23.12.2020

CHP'NİN DIŞİŞLERİ KOMİSYON SÖZCÜSÜ ÇEVİKÖZ, LİBYA TEZKERESİ ÜZERİNE CHP GRUBU ADINA KONUŞTU

Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili ve CHP'nin Dışişleri Komisyon Sözcüsü Ünal Çeviköz, TBMM Genel Kurulu'nda görüşülmekte olan Libya Tezkeresi üzerine CHP Gurubu adına konuştu.
Çeviköz'ün konuşması şöyle:
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Libya'ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Libya'ya asker gönderilmesine ilişkin tezkere bizim için önemli. Zira, Libya'yla ilgili çok değerli tarihî deneyimler ve çıkarılacak dersler var. Geçen yıl bu zamanlar Libya tezkeresinin hazırlıkları konuşulurken, sürekli olarak Türkiye'nin girmemesi gereken yeni bir iç savaşa doğru itilmekte olduğunu dile getiriyor, bu konudaki endişelerimizi açık açık paylaşıyorduk. İktidar, Libya'yla ilgili tezlerini ileri sürerken, yine geçen yıl bu zamanlar, hep tarihsel bağlardan söz ediyordu.
Ben de bugün Libya'yla ilgili tarihe dayalı bazı notlar düşmek istiyorum kayıtlara. Örneğin, gazeteci Mustafa Şerif Bey'den söz etmek istiyorum; örneğin, Tobruk'tan söz etmek istiyorum: Yıl 1911, İtalya, önce Trablusgarp'ı, ardından Tobruk ve Bingazi'yi işgal eder. Osmanlı'nın bu işgale karşı koyacak gücü yoktur. İşgale karşı Libya halkının direnmesi ve kendi gücüyle mukabele etmesi gerektiğine karar verilir. Libya halkının bu direnişe heveslendirilmesi için İstanbul'da yayımlanmakta olan Tanin gazetesi muhabiri Mustafa Şerif Bey ve arkadaşları Mısır'a giderler. Tarihin ne garip bir cilvesidir ki bugünkü aktörler o zaman da devrededir. Zira, Mustafa Şerif Bey ve arkadaşlarını Mısır'a bir Rus gemisi götürür. İşte bu gazeteci grup İskenderiye'den Mısır, Libya sınırını binbir macerayla geçip Tobruk yakınlarındaki Osmanlı karargâhına vardıklarında Mustafa Şerif Bey devesinden inerek karşılayanlara kendini tanıtır: "Ben Erkânıharp Kolağası -yani Kıdemli Kurmay Yüzbaşı- Mustafa Kemal." Yani bizim Mustafa Kemal'imiz. Mustafa Kemal, kısa zamanda binbaşılığa terfi ettirilir, Tobruk ve çevresinde yerel güçleri örgütler ve İtalyan işgaline karşı meşhur Tobruk Zaferi'ni kazanır.
Bugün "Neden Libya'dayız?" sorusuyla karşılaşınca "Atatürk de Libya'ya gitmedi mi?" diyenler için çok net bir cevap var: Mustafa Kemal, vatan topraklarını savunmak, Tobruk'ta Libya halkını işgale karşı direnmeye hazırlamak ve onlara zafer kazandırmak için oradaydı, bugünden farkı budur.
Değerli milletvekilleri, Libya, bizim için vekâlet savaşlarına karşı mücadele etmek üzere tarih sahnesinde yer alan Gazeteci Şerif Bey'in yani Mustafa Kemal'in anısıdır. Biz bugün bu tezkereyi değerlendirirken Mustafa Kemal Atatürk'ün ilke ve düşüncelerinden hareket edeceğiz. Örneğin, Atatürk kendi topraklarımız olmayan ülkelerde muharebe meydanlarına çıkmamıştır. Örneğin, bir asker olmasına rağmen savaştan en güçlü barış mesajlarını üreten bir lider olmuştur. Anzak Annelerine yazdığı mektupta ne dediği, her yıl 25 Nisanda yapılan törenlerde aradan geçen yüz yılın üzerinde bir süreye rağmen insanları göz yaşlarına boğmaktadır. Örneğin, onun izlediği politikalarla tek kurşun atılmadan, tek bir askerimizin bile burnu kanamadan Hatay ana vatanımıza katılmıştır, bunu da, savaş meydanlarında ve cephelerde karşı karşıya geldiği kesimlerle barış masalarına oturabilmesi ve savaştığı isimlerin övgüsünü toplayabilmesiyle sağlamıştır. En önemlisi de, ülkemizin ve bu coğrafyamızın gerçekleriyle uyumlu bir sözü dış politikamızın mihenk taşı olmuştur: "Yurtta sulh, cihanda sulh."
Değerli milletvekilleri, Libya'da geçen yıldan bu yana nelerin değiştiğini anlatmadan önce geçen yılki gelişmeleri hatırlatarak sözlerime devam etmek istiyorum. 11 Aralık 2019 tarihinde Dışişleri Komisyonu toplantısında Dışişleri Bakan Yardımcısı, gündemde olmadığı hâlde Libya'yla imzalanan Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası hakkında Komisyon üyelerine bilgilendirme yapmıştı. Bu bilgilendirme sırasında biz de sormuştuk, "Libya'yla 2 mutabakat muhtırası imzalandı, haberlerde Libya'ya asker gönderileceği sözleri dolaşıyor, bu 2'nci muhtıra nedir, bunun hakkında bilgi vermeyecek misiniz?" demiştik, hatta "Deniz yetki alanları muhtırasını imzalamak için Güvenlik ve Askerî İş Birliği Muhtırası'nı Libya tarafı mı istedi?" diye de sormuştuk. Bizlere o gün ikisinin birbiriyle alakasının olmadığı açıklaması yapılmıştı.
14 Aralık tarihinde sözde gündemde olmayan ve önemsenmiyormuş havasıyla geri planda bırakılan Güvenlik ve İş Birliği Mutabakat Muhtırası Türkiye Büyük Millet Meclisine getirildi. Ardında da, 16 Aralık tarihinde olağanüstü bir Dışişleri Komisyon toplantısı çağırılarak gündeme alındı. Bilahare 2 Ocak tarihinde apar topar tezkere Meclise geldi, biz de tezkerenin esasına ilişkin olarak Anayasa'ya aykırılıklarını dile getirdik çünkü yurt dışına askerimizin gönderilmesine izin verilmesi Anayasa'mızın 92'nci maddeye aykırı unsurlar içeriyor ve tezkere talebi 'uluslararası hukukun meşru saydığı hâllerde' ifadesini karşılamıyor çünkü bu tezkere Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu kararlarını ihlal ediyor." dedik.
Değerli milletvekilleri, bakınız, iktidarın bu tezkere özelinde attığı adımlar ülkemizin itibar kayıplarına yeni halkalar ekliyor. Maceraperest politikalar ülkemizi âdeta, kurtlar sofrasına atmakta ve hukuksuz uygulamalarla karşı karşıya getirmekte. Bunun en son örneğini maalesef, bir konteyner gemimizin hukuksuzca aranmasında da gördük. İktidarın risk algısını anlamak gerçekten mümkün değil. Ülkemiz için oluşan riskleri bertaraf etmeyip aksine, sorun yaşanmayan yerlerde sorun yaratmak gibi bir yeteneği var. Libya'yla ilgili her açıklamamızda şu uyarılarda bulunduk: "Libya'da çatışan taraflardan birini destekleyip taraf tutmayın. Libya'nın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterin, ülkenin iç işlerine karışmayın. 2015 Suheyrat Anlaşması'na göre, Trablus Hükûmeti kadar Tobruk'taki Temsilciler Meclisi de meşrudur. Bu dengeyi gözeterek 2 tarafla da temas içinde olun." dedik, demedik mi? Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetinin uluslararası meşruiyeti Aralık 2015'te imzalanan Suheyrat Anlaşması'na ve bu anlaşmaya atıf yapan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2259 Sayılı Kararı'na dayandırılmaktadır. Suheyrat Anlaşması uyarınca, görevleri tanımlanmış Ulusal Mutabakat Hükûmeti, Trablus'ta ise aynı anlaşmayla meşruiyeti sağlanan Temsilciler Meclisi de Tobruk'ta bulunmaktadır; hani o Gazeteci Mustafa Şerif Bey'in Libya haklını örgütleyerek İtalyanlara karşı zafer kazandığı Tobruk var ya, işte, orada.
"Sorunu Birleşmiş Milletler nezdinde halletmek için girişim yapın, istendiği takdirde ara bulucu olun." dedik. Peki, iktidar ne yaptı sayın milletvekilleri? Bu durumun tam tersini yaptı. Hani, ulusal bir dış politika izlediğinizi iddia edip muhalefeti neden yanınızda göremediğinizde yakınıyorsunuz ya, muhalefetin önerilerinin hangi birine kulak astınız ki? İktidarın muhalefeti dinlemediği zaman neler olduğunu ve Sirte ve Cufra hayallerinin nelere yol açığını görelim: Cumhuriyet Halk Partisinin önerilerine kulak asmayan, Libya'daki çatışmalarda taraf tutarak sorunun diplomasiyle çözmekten kaçan iktidar, önce Putin tarafından Moskova'da masaya oturtuldu, sonra da Berlin'deki masaya oturmak zorunda kaldı. Berlin Konferansı'nın temel sonucu olarak Libyalıların öncülüğünde ve sahipliğinde bir siyasi sürecin ülkedeki çatışmaları sona erdirebileceği, bunun için de dışarıdan müdahalenin engellenmesi gerektiği görüşüne varıldı. Yaz aylarına gelindiğinde ise Libya'da siyasi çözüm arayışları ivme kazandı, küresel olarak yapılan ateşkes çağrılarına cevap verildi. Önce, 21 Ağustos 2020 tarihide Libya'da ateşkes imzalandı daha sonra, 23 Ekimde bu ateşkes kalıcı hâle geldi. Taraflar, cephedeki tüm askerî birliklerin ve silahlı grupların kamplarına dönmeleri konusunda anlaştılar. Bunu, tüm paralı askerlerin ve yabancı savaşçıların en fazla üç ay içinde tüm Libya topraklarından, karadan, havadan ve denizden ayrılması izleyecek; 24 Aralık 2021 tarihinde de yani bundan tam bir yıl sonra Libya'da seçim yapılması konusunda uzlaşıldı.
Değerli milletvekilleri, geçen yılki tezkere metninde Libya'da ateşkesin sağlanması için asker gönderme izni istenmişti. Ee, ateşkes gerçekleşmedi mi? İnsan sormaz mı bu yıl neden uzatma isteniyor diye? Bu yılki tezkere metninde şöyle deniyor: "Gelinen aşamada Libya'da kalıcı ateşkesin ve siyasi diyalog sürecinin sonuçlandırılması, kurumların birleştirilmesi henüz mümkün olamamıştır." Yani bu tezkerenin gerekçesi imzalanan ateşkesi kabullenmiyor. Libya'da neden oyunbozanlık yapıyorsunuz? Bu yılki tezkere metninde "Sözde Libya Ulusal Ordusunun, dış güçlerin desteğiyle, Libya'nın orta ve doğu bölgelerindeki askerî tahkimatı sürmektedir." deniyor. Şimdi, burada çok önemli 2 sorun var değerli milletvekilleri. Birincisi, metinde, geçen yıl olduğu gibi "sözde Libya Ulusal Ordusu" ifadesi kullanılmış hem de 3 kez kullanılmış; bu ifadeyi kullanmaktan yine vazgeçilmemiş bu yıl. Bu zihniyetle devam ederseniz, gün gelir Suriye'de desteklediğiniz Suriye Millî Ordusu için de aynı ifade kullanılır ve "sözde" denirse söyleyecek sözünüz kalmaz. Yine aynı cümlede "dış güçlerin desteğiyle" diye bir ifade kullanılıyor. Sayın milletvekilleri, ülkemizde, iç politik mülahazalarla "dış güçler" söylemi kullanılıyor da Libya için kullanmayın bari, dış politikada yapmıyorsunuz bari Meclisimize gerekçe gönderirken, rica ediyoruz, daha diplomatik bir dil kullanın. Her ülkenin iç işlerine dış güçlerle mücadele bahanesiyle müdahale etmeyin. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına ve uluslararası hukuka göre hareket edin. İkircikli, taraf tutan ve ideolojik saplantılarla dolu dış politikanın en önemli çıktıları Libya politikasında mevcuttur. Bu çelişkiler iktidarın Libya'daki Ulusal Mutabakat Hükûmetini Birleşmiş Milletler tanıyor diye meşru kabul edip Suriye'deki Şam yönetimini Birleşmiş Milletler tanıdığı hâlde meşru kabul etmemesinden de bellidir. Alakart meşruiyet olmaz değerli milletvekilleri, bunu da bu vesileyle dile getirmiş olalım.
Değerli milletvekilleri, gelelim tezkerenin süresine. Söz konusu metinde on sekiz aylık izin isteniyor. On sekiz ay askerlik bile yok artık, nereden çıktı bu on sekiz ay? Üstelik bu on sekiz ay 24 Aralık 2021 tarihi için kararlaştırılan Libya seçimlerinin süresini de aşıyor. Bu seçimlerden sonra iktidarı Libya'ya davet ettiği ileri sürülen Ulusal Mutabakat Hükûmetinin kalıp kalmayacağı ne malum? Askerlerimizi orada bulundurmanın gerekçesi ne olacak? Hangi meşruiyete dayanılacak? Seçimlerden söz açılmışsa yoksa siz olası bir erken seçimde iktidarı kaybedeceğinizin farkındasınız da şimdiden peşin peşin izin mi istiyorsunuz?
Değerli milletvekilleri, Libya'ya askerî kuvvet gönderiliyor, askerlerimiz bir iç savaşın hüküm sürdüğü yabancı bir ülkenin topraklarında can güvenliği tehdidinin tam ortasına atılıyor yani bir askerî harekâta kalkışılıyor fakat siyasi hedef belli değil. Silahlı Kuvvetlerimiz kimsenin özel güvenlik gücü değildir. Vatan evlatları Libya çöllerine bu şekilde sorumsuzca sevk edilemez. Daha biz geçen yıl Libya'da kaç şehidimizin olduğunu Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında konuşabildik mi? Sayın Erdoğan "Libya'da birkaç şehidimiz var." dedi, sonra bu konuya dair haber yapan gazeteciler yargılandı. Şehitlerimizi yurttaşlarımıza, yüce Meclisimize açıklayamıyorken nasıl olur da on sekiz aylık bir tezkere için izin istenir? 5 Temmuzda Türk personelin de bulunduğu Vatiyye Üssü'ne bir saldırı düzenlendi ve askerî teçhizatlar imha edildi. Saldırının hangi ülke uçakları tarafından yapıldığı bile belli değil. O kadar çok ülke var ki daha bunun bir de birbiriyle çatışan kabileler boyutu var. Üstelik Vatiyye Üssü'ndeki hasarın ne boyutta olduğunu dahi öğrenemedik. Böyle bir ortama nasıl Mehmetçiklerimizi on sekiz aylığına göndeririz?
Değerli milletvekilleri, iktidarın bugün bütün bu tartışmaların önünü kesmek için bir tek argümanı olabilir, o da Deniz Yetki Alanları Anlaşması ile Askerî Güvenlik Anlaşması'nda imzası olan Ulusal Mutabakat Hükûmetinin korunması. Tekrar ediyorum: Silahlı Kuvvetlerimiz kimsenin özel güvenlik gücü olamaz.
Bütün bunları bir kenara bırakacak olursak, biz, Türkiye Cumhuriyeti olarak Doğu Akdeniz stratejimizi neden sadece mutabakat muhtıraları üzerine inşa ediyoruz, hem de bu mutabakatlar Libya'nın Temsilciler Meclisinden bile onay almamış ve yasal sürecini de tamamlamamışken? Sadece Ulusal Mutabakat Hükûmetinin geleceğine yönelik olarak strateji geliştirirsek Hükûmetteki her hareketlilik Ankara'da alarm zilleri çalmasına neden olur.
İktidar bugün Ulusal Mutabakat Hükûmetinin kaderi ile Doğu Akdeniz'deki çıkarlarımızın kaderini eş tutmaktadır. Oysa Doğu Akdeniz'de daha kesin bir çözüm için atılması gereken adımlar belli. Önce, Mısır başta olmak üzere, Suriye ve İsrail'le diplomatik ilişkilerin yeniden hak ettiği seviyeye bir an önce çıkarılması gerekiyor; aksi takdirde bir hükûmetle yaptığınız mutabakat üzerine girdiğiniz cendereden çıkamazsınız. Türkiye Cumhuriyeti'nin devlet geleneği devletler arası ilişkileri önceler, hükûmetlerle olan ilişkileri değil. İşte o nedenle, hükûmet değiştikten sonra da Türkiye Cumhuriyeti devleti uluslararası ilişkilerini sürdürmeye devam edecektir.
Değerli milletvekilleri, bu Ulusal Mutabakat Hükûmeti 2015 yılında kurulmuş bir hükûmet, oysa biz Doğu Akdeniz'de yüzyıllardır varız; ne bu öz güvensizlik? Osmanlı'dan beri oluşturulan hariciye geleneğimizi hiçe sayıp nasıl 2015 yılında kurulmuş bir hükûmetin geleceğine politikalarımızı indirgersiniz? Bu mudur yerlilik? Bu mudur millîlik?
Üstelik Ulusal Mutabakat Hükûmetinde çok ciddi bir iç çekişme de var. Ağustos ayında yaşananlar malum. 28 Ağustosta Başbakan Serrac, İçişleri Bakanı Fethi Başağa'yı açığa alıp yerine yardımcısı Halid Ahmed et-Ticani'yi vekâleten atadı. Üstelik atama operasyonu Fethi Başağa Türkiye'de temaslarda bulunurken yapıldı. Hatta Fethi Başağa'nın Serrac'a karşı darbe hazırlığı içinde olduğu dahi söylendi. Daha sonra Serrac görevi bırakacağını duyurdu, ardından bu defa göreve devam edeceğini açıkladı.
Değerli milletvekilleri, geçen yılki tezkere metninde şöyle deniyordu: Çatışmalar, DAEŞ ve El Kaide gibi terör örgütlerinin eylemleri için uygun ortam oluşmasına da sebebiyet vermektedir. Diğer taraftan Libya toprakları ve karasuları, Akdeniz üzerinden gerçekleştirilen uluslararası insan ve göçmen kaçakçılığında da kullanılmaktadır. Peki, Libya'daki insan ve göçmen kaçakçılığına bir yıl içinde engel olabildik mi sayın milletvekilleri? Ya da IŞİD ve El Kaide'nin eylemlerinin engellenmesini sağlayabildik mi? Daha kendi ülkemizde IŞİD üyelerinin terfi alır gibi örgüt içinde yükselmesine engel bile olunamazken...
Değerli milletvekilleri, Libya konusunda Cumhuriyet Halk Partisi olarak en büyük dileğimiz, Trablus'taki Hükûmet ve Tobruk'taki Temsilciler Meclisi arasındaki savaşın barışçıl yöntemlerle sona ermesi ve Libya'nın bir an önce huzur ve istikrara kavuşmasıdır. Bu hem Afrika Kıtası hem de Doğu Akdeniz'in güvenliği için elzemdir. Aynı zamanda küresel ölçekte terörizmle mücadele konusunda da Libya'daki gelişmeler belirleyicidir. Esasen ateşkes anlaşması da Libya'da tarafların bir ortak Hükûmet kurmaları konusunda anlaşmalarıyla mümkün olmuştur. Yani 1911'de Libya'ya giden Atatürk'ün gerçekleştirmek istediği hedef hâlâ Libya halkının hafızasındadır. Evet, biz, Mustafa Şerif Bey'in Libya halkını işgale karşı birleştiren anlayışıyla hareket ediyoruz, bugün sürdürülen anlayışla değil.
Libya'daki çatışmaların devam etmesi petrol kaçakçılığı ve Libya'dan Avrupa'ya göç akını gibi sorunların devam etmesine de neden olmaktadır. Bu bağlamda, Libya'daki krize taraf olan bütün ülkeler Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin Libya konusundaki bütün kararlarına uymalılar ve bu yılın başında yapılan Berlin Konferansı'nda alınan kararların ve 23 Ekimde kalıcı ateşkes kararıyla birlikte alınan cephedeki tüm askerî birliklerin ve silahlı grupların kamplarına dönmeleri taahhüdünün yerine getirilmesi için çaba harcamalılar.
Ülkemizin sosyolojik yapısı göz önüne alındığında iktidar, etnik ve mezhepsel hassasiyeti olan ülkelerin iç işlerine kesinlikle taraf olmamalıdır. Arap milliyetçiliğinin yeniden nüksettiği bugün, dış politikanın pek çok alanında kendini göstermektedir. İktidarın Libya'da izlemiş olduğu politikalarla bu durum daha da derinleşmiştir.
Değerli milletvekilleri, bütün bu saydığımız gerekçelerden dolayı geçen yılki tutumuzda bir değişiklik olmadığını dolayısıyla bu tezkereye olumsuz oy vereceğimizi belirtir, yüce Meclisi saygıyla selamlarım.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler