12.07.2011

12 Temmuz 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Kılıçdaroğlu: “Sayın Erdoğan benim bildiğim insanlar attıkları imzaya sahip çıkarlar, o imza herkesin namusudur.”

Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’li milletvekillerinin ant içme sürecinde varılan mutabakat konusunda, ”Sayın Erdoğan benim bildiğim insanlar attıkları imzaya sahip çıkarlar, o imza herkesin namusudur. Benim bildiğim kural bu… Namuslu insanlar imzalarına sahip çıkarlar. Metin çok açık, hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık” dedi.

Kılıçdaroğlu, CHP’nin grup toplantısında yaptığı konuşmada gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Konuşmasına, Srebrenitsa katliamında yaşamını yitirenleri anarak başlayan Kılıçdaroğlu, katliamının acısını her zaman yüreklerinde taşıdıklarını ve Boşnaklara gönülden destek olduklarını söyledi.

TBMM’de dün farklı bir gün yaşandığını, CHP’li milletvekillerinin ant içmeden geçirdiği iki haftalık sürecin tamamlandığını hatırlatan Kılıçdaroğlu, ”kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerin kamuoyuna açıklanmasının doğru olmadığını, varılan bir mutabakat varsa bunun gereğinin yerine getirilmesi gerektiğini” dile getirdi.

Ant içme konusunda yaşanan süreçte AKP ve CHP yetkililerinin ”masaya oturarak” mutabakata vardığını ifade eden Kılıçdaroğlu, görüşmelere ilişkin ayrıntı vermediğini söyledi. Kılıçdaroğlu, şöyle konuştu:

Değerli milletvekilleri, değerli yurttaşlarımız, partililerimiz; hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Yeni çalışma dönemi hayırlı, uğurlu olsun diyorum.

Srebrenitsa’da 11 Temmuz 1995’de bir insanlık katliamı yaşandı. Boşnaklar acımasızca, vahşice öldürüldüler. Her yıl onlar anılıyor insanlık tarihinin bu kara sayfasını unutmamak üzere. Biz de bir değerli milletvekilimizi ve bir parti meclisi üyemizi oraya gönderdik. Onların acılarını her zaman yüreklerimizde taşıyacağız. Çünkü biz, 21’inci Yüzyılın dünyasında özgürlüklerin egemen olmasını, insan haklarının olması gereken yerde olmasını, insanların düşünceleriyle, kimlikleriyle, inançlarıyla bir ayrıma tabi tutulmaksızın herkesin kucaklanmasını isteyen bir siyasi anlayışa sahibiz. O nedenle, Boşnak kardeşlerimizin yaşadığı bu katliamı her zaman yüreğimizin bir köşesinde tutacağız. Onlara desteğimiz sonsuzdur, onlarla beraber her zaman olacağız.

Değerli milletvekilleri dün Parlamentoda idik diğer günler olduğu gibi. Dün farklı bir gündü. Dün Parlamentoda iki haftadır Parlamentoya gidip yemin etmediğimiz bir süreci noktaladık ve Parlamentoya gittik. Kapalı kapılar ardında yapılan görüşmeleri kamuoyuna açıklamayız. Varılan bir mutabakat vardır, bir metin vardır. O metni alırız, o metnin gereğini yerine getiririz. AKP’yle bu konuda masaya oturduk bizden ve AKP’den görevli arkadaşlar. Konuşmalarımızda da, buradaki kapalı grup toplantısında da sadece iki cümleyi okuyarak beklediklerimizi aldığımızı ifade ettim, hiçbir yorum da yapmadım. Buna bütün milletvekili arkadaşlarım tanıktır. Neden? Çünkü varılan bir uzlaşmanın kendi kuralları içinde yürümesini istiyorduk çünkü biz, demokrasiyi içine sindirmiş bir partiyiz; çünkü biz, ikiyüzlü bir politika gütmeyen bir partiyiz; çünkü bizim içimiz neyse dışımız da o. Açıkça söyleyeyim. Çünkü biz, yalan söylemeyi bilmeyiz, yalan söylemekten de utanırız. Sayın Başbakan kürsüye çıktı, bir sürü laf etti, yine sesimizi çıkarmadık. Olur dedik, siyasettir ama bugün grup toplantısında kullandığı bir cümle var. Bizim için diyor ki “CHP diklenmiş ama dik duramamıştır.” O zaman bize konuşma artık farz oldu, konuşacağız artık.


Biz ne söyledik? 2 arkadaşımıza yemin yolu açılıncaya kadar yemin etmeyeceğiz dedik, en baştan bunu söyledik, yemin yolunun açılması. Birinci yalan, “efendim, onlar Meclise gelip yemin edinceye kadar biz de yemin etmeyeceğiz.” Bu yalanı kim söylüyor? Recep Tayyip Erdoğan söylüyor. Ya, bizim söylediklerimizi bari oku. Okuma yazması var mı endişem var; okuduğunu anlayabiliyor mu oradan da endişem var. Böyle bir insan bu ülkeyi nasıl yönetir.

İki: Pek çok gazeteci arkadaş televizyon programlarında da sordular, diğer alanlarda da sordular, bana değil diğer arkadaşlara da sordular “Yemin yolu nasıl açılacak?” Doğru ya, yemin yolu nasıl açılacak, siz böyle bir şey söylüyorsunuz nasıl açılacak, onu da söyledik. İrade beyanı olursa yemin yolu açılacak demektir. Ne demek irade beyanı? Biz de, onlar da diyecekler ki, biz, hapiste kimse kalmasın, tutuklular da Parlamentoya gelip yemin edebilirler, bunun yolunu hep beraber açalım, bunu söyledik. Bize bir metin getirdiler. Diyorum ya, ayrıntıları açıklamak istemezdim ama farz oldu. Okuyorum metinlerini, dün sabah getirdikleri metin: “Tüm siyasi parti ve milletvekillerinin milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine getirmeleri hususunda azami hassasiyeti göstermeleri gerektiğine inanıyoruz.” Bunu kabul etmedik, kusura bakmayın dedik. Bu, bizim arzu ettiğimiz irade beyanı değildir. Öğlen oldu, aynı metin bir daha geldi. Yine orada değişen bir şey yok. Biz şunu söyledik, okuyorum bizim metni okuyorum: Tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine getirmeleri için Türkiye Büyük Millet Meclisinde olmaları gerektiğine inanıyoruz. Hapisteki de dışarıdaki de. 550 milletvekilinin Mecliste olmaları gerektiğine inanıyoruz. Bizim istediğimiz irade beyanı bu idi. Şimdi, ya okuduğunu anlayamıyor veya sonradan fark etti, şimdi ben nasıl çark ederim diye düşünüyor. Bunun altında imza var, AKP’nin 3 Grup Başkan Vekilinin imzası var. Biz sadece bununla da yetinmedik, bir şey daha söyledik, o da bu metinde var. Anayasa dâhil tüm mevzuatın -yasalar, yönetmelikler, tüzükler, neyse- hukukun üstünlüğü çerçevesinde ve kuvvetler ayrılığı ilkesi dikkate alınarak özgürlükleri genişletici bir anlayışla yorumlanması ve uygulanması gerektiğine inanıyoruz. Şimdi, herhâlde bu, biliyorsunuz, Avrupa Birliğinin bir raporu vardı, okumadan “çok dengeli bir rapor” demişti, sonra Ankara’ya gelince bu raporun hiçte dengeli olmadığı çıktı, sonra çark etmeye başladı. Şimdi metni yeni okuyup anladı ki nasıl ben buradan çark ederim diyor.

Sayın Erdoğan, benim bildiğim insanlar attıkları imzaya sahip çıkarlar, o imza herkesin namusudur. Benim bildiğim kural bu. Namuslu insanlar imzalarına sahip çıkarlar. Metin çok açık, hiçbir yoruma yer vermeyecek kadar açık. Diyorum ya, biz onların getirdiğini kabul etmedik. Bu metin geçti, imzalar var. Biz bu ayrıntıları tartışmak istemezdik, gereksiz görürdük bu ayrıntıları tartışmayı. Birileri bizi suçlayabilir, şunu söyleyebilirler, bunu söyleyebilirler hiç önemli değil, biz sonuç almaya odaklanmışız. Şimdi kalk, yok, dik durdular, dik durmadılar… Biz dik duruyoruz. Bu imzayı inkâr ediyorsan senin omurgandan benim kaygım vardır, imzayı inkâr etmeyeceksin. Namuslu insanlar da, omurgalı insanlar da attıkları imzanın sonuna kadar takipçisi olurlar. Biz olacağız, onu da bekliyoruz, o da olacak, olması gerekir. Demokrasi kazanacaksa bu imzaların gereğinin yerine getirilmesi gerekir. Biz verdiğimiz sözde durduk, baştan ne söylediysek şimdi de aynı noktadayız, verdiğimiz sözden vazgeçmedik. Hiçbir zaman şu olsun, bu olsun… İstediğimiz bir şey vardı; demokrasi ve özgürlükler olsun, insan hakları olsun, bunların olmadığı yerde neyi tartışacaksınız. Efendim, dik durmuş da, bilmem ne olmuş da. Biz her zaman dik dururuz, söyleriz, söylediklerimiz de çok açıktır, metin de çok açıktır. Bunun altında 3 AKP’linin imzası vardır. O imzalarına sahip çıkmalarını bekliyoruz çünkü namuslu adamların yapması gereken attıkları imzaya sahip çıkmalarıdır, bunu bekliyoruz biz. Bu konuda çok yorum yapmayı da şimdilik uygun görmüyorum. Yeri zamanı gelirse yine konuşuruz.


Efendim neymiş, 27 Nisan bildirisi, CHP şöyle yaptı, böyle yaptı vesaire. İşin özüne gelelim. 27 Nisan’da bir muhtıra verildi mi? Verildi. Muhtırayı verenlerden hesap soruldu mu? Hani sen dikleniyordun hesap soracağım diye. Sana muhtıra veren kimseye üstün hizmet madalyası verdin mi vermedin mi Erdoğan, sen çık önce bunu açıkla. Niye üstün hizmet madalyası verdin sen? Kalkmış şimdi CHP’yi suçluyor. Ya, önce bir kendi yaptığına bak. Sonunda “Bu muhtıra değildir” demeye başladı bir şey yapmayacak ya çünkü oradan yeteri kadar nemalandı, mağdur edebiyatı yaptı oradan, “mağduruz” dedi. Bu tabloyu milletimizin dikkatine sunuyorum. Sana muhtıra verenlere sen kalktın üstün hizmet madalyası verdin. Hani, 12 Eylül paşalarından hesap soracaktın? Hesap soramazsın, maaşlarına zam yaptın. Oradan da mağdur edebiyatı yapmaya başladın. Sen, 12 Eylül’de hangi bedeli ödedin? Sen hangi işkenceden geçtin? İşkence çekenlerin, idam edilenlerin yakınlarının acılarını istismar ettin sen.

Efendim biz, sabah söylediğimizi akşam inkâr ediyormuşuz. Pes yani, pes yani. Şimdi bir örnek vereceğim. Bir beyefendi gitti bir yerde konuşurken NATO’nun Libya’ya müdahalesi tartışılıyordu. Çıkardım metni, şöyle diyor 28 Şubat 2011’de: “NATO Libya’ya müdahale etmeli midir, böyle bir saçmalık olur mu yahu. NATO’nun ne işi var Libya’da? NATO mensubu olan ülkelerden birine herhangi birine müdahale yapılması hâlinde böyle bir şey gündeme getirilebilir. Mantığa bakın, yani NATO ülkesi olan birisine NATO müdahale etmeyi gerektiriyorsa o zaman gündeme gelebilir, Libya’ya niye gündeme geliyor bu. Bakın, Türkiye olarak biz bunun karşısındayız. Böyle bir şey konuşulamaz. Böyle bir şey düşünülemez.” Kim söylüyor? Recep Tayyip Erdoğan. Güzel. Arkadan 25 Mart 2011, aynı Recep Tayyip Erdoğan, başka birisi değil, AKP’nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, başka birisi değil, Libya’ya NATO’nun müdahalesini kabul ediyor, izin veriyor, müdahale edin diyor ve şöyle diyor. “NATO’nun devreye girmesiyle de belli yerlerde bir rahatlama meydana geldi.” Nerede rahatlama meydana geldi? Şimdi, Allah aşkına, sabah söylediğini akşam inkâr eden kim? Devletin resmî yayınlarından örnek veriyorum. NATO müdahale etti, binlerce sivil öldürüldü, Akdeniz’in karanlık sularında binlerce Müslüman boğularak öldü, Türkiye’den yardım istendi bizim gemilerimiz yardım etmedi NATO izin vermediği için. Bunu kim eleştirdi? Sosyalist Enternasyonalde Cumhuriyet Halk Partisi eleştirdi. Bu nasıl bir anlayıştır, nasıl bir düzendir, binlerce Müslümanın ölümüne önce itiraz ediyorsun, sonra gidip tıpış tıpış imza atıyorsun, kimse de kalkıp bunu eleştirmiyor, böyle bir medyamız var. Niye eleştirsin? Niye başı belaya girsin? Korkuyor. Bedel ödüyor şimdi medyada çalışanlar, bedel ödüyorlar, çoğunun işine son veriliyor. Bakın bugün bir gazetede yer alıyor röportajda. Görevinden ayrılmak zorunda olan bir gazeteci arkadaşımız şöyle söylüyor: “Seçim öncesinde öyle bir yere gelindi ki, çok büyük hatalar yapıldı bence. Hükümet tarafından herhâlde açıkça söylenmiş olması gerekiyor ki bizim yapacağımız işin sınırı belirlendi. Tartışma programları seçimden birkaç hafta önce kalktı.” İşte, Türkiye bu. Bu, biz anlatsak deriz ki, ya, işte CHP muhalefet partisidir, söylüyor, işin mutfağında olan, program yapan, tartışma programları yapan ve ayrılmak zorunda olan bir gazetecinin söylemi bunlar. Şimdi ileri demokrasiden bahsediyorlar. Biz bunların ne olduğunu çok iyi biliriz, ne yapmak istediklerini de çok iyi biliriz, o açıdan AKP’yi de, AKP’nin durumunu da hepsini değerlendireceğiz, açık yüreklilikle değerlendireceğiz, çünkü bizim isteğimiz Türkiye’de demokrasinin bütün boyutlarıyla yaşama geçirilmesidir.

Bir başka yalan daha. Efendim CHP, hükümet programı konusunda tek laf bile etmemiş. İnsaf ya. Otururken de dinlemiyor. Hükümet programında 13’üncü sayfayı açtım, bir paragrafı okudum, insaf ya. Yalanın bu kadarına da insaf. Kuyruklu yalanın bu kadarına da insaf. Sen başbakansın nasıl yalan söylersin sen. Meclis kürsüsüne çıkıyorsun, 550 milletvekilinin gözlerinin içine bakarak yalan söylüyorsun, pes ya, pes vallahi, bu kadar da olmaz. Hükümet programının demokrasiyle ilgili, hukukun üstünlüğüyle ilgili, uluslararası sözleşmelerle ilgili bütün bölümlerine değindik. 40 dakika süre vermişsiniz ekonomiyi tartışamadık, onu da tartışırız. Başkan izin verseydi, bir buçuk saat, iki saat ekonomiyi de anlatırdık. Kaldı ki sürenin kısa olmasından sadece ben şikâyet etmiyorum, bugün kendisi de şikâyet ediyor. “Efendim süre 40 dakika idi anlatamadık.” Biz de anlatamadık. Ve camilere girdi, Cumhuriyet Halk Partisinin, efendim camilerle ilgili geçmişte şu yapıldı, bu yapıldı vesaire. O camilerde bu ülkeyi savunmak için, yani ölümü göze alıp bu ülke için, bizim çocuklarımız için şehitliği göze alıp…Askerler kalıyordu, insanlarımız kalıyordu o camilerde, çünkü kışla yok, yer yok, nereye bırakacağız bu askerlerimizi, nerede koruyacağız bu askerlerimizi? Nasıl bu kadar ciddi bir hata yapılır? Bu ciddi bir vicdansızlık değil midir? Vicdanı olun, tarihi bilen, o Ulusal Kurtuluş Savaşının 1920’lerini, 30’larını bilen, tarihiyle barışık olan birisi, tarihine bu kadar ihanet eden sözler söyleyebilir mi? Nasıl bunu yapabiliyorsunuz? Çünkü tarih sevgisi yok, insan sevgisi yok, çünkü bağımsızlığın ne olduğunu bilmiyor, Ulusal Kurtuluş Savaşının ne olduğunu bilmiyor, hangi bedeller ödenerek o savaşın kazanıldığını bilmiyor, o askerlerin bir günde sadece bir övün yemek yediğini de bilmiyor o. Mehmet Akif’in yeri geliyor şiirlerini okuyor ama Mehmet Akif’in şiirlerini de bilmiyor o çünkü o şiirleri okuması için insanın ruhunda Denizlerin depreşmesi lazım. Sen kim Mehmet Akif kim; sen kim, Ulusal Kurtuluş Savaşı kim. Cami dedi de, ben ona bugünden örnek vereyim. Bunlar tarihi camileri onarmaya kalktılar. İzmir ve Manisa’da 22 caminin onarımında 3 milyon 874 bin 446 lira tutarında imalat hiç yapılmadığı hâlde -eski parayla 3 trilyon 873 milyar 446 milyonluk imalat- bu müteahhitlere 6 milyon 874 bin 71 lira para ödendi. Resmî rakamlar, devletin rakamları, devletin raporları bunlar. Hiç imalatı yok, 3 trilyonluk, sen buna birde 6 trilyon para ödüyorsun. Yapan kim? AKP hükümeti. Hani sen, camiler ibadet yeriydi, hani camiler insanlar gidip ibadet ederken orada Allah’ın manevi kişiliğiyle buluşurlardı. Sen camilerde tamirat yaparken yolsuzluğa göz yuman bir ülkenin başbakanı olarak hiç içine sindirebiliyor musun bu durumu? Bunu defalarca dile getirdim bir tek cümle bile etmedi şu ana kadar. Yüzüne gözüne dursun. Bu milletin tüyü bitmemiş çocuğunun vergileriyle sen kalkıp caminin onarımında bile yolsuzluğa göz yumuyorsun. İnsan biraz utanır, sıkılır biraz. Süleymaniye Camiini ibadete açtı üstelik siyaset yaparak. İnsanda biraz ahlak olur, din siyasete alet edilmez. Din kutsal bir şeydir, din tartışılmaz. Süleymaniye Camiinin onarımında da 4 milyonluk yolsuzluk yapıldı, eski parayla 4 trilyon. Şimdi sen kalkıyorsun… Bakın şu uzun listeyi bütün milletvekili arkadaşlarıma dağıtacağım, hangi camide, hangi türbede kaç lira yolsuzluk yapıldı rakamlarıyla burada var. Lütfen gidin, bütün illerde-ilçelerde, bütün köylerde AKP’nin camilere olan tutkunluğunun gerekçesini anlatın. Yolsuzluk yapıyorlar cami onarımıyla, yolsuzluk yapıyorlar türbe onarımıyla, kalkmış bir de bize ders veriyor. Sen kim Cumhuriyet Halk Partisine ders vermek kim.

Daha bitmedi, daha arkası da gelecek. Şimdi Recep Tayyip Erdoğan’a bir soru soralım. Hasan Dağcı kim, tanıyor musun Hazan Dağcı’yı? Hatırlar da, biz yine de hatırlatalım. Kendi özel kalem müdürü, beraber çektirdikleri fotoğrafı da var. Bunu da bütün milletvekillerimize dağıtacağız, bunu da alacaksınız. Köy köy, kahve kahve, kent kent bunları anlatacağız. Kim bu Hasan Dağcı? Hasan Dağcı bir arsayı alıyor, İstanbul Kadıköy İbrahim Ağa Mahallesi Birinci Bölgede bir arsa. Alış bedeli 215 milyar lira, tapusu da var elimizde, bunu da vereceğim sizlere. Kadıköy Belediyesinin yazısı da var. “Bu arsa cami yeridir” diyor, “cami yeri için ayrılmıştır” diyor. Bu da İstanbul Anakent Belediye Başkanlığının Meclis kararı, bunu da vereceğim sizlere. Cami yeri rezidansa dönüştürülüyor, rezidans yapılıyor ve satılıyor. Şimdi Sayın Erdoğan’a soruyorum. Dün diyordu ki “Bunu siz yaparsanız, biz dini yaşarız.” Sen dini böyle mi yaşıyorsun? Malatya’da da var, İstanbul’da daha çok var, çıkaracağız. Din bezirganlarını, güzel dinimizi istismar edenleri milletin önüne koyacağız. Yeter artık. Biz sesimizi kesiyoruz, onlar sanıyorlar ki bunlar hiç konuşamazlar. Her yerde konuşacağız, her yerde söyleyeceğiz, artık, bu din bezirganlarından bu memleketin kurtulması lazım. Malatya’da da var, İstanbul’da daha onlarca var, onlarca var İstanbul’da çünkü para deyince bunlarda din iman kalmıyor.

Program açıkladılar. Yine güllük gülistanlık, Türkiye’de hiçbir dert yok, bütün sorunlar çözülmüş vaziyette, vay efendim niye konuşmadınız? Zaman yoktu ama şimdi isterseniz ana başlıkları itibariyle söyleyelim düşüncelerimizi. Türkiye’de işsizlik var mı? Var. Temel bir sorun mu? Sorun. Çözümle ilgili bir şey var mı? Yok. Ne yapayım ben bu hükümet programını.


Cari açık, sadece bizim değil, bütün dünyanın dikkatini çekiyor. Yapmayın, bakın, bu ekonomide ciddi sorunlar yaratır deniyor. Cari açıkta bir azalma var mı? Yok. Cari açık sorunu var mı? Var. Cari açık giderek artıyor mu? Artıyor. Bir çözüm var mı? Hayır, herhangi bir çözüm yok. Ne yapayım ben bu hükümet programını.

Büyüme var, doğru büyüme var. Büyüme var da halka dokunuyor mu? Hayır. Birileri büyüyor. Cami arsasını ranta dönüştürüp oraya rezidans yapanlar için büyüme var. Dolar bazında kazanıyorlar. Onlar büyüyorlar. Peki, vatandaş? Vatandaşta bir şey yok. Ben ne yapayım o büyümeyi, zaten o büyüyenler senin etrafında, senin yandaşların zaten, etrafını çevirmişler zaten. Onlarda din iman kaygısı yok, onların kaygıları başka.

İç tasarruf1larda sorunlarımız var. Örnek vereceğim. 1998 yılında iç tasarrufların millî gelire oranı yüzde 25; şimdi kaç? Yüzde 14. Ülkenin sağlıklı büyümesi için iç tasarruf oranının artması lazım. Artıran bir düzenleme var mı? Hayır yok. Ne yapayım ben bu hükümet programını.

Efendim, Türkiye’yi dış itibarı yükselen bir ülke olarak gösteriyorlar, Türkiye’nin dış itibarı arttı diyorlar. Bakıyoruz kara parayla ilgili bir kurum var, kara para sorgulaması yapıyor. Türkiye’nin adı kara para listesinde. Kara paranın aklanmasının önlenmesine ilişkin çalışma grubunun aldığı karar şu: “Terörizmin finansmanına kolaylık sağlayan ülkeler arasında Türkiye de var” diyor. İtibara bakın, Terörizmin finansmanına kolaylık sağlayan ülke Türkiye ve itibarı artan bir Türkiye. Bunun önlenmesi için, en azından bunun ortadan kalkması için bir şey yaptılar mı? Yok. Hükümet programında bir şey var mı? O da yok. Ne yapayım ben bu hükümet programını.

İhale Yasası: Kırka yakın maddeyi değiştirdiler yandaşlarımıza ihaleyi nasıl veririz diye. Avrupa Birliğinin bütün ilerleme raporlarında yazar ki, ya insaf, bu ihale yasasını değiştirin, Avrupa Birliği standartlarına çekin, ihaleler şeffaf olsun, saydam olsun, yolsuzluk olmasın. AKP’de bir ses var mı? Tık yok. Bunu düzeltme yönünde hükümet programında bir şey var mı? Orada da yok. Ne yapacağız biz bu hükümet programını.

Enerji: Efendim Türkiye’yi dışa bağımlılıktan kurtaracakmışız. Doğalgaz dışarıdan geliyor, petrol de dışarıdan geliyor, itirazımız yok, Türkiye’de yeteri kadar yok dışarıdan gelecek. Bunun çeşitlenmesi lazım, bir ülkeye bağlanmaması lazım, ulusal güvenliğimiz açısından bir ülkeye aşırı bağlanılmaması lazım. Biz gittik, bir de nükleer santral anlaşmasını da yaptık. Bırakın dışa bağımlılığı azaltmayı, bir ülkeye olan bağımlılığımızı çok yüksek bir orana çıkardık ve burada da ilginç bir şey var. İlk yatırım maliyetlerimiz çok yüksek. Bir tek ses var mı hükümette? Hayır. Nihai atık sorunu nasıl çözülecek bir yanıt var mı? Hayır. Hükümet programı bu konuda bir şeyler söylüyor mu? Hayır, hiçbir şey söylemiyor. Ne yapacağız biz bu hükümet programını.

Türkiye tarımda ciddi sorunlar yaşıyor, gerçekten ciddi sorunlar yaşıyor ve bu sorunları Türkiye’nin aşması gerekiyor. Niğde Milletvekilimiz dün bir bilgi vermişti onu zaman yetersizliği nedeniyle Meclis Genel Kurulunda dile getiremedim. Bilgi ilginç bir bilgi. Niğde’nin Orhanlı, Edikli, Ağaçaşar ve Gölcük beldelerinde elektrikler kesik, patatesler çürümek üzere ve bir çiftçimiz de bu nedenle intihar etti. Hükümetten bir ses var mı? Bu yanlıştır diye bir söylem var mı? Elektrikleri açın, çiftçi tarlasını sulasın diye bir irade var mı? Yok. Ne yapacağız biz bu hükümetin programını. Parlak laflarla geçiştiriyor.

Değerli arkadaşlar, çiftçinin kullandığı mazotla ilgili arkadaşlarımız bir çalışma yaptılar. Bu çalışmayı da bütün arkadaşlarımın almasını ve her yerde anlatmasını isterim. Kullandığı mazot 3 milyar 200 milyon litre mazot kullanıyor çiftçimiz. Buradan 3,6 liradan mazotun litresi satılıyor, elde edilen gelir -ÖTV ve KDV olarak devletin elde ettiği gelir sadece çiftçiye satılan mazottan-6,4 milyar lira. Çiftçiye verdiğimiz teşvik ne kadar? 6 milyar lira. Sadece mazottan çiftçiye verdiğimiz teşvikten daha fazlasını vergi olarak alıyoruz, yani çiftçi zararda. Bunu çözmeye yönelik bir şey var mı? Hayır. Hükümet programı bir şey söylüyor mu? Hayır, hiçbir şey söylemiyor.

2003-2010 döneminde 26 milyon dönüm arazi ekilmiyor, ekemiyor çiftçi. Peki, çiftçimizin üretim zincirinin halkasının çok önemli bir unsuru olsun, çiftçi eksin, biçsin, üretsin, ihracat yapalım diye hükümet programında bir şey var mı, somut bir hedef var mı? Yok. Ne yapacağız biz bu hükümet programını?

Onun için, değerli arkadaşlarım, Cumhuriyet Halk Partisi olarak bizler demokrasinin gereğine inanırız, özgürlüklere inanırız, insan haklarına inanırız. Kendi konumuna gelince efendim, onlar “ben başka bir şeyle suçlanıyordum ama şimdi milletvekili seçilip Parlamentoya gelenler başka bir şeyle suçlanıyorlar” diye bir kolaycılığın arkasına sığınmak Recep Tayyip Erdoğan’a yakışmaz. Eğer suçlamadan söz edersek ben de sana söyleyeyim. Sen de neyle suçlanıyordun? Sende kalpazanlıkla suçlanıyorsun. Bana inanmıyorsa Meclis Başkanına gitsin Sayın Cemil Çiçek’ten, kendi imzası, Başbakan olarak da altında kendi imzası var, “Recep Tayyip Erdoğan kalpazanlıkla suçlanıyor” diye, alsın baksın. Sen Başbakansın, masumiyet karinesini bile çarpıttı çünkü Anayasayı da bilmiyor, hukuk kültürü yok. Biz verdiğimiz sözlerin arkasındayız, kararlılıkla gideceğiz. Hiçbir zaman hiçbir ortamda imzalarımızı inkâr etmeyeceğiz. İmzalar bizim namusumuzdur ve onların arkasında duracağız. Onlar da eğer attıkları imza bu imza bizim namusumuz diyorlarsa onlar da bunun arkasında duracaklar. O iki cümleyi, o tarihi iki cümleyi yeniden okuyorum değerli arkadaşlarım. “Tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine getirmeleri için Türkiye Büyük Millet Meclisinde olmaları gerektiğine inanıyoruz.” Burada bir takdir yok, gerektiğine inanıyoruz. İkinci cümlemiz, o da önemli. “Anayasa dâhil tüm mevzuatın hukukun üstünlüğü çerçevesinde ve kuvvetler ayrılığı ilkesi içinde dikkate alınarak özgürlükleri genişletici bir anlayışla yorumlanası ve uygulanması gerektiğine inanıyoruz.” Bu sözlerin sonuna kadar arkasındayız. Onlar da attıkları imza bizim namusumuzdur diyorlarsa onlar da bu imzaların arkasındadırlar. Öyle umuyoruz, öyle istiyoruz, demokrasi de bunu gerektiriyor, insan hakları da bunu gerektiriyor.

Hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum değerli arkadaşlarım.


Gündem'den Öne Çıkan Haberler