19.11.2021

CHP GENEL SEKRETERİ BÖKE: “TL’DE YARATTIKLARI DEĞER KAYBI REKABETÇİ BİR KUR POLİTİKASI DEĞİL, İSTİKRARSIZLIĞIN, GÜVENSİZLİĞİN, YOKSULLAŞTIRMANIN KUR POLİTİKASI”

CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, iktidarın ülkeyi derin ve çok boyutlu bir krize sürüklediğini söyleyerek, “Türk Lirasında yarattıkları değer kaybı, rekabetçi bir kur politikası değil, istikrarsızlığın, güvensizliğin, yoksullaştırmanın kur politikasıdır. Buradan rekabet gücü çıkmaz; rekabet gücü ucuzlatılan parayla olmaz, nitelikli üretim yapmakla, yatırım yapmakla olur” dedi.
CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Ticaret Bakanlığı ile ilgili kuruluş bütçelerine ilişkin görüşmelerde konuştu.
Ülkemizin derin ve çok boyutlu bir krizin içerisinde, günden güne de derinleşen bir ekonomik buhranı çok keskin bir biçimde yaşadığımızı vurgulayan Böke, “Hem iç ticarette hem dış ticarette, hem üretici açısından hem esnaf açısından hem de tüketici açısından hemen hemen her alanda derin ekonomik buhranı gösteren göstergeler karşımıza çıkıyor. Herkes istikrarsızlıktan mağdur. Kiminle konuşsak ekonomide yaşanıyor olan istikrarsızlığın derin bir buhran yarattığını anlatıyor bize… Farklı illerde ticaret ve sanayi odalarıyla görüşmeler yapıyoruz; size de tavsiye ederiz. Dış ticaret yapan şirketler açısından fiyat verme zorluğunu, herkes ifade ediyor. Bütün kesimler, Türk lirasındaki büyük değer kaybı ve derin istikrarsızlık nedeniyle artık ürüne fiyat biçemez hâle geldiklerini söylüyorlar. Küresel şirketlerle iş yapanlar, eskiden senelik fiyat verebiliyorken son üç dört senede fiyat değiştirme sıklıklarının altı aya indiğini, güncel dönemde üç aylık vadeyle dahi fiyat vermekte zorlandıklarını ifade ediyorlar” dedi.
Birçok sektörde ticaretin durma seviyesine geldiğini belirten Böke, Özellikle ithal girdi kullanıyor olan üreticiler, doların nereye gideceğini bilmediklerini, ona bağlı olarak da maliyetlerini artık hiç öngöremediklerini yani maliyetlerin nereye kadar çıkacağına dair bir öngörü oluşturamadıklarını, böyle olduğu için de vadeli satış yapamadıklarını ifade ediyorlar. Bu, ticaret açısından büyük bir istikrarsızlığa işaret ediyor. İnşaatta taşyünü, alçı gibi malzemelerin üreticilerinin daha önce verilmiş olan siparişleri iptal ettiği, paraları alıcılara iade ettiği haberleri geliyor. Yetmez, 4 bin liralık malzemeyi satmak istemeyen esnafla karşılaşıyoruz. Satmak istemiyor çünkü korkuyor, "Satarsam bu ürünü yerine geri koyamam." endişesi yaşıyor. Tekstil sektörü... Tekstil sektöründe faaliyet gösteren bazı iş insanları kurun nerede duracağını öngöremediklerini, bu koşullarda da vadeli satış yapmanın zarara yol açacağını, dolayısıyla da satışı durdurduklarını söylüyorlar” diye konuştu.
Böke konuşmasında şunlara değindi:  
İKTİDARDA OLMAK, İŞİ ALLAH'A HAVALE ETMEDEN SORUMLULUĞU ÜSTLENMEKTEDİR
“Tüketici için de durum farksız, günlük olarak raflarda fiyatlar artıyor; ya, derin bir ekonomik buhran hâli var. Yine aynı il ziyaretlerinde rastgele konuştuğumuz esnaf diyor ki: "Artık, elle dahi fiyat yazmıyoruz çünkü gün içerisinde fiyatları değiştirmemiz gerekiyor." Elle dahi raftaki ürüne fiyat yazamaz hâle gelmiş esnaf, fiyatı değiştirmeye yetişemiyor, halkın da dükkâna ayak basacak gücü kalmamış, alım gücü öyle bir erimiş ki... Milyonlar işsiz, TÜİK ve İŞKUR'un işsizlik verileri arasındaki çelişki bir tarafa -buna rağmen- TÜİK diyor ki: Gerçekte, Türkiye'de şu anda 8 milyon insanımız işsiz.
Asgari ücret açlık sınırının altında, milyonlar asgari ücrete mahkûm edilmiş, iktidarın milletvekilleri işi Allah'a havale ediyor; iktidarda olmak, işi Allah'a havale etmeden sorumluluğu üstlenmektedir, bu görevi yerine getirmek konusunda adım atmaktır. Şimdi, halk, işsizlikle ağır bir gelir kaybı yaşıyor, markete, pazara gittiğinde fiyatlar anlık değişiyor; korunaksız bir biçimde kaderine terk edilmiş halk. Enflasyon resmî rakamlara göre yüzde 20, halka sorduğunuz zaman "En az bunun 2 katını hissediyoruz." diyor. Şimdi bu gerçekler yokmuş gibi hareket ederek bütçe tartışılamaz.
Pandemi, dijitalleşme, iklim krizi, hepsi üretim biçimlerini değiştiriyor ve üretimin coğrafyasını değiştiriyor; off-shoring'den "re-shoring"e, "near-shoring"e bir geçiş olduğu tartışılıyor, yakın coğrafyalarda üretmenin avantaj olduğu dolayısıyla rekabetin coğrafya üzerinden yapılabileceği, ucuza üretme kaygısı yerine coğrafi konumun gücünü kullanmanın doğru zaman olduğuna işaret eden bir değişim yaşanıyor dünyada. Siz ise diyorsunuz ki: "Kur marifetiyle rekabet gücü yaratacağız. Bunun adı "rekabetçi kur politikasıdır”. Her şeyden önce, Türk lirasında yarattığınız değer kaybı sizin iddia ettiğiniz gibi rekabetçi bir kur politikası değil; bilakis, istikrarsızlığın güvensizliğin yoksullaştırmanın kur politikası bu. Buradan rekabet gücü çıkmaz; rekabet gücü ucuzlatılan parayla olmaz, nitelikli üretim yapmakla yatırım yapmakla olur. Bunun bir istikrarsızlıktan kaynaklı kur kaybı olduğu, CDS risk primlerine bakınca anlaşılıyor. 2016-2018 arasında beş yıllık CDS "spread"leri 250 civarında fiyatlanırken 2018 Haziranından bugüne kadar 350-400 bandına oturdu. Neden? Çünkü güven duyulmuyor. Yani Türk lirasındaki değer kaybı bir rekabet gücü olduğu için ortada değil bilakis ülkenin rekabet gücü eritildiği, bile, isteğe siyasi tercihlerle güvensizlik yaratıldığı için Türk lirası değer kaybediyor”
TÜRK LİRASINI SAVUNMASIZ BIRAKTINIZ 
“Bir ekonominin parasına güven duyulmazsa o ülkenin rekabet gücü zaten olamaz dolayısıyla ilk yapılması gereken şey bu güveni oluşturmaktır. Yani net rezervlerimiz çok uzun süredir eksi düzeyde, Merkez Bankasının kuru müdafaa edebileceği araçlar ortadan kalkmış, faiz talimatla belirleniyor, uluslararası rezerv politikası bir protokolle Hazineye devredilmiş, zaman içerisinde 128 milyar dolar yok edilmiş. Şimdi, bunun sancıları yaşanıyor ve bu yaşanan sancılar karşısında savunmasız bırakılmış olan Türk lirasına "Rekabetçi güç" diye pazarlamaya çalışıyorsunuz. Adını koyalım; Türk lirası savunmasız bırakıldığı için güven duyulmuyor, güven duyulmayan paranın ekonomisinden rekabetçi bir güç çıkarmak mümkün değil” 
PARAMIZ DEĞERSİZLEŞTİKÇE DAHA FAZLA MAL SATAMIYORUZ, AKSİNE YABANCININ PAZARLIK GÜCÜ ARTIYOR 
“Gelinen noktada ihracatçılar da "Değersiz Türk lirası aramıyoruz, istikrarlı bir para arıyoruz." diyorlar. Özellikle, ithal girdi maliyetleri yüksek olan üreticiler bu oynaklıktan çok mağdurlar, yurt dışından müşterilerinin de fiyat düşürmek konusunda kendilerine baskı yaptığını söylüyorlar. Yani iddia ettiğiniz gibi paramızı ucuzlatarak dışarıya daha iyi mal satamıyoruz. Paramız değersizleştikçe yabancının pazarlık gücünü arttırıyoruz.
Bu politikalar sonucunda rekabetin artmadığını veriler de gösteriyor.  Dış ticaret haddi 1 birim ihracat yaptığımızda karşılığında kaç birim ithal ürün alabildiğimizi gösteriyor. Yani eğer 1'in üzerindeyse ya da endeks olarak 100'ün üzerindeyse o zaman güçlü bir ticaret haddiniz var anlamına geliyor. Bugün 0,88; 1 birimlik ihracat yapıyorsunuz karşılığında 1 birimden az 0,88 birimlik ithalat yapabiliyorsunuz ancak. Dış ticarette göreli olarak konumumuz zayıflıyor. Yani göreli olarak pahalıya alıyoruz göreli olarak ucuza satıyoruz. Buradan rekabetçilik falan çıkmaz.”
Açıkça yoksullaştırıcı, istikrarsızlığı doğuran bir krizin yansıması olan bir kur politikası var. Buradan rekabet gücü çıkmaz.”
TÜRK LİRASININ DEĞER KAYBINA YOL AÇAN ŞEY DÜZENİN TA KENDİSİ 
“Bugün Türk lirasının değer kaybına yol açan şey düzenin ta kendisi. Yıllarca paralar ranttan yana kullanıldı; gelir yaratmak için kullanılmadı. Borç ödeyebilme kapasitemiz eridi. Hukuksuzlukla demokrasinden uzaklaşılarak hesap verilebilecek bütün ortamlar ortadan kaldırıldı. Dolayısıyla da Türk lirasına güven, sizin siyasi tercihleriniz nedeniyle eridi. Türk lirasına güven eridiği için de değeri eridi. Ticaretin canlanabilmesi için değişiklik ne olmalı?"Keyfiliğin yerine hukukun gelmesi gerekiyor, şahısların yerine kurumların gelmesi gerekiyor, rantın yerine üretimin gelmesi gerekiyor. Bunu yapar mısınız? Yapmazsınız. Yapmayacağınız için bu düzenin ortaya çıkardığı sonucu halka pazarlamaya çalışıyorsunuz  
Dünyada teknoloji çok hızlı gelişiyor. Öyle ki dünya, sanayi 4.0 ve dijitalleşme kapsamında artık üretimde otomasyon ve robotlar nedeniyle ucuz emek gücüne ihtiyaç kalmayacağını tartışıyor. Dolayısıyla bütün ülkeler vatandaşlarını bu değişimden koruyacak modellere geçişi tartışıyor. Oysaki sizin önerdiğiniz model ne? Ucuz emek gücüne dayalı bir ihracat modeli öneriyorsunuz. Yani diyorsunuz ki: "Dünyada teknoloji değişecek, bütün ülkeler bu teknolojik değişimin paydaşı ve parçası olacak ve vatandaşlarına otomasyon karşısında mağdur etmeyecek politikaları yapacak ama biz kendi vatandaşımızı sömürülen, ucuz emek gücü olarak görülen, teknolojiden faydalanmayan bir karanlığa hapsedeceğiz
Uluslararası çalışmalar diyor ki: Ucuz işçi maliyeti düşürme arayışıyla ticarette bağ kurmaya çalışan şirketlerin sayısı zaman içerisinde azaldı. 2005'te bu ticaretin yüzde 55'i özellikle emek yoğun imalat sanayisinde ucuz emek gücü peşinde koşuyormuş. Çalışma 2017'de bu rakamın yüzde 43'e düştüğünü gösteriyor yani dünyada ticaret yapanlar ucuz emek gücü aramıyor artık.
Türkiye'nin de dâhil olduğu pek çok uluslararası akademik çalışma esasında yerel parayı değersizleştirerek cari açığın düzeltilemediğini dolayısıyla da bir kalkınma öyküsünün yazılamadığını gösteriyor. Bilimin söylediğini dinlemenin vakti geldi, bilimle kavga ediyor olmanın maliyetini ödüyoruz şu anda. Bilim diyor ki: "Paramızı değersizleştirerek cari açığı kalıcı olarak düzeltmemiz mümkün değil."
Bir yandan "Yüksek katma değerli ihracat hedefi yapacağız." diyorsunuz bir yandan da "Ucuz emek gücüne dayalı bir iş yapacağız." diyorsunuz. Şimdi kura bağlı rekabet gücü yaratma stratejisinin en büyük tehlikesi; firmaların verimlilik ve teknoloji arayışından vazgeçmesidir, firmaları günü kurtarmaya itmesidir yani yenilikten, teknolojik atılımdan, verimlilik artışından, rekabet etme dürtüsünden vazgeçiriyor olmasıdır.  Ucuz emek ve kura bağlı bir ihracat stratejisiyle ihracattan yenilik, Türkiye'ye de refah içerisinde kalkındığı bir gelecek hikâyesi çıkmaz.”
TEMİZ TİCARET İÇİN ÖNCE EVİN İÇİNİ TEMİZLEYİN 
Bir enflasyon sorunu var, Merkez Bankası, enflasyonu düşürmek yerine diyor ki Ticaret Bakanlığına: "Sopayı eline al ve sen baskı yoluyla bu fiyatları düşür." Kimi zaman soğan depoları basılıyor, patates depoları basılıyor, tanzim çadırları kuruluyor, şimdi zincir marketler -kim büyüttüyse- sorumlu tutuluyor. Şimdi, bu çerçevede fiyat denetim ekipleri... Enflasyonla mücadele böyle yapılmaz, enflasyonla mücadele yapacak kurum belli; ticaretin önünü açacak, rekabetin haksız olmadığını güvence altına alacak, yolsuzlukla, haksızlıkla rekabet gücü elde edilmesine engel olacak olan kurum sizsiniz. O zaman evden başlamak gerekiyor. Hatırlayın, 20 Nisan 2021'de Ticaret Bakanlığına o zamanın Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan'a ait bir dezenfektan satışı gerçeği ortaya çıktı. Bakanlık bu alışverişi kabul etti ve Bakanlığa, piyasa fiyatının üzerinden bir fiyatla, Bakanın satış yaptığı gerçeği ortaya çıktı. Tüketiciyi koruması gereken, haksız rekabete engel olması gereken, yolsuzlukları durdurması gereken Bakanlık bu konuda hiçbir şey yapmadı; Bakan affedildi ve üzeri örtüldü. Mecliste, ısrarla, temiz ticaret için önce evin içini temizleyin diyen bir kararlılıkla önce araştırma komisyonu kurulması için önerge verdik, ardından soruşturma açılması için önergeyi imzaya açtık ama rekabetin önündeki engel, büyük bir sessizlikle, Ticaret Bakanlığının içerisinden izleniyor. 
EKONOMİK BUHRAN YOKMUŞ GİBİ DAVRANDIĞINIZ HER GÜN BUHRAN DAHA DA DERİNLEŞİYOR
“Son olarak, bu bütçe var olan düzeni devam ettirme bütçesi; var olan düzen derin bir ekonomik buhran yarattı. Bu buhran yokmuş gibi, Türkiye'de milyonlar işsiz değilmiş gibi, esnaf kan ağlamıyormuş gibi, üretici ithal maliyetler altında ezilmiyormuş gibi davrandığınız her gün, derin bir buhranda hep birlikte ortaklaşıyoruz. Çözülebilmesi için düzenin değişmesi gerekiyor, düzenin değişmesi için iktidarın değişmesi gerekiyor; bunu da biz yapacağız. Bir sonraki bütçede bunları biz tartışıyor olacağız”
 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler