları iş güç sahibi olsun, annenin-babanın eline bakmasın isterler. Bütün babalar, sadece kendi evlerinde değil, çocuklarının evlerinde de huzurun, bereketin olmasını isterler. Biz de bu dileklerimizi ifade ediyoruz, bu dileklerimizi bir şekliyle kamuoyuyla paylaşıyoruz ve bütün babalara tekrar Babalar Gününüz kutlu olsun diyorum. Bütün babaları sevgiyle, saygıyla anıyorum, onlara saygılarımı sunuyorum. Baba, bir ailenin gölgesidir aslında, babanın gölgesi her zaman önemlidir. Dolayısı ile babalarımız, bizim kahramanlarımızdır. Babalarımızla rahatlıkla konuşamazdık annemiz ile konuştuğumuz gibi. Babayı biraz daha mesafeli görürdük kendimize. Anadolu'nun geleneğidir, kadim bir gelenektir bu gelenek. Babaya, babalara duyulan derin saygının aslında bir ifadesidir bu. Tekrar bütün babaların Babalar Gününü kutluyorum. Bütün babaların evlerinde çocuklarıyla, aileleriyle birlikte huzur içinde yaşamalarını istiyorum. Bu da bizim en büyük dileğimiz.
Değerli arkadaşlarım bugün 23 Haziran. "23 Haziran nedir?" diyeceksiniz. Vatandaşlarımız da soracak; “ne oldu 23 Haziran'da?” 23 Haziran'da İstanbul seçimleri yenilendi, bugün onun yıldönümü. Bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız, bir yıllık icraatlarının hesabını vermek üzere İstanbullularla bir araya geldi. Benden bir mesaj istediler, dediler ki, "23 Haziran dolayısıyla bir mesaj gönderir misiniz bize?" “Evet, gönderirim” dedim. Şimdi o mesajı sizlere de okumak isterim değerli arkadaşlarım:
Sevgili İstanbullular, değerli yol arkadaşlarım;
Bizler "Martın sonu bahar" diyerek yola çıktık. Evet "Martın sonunu bahardır" dedik ve yola çıktık. Yerel seçimlerde her yerde bu sloganı kullandık. Güzel bir dalımız vardı çiçeklerle süslü, Martın sonu bahar olacaktı. Dilimizde baharın coşkusu, yüreğimizde insan sevgisi vardı. Evet, gerçekten de baharın coşkusu ve insan sevgisi vardı. Bu kadim şehrin sorunlarını çözmek, İstanbullulara hizmet etmek için yola çıktık. Halka hizmet edecek, sorunları çözecek olan arkadaşımızın adı Ekrem İmamoğlu'ydu. Kararlı, inançlı, tuttuğunu koparan, herkesi kucaklayan, siyaseti halka adanmışlık olarak gören bir başkanımızdı; tıpkı diğer bütün belediye başkanlarımızın olduğu gibi. Martın sonu bahar oldu ve İstanbullular Ekrem İmamoğlu'nun başkanlığını onayladılar.
Ama önümüze engeller kondu. Devletin adalet dağıtması gereken kurumları adaleti örselediler. Dünyada örneği olmayan kararlara imza atarak seçimi geçersiz saydılar. Aynı zarfa, aynı kişi tarafından konulan 4 tane oy pusulasının 3'ü geçerli kabul edildi, 1'i geçersiz sayıldı. Bütün dünya bu adaletsizliği izledi. Demokrasimiz derin yara almıştı. Sandılar ki İstanbullular bu adaletsizliğe ses çıkarmayacak. Sandılar ki Cumhuriyet Halk Partisine umutsuzluk egemen olacak. Ama sadece biz değil, bütün İstanbullular bilendi. Tüm demokratlar, tüm vicdan sahibi İstanbullular, tüm dünya İstanbul seçimlerine kilitlendi ve İstanbullular tekrar bu kez 800 binleri aşan farkla İmamoğlu'nun başkanlığını tekrar onayladılar. Kazanan demokrasiydi, yenilenler ise bir avuç sözde yargıç ve o yargıçlara talimat veren siyasi otorite idi. Hatırlarsanız ben o yargıçları "çete" olarak tanımlamıştım. Kanunlara aykırı olarak karar vermek için bir araya gelip, kanunlara aykırı karar veriyorsanız, bunun hukuktaki tanımı çetedir; açarsınız bakarsınız. Dolayısıyla bu çetelere de büyük bir ders verdik. Hep birlikte bir tarih yazdık. Zalimin zulmüne boyun eğmedik. Hep söyleriz: Her firavunun bir Musa'sı vardır, bu kez Musa görevini̇ İstanbullular üstlenmişlerdir. Dik ve onurlu duruşumuzla "her şey çok güzel olacak" dedik ve bütün dünyaya "Türkiye'de demokrasiden yana olanlar kazandı" mesajını verdik. Şimdi çalışma zamanı. Bütün belediye başkanlarımız çalışıyor. Şimdi bu kadim şehri, ihanet edilen bu kadim şehri ayağa kaldırma zamanı. Şimdi sevgi, hoşgörü ve kucaklaşma zamanı ve şimdi hiçbir çocuğun yatağa aç girmediği bir İstanbul'u inşa etme zamanı. 1 yılın sonunda geldiğimiz nokta budur. Asla umutsuzluğa kapılmadık, bu milletin sağduyusuna, ferasetine hep güvendik. "Bu milletin bir vicdanı vardır" dedik. "Bu millet, vicdan sahibi olmayanlara yeri geldiğinde en güzel dersi verir" dedik. İstanbullular bunu yaptılar, bizi yanıltmadılar. Tekrar bütün İstanbullulara ve belediye başkanlarımızı seçen bütün vatandaşlarımıza yürekten teşekkür ediyorum.
Elbetteki baskıyı kurumsallaştırmak isteyenler, kendilerine göre bazı çözüm araçları, baskıyı artıracak araçlar bulurlar ya da bulmaya özen gösterirler ya da baskıyla bunu sağlarlar. Bunlardan birisi de yargı kurumudur. Yargıyı baskılarsanız, hâkimi hâkim olmaktan, savcıyı savcı olmaktan çıkarırsanız, bunları sarayın köleleri haline getirirseniz yargı, yargı olmaktan çıkar; savcı da savcı olmaktan çıkar ve bugün Türkiye'de herkesin bildiği bir gerçek var, yargıya olan güven en dip yerdedir. Bunu ben söylemiyorum, Yargıtay Başkanı söylüyor, Anayasa Mahkemesi Başkanı söylüyor, sokaktaki vatandaş söylüyor. "Bu ülkede adalet var mı?" diye soruyorsunuz. "Ne adaleti?" diyor.
"Adalet yok" diyor ama bunu sağlayacağız. Kararlılıkla sağlayacağız. Sağlayacak olan unsurlardan birisi de savunmadır; yani avukatlardır. Yargıyı kontrol altına aldılar, savcıyı da kontrolü altına aldılar. Sıra geldi savunmayı kontrol altına almaya. "Bunun için efendim kanun çıkaracağız." Neymiş? Baroları parçalayacaklarmış. Başka işin mi yok Allah aşkına senin? Başka işin mi yok? Bununla uğraşıyorlar. Anayasa'ya göre barolar kamu tüzel kişiliği niteliğindedir. Yani Türkçesi budur. Bir devlette 2 tane Merkez Bankası olmaz. Aynı vilayette iki tane vali olmaz. Aynı kazada 2 tane kaymakam olmaz, 2 tane maliye bakanı olmaz. Bir ilde de bir tane baro olur. Barolar da seçimle gelir, baro başkanı seçilir. Savunma kutsal bir haktır. Bugün o polislere talimat verip avukatları sokmak istemeyenler ve gece boyunca orada açacağımız çadıra, Sayın Mansur Yavaş'ın, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanımızın açacağı çadıra izin vermeyenler şu gerçeği hiç unutmasınlar: Gün gelecek siz de avukata ihtiyaç hissedeceksiniz.
Avukatlık mesleği sıradan bir meslek değildir. Herkesin hakkı, hukuku var. Ben haksızlığa uğradıysam, birisinin beni savunması lazım, yasayı hatırlatması lazım; savcının iddianamesine karşı kendi düşüncelerini açıklaması lazım. Zaten bizim yapacağımız ilk yargı reformunda -Allah'ın izniyle göreceksiniz- savcıyla avukatı aynı düzeye indireceğiz. Hâkimin yanında savcı olmaz; ne demek hâkimin yanında savcı? Avukatla savcı yan yana olacak karşılıklı, hâkim yukarıda olacak ama dürüst hâkim olacak, vicdanlı hâkim olacak, ayrımcılık yapmayan bir hâkim olacak. Adaleti dağıttığına vicdanen kanaat getirecek; hâkim de öyle olacak.
Dolayısıyla biz baroların yürüyüşünü saygıyla karşılıyoruz. Herkes yürüyor. Efendim kadına şiddet oluyor, kadınlar yürüyor. Neden yürüyorlar? Kadına şiddet olmasın diye. İşsizler, yeri gelir işsizler gelir. Gençler yürüyor... Biz de Adalet Yürüyüşü yaptık. Üstelik CHP bayrağı kullanmadan yaptık bunu, elimizde sadece Türk bayrağı vardı. Dünyaya mesaj verdik "adalet arıyoruz" diye. Adaletin ne kadar değerli olduğunu hepimiz biliyoruz aslında. Bilmeyenler kendisini firavun yerine koyanlardır. Çünkü onlar için kendi söylediği adalettir. Onlarda vicdan yoktur. Onlarda ahlak da yoktur, ahlakın kırıntısı da yoktur. Onlar sadece ve sadece kim konuşuyor ve eğer o konuşma onu rahatsız ediyorsa söylediği tek şey var: "Bunu ezin, derhal yok edin." Ama bu ülke en zor günlerde bile ezilmedi, bütün baskılara direndi. İşgal altında da direndi. Dolayısıyla halkı baskılayamazsınız. Barolar da hak arıyorlar, onlar da yürüyecekler. Anayasa gayet açık: "Silahsız ve saldırısız olmak kaydıyla yürüyüş herkesin hakkıdır" diyor. Silahsız ve saldırısız, soralım: Yürüyüş yapan avukatların silahları mı var? Hayır. Bir yere mi saldırdılar? Hayır. "Kaldırımda yürüyelim" diyorlar. Hayır, kaldırımda da yürümeyeceksiniz. Dünya böyle bir örnek görmedi, Türkiye de böyle bir örnek görmedi. Sonunda girişimler oldu, şimdi avukatlar yürüyorlar.
Beni derinden sarsan olay ise, Türkiye Barolar Birliği Başkanının bu olaya karşı takındığı farklı tutumdur. Adalet, savunma; en başta o savunacak. "Efendim avukata yeşil pasaport verdik, şimdi sesini kes." Yahu eğer bunu bu anlamda düşünüyorsanız, verdiğinizi rüşvet kabul ediyorsunuz. "Rüşvet verdim, sesini kes" demektir bu. Hangi avukat rüşvetle iş yapar? O da adaletin savunucusudur. O da adaleti savunacaktır.
Dolayısıyla biz bu mücadelede avukat kardeşlerimizin haklı çığlıklarını bütün dünyaya duyurmalarından memnun oluyoruz. Yasa dışı bir şey yapmıyorlar, en temel anayasal hakları ve anayasal haklarını kullanıyorlar. Beni üzen nedir biliyor musunuz? Beni üzen şu; Sayın Adalet Bakanı bir açıklama yapmış "teklif yok" diyor, doğru, bir teklif yok. “Hangi maddesine karşı çıkıyorsunuz? Ortada henüz bizim bile daha vakıf olduğumuz bir teklif yok. Bizim bile henüz vakıf olduğumuz bir teklif dahi yok” diyor. Sayın Bakan, özür dilerim ama rejim değişti, haberin yok mu? Bunlar Adalet Bakanlığında hazırlanmıyor. Sana niye sorsunlar ki ayrıca? Sana niye sorsunlar ki? Bir paralel yapılanma olduğunun farkında değil misin? Bir Adalet Bakanının da sarayda olduğundan haberi yok mu? Bir Hazine Bakanı vardı damat, 2 yerde. Tek damat var. Onun dışında, bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin örgüt yapısı var. Bir de sarayın örgüt yapısı var, paralel. Sana niye sorsunlar?
Ayrıca bir şey daha var: Partisiz teklif hazırlayamazsınız. Böyle bir yetkiniz yok sizin. Ama biz de biliyoruz ki kapalı kapılar ardında bunları hazırlıyorsunuz, götürüp AK Parti milletvekillerinin ellerine veriyorsunuz "buna imza at" diyorsunuz. Onlar da bilmedikleri bir yasayı, bir teklifi imzalıyorlar, meclise geliyor. Aslında oyun oynuyoruz. Kocaman, ayıp bir oyunu oynuyoruz aslında. Devletin bürokrasisi, açıkça değil, gizli kapalı mahfillerde kanun tasarıları teklifleri hazırlayıp, milletvekillerini ellerine veriyorlar. Buyurun siz bunu savunun. Milletvekili, AK Parti milletvekili veya MHP milletvekili alıyor teklifi, nasıl savunacağını bilmiyor. Çünkü içeriğini bilmiyor. Koskoca Türkiye Büyük Millet Meclisi bu konuma getirildi değerli arkadaşlarım, asıl bizi üzen nokta budur.
Geçtiğimiz hafta Türkiye'nin ne hale geldiğini hepimiz bir kez daha öğrendik. Saygı Öztürk'ü hepimiz biliriz. Gazete okuyan, biraz mürekkep yalamış herkes bir şekliyle Saygı Öztürk'ü bilir. Değişik gazetelerde çalışan, öğrendiği bir haberi doğrulatmak için 3-4 kanalı bir şekliyle zorlayan; "haber doğru mudur, yanlış mıdır?" diye araştırma yapan saygın bir gazetecidir. Bir olayı haber yaptı. Olayın haber olması üzerine İçişleri Bakanı o koltuğa yakışmayacak bir dille, çok ağır ifadelerle Saygı Öztürk'ü suçladı. Saygı Öztürk, Türkiye'nin duayen gazetecilerinden birisidir, saygıdeğer bir gazetecidir. Yazdığı her haber doğrudur. Haber doğru değilse, çıkıp rahatlıkla da özür dileyebilecek bir yapıya, bir kültüre sahip bir arkadaşımızdır. Dolayısıyla bugüne kadar benim okuduğum, gördüğüm kadarıyla Saygı Öztürk bütün haberlerinin arkasında durmuş, hepsi de doğrudur.
Haber ne? Haber şu değerli arkadaşlarım, hepiniz biliyorsunuz ama bir kez daha bizi dinleyen bütün vatandaşlarıma, özellikle de Trabzonlulara anlatmak istiyorum. Trabzon çalkalanıyor bundan ötürü. Bakın değerli arkadaşlarım, bir kişi belediyeye işçi kadrosuyla giriyor. Hadi girdi diyelim, olur işçi kadrosuyla girsin ama işçi kadrosuyla girdi ama bunun devlet memuru olması lazım. E devlet memuru nasıl olacak? KPSS sınavına girecek, sınavda başarı elde edecek. Sonra açık olan kadroya ataması yapılacak. Ne olacak? Aday memur olacak. Bunu ne yapıyorlar? "Meraklanma" diyorlar. İşçi olarak girdin değil mi? "Şimdi ikinci aşamaya geldin, seni özel kalem müdürü yapacağız." Özel kalem müdürü yapılıp devlet memuru kisvesi giydiriliyor, devlet memuru oluyor özel kalem müdürlüğü ile. Sınava girdi mi? Hayır. Şimdi bütün Trabzonluların, bütün Trabzonluların ve bütün Türkiye'nin vicdanına sesleniyorum: Senin çocuğun devlet memuru olmak için kursa gider, sınava hazırlanır, KPSS sınavına girer, başarı elde ederse açık kadroya atanır. Yani derin bir hendeği atlar. Bu beyefendi hiçbir yere girmiyor, güçlü bir torpili var, özel kalem müdürü, sonra devlet memuru. Sonra karısından boşanıyor, boşanabilir. Sonra milletvekiliyle evleniyor -AK Parti milletvekili ile- evlenebilir. Yanlış mı? Hayır, ikisi de doğru. Buraya kadar anlattıklarımın tek bir harfi bile yanlış değil, hepsi doğru. Sonra ne oluyor? Trabzon yetmiyor buna tabii. Ankara'da Kültür Müdürlüğüne tayin ediliyor.
Ya arkadaşlar; vallahi de billahi yemin ediyorum bunlarda ahlak yok, vicdan yok, bunlarda adalet duygusunun kırıntısı bile yok. Bunu haber yapan gazeteciye ağza alınmadık her türlü hakaret; yapan kim? İçişleri Bakanı. Yani canımızı emanet ettiğimiz İçişleri Bakanı. İçişleri Bakanının çıkıp Saygı Öztürk'ten özür dilemesi lazım. "Özür diliyorum" demesi lazım.
Ve Saygı Öztürk şunu söylüyor: "Eğer haberimle namusa dil uzatırsam, o dili kendi elimle keserim. Yazan kalemimi de kendi ellerimle kırarım" diyor. Bu kadar doğru, bu kadar dürüst bir insan.
Şimdi sormak istiyorum, namus kavramına bu kadar düşkünlerse… Bu toprakların mayasında namus kavramı çok değerlidir, "Söz namustur" deriz, sözümüzün arkasında dururuz. Şimdi sormak istiyorum, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne gelip, 600 milletvekilinin yüzüne bakıp "tarafsız olacağıma dair namusum ve şerefim üzerine ant içerim" diyen bir insan, bugün bir partinin genel başkanlığını üstleniyorsa ben bakana sormak istiyorum, namus bunun neresinde?
Yine sormak istiyorum; tam 3 haftadır dile getiriyorum Serik'teki rüşvet olayını, bir önceki Serik Belediye Başkanı 500 bin lira rüşvet almış. 500 bin lira, Serik çalkalanıyor, Antalya çalkalanıyor. Herkes biliyor, iki bakan biliyor; Ak Parti ve MHP milletvekilleri de biliyor. Yahu namus dediğiniz kavram, eğer sokağa düşmediyse bu rüşveti alanı bulursunuz, mahkemeye çıkarırsınız. Asıl rüşvet olayını kapatmak namussuzluktur. İşin özü budur.
Değerli arkadaşlarım yarın tutuklu gazeteciler, Oda TV'nin Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan, Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Muhabir Hülya Kılıç; Yeniçağ Gazetesinden yolsuzluklar konusunda mücadele eden ve kitabını da yazan Murat Ağırel; Yeni Yaşam Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni Ferhat Çelik ile Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser yargının önüne çıkacaklar. Tam 100 gündür, 100 günü aşkın süredir bekliyorlar yaptıkları bir haber nedeniyle. Herkese açık olan, herkesin bildiği, ilanların verildiği, çelenklerin gönderildiği bir yerde, "efendim oradaki MİT mensuplarını açıklamışsınız." Sosyal medyada var zaten, herkes açıklanmış, herkes biliyor bunu. Kaldı ki ondan sonra yandaş gazeteler açıklayınca hiç tık yok.
Onlar yandaş çünkü, her şeyi yapabilirler. Ama özgür gazeteci, namuslu gazeteci, yazdığı haberin arkasında duran gazeteci, kalemini satmayan gazeteci, haber yapıp kendilerini rahatsız edince "doğru hapse" diyorlar. Sanıyorlar ki, bu gazeteciler hapse girecek, "Bizi hapse attılar, biz düşüncelerimizden vazgeçeceğiz, onurlu tavrımızdan vazgeçeceğiz, onurlu duruşumuzdan vazgeçeceğiz" diyecekler. Bunlar vazgeçmezler arkadaşlar. Bunlar onurlu gazeteciler, bunlar saygın gazeteciler. Bunlar gazeteciliği, gazetecilik olsun diye yaparlar. Bunlar gazeteciliği birilerine yaranmak için değil, halkın haber alma hakkı adına gazetecilik yaparlar. Dolayısıyla 100 günü aşkın süredir bekliyorlar. Yarın yargıç karşısına çıkacaklar. Bakalım hâkim ne diyecek? Hâkim gerçek anlamda bir hâkim mi, yoksa saraydan işaret bekleyen bir hâkim mi? Bunun da göreceğiz. Bir adaletsizliği sürdürecek mi, yoksa bir adaletsizliğe" yeter artık ya, bu kadar da olmaz" mı diyecek?
Bu arkadaşlarımız aynı zamanda tecritteler; her birisi ayrı ayrı tek bir odada kalıyor. Yan yana odalarda kalıp, yüksek sesle birbirleriyle konuşmasınlar diye araya birer de boş oda konmuş. Diğer odaların arasında da bir oda konuyor.Ya bu kadar intikam alma duygusuyla, "sizi ezerim" duygusuyla yola çıktınız mı, adaletsizliği perçinliyorsunuz arkadaşlar. Geldiğimiz nokta da maalesef budur. Ama göreceğiz. Bu arkadaşlarımız mücadeleyi sürdürecekler. Müyesser Yıldız da aynı şekilde mücadelesini sürdürecek. Onun yazdığı haber de doğru. Geçen bir yazısı daha vardı. Kendisinin polisler tarafından nasıl dinlendiğini ve dinlemelerin İçişleri Bakanına nasıl servis edildiğini anlatıyor. Dinlenebilir mi bir kişi, dinlenebilir. Mahkemeden karar alırsınız, dinlerseniz telefonunu kimse bana "niye dinlediniz?" demez. Ama hiçbir şey bulunmadığı ise, gidip haber verecek: "Seni dinledik kusura bakma, hiçbir şey olmadı" diye. Hâkimin görmesi gereken bir olayı, savcının görmesi gereken bir olayı, siyasi otoriteye veriyorsunuz. Önce servisi oraya yapıyorsunuz. Bunlar devlet yönetiminde olmaması gereken uygulamalardır değerli arkadaşlar.
Selahattin Demirtaş, Eren Erdem ile ilgili Anayasa Mahkemesi karar verdi. Biz yargıdan, yargıçtan zaman zaman şikâyet ediyoruz ama ebetteki Türkiye Cumhuriyeti'nde görev yapan saygın hakimler var, saygın savcılar var. Adaleti savunan, adaletten yana olan, vicdan sahibi, yasaları uygulayan, hukukun üstünlüğüne inanan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararlarına saygı duyan, o kararlara uyan; yargıda yargıçların kararlarda istikrar sağlanmasına katkı veren ve bu çerçevede karar veren saygıdeğer hakimler var. Selahattin Demirtaş'la ilgili olarak, Selahattin Demirtaş için tutukluluğunun makul süreyi aştığını ve Anayasa'nın 19 uncu Maddesinin ihlal edildiğine karar verdi Anayasa Mahkemesi; hâlâ içeride. 50 bin lira da Türkiye Cumhuriyeti Devletini tazminata mahkûm etti. Aynı şekilde Eren Erdem için de kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini söyledi. 30 bin tazminata da mahkûm etti Türkiye Cumhuriyeti Devletini. Selahattin Demirtaş tam 4 kez tahliye kararı verilen ama her seferinde tahliye kararı uygulanmayan, her seferinde tutuklanıp tekrar hapse atılan bir kişidir, bir siyasetçidir. Düşüncelerini beğenirsiniz, beğenmezsiniz o ayrı bir şey. Düşüncelerine katılırsınız, katılmazsınız o ayrı bir şey. Ama bir insanı haksız, hukuksuz yere içeriye atarsanız, hapse atarsınız; tahliye kararlarını uygulamamak için elli dereden su getirip, tekrar yakalayıp, tekrar hapse atarsanız, toplumun vicdanı kanar. Yazıktır, günahtır. Adalete bu kadar zulmetmeyin. İnsanlığa bu kadar zulüm etmeyin. Bir kişi yattıysa yattı, cezasını çektiyse çekti; tahliye kararı aldıysa uygulayacaksınız. Hangi gerekçeyle uygulamalısınız? "Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını da uygulamam" diyor. Bu, dikta yönetiminin Türkiye'deki yansımalarıdır. Bunu da bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim.
Değerli arkadaşlar hepiniz maskelisiniz. Covid 19 dolayısıyla hepimiz önlem alıyoruz. Kuşkusuz önlem yeni almadık tabii, daha başlangıçtan itibaren toplumun her kesimi, pandemi sürecini en az hasarla atlatmak için herkes büyük bir titizlik gösterdi. Hükümet kararlar aldı. Evet, alınması gereken kararları aldı. İşyerleri kapandı, yüz binlerce iş yeri kapandı. Yüz binlerce insan evine kapandı. Dolayısıyla kişilerin gelir sorunu çıktı, sağlık sorunu çıktı, pek çok sorun çıktı. Kadına yönelik şiddet çıktı. Dolayısıyla bütün bunlara karşın, tablonun en az hasarla atlatılması için sağlık ve ekonomi açısından ciddi önlemlerin alınması gerekiyordu. Sağlık açısından doktorları söyledim, günün 24 saati çalıştılar. Her aşamada sağlık çalışanlarına yürekten teşekkür ediyoruz, onları tekrar alkışlıyoruz. Onlar yine hala 24 saattir görev başındalar.
Ama değerli arkadaşlarım, bu süreçte en büyük zararı gören esnaf, yani orta direk. Esnafı toplumun orta direği olarak kabul ederiz. Esnafın bir kültürü vardır, Ahi Evran kültürü. Esnaf devlete yük olmaz, tam tersine devlete vergi verir. Çırak yetiştirir, usta yetiştirir aynı zamanda esnaf. Esnafla ilgili olarak dediler ki, işyerlerinizi kapatacaksınız, güzel. İşyerlerini kapattılar. Yanında çalışanlar, herkes evine gidecek. Onlar da evine gitti. Peki ne olacak benim durumum? Esnaf haklı olarak sordu. Ne olacak benim durumum? Esnafın borcu vardı. Kapatılan işyerlerinin yüzde 90'ında insanlar günlük yaşıyor. Kahvede misiniz? O gün kahvede ne kadar gelir elde ediyorsa, onunla geçiniyor. Kafeniz gene aynı şekilde, berber aynı şekilde, kuaför aynı şekilde, taksi şoförü aynı şekilde, halk otobüsleri aynı şekilde, şehirlerarası otobüsler aynı şekilde, terzi aynı şekilde... Dolayısı ile esnaf, günlük elde ettiği kazançla geçiniyor zaten; hayatı bunun üzerine inşa edilmiş. Üstelik Anayasa'nın 173 üncü maddesi var. "Devlet, esnaf ve sanatkarı koruyucu ve destekleyici tedbirleri alır" diyor. "Hem koruyacak, aynı zamanda destekleyecek" diyor.
Pandemi sürecinde esnaf korundu mu, esnaf desteklendi mi? Bunun üzerinde durmamız lazım. Bütün milletvekili arkadaşlarımın, il başkanlarının, ilçe başkanlarının, gençlik kollarının, kadın kollarının bu sorunu yakından izlemesi lazım. Milletvekili arkadaşlarımız da gittikleri bütün illerde esnaflarla bir araya geliyorlar, onların dertlerini bir şekliyle dinliyorlar. Esnaf dediğiniz, orta direk dediğimiz sayı TESK'in, Türkiye Esnaf Sanatkârlar Konfederasyonu verilerine göre 1 milyon 813 bin 804 esnaf ve sanatkâr var Türkiye'de kayıtlı; 1 milyon 800 bin kişi var.
Peki bunlarla ilgili biz ne düşündük, ne yaptılar? Bütün esnaf kardeşlerimin beni dikkatle dinlemelerini isterim, bu salı toplantısında en uzun süreyi size ayırıyorum, sizin hakkınıza, sizin adalet duygunuza ve sizin vicdanınıza seslenmek istiyorum.
Esnaf dükkânı kapattı, güzel; borcu var, diyelim ki geçmişte bir çek borcunu ödeyememiş veya bir bonosunu ödeyememiş, bankalar almış, kara listeye. Hükümet bağırıyor "gidip bankadan düşük faizli kredi alın." Diyor ki banka, “bir dakika, sana veremem." Neden? "Sicilin bozuk..." Dedik ki, “kaldırın kardeşim bunu, kaldırın. Pandemi sürecince kaldırın. Gitsin esnaf da eğer düşük faizli kredi varsa onu alabilsin”, yapmadılar. Bunun maliyeti nedir? Devlete sıfır maliyet, hiçbir maliyeti yok. Sıfır maliyet ama yapmıyor. "Yapmam" diyor. "Esnafı süründüreceğim" diyor. Kin duymuş ya "çekini niye ödemedin?" Hiç sordun mu esnafa? Bu esnaf bu çeki niye ödeyemedi? Bu esnaf bu bonoyu niye ödeyemedi?
İcra dairelerinde 23 milyon dosya var. Hiç vicdanınızın sesini dinlediniz mi? Bu 23 milyon dosya esnaf borcunu ödemediği için ortaya çıktı. Bu dosyanın hangi koşullarda oluştuğunu acaba hiç sordun mu? Yapmadılar. Dükkânı kapattık, adam kira ödeyecek. Dükkân kapalı, gelir de yok. Nasıl kira ödeyecek? Dedik ki, "3 ay, bari 3 ay süreyle peki kardeşim sen dükkanını kapat, hiç meraklanma. Ben devletim, ben güçlüyüm. Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlü devlettir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşına sahip çıkar. Otur kardeşim, 3 aylık kiranı devlet ödeyecek." Ya bunu bütün herkes yaptı. Elin oğlu yapıyor, sen de yap kardeşim. Baktık bunun maliyetine, 4,5 milyar maliyeti var. Devletin bütçesinin içinde sıfır bilmem binde kaç eder?
Niye ödemiyorsun? Dükkânı kapatan sensin. "Evine git" diyen sensin. "Gelir elde etme" diyen sensin. Borcunu kim ödeyecek bu adamın. Niye sosyal devlet diyoruz? Zor günde vatandaşın yanında olan devlete sosyal devlet denir. Bu olmadı. Vakıflar Genel Müdürlüğünün, özellikle Edirne'de Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün çarşıları var, dükkanları var. Bari bunların 3 aylık kirasını almasınlar. Okullar kapandı, kantinleri kiralamıştı insanlar, bari buradan kira almayın, "alacağız" dediler.
"Esnafın durumu iyidir. Esnafın ensesine vururuz, ağzından lokmayı alırız. Esnaf ses çıkarmaz. Esnaf bu kirayı zamanı gelince tıpış tıpış ödeyecek. Ödemezse de icraya gidecek" dediler. Biz de aksini söylüyoruz.
Stopaj vergisinin kaldırılması… Esnafı getirdiler, devlet memuru yaptılar, vergi memuru yaptılar. Dükkânı kiralamış, kiraladığı adamın vergisini esnaf ödeyecek. Dükkânı kiralayan da diyor ki: "Bana ne kardeşim, ben senden alacağım, kiraya bakarım. Stopajı sen götür, yatır." Stopaj kimin sırtında? Esnafın sırtında. "Kaldırın bunu" dedik yahu. "Esnaf vergi memuru değil, maliyenin dünya kadar memuru var. Vergini alacaksan git oradan al. Zaten adam gayrimenkul sermaye iradı beyan edecek, kira gelirini beyan edecek, oradan al. Niye benden alıyorsun? Ayrıca yükü neden esnafın sırtına yıkıyorsun" dedik. "Hayır" dediler. "Esnaflar çok memnun stopajdan, aynen devam edeceğiz." Peki bunun devlete bir yükü var mı? Sıfır yük, hiçbir yükü yok. Çünkü vergisini devlet gayrimenkul sermaye iradı olarak zaten gayrimenkul sahibinden alacak, dükkân sahibinden alacak.
“Borçların yeniden yapılandırın, bu esnaf çok zor durumda, dükkânı da kapattı, işyerini kapattı. Zor durumda, bankadan kredi almış, kredi kartları var. Dolayısıyla gelin bu borçları yeniden yapılandıralım. Faizini de devlet ödesin. 3 ay, 5 ay, neyse faizini de devlet ödesin" dedik. "Hayır, esnafın durumu çok iyi" dediler. "Ayrıca dükkânı kapattık ama bunların dünya kadar birikmiş paraları var. Bakmayın siz esnafın öyle düşündüğüne, kasalar dolusu altınları var bunların, dolarları var…" Ne yapacağız? Bunu da ödeyecekler.
Bunun yükünü de hesapladık, faizini devlet ödeseydi ne olurdu? 18 milyar lira. Emin olun bütçede yüzde bilmem, binde bilmem kaç eder. 18 milyar 700 milyon lira. Esnafa gidip, "Dükkânı mı kapatın kardeşim? Borçlarını yeniden yapılandırıyorum, faizini de devlet olarak ben ödeyeceğim, çünkü dükkanını ben kapattım, işçinin işine ben son verdim. Pandemi sürecindeydi. Şimdi devlet olarak ben senin yanındayım kardeşim, hiç meraklanma" demesi lazımdı. Yapmadılar.
Motorlu Taşıtlar Vergisi: Taksi esnafı var, halk otobüsleri var, şehirlerarası otobüsler var, kamyonlar var; bunlar da gelir elde edecek. Bunların da büyük bir kısmını çektiler. "Bekleyeceksiniz" dediler. E güzel. Doğru mu? Doğru, beklemeleri lazım. Buna itirazımız yok zaten. Ama bunlarda çoluk-çocuk geçindiriyor, bunlar da günlük yaşıyor, bunların da aileleri var. Kardeşim, hadi bir taksitini aldın, ikinci taksit motorlu taşıtlar vergisini alma, ne olacak yani? Devlet mi batar? Batmaz. Tam tersine devlet ile vatandaş arasında güven tazelenir. Zor durumda "helal olsun, devlet benim yanımdaydı. İşte sosyal devlet bu" diyecek. Bunun da yükünü hesapladık, 550 milyon lira. 550 milyon lirayla ne devlet batar, ne devlet kurtulur. Ne olacak yani?
Yine dedik ki: Hiçbir şey yapmıyorsan, bari bu elektrik, gaz, su faturalarını gecikme faizlerini bari devlet ödesin. Hiçbir şey yapmadın, dükkanını kapattın adamın. Ödeyemedi bunları. Bari bunların faizlerini karşıla; 150 milyon lira. Onu da yapmadılar. "Hayır, esnaf ödeyecek" dediler. "Siz bilmezsiniz esnafı" dediler, "Siz esnafı tanımazsınız; biz esnafın sırtına biner, ağzından lokmayı alırız. Esnaf gider, gelir, seçim sırasında AK Parti'ye oy verir" dediler. Görelim, esnaf AK Parti'ye oy verecek mi, vermeyecek mi? Hakkını mı arayacak? Hakkını mı satacak?
"AVM'leri bir gün kapatın" dedik ta en baştan beri. Dünyanın hangi ülkesinde giderseniz haftada bir gün AVM'ler kapalıdır. O gün vatandaş gider, mahallenin bakkalından, manavından, şuradan buradan alışveriş yapar. Ya kapatın bir gün, bir gün kapatın; yapmadılar. Bunun devlete maliyeti ne? Hiçbir maliyeti yok. Tam tersine AVM'ler haftada bir gün kapatılırsa, AVM'lerde çalışanlar da hiç değilse bir gün tatil yapmış olurlar.
Bakın daha garip bir şey anlatayım: Diyelim ki bir esnaf sigorta prim borcunu ödeyemedi. Öyle ya, sıkıştı 60 gün, 2 ay ödeyemedi. Çocuğu hastalandı veya eşi hastalandı veya bakmakla yükümlü olduğu babası hastalandı. Hastaneye götürünce "bir dakika" diyorlar. "Senin borcun var. Ben senin hastalarına bakmam" diyor. Devlet söylüyor bunu. Esnafsın, sigorta prim borcu var, "senin çoluk çocuğuna bakmam" diyor. Siz dünyada böyle bir devlet duydunuz mu? Dünyada böyle bir örnek duydunuz mu Allah aşkına? Bunu da yaptılar esnafa, bunu da yaptılar. Üstelik hadi yapmadın, esnaf gitti, sağdan soldan borç buldu, tedavi ettirdi diyelim. Ama Sosyal Güvenlik Kurumu durmuyor, "bir dakika" diyor. "Senin hala sigorta prim borcun var. Faiz de işledi; faiziyle beraber ben bunu alacağım. Eğer vermezsen, malına haciz uygulayacağım." Hem çocuğumu tedavi etmedin, annemi, babamı tedavi etmedin, artı masrafı ben ödedim, sonra geriye döndü, tedavi etmediği sağlık hizmetinin hem primini, hem faizini aldı. Katmerli adaletsizlik değil mi bu? Şimdi ben esnaf kardeşlerime seslenmek istiyorum: Hala sana bunu reva gören siyasi iktidara "oh, çok iyi mi yaptı" diyeceğiz? Hala demeyecek misin, bu adaletsizlik neden uygulanıyor? Sormayacak mısın?
Halk Bankası niye kuruldu? Esnaf ve sanatkara ucuz kredi versin diye kuruldu. Halk Bankası yönetimi de esnaf ve sanatkâr temsilcisi var mı? Yok. Niye yok? Niye yok? Yani bir güreşçi mi gerekiyor oraya atamak için. Esnaf kardeşlerimden rica ediyorum, güreş yarışmasına birisi girsin, şampiyon olursa, madalya alırsa belki o esnafı Halk Bankasına Yönetim Kurulu Üyesi tayin ederler. Aynı şekilde Kalkınma Ajansları; niye esnaf yok orada? Devletin, milletin orta direği bu esnaf.
Değerli arkadaşlarım, bütün bunları saymanın tek nedeni var, esnafın da artık uyanması lazım, esnafın da artık "yeter" demesi lazım. Bakın saydım, maliyetlerini de saydım kaç liradır diye. Şimdi esnaf kardeşlerim beni yine dikkatle dinlesinler. "Esnafa bunları yapın" dediğimiz zaman "efendim bütçede para yok" diyorlar. Kimin için para yok? İlk 5 ay, 2020'nin ilk 5 ayı-Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs-ilk 5 ayda sarayın, hükümetin kullandığı paranın miktarı 208 milyar lira. 208 milyar liralık bir parayı kullanmışlar. İlk 5 ayda faizciye ödedikleri para ne kadar? 65 milyar lira. İlk 5 ayda-Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs-devletin bütçesinden tefeciye ödenen para 65 milyar lira. Yarısını bile, yarısını bile siz esnafa verseniz, 1 milyon 800 bin esnafa destek olarak verseniz, esnafın gönlünü kazanırsınız. Esnaf da der ki, "Ben de bu ülkenin onurlu bir vatandaşıyım." Esnaf da der ki, "Siyasi iktidar benim sırtıma binip, benim alın terimi sömürmüyor" der. Tefeciye gelince her şeyi veriyorsun, esnafa gelince "bir yerde dur" diyor.
Yine söyledik, dedik ki, “Ya dolar bazında sen destek vermişsin, dolar bazında. Bari onları Türk lirasına çevir, 1 yıl da erteler, 1 yıl ertele, hiç değilse 1 yıl sonra parasını öde oranın.” Bir gün bile ertelemediler. Niçin? Çünkü onlar esnaf değil, onlar soyguncu, esnafın kanını sülük gibi emenler. Esnaf vergi veriyor, onlar için çalışıyor esnaf, bir avuç sülük için. Dolayısıyla bütün esnafın bunu bilmesi lazım. 40 yıllık esnaf söylüyor; "40 yıldır devlete vergi ödüyorum, 40 gün bile bana bakamadı." Zaten bu ayıp yetiyor. Ama esnaf kardeşim. 40 yıldır vergi veriyorsun da 40 gün sonra bakmayan kim? 40 gün senin sorumluluğunla ilgilenmeyen kim? Oy verdiysen, şu sesi duyar gibi oluyorum: "Bir daha oy verirsem ellerim kırılsın." Evet, bu sesi duymak istiyorum.
Adıyaman'daki esnafa da seslenmek isterim. Hani var ya meşhur yaprak sigara var, sarılır. Şimdi bununla ilgili bir düzenleme yapmışlardı. Düzenlemeyle -2017'nin Mayısında yapmışlardı- eğer birisi yaprak tütün alır, kırar ve bunu kâğıda sarar içerse 3 yıldan 6 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Neyse 2019'da ertelediler, 2018'de ertelediler 2 yıl. 2020 Temmuzu geldi, şimdi temmuz ayından itibaren yaprak tütün kullanan, içen -sayayım kanundaki ifadesiyle- satanlar, tütün satanlar, kıyılmış satışa arz edenler, bulunduranlar -kazaen evinde bulunursa esrardan daha ağır- ve nakledenler, 3 yıl ile 6 yıl arasında cezalandırılacak. Esnafa öngördükleri bu.
Adıyaman Milletvekilimiz Abdurrahman Tutdere, "Bari bunu uygulamayın, vicdansızlıktır bu, Adıyaman'ın tütünü meşhurdur. İnsanlar o tütünü içer." dedi, MHP milletvekillerinin ve AK Parti milletvekillerinin oylarıyla reddedildi. Oylarıyla reddedildi.
Şimdi ben hem tütün üreticilerine, hem o altın sarısı tütünü sarıp içen vatandaşlarıma seslenmek istiyorum. Senin oy verdiğin AK Parti işte bu. Niçin yapıyorlar bunu? Bu soru çok önemli, niçin bunu yapıyor? Çünkü tütün tekelleri var, sigara tekelleri var. Yabancıların tamamı; onların emirlerini yerine getiriyorlar. "Sen neden Adıyaman'ın tütününü içerisin? Bak, işte burada dizi dizi bütün yabancı sigaralar var." Bunları istiyorlar. Türk tütünü diye bir algı vardı bütün dünyada. Çiftçinin temel gelir kaynaklarından birisiydi tütün, tamamen yok ettiler. Tütün üreten Türkiye, tütün ithal ediyor, dışarıdan tütün getiriyor. Adıyamanlıları da göreceğiz, Urfalıları da göreceğiz; bakalım onlar ne diyecekler buna.
Tabii değerli arkadaşlarım biz, Serik'te alınan 500 bin liralık rüşvetin arkasını bırakmayacağız. Özellikle Antalya milletvekillerimiz gerekirse her gün basın toplantısı yaparak, gerekirse her gün bunu gündeme getireceğiz. Rüşveti gizlemek, rüşvete ortak olmak demektir. Rüşveti soruşturmamak, rüşvete ortak olmak demektir. İki bakan da ortak bu rüşvetin. İki bakanı da bu rüşvetin ortağı. Çünkü belediye başkanı diyor, “Benim zamanımda olmadı, senden öncekiler, önceki başkan aldı” diyor. Senden önceki, iki bakan da söylüyor, iki bakanın da haberi var. Tabii bizi üzen, bunlardan birisinin sözde Dış İşleri Bakanı olması. Senin rüşvet işiyle ne ilgin var? Rüşvetçilerin bu hükümet nezdinde özel bir yeri var. Rüşvet alırsan, büyük rüşvet alırsan büyükelçi olursun. Öyle, büyük rüşvet al, büyükelçi ol. Gerçekten öyle, birisi 1 milyon dolar rüşvet aldı, büyükelçi oldu. 1 milyon dolar; üstelik belgeyi mahkemedeki dosyasından çıkarmıştı. Öbürü daha mütevazı, ayakkabı kutusunda rüşvet aldı, o da büyükelçi oldu. Hırsızdan büyükelçi olur mu Allah aşkına? Ne demiştim? “Bunlara atıyorsanız aynı meşrepten geliyorsunuz demektir, aynı meşrepten geliyorsunuz demektir.”
15 Temmuz Gazilerini unutmadık. 250 şehit, 2 bin 190 gazimiz var. Gittiler, en sonunda AK Parti Genel Merkezinin önünde eylem yaptılar “Bu paralar nereye gitti?" diye. Sonra İçişleri Bakanı bunları topladı: "Ben sizin arkanızdayım" dedi. Sen hiç onların arkasında olamazsın. Onların arkasında olacak kişi Erdoğan'dır. Parayı tutan o. Sen kim oluyorsun ki, senin değerin yok ki hükûmette, zaten para da sana bağlı değil. Sırf onların gazını almak için... 15 Temmuz Şehit ve Gazilerinin paraları nereye gitti? Her birisine, o günkü dolar kurunu bugünde çevirdiğinizde, her bir şehit ailesine, her bir gaziye 2 milyon lira para verilmesi lazım. 2 milyon lira. Ne ödemişler? Bin lira, bir sefere mahsus bin lira. İsyan edince "Hadi size bir bin lira daha verelim" demişler.
Ya bunlarda vicdan var mı yahu? Vallahi yok, vallahi yok. Aynı şekilde Beşiktaş katliamında hayatını kaybedenler, bunların 39'u polis. Bu ailelere de ulaşın. Bu ailelere ne verildi? Bir aileye biz ulaştık. 52 milyon lira para toplandı. Bu ailede anne ve babaya kaç lira bağlandı aylık biliyor musunuz? 121 lira 96 kuruş. Evet, 121 lira 96 kuruş; belgesini açıkladık. Ne oldu bu 52 milyon lira, nereye gitti bu 52 milyon?
Esnafa soruyorum, çiftçiye soruyorum, sanayiciye soruyorum, işsize soruyorum, işçilere soruyorum, sendikalara soruyorum, sivil toplum örgütlerine soruyorum: Dünyanın hangi ülkesinde 83 milyon milletin gözünün içine baka baka bu kadar büyük bir yolsuzluk yapılır?
Tank-Palet'i unuttuğumuzu da kimse düşünmesin. O da, daha o da gelecek.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum.
TBMM CHP Grup Toplantısının tüm fotoğrafları için tıklayınız...

Gündem'den Öne Çıkan Haberler