27.04.2023

CHP Lideri ve Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Sözcü TV “Liderler Özel” Canlı Yayınına Katıldı

26 Nisan 2023

CHP Genel Başkanı ve Millet İttifakı Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu, Sözcü TV Liderler Özel canlı yayınına konuk oldu; gazeteciler Saygı Öztürk, Simge Fıstıkoğlu ve Deniz Zeyrek’in sorularını yanıtladı.

Simge Fıstıkoğlu- Türkiye, tarihinin en kritik seçimlerinden biri için geri sayıyor. Evde, ofiste, sokakta, toplu ulaşımda, her yerde istisnasız 14 Mayıs’ta gerçekleştirilecek seçim konuşuluyor. Biz de bu akşam seçime geri sayım sürerken Millet İttifakının Cumhurbaşkanı Adayı, CHP’nin Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nu ağırlıyoruz. İyi akşamlar, Ankara’dayız, CHP’nin Genel Merkezindeyiz. Yanımda Sözcü Medya Grubu Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk ve Sözcü Gazetesi Yazarı Deniz Zeyrek var ve elbette Sayın Kemal Kılıçdaroğlu da bizimle birlikte.

Efendim hoş geldiniz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Teşekkür ederim.

Simge Fıstıkoğlu- Hoş bulduk.

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet sizler de Genel Merkezimize hoş geldiniz.

Simge Fıstıkoğlu- Çok teşekkür ederiz. Eğer hazırsanız hemen başlayalım.

Kemal Kılıçdaroğlu- Bence bir sakıncası yok, başlayalım.

Simge Fıstıkoğlu- Başlıyoruz. Sayın Genel Başkan, ben ilk olarak dün akşam Sayın Cumhurbaşkanının katıldığı yayında, muhakkak denk gelmişsinizdir, sonrasında zaten geçmiş olsun dileğinizi de paylaştınız, rahatsızlanmasıyla ilgili ve sonrasında herhangi bir görüşmeniz olup olmadığıyla ilgili sormak isterim. Bugün bir teşekkür mesajı paylaştı Twitter hesabında. ‘Aziz Milletimize teşekkür ederim’ minvalinde konuştu ancak muhalefet liderlerine özgü bir şey söylemedi. Ne söylemek istersiniz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Onu şöyle yorumlamak lazım. Biz de milletin bir parçasıyız. Olumsuz yorumlamıyorum kişisel olarak. Ben rahatsızlığını duyduğum andan itibaren bir Tweet ile geçmiş olsun dileklerimi ilettim.

Simge Fıstıkoğlu- Sizinle birlikte aslında neredeyse tüm muhalefet liderleri, Cumhurbaşkanlığı seçiminde rakibi olan hemen herkes hatta herkes hemen değil geçmiş olsun dileğini paylaştı.

Kemal Kılıçdaroğlu- Simge Hanım, siyaset ayrı, insanların sağlığı ayrı. Biz siyaseten rakip olabiliriz ama sonuçta rakiplerimizin de sağlıklı olmasını, iyi olmasını isteriz tabi yani. Olması gereken de bu zaten.

Deniz Zeyrek- Bir tavsiyeniz var mı Sayın Cumhurbaşkanının sağlığıyla ilgili? Sonuçta siz de kampanya yürütüyorsunuz o da. Şunlara dikkat edin.

Kemal Kılıçdaroğlu- Yok. Mutlaka yani doktorlar ilgileniyorlardır, yapılması gerekeni doktorlar yapıyorlardır. Tabi doğal olarak da doktorların söylediğine uymak gerekiyor, kural o.

Simge Fıstıkoğlu- Bugünü istirahatle geçirdi ama görüşmeniz olmadı anladığımız kadarıyla?

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet.

Saygı Öztürk- Efendim meydan meydan dolaşıyorsunuz. Daha önceden de böyle daha böyle esnafı dolaşırdınız, dükkan dükkan dolaşırdınız. Zaten onu başından beri yaptınız, yine böyle işyerlerini dolaşarak vatandaşların derdini dinleyerek. Şimdi de meydanlarda… Meydanların dili nasıl efendim, nasıl okuyorsunuz şimdi meydanları? Daha önceden de gittiniz, daha önceden de önceki mesela 2015 seçimlerinde falan da yine değişik vaatlerde bulundunuz. Ben hatırlıyorum mesela Kırklareli’de işçi emeklilerine maaş verilmesi, bayram ikramiyesi verilmesi gibi. Şimdi mi daha çok ilgi görüyor anlattıklarınız o zamanla karşılaştırdığınız zaman? Nasıl görüyorsunuz efendim meydanların dilini?

Kemal Kılıçdaroğlu- Saygı Bey şöyle… Yaklaşık 2-2,5 yıldır ben daha önce pek çok ile giderdim. O ilde esnaf ziyaretleri yapardık. Aynı zamanda iki veya üç özel toplantı yapardım medyaya kapalı. Bunlardan birisi gençlerle ilgiliydi. Gençler her türlü soruyu soruyordu, arzu ettikleri soruları ben de yanıtlıyordum. İkincisi, kanaat önderleriyle ilgili bir toplantıydı. Kanaat önderleri CHP’ye mesafeli ama toplumun saygın kişileriydi. Bunlar genelde 20-25 kişilik gruplar halinde. Onlarla otururduk, yaklaşık 2,5 - 3 saat, bazen 4 saatlik görüşmelerimiz olurdu. Çünkü onlar kafalarında CHP ile ilgili tereddütleri varsa veya bizim aksaklığımız veya bizim kusurumuz veya bizim yanlışımız onlara göre varsa soruyorlardı. Ben de büyük bir samimiyetle yanıtlıyordum. Daha sonraki aşamada hem bu kanaat önderleri toplantılarını dar çerçevede, kadınlarla ilgili, bazen sadece kadınların katıldığı toplantılar yapardık. Sonra bu toplantılar tabi doğal olarak 2 – 2,5 yıl sürdü. Şimdi artık seçim tarihi belli olduğu için çok daha geniş kitlelere ulaşmamız gerekiyor, kendi vaatlerimizi aktarmamız gerekiyor. Bunun için de iki yolumuz var. Bir; benim belli aralıklarla çektiğim videolar ve bunun sosyal medyada yayınlanması. İkincisi de doğrudan doğruya halkla yüz yüze gelerek. Ben, diğer siyasi parti liderleri, iki Cumhurbaşkanı Yardımcımız daha var Ekrem Bey ve Mansur Bey, bunlarla beraber alanda bir şekliyle geniş kitlelerle birlikte oluyoruz.

Vaatlere gelince. Geçmişteki vaatlerimizin bir kısmı yerine geldi. Örneğin emeklilere iki maaş ikramiye verilmesi gibi. İstediğimiz miktarda değildi ama düşük de olsa geldi. Taşeron işçilerin kadroya alınması gibi. Pek çok vaatlerimiz, önce olmaz dediler ama sonra gerçekleşti. Şimdi vaatlerin daha dikkatle dinlendiğini görüyorum. Örneğin emeklilere Kurban Bayramı’nda 15 bin lira bankadaki hesaplarına para yatıracağımızı söylemem, Şanlıurfa’da güneş enerjisinden yararlanmayı ve çiftçilere elektriği ücretsiz vermeyi. Hatta itiraz ettiler, yapamazsın falan diye. Bizim Denizli Bozkurt Belediye Başkanımız yaptı, gayet güzel çiftçilere ücretsiz veriyor. Aynı şekilde Antalya Büyükşehir Belediyemiz de yaptı. 2,5 milyon taşlık arazi var. O taşlık arazide güneş panelleri getirirsiniz, güneş enerjisinden yararlandırırsınız. Bu tabi bir kooperatif şeklinde olacak. Çiftçiler kooperatif üyesi olacak. Ticaret borsası da kooperatifin yönetiminde olacak. Dolayısıyla güneşten elektrik elde edeceksiniz, çiftçiye ücretsiz vereceksiniz. Artan kısmını enterkonnekte sistem içinde satacaksınız. Ayrıca kooperatif buradan gelir elde edecek. Yani bırakın elektriğe para vermeyi hem gelir elde edeceksiniz, hem ücretsiz kullanacaksınız bunu. Bununla ilgili projeleri dillendiriyorum. Ben Şanlıurfa için söylemiştim ama başka bir ile gittiğimde, batıya, bizim için niçin düşünmüyorsunuz diye yani sadece Şanlıurfa mı, bizim için de yapın diye söylediler. Yapacağız bunu Türkiye genelinde. Türkiye, güneş enerjisi açısından Avrupa’nın ikinci avantajlı ülkesi. Biz güneşin sıcaklığından olağanüstü bir avantaj sağlayabiliriz.

Saygı Öztürk- Efendim bu liderler arasında tabi bir seçim ortamı, bir gerilim var ama sizi en çok üzen bir süreçte ne oldu? Sizi en çok kıran ne oldu efendim liderlerin açıklamalarından?

Kemal Kılıçdaroğlu- Üzen?

Saygı Öztürk- Üzen.

Kemal Kılıçdaroğlu- Şöyle, liderler doğal olarak kendi tabanlarının sesini dinlemek zorundadırlar. Bir araya gelirler. Biz de bir araya geldik. Altı lider mi yoksa bütün liderler için mi?

Saygı Öztürk- Bütün liderler açısından söylüyorum. Meydanlarda çünkü karşılıklı konuşmalar oluyor.

Kemal Kılıçdaroğlu- Doğrusunu istersiniz, iktidarda olan bir partinin topluma mesajlarının daha sıcak ve daha kucaklayıcı olmasını isterdim. Fakat ayrıştırıcı bir dil kullanılması ve bu dilin toplumun değişik kesimlerine daha sert biçimde yansıması… Sadece toplumda ayrışma değil, medya dünyasındaki ayrışmayı görüyorsunuz. Sivil toplum örgütlerindeki ayrışmayı görüyorsunuz, sendikalardaki ayrışması görüyorsunuz. Tamamen kutuplaşan ve birbirini düşman gibi gören bir anlayışın egemen olması beni en çok üzen olay. Oysa biz insani olarak bir araya oturup pekâlâ tartışabiliriz. Niye tartışmayalım? Benim de hatam varsa söyleyebilirler. Ben de onların eksiklikleri, hataları varsa söyleyebilirim. Yani halkın hakemliğinden korktular. Halkın hakemliği nasıl olur? Bir futbol maçı nasıl olur? İki takım oynar hakem vardır ve herkes hakemin kuralına uyar. Dolayısıyla halkın hakemliğinden çekindiler. Bunu başka türlü yansıttılar topluma. Toplumda ayrışmayı, kutuplaşmayı gündeme getirdi. Kutuplaşmanın iktidara verdiği şöyle bir avantaj oldu, ne yaparsa haklıdır. Çünkü artık başka bir şey dinlemek istemiyordu o kutuplaşmada, belli bir taraf iktidar sahipleri ne yapsa haklıdır diye. Yanlışlar da alkışlandı. Ekonominin bu pozisyona gelmesi de gene o alkışların sayesinde oldu. Oysa bir politikacının en çok sağlıklı ve tutarlı eleştiriye ihtiyacı var. Çünkü eleştiri geldiği zaman en azından kendi eksiğini, kendi hatasını görebilir ve onu düzeltmeye çalışabilir, düzeltebilir.

Bir de şu var tabi, o da çok önemli, siyasi liderlerin kavga etmemesi lazım. Yani hepimizim ortak amacı ne? Ülkeye hizmet etmek. Ülkeye hizmet etmekse iyilikte yarışmalıyız. Niye kavga ediyoruz? Kavganın bir nedeni yok ki. Dolayısıyla bu çerçevede de kavga, kullanılan diller, ondan sonra toplumun ayrışması, toplumun kutuplaşması, yanlış politikaların belli bir kesim tarafından ısrarla takip edilmesi. Öyle bir noktaya gelindi ki, iktidar sahipleri bu yanlışlığı sadece kendi dünyalarında ve sadece topluma yansıtmakla kalmadılar, devletin kadrolarına da yansıttılar. Görüyorsunuz, vali devletin valisi değil hükümetin valisi. Oysa vali, devleti temsil eder. Büyükelçiler… En son Kıbrıs’a atanan büyükelçi, açık açık iktidar partisinin propagandasını yapıyor. Oysa onun tabi olduğu kanun, Devlet Memurları Kanunu, 657 sayılı. Adı üstünde Devlet Memurları Kanunu. İktidar memurları kanunu demiyor ki, ya da siyasi parti memurları kanunu demiyor ki. Devlet memuru. Polis devlet adına görev yapar, vergi dairesi müdürü devlet adına görev yapar, vali devlet adına görev yapar. Beni temelde üzen nokta ise, iktidardaki siyasi partinin devletleşmiş olmasıdır. Oysa parti ayrı devlet ayrıdır. Parti ile devleti karıştıran bir toplum haline geldik. O yapıyor devlet, biz yaptığımız zaman devlet değiliz. Oysa iktidarı da, muhalefeti de devlettir. Siyasi partiler geçicidir, halktan aldıkları yetkiyle devleti yönetirler, devlet bakidir. Bu çerçevede bakılması lazım. 21’inci yüzyılda devletleşen, devletin bütün organlarını kendisine tabi kılan, dolayısıyla yanlışları görmeyen, devletin var olan temel kolonlarını sarsan, hatta bazılarını yıkan- yargı gibi, yasama gibi, yürütme gibi, medya özgürlüğü gibi- o temel kolonları sarsan ve yıkan bir anlayış çıktı ortaya. Tabi şimdi seçim sürecindeyiz. İnşallah bu kolonları yeniden sağlamlaştıracağız.

Deniz Zeyrek- Efendim ben seçim güvenliğiyle ilgili bir soru sormak istiyorum ama devletle parti ayrıdır kısmıyla ilgili güncel bir konuyu sorup ondan sonra geçeceğim. Bu Arifiye’deki tank palet fabrikasındaki bir törende bu kez Cumhurbaşkanı sizi eleştirdiğinde alkışlamadı komutanlar. Ama şöyle bir pozları var siyasi parti liderleriyle birlikte, Cumhur İttifakının bileşenleriyle birlikte. Öncelikle onu nasıl değerlendiriyorsunuz? İkincisi de ben bugün bütün gün sokaklardaydım ve bizim yayına çıkacağımızı bilen herkes şunu diyordu, ‘izim endişemiz var, sandıklara sahip çıkabilecekler mi? Seçim güvenliğini sağlayabilecekler mi? İşte Güneydoğu’da gözaltılar başladı. Büyük ihtimalle sandıklarda görev alacak insanları alıyorlar’ vs. gibi bir endişe de başlamış. HÜDAPAR da bu sandık güvenliğiyle ilişkilendirilmiş neden bilmiyorum ama. Esas sorum bu sandık güvenliği konusunda sizin seçmenlerinizi, ya evet Kemal Bey kazanacak ama öyle görünüyor ama sandık güvenliğini sağlayabilecekler mi korkumuz var, kaygımız var, kuşkumuz var diyen vatandaşlar oluyor. Esas sorum bu ama bu arada da o fotoğraf hakkındaki değerlendirmenizi merak ediyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu- Az önce söyledim zaten. Partileşen bir devlet. Yani devleti kendi malı, kendi politikasına göre hareket eden bir organ olarak görüyor. Oysa devlet farklıdır. Devlet, kurallara uymak zorundadır, devlet yasalara uymak zorundadır. Devlet, siyasal iktidarın yaptığı yanlışa bir şekliyle bu yanlıştır diyebilecek. En küçük memur bile bu yanlıştır diyebilecek. Yasal hakka sahip olan kişidir devlet memuru. 657 Sayılı Yasa’da açık hüküm var. Üst makamdan gelen talimatı yasalara aykırıysa yapmaz, yazılı olarak söyler bu yasalara aykırıdır diye, yazılı emir gelirse de ‘Bana yazılı emir verdi, bu yanlışı mutlaka yapacaksın’ diye. Dolayısıyla devlet memuru, özel olarak ülkenin çıkarları için koruma altına alınmıştır yasalar tarafından. Fakat bu yasalar şu anda uygulanamaz durumda. Ben daha önce komutanların, bir siyasi partinin genel başkanını alkışlamalarını doğru bulmadım. Kesinlikle doğru değil. Çünkü orduyu, devlet içinde ayrı bir yerde konumlamak zorundayız. Ordu, milli değerlerimizi temsil eder. Ordu, Türkiye’nin güvenliğini temsil eder, güvencesidir. Ordu, günlük sıcak siyasetin tümüyle dışındadır.

Bakın, Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Genelkurmay Başkanlığı’nı ve Diyanet İşleri Bakanlığı’nı kurulma kanununu aynı günde, aynı tarihte göndermiştir. Bu ikisinin de siyasetin dışında olmasına özen gösterilmiştir. Dönemin Genelkurmay Başkanı, ‘Ben hem milletvekili, hem Genelkurmay Başkanı olayım’ dediğinde, ‘Hayır tercihini yapacaksın, ya Genelkurmay Başkanı veya milletvekili olacaksın, orası siyaset yeri değil’ demiştir. Şu anda her alana siyaset bulaştı. Sıcak siyaset bulaştı. Bundan şunu kastediyorum. Siyasi otoritenin parlamentodan çıkardığı yasalar veya aldığı kararlar yasalara uygunsa elbette ki kamu görevlisi bunları yerine getirecektir. Ben yerine getirmeyecektir demiyorum. Elbette yerine getirecektir. Ama yasalara aykırı olan bir olayı kesinlikle bu işin dışında tutacaktır. Yasalara aykırıdır ve ben bunu imzalamıyorum diyecektir.

Benim bir videom oldu. Kamu görevlilerini uyardım, ‘Yanlış yapmayın, hatalara imza atmayın’ diye. Pek çok kamu görevlisi imza atmamaya başladı, hatta bazı kamu görevlileri görevlerinden alındılar imza atmadıkları için. Biz bunun da farkındayız ve bunu da biliyoruz.

Seçim güvenliğine gelince. Deniz Bey, tam 1,5 yıldır seçim güvenliği için çalışıyoruz. Biz açık ve net söyleyeyim, Yüksek Seçim Kurulu’na güvenmiyoruz. Yani yargıçlar var orada ama güvenmiyoruz. Neden güvenmiyoruz? ‘Aynı zarfın içine koyulan 4 seçim pusulasından 3’ü doğru, 1’i yanlıştır’ diye karar alan bir YSK -üyeler değişebilir- böyle bir karar alan YSK topluma güven vermez. Yargıda ciddi bir bozulma var. Bunun bu ülkenin saygın yargıçları farkındalar ve onlar da bunu en azından kapalı toplantılarda dile getiriyorlar. Hatta Yargıtay Başkanı, yargıya olan güvenin yüzde 30’lara düştüğünü de bir toplantıda ifade etmişti. Dedim ya az önce, devletin kolonlarını tahrip ettiler, yargı bu kolonlardan birisidir, adaleti yıprattığınız andan itibaren devleti çökertmiş oluyorsunuz.

Seçim… Biz tam 1,5 yıldır seçim güvenliği için çalışıyoruz. Türkiye’de kaç sandık var, bu sandıklar nerede… En son YSK’dan veriler geldi. Biz daha önceki veriler üzerinden ilk çalışmalarımızı yaptık, hangi sandıkta görevlimiz olacak. Buradan Ankara’da gönüllü bir ekibimiz, Türkiye genelinde her bir sandık görevlisini aradı, siz hangi sandıkta görevlisiniz diye. Doğru yanıt veriyorsa tamam bu işini biliyor. Ve onlar ayrıca bizim eğitim merkezinde eğitime alındılar. Sandık başında nasıl duracaklar, sayım sırasında ne yapacaklar, oylama sırasında ne yapacaklar, sayım olduğu zaman dışarı çıkmayacaklar, sigara içeceğim, yemek yiyeceğim asla olmayacak. Tutanaklar dikkatli bir şekilde bakılacak. Rakamlar başka bir belgeye aktarılırken ona dikkat edilecek. Baştan imzalanmayacak. İmzaladıktan sonra cep telefonuyla fotoğrafını çekecek ve Genel Merkezimize gönderecek. Bu konuda bizim binlerce arkadaşımız eğitildi. Bunu sadece CHP için söylüyorum. Diğer partilerin de buna benzer çalışmaları var. Dolayısıyla ıslak tutanağın fotoğrafını çekip bize gönderdikten sonra, o çuvalların nakliyle de arkadaşlar ilgilenecekler. Dolayısıyla biz YSK’nın kararına ve onun rakamlarına… Çünkü biz Anadolu Ajansı’na da güvenmiyoruz. Malum son seçimlerde, İstanbul seçimlerinde bazı verileri vermemeye başladı Anadolu Ajansı. YSK durdu, verileri vermiyor. Ama bizim arkadaşlarımızın her birisi sandık görevlisiyken tutanaklar vardı elimizde ve biz kazanacağımızı biliyorduk. Buna benzer bir ön deneyim oldu. Şunu rahat söyleyebilirim, cumhuriyet tarihinde ilk kez bir siyasal parti seçim sandıklarıyla ilgili bu kadar geniş ve güvenli bir önlem alıyor.

Deniz Zeyrek- Yani her sandığın ıslak imzalı tutanağı buraya gelecek mi?

Kemal Kılıçdaroğlu- Buraya merkeze gelecek. Ayrıca seçim gecesi nasıl olacak, bununla ilgili çalışma var. Sağ olsun bazı barolar, özellikle büyük kentlerdeki barolar, her bir okula bir gönüllü avukat görevlendirdiler. O avukatlar da bir sorun çıktığı zaman hemen arkadaşlarımızı arayacaklar, avukatlar da olaya müdahil olacak, tutanaklarda bir olumsuzluk varsa muhalefet şerhlerini süratli bir şekilde yazacaklar. Onu da kendilerine hatırlattık.

Saygı Öztürk- Köylerin bir bölümünde partinizin üyeleri olmadığı için dolayısıyla orada sandık görevlileriniz de olmuyor. Onu nasıl sağlayacaksınız? Çünkü özellikle Güneydoğu’daki birçok köyde böyle bir sıkıntınız var efendim.

Kemal Kılıçdaroğlu- Saygı Bey, 200 bin sandıktan yüzde 90’ın üzerinde görevlimiz var. Çok sınırlı sayıda şu an, onun için de çalışılıyor. Şöyle; gönüllü arkadaşlar var. Yani biz gidip sandığın başında gönüllü olarak kalabiliriz diyen. Önemli olan oradan bulmak. Eğer oradan bulunamazsa gönüllü arkadaşları göndereceğiz.

Simge Fıstıkoğlu- Sayın Genel Başkan, herkesin ortak gündemi ve derdi olan ekonomi ve hayat pahalılığıyla ilgili son açıklamalarınızdan birini kısaca hatırlatmak ve sonrasında sorumu sormak isterim. ‘Soğan cücük hakaretleri ediliyor, soğan kafalı diye paylaşım yapıyorlar. Ben neyin huzurundayım biliyor musunuz? Eskiden bunları sureti bizlerden görünenler yapardı. Makarnacı, kömürcü diye alay edilirdi fakirle fukarayla. Çok şükür onları aramızdan uzaklaştırmayı başardık’ dediniz. ‘Çok zor oldu ama başardık’ dediniz. Sizin daha önce de türban ve benzeri konularla ilgili, CHP’nin kurumsal kimliği adına özeleştiri içeren ifadeleriniz olmuştu. Bu değişim nasıl oldu? Sorumun ilk kısmı bu. Yani ‘Biz bu kişileri aramızdan uzaklaştırmayı başardık’ diyorsunuz. O süreçte bir dirençle karşılaştınız mı örneğin?

İkincisi de bu 300 milyar elbette çok tartışıldı ve tefecilikle de suçlandınız. Yani özellikle Sayın Cumhurbaşkanı tarafından burada tefecilik ifadesi kullanıldı, kaynağı belirsiz ifadesi kullanıldı sizin getirmeyi vaat ettiğiniz bu parayla ilgili. Dolayısıyla bu 300 milyar dolarlık yatırımın şeffaflığı konusunda bence açıklamalarınız merak ediliyor.

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi birinci sorunuz soğan kafalı söylem üzerine. Şöyle… Şimdi hayatın bir gerçeği var. Hayatın gerçeği nedir? Kadın alışveriş için mahallesinde kurulan pazara gider, bu pazardan alışveriş yapar. Pazarda fiyatlar çok yüksek mi? Yüksek. Evde geldiği zaman arzu ettiği bütün ürünleri almış mı? Alamamış. Bu ne demektir? Mutfaklarda yangın var demektir. Bu ülkede soğan bile alınamayacak noktaya geliyorsa ve ürünler, meyveler, sebzeler taneyle satılmaya başlandıysa ve bir tarım ülkesi olan yani geniş toprakları olan, zengin toprakları olan bir ülke nasıl olur da bu pozisyona gelir. Buğday dışarıdan, arpa dışarıdan, yulaf dışarıdan, mercimek dışarıdan, canlı hayvan dışarıdan, et dışarıdan. Şimdi Allah aşkına söyler misiniz bana, niye böyle oldu, kim yaptı bunu? Herhalde ben yapmadım. Ülkeyi bu hale getiren kim? Siyasi iktidar. Neden? Aldığı kararlar, çiftçiyi topraktan küstürdü. Çiftçi ekemiyor, çünkü ekse zarar edecek. Dolayısıyla dışarıdan getirmeyle siyasal iktidar, kendi çiftçisiyle rekabet ediyor. Sen ekmezsen, ben dışarıdan getiririm diyor ve dışarıya daha pahalı ödüyor, içeride çiftçiyi cezalandırıyor.

Bu çerçevede baktığınız zaman fiyatlar doğal olarak yükseliyor. Vatandaşın alım gücü yok. Şimdi bu insanlar soğana muhtaç hale geldiler. Ben bir video ile bunu eleştirdim. Şimdi geçmişte bizim hatamız şuydu; geçmişte vatandaşı, vay efendim işte 2 kilo bilmem neye oy veriyorsun, işte şunu şöyle yapıyorsun, sana şunu verdiler sen oyunu veriyorsun diye eleştirirdik. Sormazdık, ya bu insan neden iki kilo mercimeğe veya bir kilo makarnaya muhtaç hale geldi? Sormazdık bunu. Bunu eleştirdim. Şimdi biz gerçekten halkın partisi olma konusunda mesafe alıyoruz. Ve gerçekten halkın sorunlarıyla bire bir yakından ilgileniyoruz. Eğer bu evine makarna alamayacak bir durumdaysa… Bakanın yaptığı açıklamaya göre, sosyal yardım dağıtan bakanlığın yaptığı açıklamaya göre 4,5 – 5 milyon hane sosyal yardım alıyor. Bu 20 milyon nüfus demektir. Bir ülkede 20 milyon kişi avucunu açmış devletten gelecek yardımı bekliyorsa Türkiye’nin ciddi bir sorunu var demektir. Giderek bu sayı düşmüyor. Normalde bu sayının düşmesi lazım. 22 yıldır ülkeyi yönetenler sayıyı düşürmediler, sayıyı artırdılar ve bununla da övünüyorlar.

İşte Türkiye için asıl temel sorun budur. Yani beka sorunu diyorlarsa beka sorunu budur. Kendi halkını, 20 milyonluk bir kitleyi açlığa ve yoksulluğa mahkûm eden bir düzen. Bu düzenin değişmesi lazım. Biz bunu eleştirdik. Geçmişte vay efendim sen işte 1 kilo makarna alıyorsun, gidip oyunu veriyorsun diye eleştirdik. Buradan çıkardık. Ama bu sorunu çözmek için Aile Destekleri Sigortası diye bir sigorta dalını uygulayacağımızı ifade ettik. Bunu defalarca söyledik. Şimdi onlar Aile Destek Programı diyorlar, bizden yine kopya çekerek. 102 sayılı Uluslararası Çalışma Örgütünün kabul ettiği 9 sigorta dalından birisi. Türkiye, 1971 yılında parlamentodan çıkardığı bir yasayla ben bu 9 sigorta dalını uygulayacağım taahhüdünde bulunmuş. 8’i uygulanıyor; en son işsizlik sigortasıydı Allah rahmet eylesin Bülent Ecevit’in Başbakanlığında çıkmıştı, inşallah 9. sigorta dalı bize nasip olacak, Aile Destekleri Sigortasını çıkaracağız. Böylece yardım, şu, bu falan… Hani ‘Sağ elin verdiğini sol el görmeyecek’? Kadının banka hesabına para yatacak ve dolayısıyla kadın eğer yoksulsa kadın gidip bankadan parasını çekip ailesinin geçimini sağlayacak. Sosyal devlet dışında hiçbir ailenin yoksulluğu afişe edilmeyecek, sosyal devlet bilecek sadece onun yoksul olduğunu, vatandaşlar bilmeyecekler.

Bu çerçevede bir çaba harcıyoruz ve bu çerçevede önemli mesafeler aldığımıza inanıyorum. Uygulamayı da şöyle anlatayım. Nerede aile hekimi varsa orada sosyal hizmet uzmanları olacak. Bunların yaklaşık yüzde 99’u kadınlardan oluşacak. Çünkü bunlar her yoksul eve girecekler. O evi raporlayacaklar. Yoksulluğun boyutu nedir, ev kirada mıdır, kaç çocuk var, üniversiteye giden var mı, yeni doğan var mı, engelli var mı bütün bunları raporlayacaklar. Her bir sorun için ayrı bir nakdi yardım yapılacak ve kendisinin banka hesabına yatırılmış olacak. Kamu işçi alırken de bu ailelere öncelik verilecek, pozitif ayrımcılık yapılacak. Bu ailelerden bir kişi, iki kişi işe başladığı zaman Aile Destekleri Sigortasının kapsamı dışına çıkmış olacaklar. Bu çerçevede götürüyoruz.

Dolayısıyla eleştiri… Sosyal devlet kendi vatandaşını koruyan devlettir. Devlet vatandaşın soyulmasına hizmet etmez. Vatandaşının karnının doymasına, ona güzel bir gelecek vaat etmek için çalışmaya amade devlet demektir. Sosyal devlet öyle.

Simge Fıstıkoğlu- 300 milyar doları sormuştum bir de.

Kemal Kılıçdaroğlu- 5 yıl içinde 300 milyar dolar temiz para gelecek. Öyle uyuşturucu baronlarının paraları değil, kirli para değil. Kirli parayı bunlar getirdiler mi, getirdiler. Kaç sefer? Yanlış hatırlamıyorsam 11 kez kanun çıkardılar. Parayı getiren adam hakkında, kirliyse kovuşturma, soruşturma açılamayacak diye de düzenleme yaptılar. Bir adam hakkında bir kişi temiz para getirse soruşturma açabilir misiniz? Hayır. Gelen para ne? Uyuşturucu parası. Uyuşturucu parası geldi, arkadan uyuşturucu baronları da geldi ve bunlar Türkiye’de hesaplaşmaya başladılar. Birbirlerini öldürmeye başladılar. Türkiye için tam yüz karası bir tablo.

Ben Londra’ya gittim, doğru. Temiz para var, fonlar var. Fonlarla görüştüm. ‘Eğer siz demokratikleşirseniz, can ve mal güvenliği olursa, adalet olursa, hukukun üstünlüğü olursa bir haksızlıkla karşılaşırsak, mahkemeye başvurursak hakkımızı alabilirsek, biz geliriz Türkiye’de yatırım yaparız’ dediler. 300 milyar dolar, 5 yıl içinde Türkiye’ye gelecek ve yatırım yapılacak. Bakın biz yatırım alanlarını da belirledik. Bunu da sosyal medyada paylaştım. Ama asıl önemlisi şu; Samandağ’dan başlayıp Mersin’e kadar olan Akdeniz Havzası’nı, özel bölge ilan edeceğiz. Bu bölge Akdeniz’in en büyük üretim merkezlerinden birisi olacak. Biz burada maden rafinerisi de kuracağız, burada otomobil fabrikaları olacak. Çünkü bu bölgenin önemli bir özelliği var. Bu bölge Cebelitarık’a yakın, bu bölge Süveyş Kanalı’na yakın, bu bölge boğazlara yakın. Yani Akdeniz’in üretim açısından en elverişli olan bölgesi. Biz ayrıca şöyle düşünüyoruz… Diyelim ki Kayseri’de fabrikanız var, Çankırı’da fabrikanız var, Sivas’ta fabrikanız var, Erzincan’da fabrikanız var; demiryoluyla limanlara bağlayacağız, demiryoluyla limanlara kadar ürün getirirsen ihracat için lojistik masraflarını devlet olarak biz karşılayacağız. Böylece fabrikanın Kayseri’de olmasının veya deniz kenarında olmasının bir farkı kalmayacak. Hatta denizin kenarında ya da sahile yakın yerde fabrika kurmanın maliyeti çok daha pahalı. Anadolu’da fabrika kurarsanız bir sorun kalmamış olacak. Daha ucuza maliyetler, işçilik, pek çok alanda daha ucuza ve ürününüzü de daha ucuza mal edeceksiniz. Rekabet de edebileceksiniz.

Bütün bunlar; Anadolu’nun içi boşaltıldı, biz Anadolu’nun içini yeniden harekete geçireceğiz, Anadolu büyüyecek, Anadolu gelişecek, Anadolu istihdam yaratacak. Bizim iktisatçı arkadaşların yaptığı hesaba göre; bizim bu projemiz 5 yıl içinde yürürlüğe girecek, yürürlüğe girdikten sonra İstanbul’un nüfusu 2 buçuk milyon azalacak. Çünkü insanlar bu bölgeye gelecekler ve bu bölgede ayrıca katma değeri yüksek ürünler de üretilecek. Özellikle sağlık alanında. Limanlar oldukça genişleyecek. Dolayısıyla burası Akdeniz’in en büyük lojistik merkezi, en büyük üretim merkezi, katma değeri yüksek ürün üreten merkeze dönüşmüş olacak.

Sadece bu değil, biz aynı zamanda Denizli’yi İzmir’de limana bağlayacağız. Aynı şekilde pek çok yeri Gemlik’e bağlayacağız demiryoluyla. Oradan yapılan üretimler, Anadolu’da yapılan üretimler, Gemlik’te denizyoluyla ihracatı gerçekleşmiş olacak.

Bizim düşündüklerimizi hayal edemezler. Bunun neresi tefecilik Allah aşkına bana söyler misiniz Simge Hanım, bunun neresi tefecilik? Adam gelecek, yatırım yapacak. Tefecilik diyorsanız bunlar tefeci. Ben size rakam vereyim. 21 yılda bütçeden 537 milyar 574 milyon dolar faiz ödediler. Bu tefecilik değil midir? 85 milyon kime çalıştı? 537 milyar dolar faizi siz nasıl ödediniz? Bu milletin cebinden ödediniz. Çıksın Erdoğan desin bu rakam yanlış. Ben değil Hazine’nin internet sitesine girin orada görürsünüz.

Deniz Zeyrek- 250 tane Çanakkale Köprüsü demek aşağı yukarı. Yani her biri 2 milyar dolar olsa Çanakkale Köprüsünün, bu rakama göre 250 tane Çanakkale köprüsü yapılırdı.

Kemal Kılıçdaroğlu- 250 Çanakkale Köprüsü yapılır. Türkiye’de üniversiteler gerçekten de bilimsel anlamda araştırma yapsınlar diye nano teknoloji başta olmak üzere alt yapı, teknik yapı destekleri verilir… Yapılmayacak şey yok ki.

Deniz Zeyrek- Kaynak nerede sorusunun cevabı bu anladığım kadarıyla?

Kemal Kılıçdaroğlu- Kaynağı var Türkiye’nin. Bakın, bütün bunlara rağmen Türkiye ayakta. Yani soyulmasına rağmen Türkiye ayakta. Bu söylediğim miktar az bir miktar değil. Şimdi vatandaş şu soruyu kendisine sormalı, vicdan sahibi her vatandaş... 537 milyar doları kimlere ödediniz ve nasıl ödediniz? Versin. Biz 537 milyar dolardan söz etmiyoruz. 300 milyar dolar gelip Türkiye’ye yatırım yapacak. Zaten siz izin vereceksiniz yatırım için. Yani gelip bize borç ver, ben sana faiz vereyim değil. Gelecek Türkiye’de istihdam yaratacak, Türkiye’de yatırım yapacak. Büyük avantajı var. Avrupa’daki otomobil fabrikasını sökecek veya gelecek Mersin’de veya Anadolu’nun herhangi bir yerinde yapacak. Lojistik olarak her türlü destek verilecek. Afrika’ya mı götürmek istiyorsun? Daha ucuz. Başka bir yere mi götürmek istiyorsun? Daha ucuz. Ortadoğu’ya mı götürmek istiyorsun? Zaten ucuz. Deniz yoluyla zaten bunların hepsini yapabilirsin. Avrupa’ya ihracat? Buradan da yapabilirsin. Akdeniz? Geniş, büyük bir Akdeniz havzamız var.

Saygı Öztürk- Çin gezisinde de oradaki yetkililerle görüşmenizde de gündeme getirmiştiniz efendim. Çinli yetkililerle görüştüğünüzde yatırımları Türkiye’de yapın diye çağrılarınız olmuştu.

Kemal Kılıçdaroğlu- Saygı Bey, aslında herkes Türkiye’de yatırım yapmayı çok arzu ediyor. Yani bu konuda büyük bir hazırlık da var aslında. Fakat adalet olmadığı için, hukuk olmadığı için gelemiyorlar. Gelsek diyorlar nasıl izin alacağız. Bir de şunu söyleyeyim. Müthiş bir rüşvet çarkı var. Gelip yatırım mı yapacaksınız? Geçmişte AK Parti’de bakanlık yapan birisi bana şunu anlattı, ismini vermek istemem, kendisinden izin almadığım için; yanlış hatırlamıyorsam Hollanda’dan bir firma, Türkiye’de çok büyük bir yatırım yapmak istiyor. Olağanüstü rüşvet istiyorlar, bu parayı vermeniz lazım diye. Bakın güneş enerjisi için de, megavat başına kaç dolar istendiğini de bana bugün yatırım yapanlar istedi. Rüşvetsiz şu anda iş yapılmıyor. Diyorlar ki, herkes rüşvet alıyor. Alttaki diyor, ben de alacağım diyor. Bu sayın bakanın anlattığı olay, büyük bir yatırım yapılacak, rüşvet isteyince sayın bakanı davet ediyorlar, diyorlar ki ya siz Türkiye’de bakanlık yaptınız, bizden rüşvet istiyorlar, biz halka açık bir şirketiz, bizim bütün hesaplarımız denetimde, istedikleri para hani böyle beş-on bin dolar değil, milyar dolar. Biz bu parayı ödeyemeyiz. Biz bu yatırımı nasıl yapacağız diyorlar ve yatırımı yapmaktan vazgeçiyorlar. Şimdi bunu bütün Avrupalı biliyor, bütün Avrupalı yatırımcılar biliyor. Rüşvetsiz Türkiye’de iş yürümüyor. Rüşvetini vereceksin, ondan sonra. Bunun aracıları var zaten, bürokrasiyle rüşvet arasında aracılar var. Kurulmuş aracılar parayı birisine veriyorsunuz, gidip sizin istediğiniz yatırım iznini alıyor ve geliyor. Bu var. Şimdi biz bunları arındırdığımız zaman, devleti saygın bir devlet kıldığımız zaman, rüşvetten arındırdığımız zaman yatırımcı gelecek, yatırımını yapacak. Siz izni vereceksiniz, Türkiye’de istihdam yaratacak, ihracatını yapacak, Türkiye döviz kazanacak, istihdam olacak… Her şey mümkün. Bakın, o kadar büyük fonlar var ki, bekliyor, o fonların hepsi Türkiye’ye… Ben 300 milyar dedim ama aslında çok daha büyük rakamlar Türkiye’ye gelecek. Yeter ki dürüst bir yönetim olsun, adaletli bir yönetim olsun.

Saygı Öztürk- Efendim bu adaletli yönetim için ben bugün TESK Genel Başkanı Bendevi Bey’e, TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay’a, Türkiye Emekliler Derneği Başkanı Kazım Ergün’e sordum; dedim ki, siz dedim bugün Kemal Bey’e dedim ne sormak isterdiniz diye. Onlar da sordular. Ben ama tabi arkadaşların vaktini almamak açısından bölüm bölüm söyleyeceğim. Mesela TESK Genel Başkanı Bendevi Palandöken diyor ki, Genel Başkan acaba şu anda 2 milyon 250 bin esnafımız var ve acil olarak EYT sorunumuz devam ediyor. Esnaf 9 bin günde emekli edilirken, yanında çalışan 7 bin 200 gün diyor. Bunlarla ilgili bölüm belirtiyor. Buna çözüm bulacak mı? İkinci bölümde de diyor ki, perakende yasası marketlerin fiyatlarını artırıyor çünkü 15 bin zincir market var. Bir anda düğmeye bastıkları zaman işte pirincin fiyatı bu kadar, şu şu kadar anında zam yapıyor ve küçük esnafı bitirdi diyor. Üçüncü de diyor ki, insanların ulaşım konusu deyince ticari araçlarda akaryakıt KDV oranı kaldırılırsa veya azaltılırsa taşımacılık ucuzlar bu da halkı memnun eder. Halk otobüsleri içinde mazotu veya işte kullandığı diğer şeyler. Bu da vatandaşa da yansır ve büyük rahatlık yaratır diyor. Siz ne dersiniz efendim?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi esnafın büyük sıkıntıda olduğunu biliyorum. Pandemi döneminde de özellikle esnaf uzun süre kapalı kaldı, onu da biliyorum. Pandemi döneminde aldığı kredilerin faizlerini sıfırlama sözü verdik. Hiç o konuda herhangi bir tereddüt yok. Dükkan kapalı, onlara kredi verdiler geçinsinler diye, bir de üstüne faiz yüklediler. Adamın dükkanını kapatmışsın, adam nasıl faiz ödeyecek? Geliri bile yok. Faizini sileceğiz. Bu konuda emin olmalarını isterim. Sadece onların değil, çiftçilerin de aldıkları kredilerin faizlerini sileceğiz. Anaparayı da makul taksitlerle geri alacağız.

Zincir mağazalarla ilgili olarak… Evet, zincir mağazalar mahalle arasına kadar girdi, esnafın rekabet etme şansı yok. Dolayısıyla büyük bir sıkıntı var. Onlarla ilgili özel bir düzenleme getirmek lazım. Sadece zincir mağazalar değil, alışveriş merkezleri için de haftada bir gün tatil zorunluluğu getirmek lazım, hafta ortası olabilir, örneğin Çarşamba, örneğin Perşembe. Bu Fransa’da var, diğer ülkelerde de var. 7 gün açık, orada çalışanların bir sefer tatili yok, perişan vaziyetteler bunlar. Buna da bir gün kapatma getirirsiniz, bir gün kapalı kalırlar, o gün insanlar tatil yapar, o gün gider esnaftan alışverişlerini yaparlar. Bu da batılı ülkelerde uygulanan bir kural, biz de kendi ülkemizde uygulamalıyız.

Esnafın özel olarak korunması lazım. Ben mesela deprem bölgesinde de esnafların önce süratle dükkanlarını açması ve dolayısıyla vatandaşın en azından alışveriş yapabilecek pozisyona gelmesi gerektiği üzerinde de durdum ve bu konuda da önce esnaf için bir şeyler yapın, küçük dükkanlar yapın, insanlar burada çalışmaya başlasınlar diye.

Sosyal güvenliklerine gelince; esnafın sosyal güvenliği doğru 9 bin gün üzerinden, diğerleri daha düşük bir gün üzerinden hesaplanıyor. Çünkü esnaf dükkanında kalıyor ve sürekli orada. Ama işçi belli aralıklarla işinden olabiliyor, işine son verilebiliyor, yeniden iş arayabiliyor. Dolayısıyla onun sürekli çalışma şansı yok. Ama prim gün sayısı düşük bile olsa emekli olmak için belli bir yaş dilimini BAĞ-KUR’lu gibi doldurmak zorunda. Orada BAĞ-KUR’lunun haklı olduğu bir şey var, daha fazla pirim ödemesine karşın düşük aylık alıyor. Bu büyük bir haksızlık aslında. Benzer haksızlığı işçiler için de görmek mümkün. Buradaki en büyük zaaf, milli gelir artışından eskiden pay veriliyordu emeklilere, pay vermemekle ilgili bir yasal düzenleme yaptılar. Dolayısıyla emeklilik sisteminin tümüyle yeniden ele alınıp değerlendirilmesi lazım.

Saygı Öztürk- Ulaşım konusuna ne dersiniz efendim? Benzer açıklamayı Mansur Bey de sıkça söylüyor. Yani yüzde 18 KDV ödüyoruz, halbuki olmaması lazım.

Kemal Kılıçdaroğlu- Ulaşım konusunda yardım yapılabilir, KDV oranı düşürülebilir, bunun bir hesabının yapılması lazım. Orada aslolan şu; keşke Bendevi Bey onu söyleseydi. Şimdi 65 yaş ve üstü olanlar bedava biniyorlar. Şimdi otobüs şoförü diyor ki, güzel bedava götüreyim ama bunun parasını bana ver diyor. Bunun parasını çok düşük fiyatla veriyorlar. Dolayısıyla kişi rahatsız oluyor. Yani benim bir halk otobüsüm var, devlet karar almış, 65 yaş üstü olanı bedava taşıyacaksın diye. Tamam bedava taşıyorum, kardeşim parasını ver. Sen devletsin, ben devlet değilim, ben vergi de toplamıyorum. Sen diyorsun bunu bedava taşı, sana parasını vereceğim. Yolcuyu kaça taşıyorsam onu da aynı fiyatla taşıyayım, sen de bana parasını ver. Vermiyor parasını. O paranın verilmesi lazım. O nedenle bizim pek çok belediyemiz, İstanbul bunlardan güzel bir örnektir, bu sorunu çözdü, kendisi büyük ölçüde katkı yapıyor. Diğer belediyelerimiz de halk otobüslerine katkı yapıyorlar, akaryakıt yardımı yapıyorlar. Ama bunlar geçici çözümler. Devlet bir karar alıyorsa onun mali yükümlülüğünü vatandaşa yıkamaz. Karar alıyorsan devlet olarak, sen o yükümlülüğü üstüne alacaksın. Vatandaşa hizmet edecek yani.

Saygı Öztürk- Bendevi Bey adına teşekkür ettik efendim.

Deniz Zeyrek- Ben yiğitlerinizi soracağım. ‘Yiğitlerim’ diye tanıttınız seçmenlere. Sokakta da bir sinerji görüyoruz, yani üçlü olarak gittiğiniz her yerde bir sinerji var. İyi ki böyle bir kaza yaşamışız da böyle bir sonuç ortaya çıkmış hissini yaşıyor musunuz? Çünkü ilk planlarınızda bu yoktu. Meral Hanım’la yaşadığınız sorundan sonra ortaya çıktı. İyi ki olmuş diyor musunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Hayır. Keşke olmasaydı. Yani gerçekten samimi söylüyorum keşke olmasaydı. Tabi o günün koşullarını o günün atmosferi içinde…

Deniz Zeyrek- Ben yaşanan olayı demiyorum. Yani Mansur Bey’le Ekrem Bey’in Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak, aday olarak sizin yanınızda bu kampanya döneminde bulunmalarını kastediyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu- Tabi son derece memnunum.

Simge Fıstıkoğlu- Bugün kalp işareti öğrendiği anları da paylaştı Sayın Yavaş sizden kaptım diyerek.

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet, evet. Son derece memnunum. Şunun için memnunum. Yani şimdi bakınız, kentsel dönüşüm yapılacak İstanbul’da. Deprem bölgesi mi? Deprem bölgesi. 99 depreminin üzerinden kaç yıl geçti. Geçen ben AFAD’a gittiğim zaman bana anlatıyorlardı, işte TOKİ şunu, TOKİ bunu yaptı. Dedim Allah aşkına TOKİ İstanbul’da çok şey yaptı doğrudur, lüks binalar, ben de tanığıyım. Bağcılar yerinde duruyor mu, duruyor. Sultanbeyli yerinde duruyor mu, duruyor. Burada kentsel dönüşüm oldu mu, olmadı. Ama denizin kenarında, üstelik bütün manzarayı kapatan lüks konutlar, binalar… Bütün bunların hepsi yapıldı. Kentsel dönüşüm yok. Mansur Bey burada, Ekrem Bey İstanbul’da hem kentsel dönüşümü yapmak hem depreme dayanıklı dirençli konutlar yapmak, insanların daha iyi koşullarda yaşamasını sağlamak… Mesela Bağcılar’da yeşil alan yok. Burada insanlarımız yaşıyor. Buranın yeniden yapılanması lazım, kentsel dönüşümün sağlanması lazım. Dolayısıyla bu konuda irade ortaya koyuyor Büyükşehir Belediye Başkanlığı. Fakat saraydan bekledikleri kararlar bir türlü çıkmıyor. Şimdi Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak inşallah gelecek, kendisine izin verilmeyen pek çok kararı kendisi imzalayıp uygulamaya koyacak ve gidecek orada tamamını yapacak. Yıllardır başvurmuşuz, bize izin vermiyorlar diyor. Niçin? Ya başarılı olurlarsa… Ee zaten başarılılar. İzin ver kardeşim. Kendi imkanlarıyla yapacak bunu.

Aynı şekilde Ankara için de ciddi zorluklar çıkardılar. Şimdi iki Büyükşehir Belediye Başkanı sadece kendi belediyeleri için değil bütün belediyeler için hiçbir ayrım yapmaksızın herkese bekledikleri o dönüşümü sağlamak, bekledikleri o gecikmeden kaynaklanan yavaşlamayı ve sorunları çözmede yetersizliğin ortaya çıkmasını sağlayan bir tabloyu ortadan kaldıracak. Çünkü bakacak Başkan diyecek ki, ben Büyükşehir Belediye Başkanıyken bu kadar sıkıntılarım vardı. Diğer belediyeler için de var olan sıkıntıları süratle ortadan kaldıracağız.

Deniz Zeyrek- Kampanyada faydasını görüyor musunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Kampanyada faydasını görüyorum tabi. Mansur Bey de, Ekrem Bey de seviliyorlar zaten. Onlar da çıkıyorlar, onlar da konuşuyorlar, onlar da hem kendi belediyelerinde yaşadıkları sorunları nasıl aştıklarını anlatıyorlar, aynı zamanda Türkiye’nin bir değişime ihtiyacı olduğunu da vurguluyorlar. Memnunuz.

Simge Fıstıkoğlu- Efendim ben 14 Mayıs ve sonrasına dair senaryoları sormak istiyorum size. Soruyu yine aslında kategorize etmek isterim. İlki şu; birinci turda seçimin sonuçlanacağını düşünüyor musunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet.

Simge Fıstıkoğlu- Eğer ikinci tura kalırsa?

Kemal Kılıçdaroğlu- Kalmaz. Birinci turda sonuçlanır.

Simge Fıstıkoğlu- Peki kalırsa bunun iktidara yarayacağı yönünde yorum yapanlar var. Buna katılıyor musunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Hayır. Birinci turda bu iş bitecek. Çünkü ben bu ülkenin gençlerine güveniyorum. Seçimin kaderini belirleyecek olan gençler, biz değiliz. Yaklaşık 5 milyon 300 bin genç yanlış hatırlamıyorsam ilk kez sandığa gidecek, oy kullanacak. Şimdi bu gençler, var olan düzenden zaten şikayetçiler, memnun değiller. Bütün mesele, gençlerin sandığa gitmesi ve oy kullanması. Onları sandığa götürmemiz lazım. Sandığa gidecekler, oy kullanacaklar. Dolayısıyla Türkiye’nin kaderini değiştirecekler.

Gençlere şunu söylüyorum; eğer siz sandığa gider, otoriter bir yönetimi demokratik yollarla değiştirirseniz dünya siyaset tarihine çok güzel bir armağan bırakmış olacaksınız. Ve dünya siyaset tarihini yazanlar diyecekler ki, Türkiye’de otoriter bir yönetimi gençler sandığa gitti, demokratik yollarla oy kullanarak değiştirdiler, demokrasiyi güçlendirdiler, pekiştirdiler diyecekler. Dolayısıyla gençlere olayı böyle anlatıyorum. Gençlerin mutlaka sandığa gitmelerini ve oy kullanmalarını istiyorum.

Simge Fıstıkoğlu- Sorumun son kısmı da şu şekilde. Cumhurbaşkanlığını kazandığınız ancak parlamentoda Cumhur İttifakının çoğunluğu elde ettiği bir tabloyla karşılaşırsanız o senaryo için özellikle parlamenter sistemi geri getirmeyi vaat eden Millet İttifakı adına eylem planınız, hareket planınız nasıl olacak?

Kemal Kılıçdaroğlu- Parlamentoda çoğunluğu alacağız. Öyle bir tablo var. Yani güçlendirilmiş parlamenter sistemi savunanlar bu çoğunluğu alacaklar. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim, AK Partililer de zaten güçlendirilmiş parlamenter sistemi isteyecekler. Çünkü parlamentoda olduklarında tabloyu gördüler, siyaset yapamıyorlar, siyaset yapma hakları ellerinden alındı.

Simge Fıstıkoğlu- Onları da ikna edebilir misiniz?

Kemal Kılıçdaroğlu- İkna değil, zaten istiyorlar. Onlar belki çıkıp kamuoyu önünde bunu çok net ifade etmiyorlar ama arkadaşlar görüşüyorlar, parlamentoda konuşuyorlar. Var olan sistemin kendilerinin siyaset yapma haklarını tümüyle ellerinden aldığını, siyaset yapamaz noktaya getirdiklerini, iradelerinin ipotek altına alındığını onlar da söylüyorlar. Gerçek de bu zaten.

Deniz Zeyrek- Efendim birinci parti olamazsanız, AK Parti birinci parti olursa ama çoğunluğunuz olursa ve anayasayı değiştirip parlamenter sisteme geçerseniz görevi en fazla milletvekili olan partinin liderine vermek durumunda kalırsınız. Böyle bir durumda…

Kemal Kılıçdaroğlu- O zaman gelir, her şeyi konuşuruz. Ama hem parlamento çoğunluğunu alacağız ve gerçekten bu ülkeye gerçek anlamda demokrasiyi getireceğiz. Gerçekten partiler arasında uzlaşma kültürünü getireceğiz. Parlamentoya yasa gönderirken mutlaka sivil toplum örgütünün görüşünü alacağız. Her düzenlemeyi Ekonomik Sosyal Konseyin önüne götüreceğiz. Ekonomik Sosyal Konsey bakacak buna. Dolayısıyla toplumu dışlamadan... Mesela esnafla ilgili bir düzenleme yapacaksak mutlaka hem esnafların, birliklerin, aynı zamanda o konuda var olan sivil toplum örgütlerinin, meslek kuruluşları dışında onların da görüşleri alınacak. Bunlar aynı zamanda komisyonlarda konuşma hakkına da sahip olacak. Yani çok farklı bir Türkiye düşünüyoruz. Gelecek oraya mimarlar odası anlatacak, neyin ne olduğunu anlatacak, bütün milletvekilleri dinleyecek onu. Ekonomik Sosyal Konseyde bütün bunların hepsi tartışılacak. İşçisi, işvereni, sanayici, ihracatçısı hep beraber yapacağız ve bu sorunu orada önce masaya yatıracağız. Çünkü sorun sadece bir kişinin sorunu değil. Bazen sorun birden fazla katmanı ilgilendiren bir sorun. Orada oturulacak, tartışılacak, olgunlaştırılacak, parlamentoya gönderilecek. Ben parlamentoda çok temel yasaların oy birliğiyle çıkacağına da inanan birisiyim. Ne var, Türkiye’nin lehine bir yasa getirmişiz, niye karşı çıkacaklar? Karşı çıkmak doğru değil ki. Parlamentoya gelen bir yasa, Türkiye’de vatandaşın lehineyse zaten çoğu zaman oybirliğiyle çıkıyor. Biz de Türkiye’nin çıkarlarına uygun bütün yasaları getireceğiz. Örneğin Türkiye’nin demokratikleşmesi lazım. Bizim hedeflerimizden birisi de şu; ilk 3 ay içinde biz AB’yle olan vize sorununu aşmak istiyoruz. Düzenlemeleri yapacağız. İlla bize birisi dayatsın efendim siz bunu yapın diye… Dayatma kültürü içinde iş mi yapılır? Bizim aklımız yok mu, bizim irademiz yok mu? Avrupa’nın öngördüğü demokratik kuralları kendi ülkemize, kendi irademizle getirebiliriz. Yani bizim ülkemizin insanı üçüncü sınıf demokrasiye mi layık? Hayır. Birinci sınıf demokrasi… Getireceğiz, vizeyi kaldıracağız. Gençlerimiz de, sanayicilerimiz de, tüccarımız da, sade vatandaşımız da vizesiz AB’ye gidip gelebilsin. Niye olmasın? Bütün bunları yapmak mümkün ve bunları yapma konusunda da karar aldık.

Bir şey daha ifade edeyim. Bakın, bizim siyasi tarihimizde bir ilktir. Biz bir Ortak Mutabakat Metni hazırladık, 2 bin 400’den fazla madde var orada ve bu bir hükümet programıdır aynı zamanda. Ve 6 lider, farklı görüşlerde olmasına karşın 6 lider, 2 bin 400 temel madde konusunda uzlaştık ve biz bunları hayata geçireceğiz dedik. Dolayısıyla iktidara geldiğimizde ne yapacağız diye değil, ne yaptığımız belli, oturmuşuz hazırlamışız. Cumhur İttifakının var mı böyle bir şeyi? Yok. Ne yapacağını söylüyor mu? Bir kişi konuşuyor. Peki kaynak? Peki diğerleri? Peki söylediği sözleri bugüne kadar niye yapmadı? Şimdi niye söylüyorsun? Bizim söylediklerimizi niye tekrar ediyorsun? Bir araya gelip oturup tartıştınız mı, oturup konuştunuz mu, akademik dünyanın görüşünü aldınız mı? Hayır. Ama biz bunların hepsini tam bir yılı aşkındır yapıyoruz. Bize ne diyorlardı? ‘Efendim bu 6 lider oturuyor, dağılıyor, bir şey yapmıyor.’ 2 bin 400 madde konusunda uzlaştık biz. Esnafından sağlığına kadar, üniversitesinden dış politikasına kadar, savunma sanayinden tutun teknolojiye kadar bütün alanlarda ortak görüş belirlendi ve her birisi için uzun uzun akademik dünyadan yardım aldık, bürokrasi dünyasından yardım aldık, siyasetçilerden yardım aldık. Bütün bunların hepsi olgunlaştırıldı, siyasi liderlerin önüne kondu ve ondan sonra oturduk o metni hazırladık. Aynı şekilde güçlendirilmiş parlamenter sistem nasıl olacak, bunlarla ilgili çalıştık. Yani kazandıktan sonra oturup çalışmak yerine, kazanmadan önce bütün bunların hepsini yaptık. Çünkü kazandığımız zaman düğmeye bastığımızda neleri yapacağımızı, hepsini biliyoruz. İlk bir numaralı kararname… Ne olduğunu biliyoruz. İki numaralı kararname… Ne olduğunu biliyoruz. Şimdi bunlar üzerinde de teknik çalışmalar da yapılıyor zaten.

Simge Fıstıkoğlu- Reklama gidelim Sayın Genel Başkan, reklamdan sonra devam edeceğiz.

Reklam arasında elbette sosyal medyadan yazdıklarınıza baktık. Emekçinin, işçinin, sağlık çalışanının, öğretmenin haklı talepleri bitmiyor elbette. Hepsini seslendirmeye vaktimiz kesinlikle yetmez. Ama bir soru bununla ilgili Saygı Bey sormak ister biliyorum. Çünkü gerçekten bu alın teri çok önemli bir konu.

Saygı Öztürk- Çok soru var hepsini vaktimiz içerisinde yetiştiremeyeceğiz. TÜRK-İŞ Genel Başkanıyla konuştuk, sendika genel başkanlarıyla konuştuk. EĞİTİM-İŞ Sendikası Genel Başkanıyla konuştuk. Ziraat Mühendisleriyle. Onlar da sorular sordular. Sayın Genel Başkana o sordukları soruları burada vaktimiz sınırlı olduğu için soramayacağız ama kendisine takdim edeceğiz.

Efendim Türkiye’de yaklaşık 15 milyon emekli var ve bu emeklilerin başkanı Kazım Ergün’le bugün konuştum. Kazım Bey dedim, Genel Başkana siz ne sormak istersiniz? Ben şunu soruyorum dedi: “2000 sonrası emekli olanların intibakları yapılmadığı için 2000 öncesi emeklilere göre hak kayıpları var. Bu konuda siz ne yapacaksınız? 7 bin 500 liranın altında aylık alanlara zam yapılırken üstünde olanların aylıklarında artış olmadı. Böylece ayrımcı bir uygulama oldu. 7 bin 500’ün üstünde aylık alanlara zam yapılacak mı? Bayram ikramiyesini asgari ücrete endeksleyeceğinizi söylediniz. Bu gelecek dönemlerde de devam edecek mi?” Memurlarda bayram ikramiyesi, onu da ayrıca soruyorlar.

Bir de efendim sizin en hassas olduğunuz konu… Sosyal güvenlik sistemi Türkiye’de adeta yamalı bohçaya döndü. Bunu nasıl düzelteceksiniz? SSK’yı özerk yapıya kavuşturacak mısınız?

Kemal Kılıçdaroğlu- Son sorudan başlayım. Sosyal Sigortalar Kurumu’nun Hazine’ye bağlanması lazım. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kapsamından alınıp Hazine’ye bağlanması lazım. Çünkü bu bir para meselesidir. Yani, Gelir İdaresi Başkanlığı hangi bakanlığın bünyesinde ise bunun da orada olması lazım. Birinci şey bu. Bunu ben kurumun, genel müdürlüğünü yaparken de oraya bağlanması gerektiğini söylemiştim. Hatta o dönem pek çok bakan da istemişti ama bakanlar arasında çekişme vardı, olmadı. İkincisi, sistemin yeniden ele alınması lazım ve bu sorunun Türkiye’nin temel sorunlarından birisi olduğunu hepimiz biliyoruz üç aşağı beş yukarı. Birbirimizi suçlamak yerine, oturup bu sorunu çözmek açısından aktörlerin de asıl rol aldığı bir pozisyon içinde bu sorunun çözülmesi lazım.

2000 öncesi ve sonrası intibakların yapılıp yapılmaması… Yapılmadı intibaklar. Gerçekten şimdi düşük emekli aylığı alanı, 7 bin 500’e çıkardınız; daha fazla prim ödediği halde 7 bin 500 lira alan yani, az prim ödeyeni ödüllendirdiniz, çok prim ödeyeni cezalandırdınız. Bu yanlış, devlet adaletli olmak zorundadır. Aşağıdaki kişinin aylığını yükseltiyorsanız, yukarıdakini de yükselteceksiniz. Yani adaleti sağlayacaksınız, yoksa sadece herkesi eşitlerseniz o zaman benden niye fazla prim aldınız, benden fazla prim almasaydınız. Ben düşük prim öderdim, aynı maaşı alırdım. Dolayısıyla devlet uygulamaları ile adaletsizlik yapan değil; tam tersine var olan adaletsizlikleri gidermek zorundadır. Bununla ilgili bir düzenlemenin kesinlikle yapılması lazım.

Saygı Öztürk- Bankaya yatırılacak 15 bin lira. Asgari ücrete endeksli mi yapacaksınız?

Kemal Kılıçdaroğlu- 2015 yılından beri emekliye Ramazan ve Kurban Bayramı’nda birer maaş ikramiye verilmesini, asgari ücret tutarı ikramiye verilmesini istemiştim. Önce itiraz ettiler, ‘Para yok’ dediler. ‘Parayı nereden bulacaksın’ dediler… Sonra verdiler ama düşük bir rakam verdiler. Uzun süre o düşük rakam devam etti. Sonra seçim sathı mahalline girince rakamı biraz yükselttiler ama asgari ücreti gene vermediler. Ben söz verdim bütün emeklilere, evet Kurban Bayramı’nda bankaya gittiğiniz zaman 15 bin lira bayram ikramiyesini göreceksiniz. Bu yılın size Ramazan Bayramında ödenmeyen farkla asgari ücret kadar olan farkı…

Saygı Öztürk- Bunu gelecek yıllarda da endeksleyeceksiniz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Zaten öyle olması lazım, asgari ücrete endekslenmesi lazım, zaten yılda iki kez veriyorsunuz. Ayrıca bizim bir hedefimiz daha var, öğretmenlere de Öğretmenler Günü’nde bir maaş ikramiye verme şeklinde.

Öğretmen kadar bir toplumu ileriye taşıyan başka bir faktör yoktur. Dolayısıyla öğretmeni, ödüllendirmeniz gerekiyor. Öğretmenler ile ilgili özel bir yasa çıkarmamız lazım. Meslek Kanunu çıkarmamız lazım…

Saygı Öztürk- Çıkarttılar, ondan şikayetçiler biliyorsunuz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Çıkardılar da ama bir işe yaramadı. En çok öğretmenler şikayet ettiler.

Saygı Öztürk- Nejla Hanım da bugün onu soruyor EĞİTİM SEN Başkanı. Efendim onunla bağlantılı olduğu için soralım. Yaklaşık 150 bin taşeron işçisi var. Bu sorunu çözmeyi düşünüyor musunuz diyor Ergün Atalay, TÜRK-İŞ Genel Başkanı.

Kemal Kılıçdaroğlu- Çözeceğiz tabi. Bakın gittiğim iki yerde taşeron işçileri mitinge gelmek istemişler kendi sorunlarını aktarmak için, izin vermemişler gidemezsiniz diye. Ben ama söyledim, izin vermeseler bile biz o sorunu çözeceğiz diye. Taşeron işçilerinin sorununu çözeceğiz. Saygı Bey, devlet taşeron işçi çalıştırmaz, devlet kadrolu işçi çalıştırır. Devletsiniz, ne demek taşeron işçi? Devlet, ücretli öğretmen çalıştırmaz, kadrolu öğretmen çalıştırır. Devlet sözleşmeli öğretmen çalıştırmaz, kadrolu öğretmen çalıştırır. Siz devletsiniz, siz sosyal devletsiniz. Siz aynı işi yapan birisine 100 lira veriyorsunuz, aynı işi yapan birisine de 50 lira veriyorsunuz. Adaletsizliği yaratan devletin kendisi. Bu uygulamaları kaldırmak gerekiyor.

Deniz Zeyrek- Siz 100 bin öğretmeni 657’e tabi memur adayı olarak alacaksınız?

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet. Bütün öğretmenler kadrolu 657’ye tabi olacak. Bir adım ötesi, öğretmenler için özel bir yasa çıkması lazım. Tıpkı Hakimler ve Savcılar için nasıl özel bir yasa varsa öğretmenler için de ayrı bir yasanın mutlaka çıkması gerekiyor.

Saygı Öztürk- YOL-İŞ Genel Başkanı Ramazan Ağar diyor ki, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü vardı, köylere bunlarla gidilirdi. Bugün köylere hizmet gidemiyor büyükşehirlere bağlı olduğu için. Çünkü fırsat bulunamıyor. Diyor ki, böyle tarım ve hayvancılık da o köylerde geriye gidiyor. Giderek yeniden bir Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü veya benzer köylere hizmet götürecek bir sistem kurulacak mı? Çünkü Köy Hizmetleri kalktıktan sonra tarım, hayvancılıkta inanılmaz ölçüde…

Kemal Kılıçdaroğlu-  Köylerin içi boşaldı, daha doğrusu köyler boşaldı büyük ölçüde. Biz kırsalda çalışan insanları kırsalda tutmak için gençlerin ve kadınların, onların sosyal güvenlik primlerini devlet olarak biz ödeyeceğiz. Yani, gençler kırsalda çalışacaklar, üretecekler; kadınlar çalışacaklar, üretecekler ve onların sosyal güvenlik primini biz ödeyeceğiz. Yeri, zamanı gelince de emekli olacaklar.

Bir şey daha söyleyeyim Saygı Bey, bütün köy okullarını açacağız. Köylerde sadece imam olmayacak. İmam olacak, öğretmen olacak, ziraat teknisyeni, ziraat mühendisi, veteriner hekim, veteriner teknik eleman bunlar olacak hayvancılık yapıyorsa. Öbür türlü toprakla ilgileniyorsa, tarım yapıyorsa, toprak analizlerini vs. falan ziraat mühendisleri yapacaklar. Yani kırsalda aynı zamanda entelektüel düzeyi yüksek bir yapı da oluşturacağız. İnsanlar orada çalışacak, üretecek ve kazanacaklar.

Saygı Öztürk- Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Remzi Suiçmez de tam sizin bu bahsettiğiniz konuda soru sordu. Uzun vadeli planlarla bitkisel ve hayvansal üretim kendi kendimize yeteceğimiz döneme gelebilecek miyiz? Her köye ziraat mühendisi istihdam kamu üzerinden mi yapılacak?

Kemal Kılıçdaroğlu- Kamu üzerinden. Hepsi devlet memuru olacak.

Saygı Öztürk- Çünkü diğerlerinde ziraat odaları tarafından ödemeleri yapılıyor. Çoğu bıraktı, işlerine son verdiler.

Kemal Kılıçdaroğlu- Tabi. Bunlar getirdiler yükü ziraat odalarına. Ziraat odasının geliri ne? Düşük aylık veriyor, bunlar geçinemiyorlar ama siz kırsalda görevlendireceksiniz. Ziraat mühendisi, ziraat teknisyeni, veteriner hekim, veteriner teknik okulu var, oradan mezun olanlar. Hayvancılık yapıyorsa bunlar hayvanların aşıları yapılacak, bakımı yapılacak. Ziraat mühendisleri toprak analizi yapacak. Çünkü biz havza bazlı planlama yapacağız. Kim neyi ekeceğini önceden bilecek ve kaça satacağını da bilecek. Oradaki formülümüz şu: Maliyet artı makul kar eşittir taban fiyat. Böylece hiçbir çiftçi zarar etmeyecek ama havza bazlı planlamaya uyduğu sürece. Sen buğday ekeceksin kardeşim, siz pamuk ekeceksiniz… Yani Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre, toprağın verimine göre neyse onu onlar planlayacak, mühendisler planlayacaklar. Herkes ekecek, geliri bilecek, maliyeti çıkacak ortaya. Makul bir kar ilave edilecek ona. Eğer, onun üzerinde bir fiyatta çiftçi satıyorsa, ihracat yapıyorsa satsın tabi, her türlü teşvik verilir. Ama onun altına düşerse, maliyetin altına düşerse taban fiyat, o zaman devlet bunu satın alacak ve dolayısıyla çiftçinin zarar etmesinin önüne geçmiş olacak.

Deniz Zeyrek- Ben de üç tane soru soracağım. Bir; söylediniz Atatürk Genelkurmay’la Diyaneti birlikte kurmuş. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanı cami avlusunda dedi ki, ‘Bunlar gelince Diyaneti kapatacaklar…’ Onu araştırdınız mı, kim söylemiş ‘Diyaneti kapatacağız’ diye?

Kemal Kılıçdaroğlu- Doğrusunu isterseniz, bunu duyduğumda şaşırdım önce, kim söylemiş bunu, ‘Diyaneti kapatacağız’ diye.

Deniz Zeyrek- Buldunuz mu?

Kemal Kılıçdaroğlu- Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kuran CHP. Niye kapatalım? Akıl var mantık var. Tam tersine güçlendirilmesi lazım; tam tersine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın topluma hizmet etmesi lazım. Topluma, sevgiyi, saygıyı öğretmesi lazım. En büyük arzumuz bu. Kim söylemiş bilmiyorum ama böyle bir şey yok yani.

Deniz Zeyrek- Söylememişse o zaman cami avlusunda yalan söyleniyor.

Simge Fıstıkoğlu- Sayın Sera Kadıgil’in böyle bir inanç başkanlığı kurulacağı yönünde bir açıklaması vardı. Acaba onunla mı karıştırıldı diye düşünüyorum ben de.

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi, Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturan kişi, ortaya söz söylemez. Varsa bir şey, isim verir, yer verir, zaman verir, hitap eder. Şimdi siz kalkıyorsunuz, camileri siyaset arenası haline getirdiniz. İbadethaneler, ne zamandan beri siyasetin aracı olmaya başladı? Simge Hanım, kimin inançlı olup olmadığını sadece Yüce Yaradan bilir, başka kimse bilemez, böyle bir yetki hiç kimseye verilmemiştir. Benim yüreğimi kim bilir, benim inancımı kim sorgulayabilir? Dolayısıyla, birileri ortaya çıkıyor; kendisini başka bir pozisyonda, inançları sorguluyor, camileri siyaset arenasına döndürüyor. Yazıktır günahtır bu topluma. ayrıştırmayın, bölmeyin bu toplumu. İnsanlar gitsinler, temiz bir mekanda ibadetlerini yapsınlar. Bakın ben bütün belediye başkanları arkadaşlarıma şunu söyledim, ‘Bulunduğunuz yönettiğiniz beldede cami, cemevi, kilise, havra ne varsa hepsini tertemiz yapacaksınız, insanlar oraya gidip Allah’a ibadet edecekler, siz o imkânı sağlayacaksınız onlara.’ Bunu şu anda bizim bütün belediye başkanlarımız yapar. Hiçbir ayrım yapmazlar. İnsanlar gidecek, ibadetini yapacak. ‘Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kapatacağız…’ Kim söylemiş Allah aşkına ya? Aklı olan birisi söylemez zaten. Niye kapatalım arkadaş ya, niye kapatalım yani?

Deniz Zeyrek- Siz kapattırır mısınız?

Kemal Kılıçdaroğlu- Yok efendim.

Saygı Öztürk- Geçen gün Ali Naili Erdem, eski bakanmış zaten, onunla sohbet ediyorduk. İşte benim yazımla ilgili konuşuyorduk dedi ki, ‘Hz. Muhammed döneminde bir vatandaş hayatını kaybetmiş, cenazesi oradan geçirilirken orada diyorlar ki, Hz. Muhammed ayağa kalkıyor o cenaze oradan geçerken, yanındakiler geliyor ama diyor bu Müslüman değildi diyor. Ama diyor onun içerisinde bir insan vardı’ diyor. Bu kadar efendim.

Kemal Kılıçdaroğlu- Öyle.

Deniz Zeyrek- Efendim ikinci sorum; özellikle Sayın Nurettin Nebati bunu çok kullanıyor. Numan Kurtulmuş da söyledi, ‘Biz TOGG diyoruz, onlar soğan cücüğü diyor. Biz Kızıl Elma diyoruz onlar kıyma diyor’ vs. gibi bir eleştiri var size dönük. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Üçüncü sorum da şu; 15 Mayıs sabahı seçimi kazanmış Cumhurbaşkanı olarak netleşti. Fakat mazbatayı hemen alamıyorsunuz bildiğim kadarıyla, bir görev devir teslimi falan. O arada mesela dolar şu anda baskılanıyor. O baskı kalkarsa o görevdeki bürokratlar sizi zor durumda bırakmak için ekonomik koşullarda ciddi tahribat yaratacak bir takım işlemler yaparlarsa mesela dolar 20 lirada tutuluyor, o baskıyı kaldırdıkları anda o gün 15 Mayıs’ta 30’a çıkarsa mesela. Bunları hep düşündünüz mü, konuştunuz mu, önlemleriniz var mı? Vatandaş bunları da merak ediyor çünkü. Ben güvenlik sorusunu sormuyorum acaba bırakırlar mı, teslim ederler mi? Yoksa bu kadar silahlandılar vs. diyenler de var da. Ben bu ekonomik kısmını daha ciddiye alıyorum. Bu konuda bir hazırlığınız var mı?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi önce Sayın Nebati’nin söylediği, ‘Biz Kızıl Elma diyoruz, onlar kıyma diyorlar’ diye. Yani öyle bir nokta ki sanki savunma sanayiini onlar kurdular, ondan önce hiç yoktu. Dolayısıyla biz savunma sanayiine dolaylı olarak sanki karşıymışız gibi bir algı yaratmaya çalışıyorlar, işte ‘Biz TOGG diyoruz, onlar başka şey söylüyor’ diye. Bir, savunma sanayii milli bir meseledir, bunun partisi olmaz, ülkenin çıkarı neredeyse o olur. Ben onun bilmediği kadar, Nebati’nin bilmediği kadar bu devletin bilgilerine sahip olan birisiyim. Nebati daha dünkü insan. Devletin ne olduğunu Nebati bilmez. Bakın şu gizli ibareli, ‘Türkiye’de Savunma Sanayiini Geliştirme Stratejisi’ belgem. Başbakanlık Kanun Kararlar Dairesi Başkanlığı tarafından yayınlanmış, 16.11.1976 tarihli ve 100 sayılı kanunun kabulü, 91 sayılı kanuna göre bakanlar kurulunca tarihinde kararlaştırılmıştır.  Türkiye’de Savunma Sanayiinin Gelişme Stratejisi diye bir belge. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Başbakan Süleyman Demirel, Devlet Bakanı Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan… Devam edip gidiyor. Alpaslan Türkeş’in de imzası var.

Kaçının bundan haberi var? Savunma sanayii dünkü bir şey mi? Savunma sanayiinin derinliğini dahi bilmiyorlar. Savunma sanayiine niye karşı olalım? Sen Kızıl Elma’yı yaptın da biz karşı mı çıktık? Ben, defalarca söyledim; damat İkitelli’de küçük bir fabrikada çalışırken, o fabrikayı gidip ziyaret eden benim. Onun önüne engeller çıkarılırken, o engelleri aşması için ona yardım eden kişi benim. Niye karşı çıkalım? İyi bir kadrosu vardı, donanımlı bir kadrosu vardı, gayet güzel çalışıyorlardı. Niye karşı çıkalım? Keşke daha fazla yapsa. Ama savunma sanayii, devletin tekelinde olmak zorundadır. Yani, devlet savunma sanayiine hükmetmek zorundadır. Sadece özel sektöre veremezsiniz bunu. Özel sektöre verdiniz; ben çıktım, dedim ki, ben fabrikamı yabancı sermayeye satıyorum. Ne olacak?

Bakın, 1980’li yıllarda HAVELSAN kuruldu, ROKETSAN kuruldu, ASELSAN kuruldu… Bunlar hepimizin göz bebeği. Bu kurumlar olağanüstü büyük başarılara imza attılar. Biz bunlara karşı mı çıktık? Tam tersine bunların büyütülmesi lazım, tam tersine geliştirilmesi lazım. Bakın, ASELSAN’da çok sayıda nitelikli yetişmiş mühendisimiz Hollanda’ya gitti. Kanada’ya gidenler oldu, İngiltere’ye gidenler oldu… Niye gittiler? Bu soru hiç sorulmuyor. Niye bu insanlar ASELSAN gibi bir kurumu terk ettiler? 5 bin dolara gittiler, 6 bin dolara gittiler, 10 bin dolara gittiler. Niye gittiler bu insanlar? Savunma sanayii, günlük sıcak politikanın meselesi değildir. Savunma sanayii bir ulusal meseledir, bir partinin meselesi de değildir. Bakın, savunma sanayiinin kilidi TSK’yı Güçlendirme Vakfı’dır. TSK’yı Güçlendirme Vakfı savunma sanayiinin ana omurgasını oluşturur. Savunma sanayii ile ilgili bütün kurumlar, AK Parti iktidarından önce kurulmuştur. En başta biliyorsunuz Makine ve Kimya vardır; 1930’lu, 20’li yıllarda kurulan. Bütün bunların hepsi dediğim burada strateji belirlenmiş. Ne zaman? Az önce okudum size 1976 yılı. Ve burada bütün ayrıntılar o kadar güzel anlatılmış ki. Nebati bunları bilir mi? Vallahi bilemez. Devletin ne olduğunu bilmiyor. Bunu böyle koyalım. Diğer soru?

Deniz Zeyrek- 15 Mayıs sabahı?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şimdi şöyle, nasıl bir yük alacağımızın farkındayız. Altı lider de farkında. Ekonominin nasıl bir çıkmaz içinde olduğunu da biliyoruz. Şimdi ne yapıyorlar? Merkez Bankası’ndaki altın götürüyorlar Kapalı Çarşı’da satıyorlar, altınla dolar alıyorlar. Doları götürüp tekrar satıyorlar, dolar yerinde sabit kalsın diye. Şu anda Merkez Bankası’nın altınlarında da azalma oldu.

Deniz Zeyrek- 2 bin 500 kilo.

Kemal Kılıçdaroğlu- Evet. Böyle devlet yönetimi olmaz, devlet böyle yönetilmez. Bunlarda akıl yok, aklı kaybettiler. İktidarda kalmak için Türkiye’yi feda ediyorlar, insanımızı feda ediyorlar, geleceğimizi feda ediyorlar. Böyle bir devlet yönetimi olur mu? 128 milyar doları sorduk, kime sattın bunu? Merkez Bankası, Merkez Bankası olmaktan çıktı. Sarayın kasası orası. Merkez Bankası’nın güven vermediği bir yerde, siz para politikası oluşturamazsınız zaten. Yabancı sermaye gelmiyor. Nasıl gelsin? Sanayici yatırım yapmıyor. Nasıl yapsın? Doların kaç lira olacağı belli değil ki. Ne olacağı belli değil. Merkez Bankası eskiden topluma bilgi verirdi. Devlet dediğiniz kurum saydam olur. Yani devlet dediğiniz kurum vatandaştan topladığı verginin hesabını vatandaşa verir. Böyle bir tablo tümüyle ortadan kalktı. Ben getiririm Merkez Bankası Başkanı olarak birisini, talimat veririm, gereğini yapar.

Ya arkadaş, ben de üniversiteyi bitirdim ama ben inşaat yapamam, statik hesap yapamam, o mühendisin işi. Ameliyat yapamam, o cerrahın işi. Herkesin bir görevi vardır. Bakın, 21.yüzyılda artık kalkınmanın tarifi, büyümenin tarifi yani gelişmiş ülke olmanın tarifi şöyledir; küçük ayrıntılarda işbölümüne giden ülke gelişmiş ülkedir. Çünkü herkesin görevi vardır ve herkes görevini yapar. Saray herkesin görevine bakıyor. Tek allame orada. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Yazıktır, günahtır bu millete. Kimse önünü göremiyor, yatırım yapamıyor. Felaket bir tablo var. Geçen bir grup ihracatçıyla görüştüm, yakında batacağız dediler. Maliyetler sürekli artıyor, doları tutuyorlar. Daha garip bir şey söyleyeyim;  Almanya’daki işçi buraya geliyor, tabi gelirken parasını banka havalesiyle gönderiyor, parasını çekemiyor bankadan, zorluk çıkarıyorlar. Çünkü banka döviz ödeyemiyor. Sistem zorlanıyor, nereye gittiği belli değil. Yani Allah sonumuzu hayreylesin diyelim.

Ama bütün bu karamsar tabloyu biz aşmakta kararlıyız. Ama şunu söyleyeyim, dediğim gibi bir numaralı kararnamemiz, bu israfı önleme konusunda bir kararname, onun hazırlıkları yapılıyor şu anda. Bir grup teknisyen arkadaşımız, devleti bilen arkadaşımız o hazırlıkları yapıyorlar. Hangi kararları nerelerde, hangi tasarrufları yapabiliriz diye.

Şu karara da vardık; alacağımız her kararı hangi gerekçeyle aldığımızı çıkıp topluma açık açık anlatacağız. Çok net biçimde anlatacağız. Halkı kandırmanın bir alemi yok, halka yalan söylemenin bir alemi yok. Devleti yönetiyorsanız, ahlaklı yöneteceksiniz devleti. Aksi halde tam bir felaket olur. Yabancı sermaye gelmiyor. Niye gelsin? Bizde yatırım? E yatırımlar durdu, kimse önünü göremiyor ki, ne yapacak yatırım yaparak.

Sorun büyük farkındayız, nasıl bir miras aldığımızın da farkındayız. Ama biz kısa süre içerisinde Türkiye’yi aydınlığa çıkaracağız. Herkesin rahat ettiği bir atmosferi yaratacağız.

Deniz Zeyrek- Ne zaman nefes alırız efendim?

Kemal Kılıçdaroğlu- Şöyle; biz 6 ay içinde toplum rahat bir nefes alır diyorduk. Ama şimdi yaşadığımızda bir yıllık bir zamana ihtiyacımız var toplumun rahat bir nefes alması için. O kadar bozdular ki ekonomiyi. Herkes şöyle, bunlar ne zaman gidecek ve biz nasıl nefes alacağız diye. Demokratik yollarla biz bunları göndereceğiz ve ondan sonra bu toplumda her kuruşun hesabını topluma veren bir devlet anlayışı. Ahlaklı bir anlayışı egemen kılacağız. Seçim meydanlarında söylüyorum vallahi billahi. Diyorum ki, kul hakkı yiyenlere artık oy vermeyin, vermeyin bu adamlara niye veriyorsunuz? Yolsuzluk, hırsızlık, her şey var. Rüşvetsiz devlette bir şey yapamıyorsunuz. Sanayici yatırım yapacak, rüşvet vermeden yatırım yapamıyorsunuz. Artık bunu herkes biliyor, bütün dünya biliyor. İngiltere’deki villaları bilmiyor muyuz Allah aşkına? Hepsini biliyoruz. Amerika’daki paraları herkes biliyor zaten. Dolarların, avroların nerelere götürüldüğünü herkes biliyor zaten. O paraları Türkiye’ye getireceğiz ama.

Simge Fıstıkoğlu- Ben aslında programın başında seçim güvenliğini konuştuk ve 1,5 yıldır çalıştığınızı bu konuda söylediniz ama Fatih Portakal’ın Sözcü Ana Haberde sık sık dile getirdiği bir konu var. Bugün de hatta dile getirdi. Onu size sormak isterim. 2016 referandumunda YSK mühürsüz zarfların da geçersiz olacağını açıklamıştı ve bu bir karmaşaya yol açmıştı. Bu mühürsüz pusulalarla ilgili bir başvurunuz, bir fikri takip yapma şansınız oldu mu? Bu konuda bir tutumunuz var mı?

Kemal Kılıçdaroğlu- Orada bir temsilcimiz var. Grubu olan diğer partilerin de temsilcileri var. Ortak hareket ediyoruz zaten. Orada alınan bir karar varsa o karara karşı kendi düşüncelerimizi aktarıyoruz rahat bir şekilde. Umarız böyle bir garip tabloyla karşılaşmayız. 

Simge Fıstıkoğlu- Alevi videonuz Twitterde en çok izlenen video oldu. Böyle bir ilgi bekliyor muydunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Yo beklemiyordum doğrusunu isterseniz. Dünyada bir numara oldu.

Simge Fıstıkoğlu- Üçüncüsü gelecek mi?

Kemal Kılıçdaroğlu- Yeni videolarımız gelecek tabi.

Deniz Zeyrek- Tahtanız nerede efendim?

Kemal Kılıçdaroğlu- Bakın şimdi Allah aşkına. CHP adına gidiyorlar sahte broşür bastırıyorlar. İnsan biraz utanır, insanda biraz ahlak olur, biraz erdem olur. Bizim adımıza sahte broşür bastırıyorlar, onu dağıtacaklar sanki biz bunu istiyormuşuz gibi. Allah bunlara akıl fikir versin! Gidecekler. Her türlü rezilliği yapıyorlar. Üstelik bunu genç çocuklara yaptırıyorlar. Gençten ne istiyorsun? Sen bu gence ahlaklı olmayı öğreteceksin. Ahlaksız olmayı öğretiyorsun ve bunu yapan AK Parti, üzülerek ifade edeyim AK Parti. Nasıl yapıyorsun, adın AK, adına bari yakışan bir şey yap. Ama bunların hepsini saptadık savcılığa vereceğiz, takip edeceğiz yani.

Simge Fıstıkoğlu- Son bir cümleyle bu seçimi diğerlerinden ayıran, sizin için diğer seçimlerden ayıran, girdiğiniz tüm seçimlerden ayıran nedir?

Kemal Kılıçdaroğlu- Bu seçimde demokrasi oylanacak.

Deniz Zeyrek- Demokrasi referandumu?

Kemal Kılıçdaroğlu- Demokrasiyi oylayacağız. Bu ülkede demokrasi olsun mu, olmasın mı?

Saygı Öztürk- Biliyorsunuz yeni bir televizyonuz. Sözcü Televizyonunda siz de ilk kez konuk oldunuz. Nasıl buluyorsunuz efendim, yayınlarımızı izliyor musunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu- Saygı Bey, mutlaka güzel yayınlar vardır ama yani çok özür dileyerek televizyonları çok fazla izleme şansım olmuyor. Ama arada bir bakıyorum vaktim olduğu zaman. Başarılı bir yayın politikası izliyorsunuz.

Saygı Öztürk- O zaman sizi bir gün televizyonumuzun merkezine de bekliyoruz efendim.

Kemal Kılıçdaroğlu- Merkeze de gelirim tabi, niye gelmeyim. Çay kahve ısmarlarsanız gelirim. Sade bir Türk kahvesi içeriz.

Simge Fıstıkoğlu- Zevkle. Çok teşekkür ederiz. Vedalaşmadan evvel izleyicilerimize vermek istediğiniz son bir mesaj varsa buyurunuz.

Kemal Kılıçdaroğlu- Tek şey istiyorum. Mutlaka sandığa gitsinler ve oy kullansınlar. Oy kullanırken vicdanlarının sesini düşünsünler, Türkiye’yi düşünsünler, evlatlarını düşünsünler ve oyu öyle kullansınlar. Tek isteğim bu.

Simge Fıstıkoğlu- Çok çok teşekkür ediyoruz efendim. Saygı Öztürk çok teşekkürler, Deniz Zeyrek çok teşekkürler. İzlediğiniz için de sevgili seyirciler sizlere çok teşekkür ediyoruz. Muazzam bir ilgi gösterdiniz yayına. Çok teşekkürler Sayın Genel Başkan bir kez daha.

Herkese iyi akşamlar diliyoruz Ankara’dan, hoşça kalın.