28.05.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (28 MAYIS 2019)

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, TBMM CHP GRUP TOPLANTISINDA KONUŞTU (28 MAYIS 2019) 
https://www.youtube.com/watch?v=P2RLAKesILw&feature=youtu.be
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısında yaptığı konuşma şöyle:
“Hepinizin heyecanlı olduğunu biliyorum, heyecan güzel bir şey, heyecanlanmak da güzel bir şey.
Ekrem Beyin bir haksızlıkla karşı karşıya olduğunu herkes kabul ediyor, vicdan sahibi herkes kabul ediyor ve bu haksızlığı giderecek olan İstanbul’dur, İstanbul’da yaşayanlardır, İstanbullu kardeşlerimizdir. Onlar bu haksızlığı giderecekler, adalet terazisindeki dengeyi yeniden sağlayacaklar; dolayısıyla milletvekili arkadaşlarımızın büyük bir kısmı İstanbul’da.
Efendim grup toplantımızdan bütün Türkiye’ye, hangi partiden olursa olsun bütün vatandaşlarıma sevgilerimi saygılarımı ve muhabbetlerimi gönderiyorum, hepinizi en içten dileklerle selamlıyorum.
Acısı ve tatlısıyla bir haftayı geride bıraktık. Bazı haberler geldi üzüldük, bazı haberler geldi sevindik, ama sonuçta hayatın bir akışı devam ediyor. Eşref Kolçak, Türk sinemasının önemli isimlerinden birisiydi. Kendisini, hele hele bizim kuşağın bilmemesi mümkün değil. Onu 92 yaşında sonsuzluğa uğurladık. Allahtan rahmet diliyoruz, sinema dünyasının başı sağ olsun diyoruz. Dolayısıyla kendisini rahmetle ve minnetle anıyoruz.
Anadolu Ajansı muhabiri vardı, uzun süredir aranıyordu, cansız bedenine ulaşıldı Abdülkadir Nişancı. Dolayısıyla ona Allahtan rahmet diliyoruz, Anadolu Ajansı camiasındaki arkadaşlarına da geçmiş olsun başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Bir başka acı olay Konya’dan geldi, Konya Doğanhisar. Belediye başkanı bıçaklı bir saldırı sonucu hayatını kaybetti.
Değerli arkadaşlarım, saygıdeğer vatandaşlarım; seçimle gelen herkese, yani demokratik yollarla gelen herkese bizim saygı duymamız gerekir. Hangi partiden olursa olsun, A partisi B partisi, sonuçta seçime girmiştir kazanmıştır ve gelmiştir, mazbatasını alıp kürsüye oturmuştur. Bir bıçaklı saldırıya uğrayıp bir belediye başkanının hayatına son vermeyi asla kabul etmiyoruz. Babasını aradım, başsağlığı dileklerimi ilettim, dolayısıyla Doğanhisar halkına da başsağlığı dileklerimi iletiyorum, herkesin başı sağ olsun diyorum.
Geçen hafta bir gazeteci arkadaşımız, hatta bu hafta gazeteci arkadaşlarımız saldırıya uğradılar. Ankara’da önce Yeniçağ Gazetesinin değerli yazarı Yavuz Selim Demirağ saldırıya uğradı. Kendisini hastanede ziyaret ettim, şimdi aramızda, kendisine hoş geldiniz diyorum.
Gazetecilik bir kamu görevidir, doğru bildiğini anlatır, araştırır yoklar bakar, ondan sonra ya haber olarak yazar, ya yorum olarak yazar, ya köşe yazarıdır ya da habercidir, ama sonuçta bir kamu görevi yapar. O görev yaptığı zaman belli çevreler rahatsız olabilirler, adı yolsuzluğa bulaşmış insanlar bundan rahatsızlık duyabilirler. Ama gazeteci halkı aydınlatmak ve doğru bilgiyi halka geniş kitlelere ulaştırmak zorundadır. Sayın Demirağ da bu çerçevede görevini yapan bir gazeteci arkadaşımız. Saldırıya uğradı, saldıranlar önce yakalandılar, sonra tamamen serbest bırakıldılar.
Aynı şekilde Antalya’da, Yeni Yüzyıl Gazetesinde çalışan İdris Özyol, o da 15 Mayıs günü saldırıya uğradı. Aynı şekilde yine Antalya’da, Güney Haberci adlı bir haber portalının genel yayın yönetmeni Ergin Çevik, o da 20 Mayıs’ta saldırıya uğradı, saldırganlar yine serbest. Adana’da günlük gazete, yerel bir gazete, Egemen Gazetesinin kurucusu Hakan Denizli, o da 25 Mayıs’ta saldırıya uğradı. Aynı şekilde son olarak da Oda TV’nin yazarı Sayın Sebahattin Önkibar, o da saldırıya uğradı, tekmelendi. Saldırganlar yakalandı ve sonra serbest bırakıldı.
Bakın değerli kardeşlerim, eğer haber yaptı diye bir gazeteciye şiddet uyguluyorsak ve bunları serbest bırakıyorsanız, şiddet uygulandıktan sonra bu gazeteciler artık yazamazlar, korkarlar geriye çekilirler diye düşünüyorsanız sakın düşünmeyin. Hiçbir namuslu gazeteci dayak yedi diye bir adım geriye atmaz, hiçbir namuslu gazeteci! Yani saldırganların hapse girmesi için bu gazeteci arkadaşların öldürülmesi mi gerekiyordu? Hangi akıl, hangi mantık? Bir twit attı diye beş ay içeride kalan var, altı ay içeride kalan var. Ama gazeteci yazdı diye saldırıya uğrayacak, dövülecek, sopalarla dövülecek, hastaneye yatacak, raporlar alacak, saldırganlar yakalanacak serbest bırakılacak. Bir de eline bari sertifika verin, adam dövmede ustadır ve bu ustanın arkasında iktidar partisinin destekçileri vardır diye bir de sertifika verin adama.
İstediğimiz ne? İstediğimiz adalet, başka bir şey istemiyoruz. Birisi haksızlığa uğruyorsa, adalet mekanizmasının harekete geçmesi lazım, adaletin olması lazım; bizi bunu istiyoruz, başka ne isteyebiliriz? Saldıracaksınız, döveceksiniz, serbest bırakacaksınız, en çok tahrip edilen adalet kavramı oluyor ve bunun üzerine hep birlikte gitmek zorundayız.
Değerli arkadaşlarım adalet, hani Mevlana diyor ya “Adalet bir kutup yıldızı gibidir, yerinde sabit durur, bütün kainat onun etrafında döner” adalet budur. Hani bir İranlı diyor ya, “dünyanın bütün nehirleri adalete susamış bir insanın susuzluğunu gidermeye yetmez” adalet budur.
Geçen hafta Şaban Vatan geldi, Rabia Naz’ın babası. Adalet arıyor, bir dedektif gibi olayları araştırarak adalet arıyor. Karşısında bir güç var, Ankara’da bir güç var, bulunduğu yerde bir güç var. Adaletin önünü tıkamak istiyorlar, faillerin yakalanmasını engellemeye çalışıyorlar, ama bu baba kızının katillerini arıyor.
Rabia Naz 11 yaşında, Eynesil İmam Hatip Ortaokulunda okuyor, hayat dolu bir kız. Öldürülmeden önce dondurmacıya arkadaşlarıyla gidiyorlar dondurma alıyorlar, sonra annesinin çalıştığı eczaneye gidiyor ve dolayısıyla hayat dolu bir kız. Haber geliyor Rabia Naz evin önünde sırtüstü yatıyor ve ağır yaralı. Baba yetişiyor, bir ayak tamamen kırık, deri tutuyor ayağını sadece deri tutuyor. Ambulans geliyor, henüz hayatta, ambulans alıp hastaneye, görevli devlet hastanesine kaldırılıyor ve bir süre sonra babasına deniyor ki, Rabia Naz vefat etti, öldü deniyor. Ne oldu? İntihar etti.
Baba tabii benim kızım niye intihar etsin, 11 yaşındaki bir çocuk niye intihar etsin? Öğretmenlerine soruyorlar hayat dolu bir kız, arkadaşlarına soruyorlar hayat dolu bir kız, niye intihar etsin? Kitapçıya gidiyor sipariş verdiği kitabı almak için. Sonra baba araştırıyor. Olayın bir trafik kazası olduğunu söylüyor. Doblo marka bir siyah araç çarpıyor, çarptığı iddia ediliyor. Oradan alınıyor metruk bir eve götürülüyor, ondan sonra getiriliyor evlerinin önündeki sokağa sırtüstü yatırıyorlar, Rabia Naz intihar etti diye. Baba anlatamıyor derdini, bir türlü derdini anlatamıyor. Araştırma yapılmasını istiyor, soruşturma yapılmasını istiyor. Savcı gizlilik kararı koyuyor. Savcıya da sormak lazım, hangi vicdanla böyle bir olayın üzerine gizlilik kararı koyarsınız. Ve bir gazeteci arkadaşımız Metin Cihan olayı takip ediyor. Bakın, gazetecilik bir kamu görevidir dedik, gazeteciler boşuna saldırıya uğramazlar demiştim. Bir haksızlığın üzerine gittiği için, adalet arayışında olan vatandaşın adalet duygusunu tatmin etmek için gerçeği ortaya çıkarmak için gazeteci yola koyulduğunda şiddete uğruyor ve bu gazeteci arkadaşımız olayın ortaya çıkması için her türlü çabayı gösteriyor.
Ambulans şoförünün ifadesi: “Ambulansta video kaydı vardı, polis sildirdi.” Video kaydını polis niye sildirir? Sildir diye talimatı kim verir, hangi güç yaptı bunu, kim yaptı bunu? “Saçından ayağına kadar hızar tozu bulanmıştı” saçından ayağına kadar hızar tozu... O metruk evde bunların tamamı var, toz ve saman var. Baba bunu söylüyor zaten. Belediye o evin yıkımına karar veriyor, delilleri yok etmek istiyorlar.
Değerli arkadaşlarım, adalet diyoruz, 11 yaşındaki bir çocuk diyoruz. 11 yaşında, annenin babanın ortak sevgisini taşıyan bir çocuktan söz ediyoruz. İmam hatip ortaokuluna giden, hayat dolu bir kızdan söz ediyoruz. Failler bulunmasın diye telefon üstüne telefon, polisler olayları kapatıyorlar, savcı olayları kapatmak istiyor. Avukatı gidip Hacettepe Üniversitesinden görüş alıyor. Evet trafik kazası olduğu yönünde güçlü deliller var, emareler var deniyor. Nereden intihar etti? Dört-beş katlı bir bina, binadan atlıyor sözde çocuk. İyi de niye atlasın? Polisler olay yerinde inceleme yapalım diyorlar. 70 kilo ağırlığında, yani bu kızımızın ağırlığında bir çuvalı iki polis tutup atıyor, terastan sokağa atıyorlar. Çuval sokağa düşmüyor, çünkü en alt kattaki dükkânın terası var, 4,5 metre uzunluğunda bir terası var. Çuval önce terasa, ondan sonra sokağa düşüyor ve büyük bir gürültü. Rabia Naz bulunurken hiçbir gürültü yok, terasta da hiç yatmamış. Bütün bu gerçekler bilindiği halde olayın kapatılması isteniyor.
Değerli arkadaşlarım, buradan bütün yargı camiasına ve polislere seslenmek isterim. Sizin göreviniz adalet sağlamaktır, sizin göreviniz delilleri karartmak değil delilleri ortaya çıkarmaktır, sizin göreviniz bir çocuğun göz göre göre öldürülmesine tanıklık etmek değildir, onu yapanları bulup çıkarıp adalete teslim etmektir. Ve adaletin görevi de, yani yargının görevi de Ankara’dan gelen telefonlarla olayları kapatmak değil, adaleti tesis etmektir. Rabia Naz’ın ne günahı vardı? Sonra babaya şikâyet ettiler, akli dengesi yerinde yoktur diye. İnsaf ya, insaf yani, kızının katillerini arıyor, buna izin vermiyorlar. Ve bizler takipçisi olacağız, bizler sonuna kadar takipçisi olacağız, ta ki adalet gerçekleşinceye kadar.
Efendim 24-25 Mayıs’ta Amasya merkez, Merzifon ve Suluova’da bir afet yaşandı, bir dolu afeti yaşandı, büyük bir afet. Afeti yaşayan köylerden bazı muhtar arkadaşlarımı aradım, onlarla görüştüm, afetin boyutu konusunda onların düşüncelerini aldım, sonra milletvekili arkadaşlarımız, il başkanımız, belediye başkanlarımız ilgilendiler ve sonunda bir rapor çıktı ortaya. Yine kamu kuruluşlarıyla da görüşüldü değerli arkadaşlarım. Tarım Orman İl Müdürlüğünün verdiği rakama göre, Amasya il merkezinde 6, Suluova’da 16, Merzifon’da 31 olmak üzere toplam 53 köyde 199 bin 800 dekar alanda zarar meydana gelmiş. Özellikle kiraz, şeftali, elma, armut, buğday, arpa, mısır, soğan, şeker pancarı, patates, ayçiçeği, nohut ve domates, haşhaşta büyük zararlar var. Mademki sosyal devletiz, mademki ekenin biçenin üretenin, alın teri dökenin yanındayız; anayasa öyle diyor, Türkiye Cumhuriyeti Devleti sosyal bir hukuk devletidir diyor, bu zararların bir şekliyle karşılanması lazım.
Değerli arkadaşlarım, konuştuğum muhtar arkadaşlar şunu söylediler. Çoğumuzun sigortası yok, bu köylerde yaşayanların çoğunun tarım sigortası yok, ama bir afet yaşandı. Tarım sigortasının olmamasının nedenleri de var diyor, bizim elimizde değil. Araziler yüzünden var, kiralama yüzünden var, bir sürü nedeni var. Bu nedenlerin giderilmesini defalarca istedik, ama yapmadılar diyor. Peki, talebiniz nedir diye sordum, şöyle sıraladılar. Afet yaşanan bölgeyi afet bölgesi ilan etsinler, böylece zararımız ziyanımız varsa devlet karşılasın. Eğer bunu yapmıyorlarsa, faizleri silin, borçlarımızı taksitlendirin, gidip bankalara bunu ödeyelim. Elin oğlunun faizini siliyorsun, vergi kaçıranın faizini siliyorsun, gecikme zammını siliyorsun, bu adam ekmiş biçmiş üretmiş zarara uğramış, üstelik elinde değil tabi afet. Bunun faizlerinin silinmesi lazım, evet faizlerinin silinmesi lazım. Yaparlar mı? Bakacağız, birlikte uğraşacağız. Ve yine diyor ki sigorta primlerimizi, tarım sigortasının primlerini, bize sözde teşvik veriyorlar. Teşviki götürsünler tarım sigortası olarak yatırsınlar. Biz de kurtulalım, onlar da kurtulsunlar deniyor.
Değerli arkadaşlarım, milletvekili arkadaşlarımın bir bölümü ve grup başkan vekillerimiz burada, bu olayın takipçisi olacağız, bununla ilgili bir araştırma komisyonu kurulması için Türkiye Büyük Millet Meclisine bir önerge verelim. Bakalım kim ne kadar vatandaşın yanında? Hep birlikte bunun tanığı olacağız.
Değerli arkadaşlarım, bu grup toplantısında AK Partili kardeşlerime seslenmek istiyorum, ağırlığı oraya vereceğim. Mademki beraber yaşıyoruz, siyasi görüşlerimiz farklı olabilir, ama sonuçta bu memlekette hepimiz huzur içinde yaşamak istiyoruz; adaletle yönetilmek istiyoruz, açlığın yoksulluğun olmadığı bir Türkiye’de yaşamak istiyoruz ve bunu bu isteğimizi aklımızı kullanarak, hayatı sorgulayarak hayata geçirmek zorundayız. Cumhurbaşkanı var mı? Var. Seçimle mi geldi? Evet, seçimle geldi. Parlamentoda yemin etti mi? Evet, yemin etti. Kökeni ne, yani siyasi mensubiyeti ne? AK Parti. Vatandaşın oyuyla mı seçildi? Evet, vatandaşın oyuyla seçildi. Peki, ne yaptı? İlk yaptığı iş, geldi Türkiye Büyük Millet Meclisinde yemin etti. Yemin metninin son cümlesini okuyorum, AK Partili kardeşlerim de beni dikkatle dinlesinler lütfen. Diğerlerinde dinlemeyebilirler, ama şimdi dinlemelerini istiyorum.
Ne diyor yemin metninde? Anayasanın 101.maddesi: “Üzerime aldığım görevi, yani cumhurbaşkanlığı görevini tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda namusum ve şerefim üzerine ant içerim.” Bu yemin, namusum ve şerefim üzerine tarafsızlıkla çalışacağıma dair yemin ediyorum diyor. Namus ve şeref kavramının ne kadar önemli olduğunu defalarca anlattık. Bir cumhurbaşkanı neden tarafsız olmalı? Çünkü cumhurbaşkanı devletin sigortasıdır, adı üstünde nedir? Cumhurbaşkanı, yani cumhurun başkanı... A partili, B partili, doğuda yaşayan, güneyde yaşayan kim olursa olsun, bu topraklarda bu bayrağın altında yaşayan herkesin temsilcisi. Çünkü anayasa diyor ki, devletin başıdır diyor cumhurbaşkanı. Devletin başıysa, bir partinin başı olamaz, devletin başı. Devlet kime hizmet eder? Devlet bütün vatandaşlarına hizmet eder. A partili geldi ben buna hizmet etmem diyebilir mi? Diyemez. B partili geldi ben buna hizmet etmem diyebilir mi? Diyemez. Efendim bu Kürt’tür, bu Türk, bu Laz, bu Çerkez, ben baktım soy kütüklerine bunlara hizmet etmem diyebilir mi? Diyemez, herkese eşit hizmet götürmek zorundadır, her vatandaş kanunlar önünde eşittir, yasalar önünde eşittir. O nedenle cumhurbaşkanının tarafsız olması gerekiyor, o nedenle cumhurbaşkanlarına deniyor ki namusun ve şerefin üzerine yemin et tarafsız davranacağına dair. AK Partili kardeşlerim bunu unutmasınlar.
Peki, bir cumhurbaşkanı günün 24 saati belediye başkanları seçimlerine müdahale eder mi? Günün 24 saati! Türkiye’ye baktık yerel seçimlerde, bir tarafta CHP’nin, İYİ Partinin, diğer partilerin belediye başkanları adayları var, bir tarafta da Erdoğan’ın fotoğrafı var. Erdoğan belediye başkanı mı olacak? Niye böyle bir şey oluyor? Ben vicdan sahibi AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, vicdan sahibi kardeşlerime. Cumhurbaşkanlığı sıradan bir makam değildir, cumhurbaşkanlığı neden devletin sigortasıdır? Diyelim ki, siyasi partiler arasında anlaşmazlık çıktı, çok ciddi anlaşmazlıklar çıktı. Cumhurbaşkanı davet eder siyasi partilerin genel başkanlarını, gelin beyler Türkiye’nin bu kadar derdi varken niye bunu yapıyorsunuz der. Bir uzlaşma arayışı içinde Türkiye’nin sorunlarını çözmek ister. Bu şans yok şu anda, bu şans yok! Niye yok? Devletin sigortası yoktur.
Değerli arkadaşlarım, bir cumhurbaşkanı devleti mi yönetecek, devleti mi temsil edecek, belediyeyi mi yönetecek belediyeyi mi temsil edecek? Vicdan sahibi, ahlak sahibi, adalet sahibi herkesi bu soruyu soruyorum.
Erdoğan 2002’de AK Partinin Genel Başkanlığına seçilerek geldi parlamentoya. Daha doğrusu önce kendisi gelmedi, seçilemiyordu. Anayasanın değişmesi gerekiyordu, siyasette seçilemiyordu. Geldi, AK Parti birinci oldu. Birinci olan partinin genel başkanı parlamentoya gelemiyor. Bu da doğru değildir. Anayasanın değişmesi, evet değiştirelim. Niçin? Demokrasiden yanayız kardeşim, seversin sevmezsin, bilirsin bilmezsin, ama bir partinin genel başkanı hükümet kurabilecek bir pozisyona gelmişse, onun önünde bir yasal engelin olmaması gerekiyordu ve anayasayı değiştirdik. Biz destek verdik, yoksa anayasa değişemezdi.
Ne oldu? Geldi. Ankara’da Keçiören’de mütevazı bir evde oturdu. Ben halkın insanıyım dedi, gariban vatandaşın yanındayım dedi. Milletvekili lojmanlarının da satılması lazım dedi, milletvekillerinin milletin arasında oturması lazım dedi. Doğru mu? Doğru. Sattılar tamam, itiraz eden... Hiç kimse itiraz etmedi.
Peki değerli arkadaşlarım, aynı şekilde Meclisin 6 bin çalışanı var, bunun sayısını 3 bine indireceğiz dedi. Bugün sordum, Mecliste kaç kişi çalışıyor diye, yaklaşık 8 bin kişi. Bırakın yarıya indirmeyi, 5 bin artırmışlar. İnsaf ya! Bakın size bir kişiyi anlatıyorum, samimi olarak anlatıyorum. Rakam veriyorum, yer veriyorum, zaman vererek anlatıyorum. Yine yönetici haricindeki bütün makam araçlarına son vereceğiz dedi. Sadece İstanbul Büyükşehirden örnek vereceğim. Sayıştay raporlarına göre, bana göre değil. Sayıştay raporuna, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan kurum olan Sayıştay’ın raporuna göre. İstanbul Büyükşehir Belediyesinde 643 yönetici var, makam aracı sayısı 1717. AK Partili kardeşlerimin vicdanına sesleniyorum. Açlıktan ölen Kübra bebeği onlar unuttular, ben unutmadım. 1717 makam aracı var. AK Partili kardeşim bunu sorgulamak zorundadır. Ahlak ve vicdan sahibi olan herkesin bunu sorgulaması lazım.
Keçiören’de oturuyordu, mütevazı bir evde oturuyordu, ben halkın arasındayım diyordu. Aynı Erdoğan’a bakın şimdi 17 yıl sonra. Yazlık sarayı var, kışlık sarayı var 1100 odalı, uçan sarayı var. Sadece Katar’dan alınan değil, 13 tane. Bir yere gidersen bir orduyla gidiyor, binlerce polis, yüzlerce araba. Ne oluyor savaşa mı gidiyoruz? Hayır efendim, İstanbul’a gelecek. Savaşa mı gidiyor? Hayır, Çankırı’ya gidecek. Nedir bu Allah aşkına, nedir bu lüks, nedir bu şatafat? AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, siz bunu doğru buluyor musunuz Allah aşkına? Fakir fukaranın parası, yakılan her benzin her mazot fakir fukaranın cebinden alınan vergiyle oluyor.
Sadece karada korunmuyor, bir yere gidiyor havada da helikopterler. Arkadaş, 2002’de gelip Keçiören’de oturan mütevazı Erdoğan, 1100 odalı yerinde bir kibir abidesine dönüştü. Kibirli olmak doğru mudur yanlış mıdır? Ben bunu AK Partiye oy veren veya AK Parti üyesi olan bütün kardeşlerime sesleniyorum ve söylüyorum. Kibir iyidir diyorsan git oyunu ver kardeşim; kibir günahtır doğru değildir, kibirli insan doğru karar alamaz, halka hizmet edemez diyorsan oturup düşüneceksin, şapkanı önüne koyacaksın oturup düşüneceksin kardeşim.
Ben illa demiyorum gel bana oy ver, ama Allah’ın verdiği en değerli şey akılsa, aklımızı kullanacağız niye bu böyle oluyor diyeceğiz, hangi gerekçeyle böyle oluyor diyeceğiz. Çocuk açlıktan ölecek, beyefendi 1100 odalı yerde keyif sürecek. Buna itibar deniyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde... Altını çiziyorum, dünyanın hiçbir ülkesinde israf itibar değildir. Hele bizim gibi bir ülkede, hele milyonlarca işsizin olduğu bir yerde, hele milyonlarca insanın karnını doyuramadığı bir yerde israf itibar değildir, olamaz.
Muaviye’yle Ebuzer arasındaki konuşmayı, kendi sarayı Muaviye’nin sarayı dolayısıyla yaptığı konuşmayı bu kürsüde dile getirmiştim. Muaviye Şam Valisi olduktan sonra kendisine lüks bir saray yapar. Ebuzer bunu görünce şunu söyler: “Ey Muvaviye, eğer sen bu sarayı halkın parasıyla yapıyorsan ihanettir, kul hakkıdır. Eğer kendi paranla yapıyorsan, israftır.” Yani kendi paranla yapıyorsan bile doğru değildir diyor. Kim söylüyor? Sahabe Ebuzer söylüyor.
Peki, AK Partiye oy veren kardeşlerime sesleniyorum, Ebuzer mi haklı Muaviye mi haklı? Allah aşkına otur vicdanına sor bakayım kardeşim, israf helal midir haram mıdır? Sor bakayım kendi vicdanına. Ben bu soruyu sana sormak zorundayım. Gün düşünme günü, gün ahlak günü, adalet günü, vicdan günü gün! Ben senin vicdanına seslenmeyip de kime sesleneceğim? Senin ahlakına seslenmeyeceğim de kime sesleneceğim? Geçinemezken sen, geçinemezsen birilerinin lüks bir hayat sürdürmesi... Yönetici konumunda, bu bir sanayici olsa anlarım, kendi parasını yer deriz eyvallah, ama bu bizim paramızı kullanıyor başka bir parayı değil. Bizim paramızı bizim adımıza kullanıyor. Ben senin vicdanına seslenmek zorundayım kardeşim.
Bakınız 2002’de geldi başka bir şey daha yaptı, doğru bir şey yaptı. Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu kurdu, eyvallah. Ben, yani bu kardeşiniz Yolsuzlukları Araştırma Komisyonunun üyesiydim. Komisyonun başında Azmi Ateş vardı, AK Partili düzgün bir adam, çalışkan bir adam. Oturduk beraber yolsuzlukları araştırdık. Azmi Ateş bir daha milletvekili olamadı. Niye olamadı? AK Partili kardeşlerimin vicdanına sesleniyorum, adaletine sesleniyorum, ahlakına sesleniyorum, kul hakkı yiyip yememelerine sesleniyorum, Azmi Ateş bir daha niye milletvekili olamadı? Azmi Ateş CHP milletvekili değildi bakın, AK Partinin milletvekiliydi, yolsuzlukları araştırıyordu. Niye olamadı?
Değerli arkadaşlarım, yine AK Partili kardeşlerime sesleneyim. Ne diye iktidara geldiler? Üç Y diye geldiler değil mi? Yolsuzluk var dediler, mücadele edeceğiz, yasaklar var dediler mücadele edeceğiz, yoksulluk var dediler mücadele edeceğiz. AK Partili kardeşim, 2002’den beri oy veriyorsun, senin vicdanına sesleniyorum, yolsuzluklar bitti mi? Senin vicdanına sesleniyorum, yoksulluk bitti mi? Senin vicdanına sesleniyorum, yasaklar bitti mi?
Ne oldu? Yolsuzlukla bırakın mücadele etmeyi, yönetenler gırtlaklarına kadar yolsuzluk içindeler. Düşünebiliyor musunuz, üç Bakanın yolsuzluk dosyası, birebir tespit edilen yolsuzluk dosyası Yüce Divana gönderilmedi. Hani kul hakkı günahtı, hani kul hakkı yemek en büyük günahtı? Hani Allah diyordu ki, her türlü günahınla gel affederim, ama kul hakkıyla karşıma gelme diyordu. Şimdi ben AK Partiye oy veren kardeşlerime sesleniyorum, kul hakkı yiyenleri devleti soyanları Yüce Divanı göndermemek ne demektir? Yolsuzluk dosyalarını kapatmak ne demektir? Fakir fukaradan toplanan vergilerin iç edilmesi ne demektir? Senin vicdanına seslenmeyeceğim de, kimin vicdanına sesleneceğim? Senin ahlakına seslenmeyeceğim de, kimin ahlakına sesleneceğim? Senin adalet anlayışına seslenmeyeceğim de, kimin adalet anlayışına sesleneceğim?
Yoksulluk... Yoksulluk vardı memlekette. Ne diyorlardı? Yoksulluğu bitireceğiz. Allah aşkına, AK Partili kardeşim Allah aşkına, memlekette yoksulluk bitti mi? Allah aşkına bir düşün, 17 yıldır yönetiyorlar. Hani 5 yıl olsa deriz ki, daha dur bakalım yeni geldiler, 5 yıldır işte olmadı. 17 yıl, 17 yıldan söz ediyorum, 17 yıldır yönetiyorlar. Yoksulluk bitti mi Allah aşkına söyler misiniz? Bakınız, 2002’de bir esnaf Başbakanlığın önünde yazar kasayı attı. İntihar eden yoktu kendisini yakan yoktu. Şimdi intihar edenler var, kendisini yakanlar var, asanlar var, her şey var.
Bakın değerli arkadaşlarım, 17 yılın sonunda nereye geldiler? Vatandaş borç batağında; sevgili AK Partili kardeşim, vatandaş sen de dahil borç batağında borç! Rakam mı istiyorsun? Devletin resmi rakamlarını vereyim sana. Tüketici kredisi ya da kredi kartı borcu, tüketici kredisi bankadan çekiyor veya kredi kartından borç almış, kaç lira biliyor musunuz? 518 milyar lira, 518 katrilyon eski parayla. Milyonlarca vatandaş borç batağında. Niye icra dairelerinin sayısını artırıyorlar? Borç batağında olduğu için.
Şimdi ben AK Partili kardeşimin vicdanına seslenmeyip de, ne diyeceğim? Bu vatandaşı 518 milyar liralık borç batağına sürükleyen iktidara ne diyeceğim? Senin vicdanına seslenmeyip de, kimin vicdanına sesleneceğim? Devlet de borç batağında. Yani bizim, yani 81 milyon vatandaşın ödediği vergiler bir tarafa, aldılar harcadılar, bir de devleti borç batağına soktular. Kaç lira onu da vereyim. Ben değil, devletin resmi rakamlarını vereyim. İç borç miktarı 653 milyar lira, eski parayla iç borç miktarı 653 katrilyon lira. Bir de dış borcu var, ne kadar? 557 milyar lira, eski parayla 557 katrilyon lira.
Nereye gitti bu para? AK Partili kardeşimin vicdanına, AK Partili kardeşimin adalet duygusuna, AK Partili kardeşimin ahlakına sesleniyorum, 653 milyar lira iç borç, 557 milyar lira dış borç nereye gitti? Yoksulluk diz boyu, açlık diz boyu, çöp kutularından bir şeyler toplayıp geçimini sağlayan yüz binlerce kadın var, yüz binlerce çocuk var. Nereye gitti bu para? Sen sormayacak mısın kardeşim? Allah’ın sana verdiği en değerli hazine olan aklını kullanmayacak mısın kardeşim? Bu parayı nerelere harcadınız diye sormayacak mısın kardeşim? Ben sana ne söyleyeyim?
Yönetemiyorlar Türkiye’yi, yönetemezler. Devlet adaletle yönetilir, devlet ahlakla yönetilir, devlet liyakatle yönetilir, devlet bütün vatandaşları kucaklayarak yönetilir, devlet vatandaştan alınan her kuruşun hesabının verilmesiyle yönetilir. Devlet böyle yönetilir. Öyle bir çıkmaza geldiler ki, devlet öyle bir şekilde savruluyor ki, devletin her şeyini dolara bağladılar. Kendi paralarını bile unuttular. Ne diyorlardı? Biz yerliyiz, milliyiz. Ne yerlisi, ne millisi kardeşim, nereden çıkardınız siz bunları?
Bakınız, vatandaşın Türk Lirası hesabı dolar hesabı bankalarda. Hatırlayın bir dönem ne deniyordu? Dolar alan yanacak deniyordu. Şimdi Türk Lirası tutan yanıyor, dolar aldı mı kârdasın. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bankalarından kamu ve özel, mevduatın yarısından fazlası dolar hesabı. Ne demektir bu? Vatandaş hükümete güvenmiyor, vatandaş Erdoğan’a güvenmiyor, vatandaş Cumhurbaşkanlığına güvenmiyor. Zarar ederim diyor, mevduatı dolar olarak tutarsam ancak kendimi korurum diyor.
Peki, ben AK Partili kardeşime sormayacak mıyım? Memleketi bu hale kim getirdi? Dış güçler mi? Dış güçler mi söyledi bu kadar borç alın diye, yoksa sen mi gidip yalvardın bana para ver diye? Dış güçler mi seni aldı Londra’daki bir avuç tefeciye, koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devletini teslim etti, yoksa sen mi yaptın? Son bir yılda, AK Partili kardeşlerimin vicdanına sesleniyorum, ahlakına sesleniyorum, son bir yılda 1 milyon 376 bin kişi işsiz kaldı. İşsizlik nedir biliyor musun kardeşim sen? Senin de çocukların var işsiz, sen de iş arıyorsun, ama gidiyorsun çocuğunu işsiz bırakana oy vereceğim diyorsun. Niye oy veriyorsun kardeşim, niye veriyorsun? Senin çocuğun belki iş buldu, komşunun çocuğu işsiz. Komşunun çocuğu olabilir, amcanın çocuğu işsiz, dayının çocuğu işsiz. Ben senin vicdanına seslenmeyip kime sesleneceğim?
Türk-İş’e göre, Türk-İş Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu, açlık sınırı ne? 2 bin 124 lira. 2 bin 124 lira açlık sınırı. Asgari ücret ne kadar? 2 bin 20 lira. Bizim belediyelerde 2 bin 200 o ayrı, ama resmen bunların belirlediği, AK Parti iktidarının belirlediği asgari ücret 2 bin 20 lira. Açlık sınırının altında asgari ücret mi olur? AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, onların vicdanlarına sesleniyorum, 8 milyon 500 bin kişi asgari ücret ya da onun altında gelir elde ediyor. 6 milyon 700 bin kişi asgari ücret alıyor, 1 milyon 800 bin kişi asgari ücretin altında gelir elde ediyor. Ve bunlar gelir elde ediyorlar, bir gelirleri var hiç değilse bunların, asgari ücretin yarısı bile olsa. Ama 8 milyon 475 bin işsizimiz var. 8 milyon da asgari ücret ve altı vardı, 16 milyon diyelim. 16 milyon kişi doğru dürüst evine ekmek götüremiyor, 16 milyon hane açlık sınırının altında gelir elde ediyor.
Şimdi ben AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, onların vicdanlarına sesleniyorum, onların adalet duygusuna sesleniyorum, 16 milyon hanede babalar çocuklarına harçlık bile veremiyor. Bayrama gireceğiz yarın bayrama, Ramazan Bayramı’na. Bir babaya gelecek çocuğu elini öpecek, dedesinin elini öpecek, harçlık verecek bayram harçlığı. Bayram harçlığı verecek para bile bulamayacak.
AK Partili kardeşim, 17 yıldır yönetiyorlar, 17 yıl! Beylerin bir eli yağda bir eli balda, yoksulluğu çeken sensin. Niçin? İşsizlik diz boyu, sarayda oturan diyor ki herkes iş bulacak diye bir şey yok. Allah aşkına, tam bir kibir abidesi, herkesi aşağılıyor, herkese tepeden bakıyor, ne demek işsizlik diyor. Cami açılışında soruyor kadın, iki üniversite bitirdim diyor, işsizim diyor. Kocan çalışıyor mu? Çalışıyor. Tamam, bitti. İnsaf ya, kibir ya! Kibir olur mu? Vatandaşı bir dinle! Niye işsiz, niye iş arıyor? Geçinemiyor, bunların çoluk çocuğu var, aileleri var.
Bakınız, yine AK Partili kardeşlerime sesleneyim. Hep şundan bahsediyoruz, tarihte işte şurada kuyruk vardı, burada kuyruk vardı vesaire, tarihte olmuştur. Ama cumhuriyet tarihinde ilk kez bu millet soğan ve patates kuyruğuna girmiştir. Bereketli topraklar var kardeşim, denizimiz var, sularımız var, göllerimiz var, barajlarımız var, çiftçilerimiz var, çalışan insan var, gençlerimiz var. 17 yılın sonunda memleketi getirdikleri nokta soğan ve patates kuyruğuna sokmak olmuştur. Ben AK Partili kardeşime seslenmeyip de, kime sesleneceğim? Vicdan sahibi olan insana seslenmeyip de, kime sesleneceğim?
Sadece İstanbul’da 1 milyonu aşkın hanenin ya elektriği kesik, ya suyu kesik, ya doğalgazı kesik. Ben İstanbul’da oy kullanacak olan, 23 Haziran’da oy kullanacak olan İstanbullu kardeşlerime seslenmek istiyorum. Bu 1 milyonu aşkın hanede su akmazsa ne olur Allah aşkına, elektrik kesilirse ne olur? Oradaki çocuklar ne olur, oradaki kadın ne olur? Ben AK Partili kardeşlerimin vicdanına seslenmeyip de, kimin vicdanına sesleneceğim? Siz düşünmeyeceksiniz de kim düşünecek? Oy verdiniz, verdiğiniz oya ihanet ediyorlar, verdiğiniz oya ihanet edenin arkasından niye gideceksiniz? Yoksulluğu bitireceğiz dediler, yoksulluk bitmedi, diz boyu.
Bakın size bir fotoğraf, İstanbul’dan. Bu anneler ne istiyor biliyor musunuz? Çocuklarının uyuşturucudan kurtulmasını istiyorlar. Bu anneler az önce sözünü ettiğim o fakir fukara anneler yol kapatıyorlar, uyuşturucudan bizi kurtarın diyorlar, çocuklarımızı kurtarın diyorlar. Kime söylüyorlar? Sarayın kibirli abidesine söylüyorlar. Onun umurunda mı? Asla onun umurunda değil, asla onun umurunda değil! Ve bizler aklımızı kullanacağız.
Peki, Ekrem İmamoğlu ne yaptı? İlk yaptığı işlerden birisi, uyuşturucuyla ilgili bir komisyon kuralım dedi. Uyuşturucudan İstanbul’un çocuklarını kurtaralım dedi, reddettiler. AK Partili kardeşlerime sesleniyorum, sizin vicdanınıza sesleniyorum, 17 yıldır yönetiyorlar, peynir ekmek gibi satılıyor bunlar, fakir ailelerin çocuklarını buluyorlar, yoksul ailelerin çocuklarını buluyorlar. Önce uyuşturucuya alıştırıyorlar, sonra onları satıcı olarak kullanıyorlar.
Peki, 17 yıldır bu memleketi kim yönetiyor? Dış güçler mi bunu yapıyor? Beka sorunu diyorsanız budur, çocuklarımızın geleceğini çalıyorlar. Peki, AK Partili kardeşlerim bunun ne kadar farkında? Ben onların vicdanına seslenmeyip de, kimin vicdanına sesleneceğim?
Yasaklarla mücadele edeceğiz dediler, düşünce özgürlüğünün önündeki bütün engelleri kaldıracağız dediler. Hapiste yazar mı olur, hapiste gazeteci mi olur, hapiste siyasetçi mi olur dediler? Bunlar darbe dönemlerinde olmuş dediler. Doğru mu? Doğru. Darbe dönemlerinde oldu mu? Oldu. Üniversitelerden yüzlerce akademisyen atıldı mı? Atıldı. Gazeteciler hapse atıldı mı? Atıldı. Yazarlar atıldı mı? Atıldı. Aydınlar atıldı mı? Atıldı. Avukatlar hapse atıldı mı? Atıldı. Peki, AK Partili kardeşim, elini vicdanına koy, bugün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hapishanelerinde milletvekilleri var mı? Var. Yazarlar var mı? Var. Avukatlar var mı? Var. Öğrenciler var mı? Var. Kim yok Allah aşkına? Yetmiyor, fabrika yapacaklarına yeni hapishaneler yapıyorlar. Bir de diyorlar ki, daha modern hapishaneler yapacağız size. Millet fabrika istiyor kardeşim, hapishane değil.
Ben AK Partili kardeşimin vicdanına seslenmeyip de, kimin vicdanına sesleneceğim? Sen düşünmeyeceksin de, kim düşünecek? Aklı kullanacaksak, mantığımızı kullanacaksak, bu memleketin huzurunu ve selametini sağlayacaksak, bu gidişe dur dememiz lazım, bu gidiş doğru bir gidiş değildir. Üstelik hapishanede parası olanlar çıkıyor; parası olan, dayısı olan... Erdoğan’ın avukatını tutan kesin çıkıyor, hiç dava bile açılmıyor, savcı iddianame bile düzenlemiyor. Ama onun için 1 milyon dolar, 2 milyon dolar paraya ihtiyaç var. Fakir nereden bulacak bunu, gazeteci nereden bulacak bunu, avukat nereden bulacak bunu, sanatçı nereden bulacak bunu? Dürüst, düzgün, namuslu milletvekili nereden bulacak bunu? Onlar çıkıyorlar, onların dayıları var.
Eren Erdem tam 333 gündür hapiste boşu boşuna. Füsun Üstel akademisyen, haksız bir şekilde hapiste yatıyor. Niçin? Vay sen misin barış isteyen. Barış istedi diye bir insan hapse mi atılır, barış istedi diye bir insan üniversiteden mi atılır? Sizin Kenan Evren’den ne farkınız var? O da attı1402’likler vardı, sen de attın aynı şey. Ayşe Düzkan gazeteci, 29 Ocak’tan beri hapiste. Osman Kavala tam 574 gündür hapiste, iddianamesi düzenlendi, saçma sapan bir iddianame. Bekliyoruz ne zaman hâkimin karşısına çıkacak? Ahmet Altan 978 gündür, Nazlı Ilıcak 1030 gündür, askeri öğrenciler de zaten uzun süredir hapisteler değerli arkadaşlarım.
Ve AK Partili kardeşlerime seslenmek isterim. Elinizi vicdanınıza koyun, 17 yılı şöyle bir düşünün. Çekilin bir odaya, odanıza çekilin, oturun şöyle bir. Bu genel başkan acaba yanlış mı doğru mu söylüyor diye bir düşünün veya düşündüklerimi, size ifade ettiklerimi bir tarafa bırakın ve oturun bir odada  başınızı iki elinizin arasına alın ve deyin, bunlar 17 yılda Türkiye Cumhuriyetinin hangi sorununu çözdüler? Bu devletin hangi sorununu çözdüler? Eğitim sorununu çözdülerse, bak çocukların okula nasıl gidip geldiklerine. Bak bakalım, herkes şikâyetçi. Baba olarak ilgilenmediysen eşine sor. Eşin bir şekliyle bilir çocuklarının okulda hangi zorluklarla karşılaştıklarını. Ekonomiyi sor bakalım, işsizlik yoksulluk hayat pahalılığı enflasyon, mutfakta yangın var kardeşim. Sor, nedir bu diye.
İstiyorsan işsizliği sor, 8 milyonu aşkın işsiz arkadaşlar, 8 milyon! Bayrama giriyoruz. Sor, dış politikayı sor. Dış politikada hangi başarımız oldu Allah aşkına. Suriye’ye silah gönderdiler Müslümanlar birbirini öldürsün diye. Niye gönderdin kardeşim sen? Senin Suriye bataklığında ne işin var, Ortadoğu bataklığında ne işin var? Gelen her şehidin günahı senin boynuna değil mi? Bir düşün kardeşim, ne işin var senin orada?
Mustafa Kemal’in güzel bir kuralı vardı “yurtta sulh, cihanda sulh” güzel bir kural. Bütün komşularla bizim aramız iyiydi, bir sorunumuz yoktu, hiçbir komşumuzla sorunumuz yoktu. Şimdi bıraktılar, Libya’ya silah gönderiyorlar. Niçin? Libya’da Müslümanlar birbirini öldürsün diye. Kim gönderiyor? Yine bunlar gönderiyorlar. Yazık günah değil mi değerli arkadaşlarım.
Bizim güzel bir atasözümüz var “ev alma komşu al” deriz. Niye komşularla aramız iyi olsun? Bütün komşularla aramız iyiyse huzur içinde yaşarız. Komşularla aranız kötüyse, memlekette huzur olmaz. Bunlar atasözlerini dahi unuttular. Kendi geleneklerini unuttular, örflerini unuttular, adetlerini unuttular.
Bakın Ramazan ayında Suriye’de kan akıyor, Libya’da kan akıyor, Yemen’de kan akıyor. Dünya coğrafyasında birbirini öldürenler sadece Müslümanlar. Niçin? Oysa eskiden Türkiye’nin şöyle bir rolü vardı. Türkiye bütün bu coğrafyanın en önemli aktörüydü. İslam dünyasında bir sorun çıktığı zaman gelir Türkiye’ye danışırlardı, Türkiye’yle oturur konuşurlardı. Irak İran savaşında, hiç kimse unutmasın, özellikle AK Partili kardeşlerim unutmasın. Irak İran savaşı 10 yıla yakın sürdü. İran’daki Irak temsilcisi bizim büyükelçimizdi. İran’da Irak’ı bizim büyükelçi temsil ederdi. Irak’ta da İran’ı Türkiye Cumhuriyeti Devletinin büyükelçisi temsil ederdi. İki devlet Türkiye’ye güveniyorlardı. Şimdi nereye geldik? Hep söyledim, dış politika millidir, dış politika iç politikaya malzeme edilmez. Ama bunlar bunu da yapmadı. Peki, ben AK Partili kardeşime seslenmeyip de kime sesleneceğim? AK Partili kardeşim düşünmeyecek de, kim düşünecek?
Damat ha bire dengelemeden söz ediyor. Ne dengelemesi Allah aşkına? Milletin dengesi kalmadı kardeşim, vatandaşın dengesi kalmadı, adaletin dengesi kalmadı, hangi dengeden bahsediyorsun? Sizin dengeniz maşallah yerinde, enseniz kalın. Vatandaştan vergiyi toplayıp istediğiniz gibi harcıyorsunuz.  Ben AK Partili kardeşime seslenmeyip de kime sesleneceğim? Otur kendi bütçene bak, geçen yıl pazara gittiğinde ne alıyordun, bu yıl pazara gittiğinde ne alıyorsun bir bak. Geçen yıl elektriğe ne ödüyordun, bu sene ne ödüyorsun bir bak bakalım.
Daha neler duyacağız, daha neler duyacağız! Tövbeyi bile şarta bağladılar. Vallahi tövbeyi bile şarta bağladılar. Akıl var mantık var! Numan Kurtulmuş diyor, “önce 23 Haziran’a geçirelim, ondan sonra gerekirse siyasi bakımdan tövbe istiğfar ederek yanlışlarımızdan kurtulacağız” diyor. Yani eğer 23 Haziran’dan önce tövbe etmeyecek, günaha devam. Çünkü kul hakkı yediler, Ekrem İmamoğlu’nun hakkını yediler.  
Tövbe için Allaha şart koşuyorlar. Allah bunları affetsin, ne diyeyim ben başka? Söyleyecek bir laf bulamıyorum.
Hepinize en içten selamlar saygılar sunuyorum.”

Gündem'den Öne Çıkan Haberler