08.06.2010

08 Haziran 2010 tarihli TBMM Grup Konuşması

Genel Başkan Kılıçdaroğlu Başbakan Erdoğan’ın İsrail politikasını eleştirdi ve “Kameraların önünde ‘one minute’, kapalı kapılar ardında ‘yes, please’” olmaz” dedi.

-“Artık ikiyüzlü politikalara bu ülkede yer yok diyeceğiz. Adam gibi duracaksın, söylediğinin arkasında duracaksın. Bizim bildiğimiz yiğitlik böyle olur. İki laf söyleyeceksiniz, köşeyi döndükten sonra dünya görüşünüz 180 derece değişecek. Kime mahsus bu? Adalet ve kalkınma partisine mahsus.”

-”Dış politikayı iç politikaya alet ederseniz, gelir duvara çarparsınız, AKP duvara çarptı”

-”Dışişleri bakanlığı BM açıklamasını tercüme ederken “eylemleri” sözcüğünü kaldırıp yerine “eylemi” sözcüğünü koyuyor. Hükümet, acizliğini yanlış bir tercüme yaparak mı korumak istiyor?”-

-”Başbakan haklılığını kanıtlamak istiyorsa, İsrail hükümetiyle yapılan yazışmaları kamuoyuna açıklar. Eğer o yazışmalar kamuoyuna açıklanmazsa, AKP hükümeti 9 yurttaşımızın ölmesinde rol üstlenen parti konumuna gelecektir”

-”Recep bey, gözünü seveyim, sen gariban Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarını gemiye bindiriyorsun, ölüme gönderiyorsun. Kendi milletvekillerine gelince ‘sen dur’ diyorsun bu çifte standardı hangi insani kurala bağlıyorsun?”

-“Furkan’ı bindireceksin gemiye, başına 4 kurşun yiyecek İsrail askeri tarafından, burada ağlayacaksın, kendi milletvekillerini arkana alacaksın seni alkışlasınlar diye buna şiddetle itiraz ediyoruz”

-“Sayın Başbakan Kudüs’ün kaderi Ankara’dan farklı değildir diyor. Ben ona şunu sormak isterim acaba Bağdat yanarken kendisi neredeydi. Orada çocuklar öldürülürken, Müslüman kadınlara tecavüz edilirken neredeydin. Sen 1 Mart tezkeresini geçirmek için çalışmıyor muydun? Biz Gazze’deki Müslümana da sahip çıkarız, Bağdat’takine de. Çifte standarda karşı çıkarız.”

-“Şirk koşma terimini Recep bey biliyor musun, bilmiyor musun? Biz inançlarımızı siyasete ve ticarete malzeme etmeyiz onun gibi. Kimseye de hesap vermeyiz. Zaten inançlarımıza göre kimse de biz hesap soramaz.”

-“Biz Allah’tan korkarız, ne dedik çalmayacaksın dedik. Yalan söylemeyeceksin dedik. Kul hakkı yemeyeceksin dedik daha biz suçlu ayağa kalk demeden başbakan ayağa kalktı”

-”Hz. Ömer devletin işini yaparken devletin mumunu, kendi işini yaparken kendi mumunu yakarmış. Biz devlet uçağıyla eşlerimizi Katar’daki düğüne göndermeyiz. Bizim inancımız budur.”

-”Recep bey halk gibi pazarda, şurada burada alışveriş yapmadığı için dünyadan haberi yok. Recep Bey’e göre, Türkiye güllük gülistanlık. Türkiye almış başını gidiyor. Hiç kimse Türkiye ile yarışamıyor”

-”Lafa gelince esiyor, gürlüyor ama toprağa tek bir damla bile düşmüyor. Bu AKP verimsiz bir parti, milleti perişan etti”

-“Sayın Başbakan reçete arıyor. Allah aşkına 8 yıldır ülkeyi yöneten Başbakan bunu nasıl söyler”

-“Mazotta ÖTV’yi kaldıracağız. Lüks yatlara veriyorsunuz ÖTV’siz çiftçiye veriyorsunuz ÖTV’li. Çiftçinin günahı nedir?”

-”Çiftçiye her yıl en az 10 milyar lira destek vereceğiz”

-“Çiftçi kardeşlerime sesleniyorum. Önümüzdeki seçimde ananızı, babanızı, kardeşinizi, komşunuzu alıp sandığa gideceksiniz ve AKP’yi sandığa gömeceksiniz…”

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu Balıkesir Bağımsız Milletvekili Hüseyin Pazarcı ve İzmir Bağımsız Milletvekili Harun Öztürk’e CHP rozeti taktığı Grup konuşmasında bağımsız iki milletvekilinin CHP’ye katılmasından duyduğu mutluluğu dile getirdi ve bu dalgayı aşama aşama Türkiye’nin bütün coğrafyasına yayacaklarını, bundan sonra CHP’nin daha güçlü şekilde yoluna devam edeceğini ve haramiler düzenini yıkacaklarını söyledi.

Konuşmasında AKP hakkında İsrail’in gemi baskınıyla ilgili olarak TBMM’ye araştırma önergesi verileceğini açıklayan ve “Recep beyin ezberini bozduk AKP’nin düzenini de bozacağız” diyen Genel Başkan Kılıçdaroğlu sık sık “Başbakan Kemal” alkışlarıyla kesilen konuşmasında güncel olayları şöyle değerlendirdi:

Değerli milletvekilleri, iki değerli milletvekilinin Cumhuriyet Halk Partisi ailesine katılmalarından biz de son derece mutluyuz.  İnanıyorum bu dalgayı aşama aşama Türkiye’nin bütün coğrafyasına yayacağız. Bu dalgayı görüyoruz, hissediyoruz, bundan sonra daha güçlü bir şekilde yolumuza devam edeceğiz.

Değerli milletvekilleri, geçen Salı günü, gerçekten de grupların yaşadıkları bir olay vardı, Türkiye Cumhuriyetinin yaşadığı bir olay vardı. Sabah saat 04.00’te Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına yapılan bir askeri eylem vardı ve 9 yurttaşımızın kaybıyla karşı karşıya kalmıştık. Gazze’ye ambargo uygulanmasını bu kürsüde eleştirmiştik, çünkü çocukların, kadınların, yaşlıların ambargo uygulamasıyla onlardan sonuç almak, Gazze’yi elde etmek, o insanları cezalandırmak bir insanlık suçuydu ve bu suça hep beraber karşı çıktık. Nedeni de şu idi: Gerçekten de kadınların, yaşlıların ve çocukların olduğu bir yerde gıda ambargosunu uyguladığımız zaman insani duyguların tümünü yok etmiş olursunuz. Bu açıdan ambargo uygulamasına şiddetle karşı çıktık ve şunu da söyledik: İsrail hükümetinin dokunulmaz ve bedel ödeyemez bir hükümet olmaktan da çıkarılmasını istedik. Yine bu kürsüden, insani yardım amaçlı eylemler sonucu hukuksuz bir saldırıyla karşı karşıya kalanlara Dışişleri Bakanlığı Birleşmiş Milletlere bir teklif götürmüştü. Bir uluslararası soruşturma komisyonu kurulsun, o soruşturma komisyonu gereğini yapsın. Ve yine biz bu kürsüde, bir uluslararası soruşturma komisyonu kurulmasını, bunun gerekli ve zorunlu olduğunu söyledik ve bu konuda hükümete destek vereceğimizi de ifade ettik, hatta bunun için Hariri suikastında izlenen yöntemi de örnek olarak gösterdik. Bu saldırıda yaşamını yitiren yurttaşlarımızın uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarının da mutlaka hükümet tarafından korunması ve savunulması gerektiğini söyledik ve bu konuda hükümete yine destek vereceğimizi ifade ettik. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, İsrail hükümetini kınayan bir karar almasıyla ilgili hükümetin girişimleri vardı. Bu girişimleri savunduk ve mutlaka Birleşmiş Milletlere Güvenlik Konseyinin bu konuda bir karar almasını hükümetin sağlamasını ve bu süreçte de Amerika Birleşik Devletleri’nin de ikna edilmesini söylemiştik. Sayın Başbakan “yapılan saldırılar karşılıksız kalmayacaktır” diye bir açıklama yapmıştı. Kendisine destek verdik ve dedik ki ulusal çıkarlarımızla bağdaşan her türlü çözüme Cumhuriyet Halk Partisi destek verecektir ve hatta şunu da söyledik; Türkiye’nin onuru kırılmıştır, o onurun mutlaka onarılması gerektiğini de ifade ettik. Ölen vatandaşlarımızın kanı yerde kalmasın diye de bir açıklamayı yine konuşmamızda ifade ettik. Şimdi yara soğudu, gelelim günümüze, ne oldu? Estik, gürledik, sesimizi yükselttik, duygularımızı kontrol edemedik ve farklı bir söylemi geliştirdik. Bugün ne oldu? Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İsrail hükümetini kınayan bir karar almadı. Sayın Başbakan, ısrarla, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin İsrail hükümetini kınayan kararı aldığını söylüyor. Böyle bir karar yok. Bir Başbakana doğruları söylemek yakışır, yanlışları değil.  Bakın bir başka çarpıklığı daha dikkatinize sunmak istiyorum. Yapılan başkanlık açıklamasında da doğrudan İsrail hükümetini kınayan bir söylem de söz konusu değil. İfade aynen şöyle: “Konsey, en az 10 sivilin yaşamını kaybetmesine ve çok sayıda kişinin yaralanmasına yol açan eylemi kınar, olaylardan hayatını kaybedenlerin ailelerine başsağlığı diler.” Ama burada, Türkiye Cumhuriyeti’ne yakışmayan, Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yakışmayan, Dışişleri Bakanlığına yakışmayan, Dışişleri Bakanlığının bürokratlarına yakışmayan yanlış bir tercüme söz konusudur. Onu da Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının bilgisine sunuyorum.  Yanlış şurada: İngilizce metinde, orijinal metinde “Çok sayıda kişinin yaralanmasına yol açan eylemleri kınıyor” demiştir, eylemi değil. Dışişleri Bakanlığı tercüme ederken “eylemleri” sözcüğünü kaldırıp yerine “eylemi” koyuyor. Niçin? Türkiye Cumhuriyeti acizliğini, hükümeti daha doğrusu, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, yani AKP hükümeti acizliğini yanlış bir tercüme yaparak mı korumak istiyor? Yanlış bir tercümenin arkasına sığınarak mı kendi onurunu korumak istiyor? Yanlış bir tercümenin arkasına sığınarak mı Türkiye’nin kırılan onurunu tamir etmeye çalışıyor? Bunu şiddetle ama şiddetle reddediyoruz.

Yine olayın incelenmesi ve soruşturulması için bir uluslararası komisyon kurulmasını istemiştik. Biz de söyledik, bir uluslararası komisyon kurulmalı. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin bu konudaki önerisi İsrail hükümeti tarafından reddedildi “Uluslararası bir komisyonu reddediyoruz” dedi, yani bu çalışma da sonuçsuz kaldı. İsrail’deki Kadima Partisi, “Bari hiç değilse soruşturmayı bir ombudsman yapsın” dediler, çünkü ombudsmanın soruşturması da İsrail’de güvenli bir soruşturma olarak kabul ediliyor. İsrail hükümeti bunu da reddetti.

Bir başka önemli gelişme, biliyorsunuz, İsrail’e insani yardım götüren gemilerde 32 ülkenin yurttaşları vardı. Hadi Türkiye tepkisini gösterdi, bağırdık, çağırdık. Peki, 31 ülkede ne oldu? Bu kürsüde dedik ki, diplomasiyi mutlaka aktif olarak devreye sokun. O 31 ülkenin yurttaşları için de Türkiye’nin gösterdiği tepkinin en az yarısını gösterebilecek bir gücünüzü kullanın dedik. Bir şey oldu mu? Hayır. Demek ki AKP hükümeti, Dışişleri Bakanlığının bürokratlarını suçlarken kendisini korumak için farklı bir yöntem seçmiş oluyor. Biz bağıralım çağıralım, Türkiye’de bu yapıyı oluştururuz ama nasıl olsa diğer ülkelerde ne olduğundan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının haberi olmaz. Dünyanın da hâlâ çok uzak olduğunu, iletişimin de asla olmayacağı gibi bir kanıya kapılmışlar. Dünya küçük Recep Bey, dünya küçük bilmeniz lazım.  Biz, size, dış politikayı aktif olarak devreye sokun derken iletişimi de, görüşmeleri de başarılı bir şekilde, sonuç alacak bir şekilde devreye koyun diye sizi uyardık, zamanında söyledik. Eleştirmedik, hepsine destek verdik, yapıyorsanız arkanızdayız dedik ama ne oldu? Hiçbir şey olmadı.

Bakın, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinden sonuç çıkmadı. Arap Birliği ne oldu? Arap Birliği ne oldu, hiç duyan var mı? İslam Kalkınma Örgütü ne yaptı? NATO bu süreci kınamadı arkadaşlar ve AB de bu olayları bu geçiştirdi. Şimdi o esen, gürleyen, neredeyse savaş ilan eden Sayın Başbakan gördü ki veya diliyoruz görsün ki, dış politikayı iç politikaya alet ederseniz gelir duvara çarparsanız. Şu anda AKP geldi, duvara çarptı bu olayda.  O kadar şaşırdılar ki bekledikleri olmadı. Bakıyoruz şimdi, AKP’nin kurmayları birbirlerinden farklı demeçler vermeye başladılar. Bir bakan diyor ki, “Önce İsrail’in reddettiği Manavgat projesini askıya aldık.” Zaten İsrail hükümeti bunu daha önceden reddetmişti. Sizin askıya alıp almamanızın bir nedeni yok ki. Efendim neymiş? Manavgat’taki su projesini askıya almışlar. Reddedilen bir projeyi hangi gerekçeyle askıya alıyorsunuz? Kamuoyunu tatmin etmek için, biz bir şeyler yaptık demek için. Bir bakan, “Biz, bir devlet olarak ve varlığını da kabul ettiğimiz bir devlete karşı her şeyi bir anda yok farz edemeyiz” diyor. Çark edecek ya, ağır ağır kılıf hazırlanıyor. Bir genel başkan yardımcısı da daha farklı bir söylemde bulunuyor. “Türkiye ile İsrail ilişkilerinde bundan sonraki yol haritasında yakın vadede askeri anlaşmalar ve diğer bağlantılara kadar her şey feshedilecektir” diyor. Söyleyen AKP’nin genel başkan yardımcısı, Başbakan gibi konuşuyor. Ama bir başka bakan da şunu söylüyor: “Türkiye ile İsrail arasında imzalanmış olan çok sayıda anlaşma var. Konu hükümete gelirse görüşürüz.” Sanki kendisi hükümet dışında birisi, konu hükümete gelirse görüşecekler.  Ve Dışişleri Bakanı Sayın Davutoğlu, onun da bir açıklaması var. “Askeri anlaşmalar vesaire konuları Sayın Başbakanın başkanlığındaki zirvede gündeme geldi. Biz bu konuları değerlendirmeye devam ediyoruz.” Şurası çok önemli değerli milletvekilleri “Bu konuların bundan sonra nasıl seyir alacağı İsrail’in tutumuna bağlıdır.” Yani AKP geldi, kendisini yine İsrail’e endeksledi. Kim söylüyor bunu? Dışişleri Bakanı Davutoğlu söylüyor. Bu gerçeği de dikkatinize sunmak isterim.

Değerli milletvekilleri, bu süreçte hiç sonuç alınmadı mı? Haksızlık da yapmayalım, sonuç alındı. Yani bizim iki uçağımız gitti, ölen yurttaşlarımızı ve yaralıları aldı Türkiye’ye getirdi. Bu konuda da AKP’nin başarılı olduğunu kabul etmemiz lazım, yani buna başarı demek gerekiyorsa. Sözde biliyorsunuz, İsrail hükümeti “Biz gönderelim” dedi. “Hayır efendim.” Sayın Başbakan gürledi “Siz göndermeyin, biz uçağımızı gönderip aldıracağız.” O sonucu elde ettiler.

Şimdi, arkadaşlar, bu olay sadece bu söylemlerle sınırlı bir olay değildir. Bu olayın bilinmeyen karanlık noktaları vardır. Yine söylemiştik bu kürsüde, AKP bulanık sulardadır demiştik ve belli şeylerin mutlaka aydınlığa kavuşması lazım. Bizim de siyasal parti olarak, milletvekillerinin de artı Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının da. Birincisi şu: Sayın Başbakan yerine geldiği zaman İsrail hükümetini yerden yere vuruyor, iç politika malzemesi yapıyor, bir soru, mütevazı bir soru soralım: Filistin’in hükümetinin bütün itirazlarına rağmen OECD’ye İsrail’in üyeliğine Türkiye niçin “evet” dedi? Filistin itiraz ediyor, OECD’ye İsrail girmesin” diyor. Ne zaman? 20 Mayıs 2010’da siz izin veriyorsunuz. Yani kameraların önünde “one minute” kapalı kapılar ardında “yes please.”  AKP’nin bu ikiyüzlü politikasını her aşamada ve her yerde, Türkiye’nin bütün coğrafyasında mutlaka ama mutlaka hep beraber dile getirmeliyiz. Artık ikiyüzlü politikalara bu ülkede yer yok diyeceğiz. Adam gibi duracaksın, söylediğinin arkasında duracaksın, bizim bildiğimiz yiğitlik böyle olur. Yiğitlik efelenmekle… … İki laf söyleyeceksiniz, köşeyi döndükten sonra dünya görüşünüz 180 derece değişecek. Kime mahsus bu? Adalet ve Kalkınma Partisine mahsus.

Şimdi, Sayın Başbakan, tabii onlar olayları bürokrasiden, birinci elden ve süratle alabiliyorlar. Baktı ki işler çarşafa dolanıyor, Sayın Başbakan bu sefer Dışişleri Bakanlığı bürokratlarını hedef almaya başladı. “Efendi” diyor “Bunlar monşerlerdir, biz bunları bir tarafa bıraktık” diyor. Sayın Başbakan belki haklı olabilir ama bir şey istiyoruz. Sayın Başbakan haklılığını kanıtlamak istiyorsa İsrail hükümetiyle yapılan yazışmaları kamuoyuna açıklar, bunu bekliyoruz hükümetten.  Eğer o yazışmalar kamuoyuna açıklanmazsa, AKP hükümeti 9 yurttaşımızın ölmesinde rol üstlenen parti konumuna gelecektir, bunun da altını çizelim.

Yine Sayın Başbakan, geçen Salı günü grupta yaptığı konuşmada, Türkiye Gazze’ye insani yardım götüren gemilerden Türkiye bandıralı bir gemiden de söz etti. Soru şu: Gerçekten Türkiye bandıralı gemi var mı yok mu bilmiyoruz. Bunu Başbakan söylemişse herhalde bir bildiği vardır ama Mavi Marmara’yı kastediyorsa o Türkiye bandıralı değil, Komar adalarına bağlı. O zaman şu soruyu soracağız Sayın Başbakana: Komar adalarına bağlı Komar bandıralı bir gemiye neden ve hangi gerekçeyle Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı çekilir, bunu birisinin anlatması gerekir.

İsrail büyükelçisi, insani yardım götürülmeden önce defalarca basın toplantısı yaptı, açıklamalar yaptı. “Göndermeyin, müdahale edeceğiz” dedi. Şimdi, bütün bunlara rağmen, biz, yurttaşlarımızı bindirdik gemilere ve oraya gönderdik. Soru şu: Bu uyarılar hangi gerekçeyle Türkiye Cumhuriyeti hükümeti tarafından dikkate alınmamıştır?

İkinci sorumuz şu, bir başka sorumuz: Sivillerin açıkça ölüme gönderilmelerinden kim sorumludur? “Göndermeyin” diyorlar. “Gönderirseniz müdahale edeceğiz” diyorlar. Siz, bizim insanlarımızı gemiye bindirip ölüme gönderiyorsunuz. O zaman Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin varlık nedeni ne? Kendi insanlarını ölüme göndermek midir?

Bir başka önemli gelişmeyi daha duyduk, itiraflar başladı çünkü. Bozgun başlayınca itiraflar da başlıyor. Efendim, gemiye AKP milletvekilleri son anda binmekten vazgeçmişler. Bunu söylüyorlar. Peki Recep Bey, gözünü seveyim… Sen, gariban Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarını gemiye bindiriyorsun, ölüme gönderiyorsun, kendi milletvekiline gelinde “Sen dur” diyorsun “orada ölüm var. Sen bize lazımsın, burada bekle.” Bu çifte standardı hangi insani kurala bağlıyorsun sen?  Furkan’ı bindireceksin gemiye, İsrail hükümeti tarafından başından dört kurşun yiyecek, burada ağlayacaksın, kendi milletvekillerini arkana alacaksın seni alkışlasınlar diye. Buna şiddetle ama şiddetle itiraz ediyorum.

Ve bir şey daha: Ölülerimizi ve yaralılarımızı almak için uçaklarla gidildi. Dışişleri Bakanlığından bir görevli ve 2 AKP milletvekili. Niçin 2 AKP milletvekili? Niye CHP milletvekili yok? Niye MHP milletvekili yok? Bunlar bu ülkenin milletvekili değil mi? Bunlar bu konularda duyarlı değil mi? Bu senin iç sorunun mu? Onu da şiddetle reddediyoruz ve bu çifte standardı da AKP’nin yüzüne vuruyorum.

Soruyoruz AKP’ye: Ulusal çıkarlar için sonuna kadar yanındayız diyoruz. Gücün yetiyorsa Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden kınama kararı çıkar, seni destekleyeceğiz diyoruz. Lafa gelince esiyor, gürlüyor, ama toprağa dek bir damla bile düşmüyor, verimsiz, kısır bir şeyde.  Diyoruz zaten, bu AKP kısır bir parti. Milleti perişan etti bu AKP. Anadolu’yu gezince zaten bunu görüyoruz, vatandaş farkında. Böyle bir tablo olabilir mi? Kendi ilçeni perişan edeceksin, kendi ülkesinin saygınlığını koruyamayacaksın Başbakan olarak esip gürleyeceksin.

Ve bir şey daha soralım: Şimdi bakın, Samsun-Ceyhan hattı, Sayın Başbakanın yakını olan bir firmaya ihalesiz verildi. Biliyorsunuz bunun ucu İsrail’e kadar uzanıyor. Şimdi merak ediyoruz, acaba bu projeyi iptal edecek mi etmeyecek mi? Yoksa o kıyağa devam mı edecek? Onun da takipçisi olacağız. AKP bilsin ki her aşamada her olayın takipçisi olacağız. Bütün bu olayları araştırmak, bütün bu olayları ortaya koymak, gerçekleri Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının önüne koymak için Türkiye Büyük Millet Meclisine bir araştırma önergesi vereceğiz. Şimdi, AKP’den ve onun milletvekillerinden bekliyoruz. Bu araştırma önergesine destek verin, AKP’nin gerçek yüzü neymiş maskesini indirelim, milletin önüne koyalım. Bu bizim talebimizdir, önergemizi de vereceğiz. Bakalım AKP bu konuda nasıl bir tavır izleyecek.

Değerli milletvekilleri, daha önce Çorum ve Zonguldak’a gitmiştik, bu kez Trakya ve Çanakkale’ye gittik. İki önemli gözlemim var. Birincisi şu: Kadınlar artık siyasetin merkezine oturmuş vaziyetteler.  Kadınlar karamsarlıklarını atmışlar, umutla bakıyorlar dünyaya, güzellikle bakıyorlar ve gelecek günlerden de son derece mutlular.

İkinci önemli gözlemim: Gençlerin artık siyasete uzak durmadığıdır. Gençler de artık siyasete doğrudan girmiş durumdalar. Mücadeleyle giriyorlar, kararlılıkla giriyorlar, devrimci ruhlarıyla giriyorlar, hiçbir beklentileri olmaksızın giriyorlar.  Gittiğim yerlerde söylüyorum, Recep Beyin ezberini bozduk, artık Recep Beyin düzenini bozacağız.  Recep Beyin düzenini kadınlar ve gençler bozacak, bundan kesinlikle eminim ben. Tenceresi kaynamayan kadın, hayatı artık görmeye başladı, niçin kaynamadığını görmeye başladı. Her coğrafyada, her yerde insanlarımızın gerçekten de umutlarını yitirmişlerdi, şimdi umut var, şimdi heyecan var, şimdi dalga var, şimdi Türkiye’de halkın iktidarını kurma zamanı var.

Trakya’da çiftçinin nefes almadığını gördük, borcunu borçla kapatıyor. Her gittiğimiz yerde şunu söyledik: Lütfen, Recep Beyi biz buraya davet edelim. İtiraz ettiler “Gelmesin” diye. Hayır dedim, mutlaka gelsin ama davetimizin nedeni farklı. Gelsin, icra dosyalarına bir baksın. Şu çiftçinin icra dosyaları nedir, nasıl borçlanmış? Toprağı satılmakta, traktörü satılmakta, bir görsün bakalım, gerçeği görsün Recep Bey. Bu çiftçi neleri çekiyor, hangi sıkıntıları çekiyor. Ürettiğinin, alın terinin karşılığını alamıyor çiftçi. Bu tabloyu bizim mutlaka ama mutlaka değiştirmemiz gerekiyor.

Sayın Başbakan Türkiye İhracatçılar Meclisinde konuşurken, biraz da böbürlenerek, “Tarlalarda artık insanlar çalışmıyor” diyor. Recep Bey, Allah aşkına, sen tarlada çalışacak adam mı bıraktın.  İnsanlar zaten perişan. Bakın biz Şarköy’e gittik. Önemli bir zeytin merkezi aynı zamanda Şarköy. Don vurmuş, çiftçiler perişan, zeytin üreticisi perişan. Hiçbir önlem alınmış değil. Don vuran bir zeytin ağacının yeniden ürün vermesi zaten birkaç yıla bağlı. Bir hükümet önlem almaz mı? Hükümetin varlık nedeni ne? Hükümetin varlık nedeni vatandaşın sorunlarıyla ilgilenmek değil midir? Ama bunlar vatandaşı unuttular, çiftçiyi unuttular, bunlar başka yerlerde yaşıyorlar. Bunların zeminleri kaydı, farklı yerlerdeler bunlar.

Yine başka bir şey Şarköy’de üzüm, önemli bir girdi. Çiftçi, üzüm ekiyor, satıyor ve bununla geçiniyor, önemli bir gelir kaynağı. Şimdi size iki rakam veriyorum, Şarköy’den aldığım iki rakamı veriyorum. 2003, üzümün kilosu 29 kuruş; 2009, üzümün kilosu 25 kuruş. Ne kadar ucuzlamış Türkiye değil mi? Siz de pahalılıktan şikâyet ediyorsunuz. Recep Bey halk gibi pazarda şurada burada alışveriş yapmadığı gibi dünyadan haberi yok. Recep Beye göre Türkiye güllük gülistanlık, Türkiye almış başını gidiyor, hiç kimse de Türkiye ile yarışamıyor. Peki, 2003’te üzümünü 29 kuruşa satan bir çiftçi, 2009’da yine üzümünü 25 kuruşa satarsa bu çiftçinin hâli ne olacak? Gübre mi ucuzladı? Mazot mu ucuzladı? İlaç mı ucuzladı? Hiçbir şey ucuzlamadı. Hepsi en az yüzde 400 zamlandı. Tütünü de bitirdiler. Artık, Bitlis’te, Adıyaman’da, Trakya’da tütün de kalmadı, tütün üreticisi de perişan vaziyette. Bunun nedeni nedir biliyor musunuz arkadaşlar? Yanlış özelleştirme politikalarıdır. Özelleştirmeyi yaparken onun türevlerini de düşünmeniz lazım. Eğer düşünmezseniz, olayı sadece bir boyutuyla görürseniz felakete ortam hazırlarsınız. Bugün, Trakya köylüsünün yaşadığı felaketin nedenlerinden birisi de budur. 17 fabrikayı 292 milyara satıyorsunuz. Sadece Tekirdağ’daki 150 dönümlük arazisi olan fabrikanın değeri 200-250 milyon dolar. Hangi vicdan kabul eder bunu? Hangi ahlak kabul eder bunu? Ama bunlar yaptılar. Buğday üreticisi çiftçi var, onlar da perişan. Türkiye tarımının önemli bir kısmı hububat üreticisi. 62 kuruşa mal ediyorsunuz buğdayın kilosu. Toprak Mahsulleri Ofisi en iyi buğdaya 55 kuruş fiyat veriyor. Hadi çiftçi bunu borçlanarak ekti, hadi geçen yıl borçlanarak ekti, bir dahaki sefere nasıl ekecek? Nasıl geçinecek bu çiftçi? Ayçiçeği ekiyorsun zarar, üzümün var zarar, zeytin zaten zarar, don yedi, pancar ekiyorsunuz zarar, tütün üreticisini bitirdiniz, ondan sonra dönüp diyorsunuz ki “Bu ülkede sorun yok. Bu ülkede her şey güllük gülistanlık. Zaten, bu muhalefet yanlış muhalefettir” diyorsunuz. Neden? Çünkü AKP’yi övmediği için, halkın gerçeklerini dile getirdiği için, onun için bize Sayın Başbakan biraz buruk bakıyor. Şunu söyleyeyim: Türk çiftçisi birden fazla şeye mahkûm edildi. Bir, dünyanın en pahalı gübresine mahkûm edildi, dünyanın en pahalı mazotuna mahkûm edildi, dünyanın en pahalı elektriğine mahkûm edildi, dünyanın en pahalı ilacına mahkûm edildi. Peki, mahkûmiyet Türk çiftçisinin kaderi midir? Buradan çiftçi arkadaşlarıma sesleniyorum: Önümüzdeki seçimlerde sandık önünüze gelecek, ya kaderinizi değiştireceksiniz ya da bu mahkûmiyete devam edeceksiniz. Biz sizin özgürleşmenizi, alın terinizin hakkını vermeyi taahhüt ediyor ve garanti veriyoruz.  Ben biliyorum, çiftçilerle Recep Beyin arası iyi değil. Mersin’de bir çiftçi arkadaşımızın şikâyetini nasıl dillendirdiğini biliyorsunuz. Buradan bütün çiftçi kardeşlerime sesleniyorum. Önümüzdeki seçimde sandığa; bir, ananızı alacaksınız, babanızı alacaksınız, kardeşinizi alacaksınız, bacınızı alacaksınız, komşunuzu alacaksınız sandığa gideceksiniz ve AKP iktidarını sandığa gömeceksiniz.  Çünkü AKP, memleketin üretmesini istemiyor; AKP, sanayinin gelişmesini de istemiyor; AKP esnafa da tahammül edemiyor; AKP, toplumun bütün katmanlarına karşı politika üretiyor, ekonomi politikasının temeli zaten bu, üretmeyin sadece tüketin. Ne olacak? Borçlanarak yapacağız bu işi. Kim yapıyor, başka hangi ülke yapıyor bunu? Hiçbir ülke yapmıyor. Şimdi, çiftçi üretmeyince ne oluyor? Bakın size çarpıcı bir örnek vereceğim. Sadece yağlı tohum ve sıvı yağ ithalatına geçen yıl ödenen para 2 milyar 800 milyon dolar. 2 milyar 800 milyon doları bizim çiftçimize verin yeri göğü ayçiçeğiyle donatır. Ama biz vermiyoruz, yurt dışına vereceğiz, o ülkelerin çiftçisi kazanacak, bizim çiftçimiz değil. Onlar evlerine alın terleriyle ekmek götürecekler, bizim çiftçimiz mahkûm olacak. Neye mahkûm olacak? Bir lokma bir hırkaya mahkûm olacak, makarnaya, bulgura mahkûm olacak. Ben onu vereceğim, oyunu alacağım. Bu oyunu Türk çiftçisi bozmak zorundadır ve eli mahkûmdur bunu yapmaya.

Yine tarım ürünlerinden örnek vereceğim. AKP’nin iktidar olduğu 2003’te 3 milyar dolarlık tarım ürünü ithalatımız vardı. 2008’de bu 10 milyar dolara çıktı. Sen üretmezsen başka bir yerden alacaksın tabii ve çarpıcı örnekler. Fransa’dan arpa alıyoruz, Rusya’dan mısır alıyoruz, Amerika’dan, Yunanistan’dan pamuk alıyoruz, Mısır’dan pirinç alıyoruz, Ukrayna’dan da buğday alıyoruz. Biz üretemiyor muyuz? Bizim toprağımız yok mu? Güneşimiz yok mu? İnsanımız yok mu? Çiftçimiz yok mu? Traktörümüz yok mu? Her şeyimiz var. Ne eksik? Helvayı yapacak usta eksik. Helvayı yapacak ustayı çiftçiye emanet edeceğiz, onlar artık çözecekler bunu.

Tabii sadece toprağa bağlı tarımı mahvetmedik, hayvancılığı da mahvettik. Bir dönem kendi kendine yeten, hayvancılığıyla Orta Doğu’yu besleyen Türkiye gitti, dışarıdan et ithal eden Türkiye geldi. Hayvan üreticilerine de buradan sesleniyorum. AKP hükümeti sizi de bitirecek, çiftçiyi bitirdiği gibi, esnafı bitirdiği gibi, emekliyi bitirdiği gibi sizi de bitirecek, onun kararı bu. O nedenle sandığa giderken daha dikkatli olmak zorundayız.

Size çok çarpıcı bir şey daha anlatmak istiyorum. Bundan dört yıl önce, yani 18 Nisan 2006’da AKP bir kanun getirdi, tarım kanunu. Komisyonlardan geçti, bizler de destek verdik, yasalaştı. Çiftçi kardeşlerimin dikkatle dinlemesini istiyorum. Bu kanunun 21’inci maddesi aynen şöyle: “Tarımsal destekleme programlarının finansmanı bütçe kaynaklarından ve dış kaynaklardan sağlanır.” Yani tarımı desteklemek istiyorsanız ya bütçeden veya dış kaynaklardan para bulup destekleyeceksiniz diyor. Şimdi, kanundaki şu cümle çok önemli. “Bütçeden ayrılacak kaynak gayri safi milli hâsılanın yüzde 1’inden az olamaz” diyor. Yani bütçenin en az yüzde 1’i tarım desteklemesi için kullanılmak zorundadır, çünkü yasa böyle. Ama çiftçi kardeşlerime söylüyorum: Bu kanun çıktığından bu yana hiçbir şekilde hiçbir zaman bu kanun maddesi uygulanmadı, sizi aldattılar, sizi kandırdılar.  Biz CHP olarak söz veriyoruz, bu kanunu uygulayacağız, yüzde 1 yetmez, onu da artıracağız. Neden? Çünkü çiftçi üretir, çiftçi toprakla uğraşır, çiftçi ülkeyi besler, çiftçi ihracat yapar, çiftçi alın teri döker, çiftçi istihdam yaratır, çiftçiyi göz ardı edemeyiz. Göz ardı eden politikaları da ortadan kaldıracağız. Bu yüzde 1 ne olur diye soran olabilir vatandaşlarımızdan? Yüzde 1’in karşılığı 10 milyar liradır, eski parayla 10 katrilyon lira. AKP hükümeti döneminde tarıma hiçbir zaman, bu kanuna rağmen, 10 milyar liralık teşvik hiçbir zaman ayrılmadı.

Şimdi, Sayın Başbakan bir de reçete arayışına çıktı. “Efendim bunlar konuşuyorlar, bunların reçetesi nedir” diye. Allah aşkına, bu ülkeyi sekiz yıl yöneteceksiniz, reçete arayışını sürdüreceksiniz, siz ne biçim Başbakansınız? Siz, ülkenin sorunlarından bu kadar nasıl koptunuz? Sayın Başbakana reçete verelim, bizim de düşüncelerimizi söyleyelim.

Bir, biz bu kanunu uygulayacağız. Çiftçiye her yıl en az 10 milyar lira teşvik vereceğiz, kanun böyle. Bu yetmez, yetmediği zaman artıracağız.

Mazotta ÖTV’yi kesinlikle kaldıracağız.  Lüks yatlara mazot veriyorsunuz ÖTV’siz, çiftçiye veriyorsunuz ÖTV’li mazot. Yahu, çiftçinin günahı ne? Ne günah işledi çiftçi? Yani üretiyor diye mi? Çalışıyor diye mi? Sabahın köründe işe gidip gece yarısına kadar çalışıyor diye mi cezalandırıyorsunuz? AKP’nin adalet anlayışı budur. Halkçı bir partinin, halktan yana var olan bir partinin de adalet anlayışı köylüye ÖTV’siz mazot vermektir, bunu bilmenizi isterim.  Çiftçinin alın teri neyse onun karşılığını vereceğiz, çiftçiye zarar ettirmeyeceğiz. Ve Sayın Başbakana söyleyelim tabii: yırtık ayakkabıyla siyasete girip siyasette havuzlu villada da oturmayacağız, bunu çiftçi kardeşlerimin de çok iyi bilmesini istiyorum.

Efendim, 5 Haziran, Dünya Çevre Günü idi. Sayın Başbakan konuşmamış ama bir açıklama yapmış. Olabilir tabii, saygı duymamız gerekiyor. Diyor ki Sayın Başbakan. “Yaptığımız çalışmalar sonucunda halkımızın özellikle de gençlerimizin çevre konusundaki bilinç ve hassasiyetlerinin arttığını görmekten mutluluk duyuyoruz.” Acaba, Recep Bey Ergene Nehri’ni gördü mü? Simsiyah akıyor arkadaşlar, simsiyah ve köpük var. Ergene Nehri’nde bir tek canlı yaşamıyor. Geçen yasama döneminde CHP milletvekilleri araştırma önergesi verdiler. Araştırıldı, rapor yazdılar, rapor yürütme organına gitti, bakanlıklara gitti, ne oldu? Hiçbir şey. Trakya’daki köylülerimiz şunu söylediler. “Sayın Başbakanın Kısıklı’da villası var, orada oturmaya devam etsin, bir sözümüz yok ama biz Ergene Nehri’nin kenarında ona beş altı dönüm yer vereceğiz. Gelsin bir havuzlu villa yapsın, Ergene Nehri’nden de suyu alsın, bakalım yüzüyor mu, yüzmüyor mu orada?  Çevreye duyarlı olacağız, çevreye saygıyı olacağız, çevreyi koruyacağız. Parlamento karar almış, “Temizle Ergene Nehri’ni. Hayır, biz temizlemeyiz, görmezlikten geliriz.” Ne yaparız? Sadece bildiri yayınlarız. Tıpkı Gazze olayında olduğu gibi sadece konuşuruz, eseriz gürleriz tek damla yok.

Şimdi, değerli arkadaşlar, Sayın Başbakan Bursa’da bir konuşma yaptı. Sözü şöyle: “Kudüs üzülürse Ankara üzülür. Kudüs yanarsa dünya yanar. Kudüs ağlarsa İstanbul ağlar, Filistin acı çekerse Bursa bunu yüreğinde hisseder.” Söylediği sözlerin hepsine şöyle veya böyle katılırız. Kudüs semavi dinlerde çok önemli bir merkezdir. Oranın özelliğini hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla Kudüs’ün şu veya bu şekilde kullanılması doğru da değildir ama Sayın Başbakana şunu söylemek isterim: Acaba, Bağdat yanarken, çocukların üzerine bombalar atılırken bu Başbakan nerede idi?  Bağdat işgal edilirken, işgal kuvvetlere pek çok masum insanı öldürürken, Müslüman kadınlara tecavüz edilirken ey Sayın Başbakan, sen 1 Mayıs Tezkeresini Meclisten geçirmek için çaba harcamıyor muydun?  O projenin eş başkanı sen değil miydin? Sen, şimdi, ateş bacayı sardı, korkmaya başladın, seçim geliyor, ne yapacağız? Gazze’deki Müslümanları Türkiye’de oya tahvil edeceğiz, bunun peşinde Başbakan. Yedirmezler sana Başbakan, yedirmezler.  Biz, Gazze’deki Müslümana da sahip çıkarız, Bağdat’taki Müslümana da sahip çıkarız.  Onun için çifte standardı reddederiz biz. Savaş nerede ve ne zaman olursa olsun, masumları öldürüyorsa, kimliği ve inancı ne olursa olsun ona da karşı çıkarız, çünkü bizim anlayışımızın odağında insan vardır, inançlarıyla, etnik kimliğiyle hepimizin saygı göstermesi gereken insan vardır.

Sayın Başbakan hızını alamamış, bir şey daha söylüyor. “Biz hamdolsun, tahsilimizin gereği Tevrat’ı da okuduk, İncil’i de okuduk, Kuran’ı defalarca okuduk. Zahmet olmazsa, o kitapları, o emirleri sen oku. Okuma yetmez, yaşa yaşa” diyor. Sayın Başbakana söyleyelim. Kitapları okuyup okumamak güzel bir şey, aslında hepimizin kitapları okuması lazım, okuduk da, biliyoruz da ama benim anlayamadığım bir şey var, o da şu: Kuran’ı defalarca okuduysan, benimle Allah’la aramdaki manevi ilişkiyi senin ölçmen yetkin nereden kaynaklanıyor?  Benim Allah’la aramdaki manevi ilişkinin gerekçelendirilmesi, sorgulanması yetkisini sen nereden ve kimden alıyorsun? Senin elindeki bu teraziyi kim verdi? Böyle bir anlayış nereden çıktı? Ve sormak lazım, şirk koşmak deyimini Recep Bey biliyor musun, bilmiyor musun?  Recep Beyin anlayamadığı bir şey var. Biz, inançlarımızı siyasete ve ticarete malzeme etmeyiz onun gibi.  Biz inançlarımızı kendi manevi dünyamızda yaşarız. Kimseye de hesap vermeyiz. Zaten, inançlarımıza göre kimse de bize hesap soramaz.  Neden biz inançlarımızı siyasete ve ticarete alet etmeyiz? Çünkü biz Allah’tan korkarız, onun için alet etmeyiz.  Dedik ki çalmayacaksın, kul hakkı yemeyeceksin, yalan söylemeyeceksin. Birden birisi suçlu diye ayağa kalktı. Niye, niye gocunuyor Recep Bey? Ya, çalmayacaksın diyoruz. Yalan söylemeyeceksin diyoruz. Kul hakkı yemeyeceksin diyoruz. Allah aşkına, bu Deniz Feneri olayını bizim unuttuğumuzu mu sanıyor bu? Bakın ben okudum ama ben farklı anladım, Recep Bey farklı anlıyor. Bizim inancımıza ve bizim anlayışımıza göre, Hz. Ömer kendi işini yaparken kendi mumunu, devletin işini yaparken devletin mumunu kullandı, bizim anlayışımız budur.  Biz, devletin uçağıyla eşlerimizi Katar’ın düğününe göndermeyiz, bizim inancımıza aykırıdır bu.

Efendim, hepinize çok selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Geçen hafta bu hafta aramıza katılan değerli milletvekillerimizle beraber olmaktan da son derece mutluyum. Umuyorum, yeni katılımlarla beraber daha da güçleneceğiz. Biz güçlendikçe Recep Bey'in ezberi bozulacak, ama varsın bozulsun. Sağ olun.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler