16.02.2016

16 Şubat 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN 16.02.2016 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:
CHP’Yİ ASLA SUSTURAMAZLAR!


Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup toplantısında "İstiyorlar ki, CHP hiçbir şeye itiraz etmesin. CHP desin ki,”Bu hükümet haklıdır”, istedikleri bu. CHP bunu kabul eder mi? Asla edemez. Peki saldırarak CHP’yi susturabilirler mi? Asla susturamazlar. Sevgili Davutoğlu sakın unutma, bu partinin genlerinde Kuvva-i Milliye’nin ruhu vardır, sen istediğin kadar baskı kur. Cumhuriyet Halk Partisi, hangi koşulda olursa olsun Türkiye’nin çıkarlarını sonuna kadar savunan bir partidir." diye konuştu.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuşması şöyle:

Değerli milletvekilleri, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, yine heyecanlı bir grup toplantısındayız. Bu vesileyle Cumhuriyet Halk Partisi’nden bütün Türkiye’ye, 78 milyon yurttaşımıza kucak dolusu selamlarımızı, saygılarımızı gönderiyoruz.

Hepinize en içten selamlar saygılar. Önce şunu söyleyeyim: Az önce Rize’den arkadaşımız geldi. Fırtına Vadisi’nin korunmasını istiyor ve mücadelesini yapıyor. Bir doğayı neden katlederiz biz? Ağaçları neden keseriz biz? Deredeki balıkları hangi gerekçeyle öldürürüz biz? Can suyu verilmeyen bir tabiat olabilir mi? Aynı şekilde, Artvin Cerattepe’de bugün mücadele var. Orman katledilecek altın için. Emin olun bir ağaç canlıysa, bütün altınlar o ağaca feda olsun. Bunu böyle kabul etmemiz lazım. Artvin halkı istemiyor bunu, tepki gösteriyor, neden zorla yapıyorsunuz bunu? Birileri para kazanacak diye tabiatı neden yok ediyoruz? Çocuklarımıza biz neyi bırakacağız? Güzel bir Türkiye bırakmayacak mıyız? Yaşanacak bir Türkiye bırakmayacak mıyız? Parklarında çocuklarımızın, torunlarımızın oynadığı bir Türkiye bırakmayacak mıyız? Neden her şeyi katlediyoruz? Neden yok ediyoruz tabiatı? Bütün dünya duyarlı ama birileri duyarlı değil, çünkü birilerinin ana konusu sadece ve sadece dolar, sadece ve sadece para. Para her şeyin ölçüsü değil; ahlak var, hukuk var, hukukun üstünlüğü var, insan hakları var, doğanın kendi hakları var. Bütün dünya, başta Birleşmiş Milletler üzerine titriyor, biz bunları elimizle yok etmeye çalışıyoruz. CHP’li milletvekili arkadaşlarım Artvin halkının yanında, onlara destek veriyoruz.

Çöpten kâğıt toplayan arkadaşlarım da buradalar. Emin olun Genel Başkan olarak seçildiğim ilk kurultaydan şimdiye kadar her yerde onların hakkını savundum. Siz yolsuzluk yapmıyorsunuz, köşeyi dönmek için birilerini kandırmıyorsunuz, günün belki yirmi dört saatinde çalışıyorsunuz, çoluk çocuğunuzun rızkını sağlıyorsunuz. Şimdi elinizden bu imkânlar alınmak isteniyor. Unutmayın, Cumhuriyet Halk Partisi emekçinin yanındadır, yoksul sınıfların yanındadır, ezilenlerin yanındadır. Yeter ki siz dik durun, göreceksiniz CHP her zaman yanınızda olacak.

Bugün Salı, siyasal partilerin genel başkanları konuşuyorlar. Arabada gelirken Sayın Davutoğlu’nu da dinledim. “Biz milli bir hükümetiz” diyor. Biraz sonra söyleyeceğim ne kadar milli olduğunu. “Efendim, biz milli muhalefete de ihtiyaç duyuyoruz” diyor. Lafa bakın. Acaba Davutoğlu millinin ne anlama geldiğini biliyor mu? Emin olun endişem var. Milli demek ülkesinin çıkarlarını savunmak demektir. Kendi ülkesinin çıkarlarının sonuna kadar arkasında olmak demektir. Milli olmak Türkiye’yi pazarlamak değildir. Milli olmak, Türkiye’yi dünyadan soyutlamak değildir. Milli olmak, Türkiye’ye dünyada itibar kazandırmak demektir. Hangi millilikten bahsediyorsunuz siz?

Bakın değerli arkadaşlarım, şimdi bu milli hükümete soruyorum, sözde milli hükümete! Durup dururken “Kardeşim” dediğin Esad’a niye birdenbire saldırdın? Kim seni tetikledi? Beraber tatil yapıyordunuz Bodrum’da. Ne oldu da birdenbire böyle düşman hâline geldiniz?

7 Haziran seçimlerinden önce “Bakın, bizi tek başımıza iktidara getirmediniz. Görüyorsunuz her gün şehitler geliyor, terör aldı başını gidiyor. Bizi tek başına iktidara getirin şehit gelmeyecek” diyorlardı. Tarihin en yoğun şehit sürecini yaşıyoruz. Peki, halkına yalan söyleyen bir siyasal parti milli olabilir mi? Milli kavramının arkasında yalan olabilir mi? Doğu-Güneydoğu’da terör örgütü şehirleri silah deposuna dönüştürürken valilere “Aman ha, sakın dokunmayın” diye talimat veren bir iktidar, Türkiye Cumhuriyeti’nde milli lafını ağzına alabilir mi? Milliymiş! Türkiye’yi savaşa sokmak istiyorlar, herkes sokmak istiyor, bunlar da teşne. Eğer sen millilikten söz ediyorsan savaş çıktığında kendi çocuklarını gönderecek misin cepheye? O zaman ben sana milli diyeceğim. Bizim çok sık kullandığımız bir deyim vardır, “Bizim milliyetçiliğimizi kimse test edemez.” Biz milliyetçiliğimizi Kıbrıs’ın Beşparmak dağlarına yazan bir partiyiz, kimse unutmasın bunu.

Diyorlar ki “CHP bizim yanımızda dursun.”Bakın değerli arkadaşlar, bizi izleyen bütün yurttaşlarıma sesleniyorum; 17 Eylül 2009, Suriye’de oturdular, bir anlaşma imzaladılar. Vizeleri kaldırdılar, Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi Anlaşması’nı imzaladılar, ortak Bakanlar Kurulu kararı yaptılar. Neden bunu yapıyorsunuz diye hiç kimse bir şey söylemedi. Ülkemizin çıkarları söz konusuydu, “Elbette olması lazım” dedik. Türkiye’nin bütün komşularıyla çok iyi olması lazım; Mısır’la, Libya’yla, İsrail’le, Filistin’le, herkesle bizim aramızın iyi olması lazım. Çünkü biz felsefe olarak hem kendi ülkemizde hem dünyada barışı savunan bir siyasi gelenekten geliyoruz “Yurtta barış dünyada barış” diyoruz. Dolayısıyla, siz iyi şeyler yaptığınızda her zaman yanınızda durduk. Şunu çıkıp söylerlerse “Biz Suriye ile iyi ilişkiler kurduğumuzda siz karşı çıktınız.” O zaman bizi test edebilirsin ama şimdi test etmeye hakkın yok. “Komşularla sıfır sorun olacak” dediler. Hiç bizden itiraz oldu mu? Hayır. Tam tersine, keşke bütün komşularımızla barış içinde yaşasaydık. O dönem ben Antep’ten Hatay’a kadar gezdim. Emin olun bütün oteller doluydu, bütün lokantalar doluydu. Hafta sonunu geçirmek için Suriye’den de, Irak’tan da, İran’dan da pek çok insan Türkiye’ye geliyordu. Hiçbirimiz çıkıp da “Ya, bu ne rezalettir?” diye bir şey söylemedik. Tam tersine memnun olduk, bu politikanın sürdürülmesi gerektiğini her seferinde ısrarla ve ısrarla söyledik. Ama ne oldu? Mart 2011, birdenbire çatışmalar çıktı. Durup dururken Esad’la kavga etmeye başladılar. Ortada bir şey yok, neden? “Efendim, sen neden İhvan’ı kabul etmiyorsun? İhvancıları neden kabul etmiyorsun? Hükümette neden bunlara yer vermiyorsun?”

Panislamizm hareketi ile, yani bütün İslam dünyasını biz yöneteceğiz diye ortaya çıktılar. Dedik ki, “Bakın bu çok tehlikelidir, yanlış bir yoldur. Sakın ola ki bu yollara başvurmayın.” Ama biz hiç dinlemediler. Biz uyarı görevimizi yaptık, “Orta Doğu’ya girmeyin,Orta Doğu bir bataklıktır”dedik. “Efendim, ‘Orta Doğu bir bataklıktır’ diye nasıl söylersiniz?” dediler.

Suriye’ye tırlarla silahlar gönderdiler. Ne kadar cihatçı unsur varsa; El Kaide, El Nusra, IŞİD’cıların tamamı Türkiye üzerinden Suriye’ye geçti. Kamplar kurdular Türkiye’de. “Yapmayın” dedik. “Başka bir ülkenin egemenliğine müdahale etmeyin” dedik. “Yarın bir ülke gelir, Türkiye’nin iç işine müdahale ettiğinde biz ne söyleyeceğiz o zaman?” dedik. “Hayır, siz bilmezsiniz; biz doğrusunu biliriz” dediler. Sonra ne oldu değerli arkadaşlarım? IŞİD Türkiye’nin yetmiş ilinden militan toplamaya başladı ve tamamı bu Hükümetin gözleri önünde gerçekleşti. Kadınlar boğazı kesilerek öldürüldü, gencecik çocuklar öldürüldü. Türbeler, camiler bombalandı, vahhabilik aldı başını gitti. Bunlar da her türlü çanağı gerdiler, her türlü çanağa ortam hazırladılar değerli arkadaşlarım ve öyle konuştular ki “Efendim, olsun, Suriye’de kan aksın, yeter ki Esad gitsin.” Ya, kardeşim, dert Esad değil; dert, Suriye’nin içişine neden müdahale ediyorsun sen? Girme oraya. O alana girdiğin andan itibaren kaybedersin. Yanlış yapıyorsun. Anlatamadık bunları. Şimdi buna “Milli politika” diyorlar. Böyle bir milli politika yoktur arkadaşlar. Bu politikanın adı gayri milli politikadır, bir iktidarın çıkarlarına hizmet eden politikadır, ülkenin çıkarlarına değil. Suriye’de Kürtler var, Türkmenler var, Araplar var, hepsi bizim kardeşimiz, akrabaları Türkiye’de, neden düşman ilan ediyorsun? Yazık günah değil mi o çocuklara?

Değerli arkadaşlar, bunları şunun için anlatıyorum: Bir ülkeyi yönetenlerin önce, en azından o ülkenin yakın tarihini, bakın ayrıntılı tarihinden vazgeçtik, yakın tarihini bilmeleri gerekir. Orta Doğu ile karar alacaksan Orta Doğu’nun tarihini bilmen gerekir. Kendi ülkesinin tarihini bilemeyen Türkiye’yi bataklığa sürükler. Buradan yine Sayın Davutoğlu’na sesleniyorum: Tarihten falan vazgeçtim, Falih Rıfkı Atay’ın Zeytin Dağı kitabını oku. Orta Doğu bataklığının bütün ayrıntıları o kitapta var. Cumhuriyetin ilk yıllarında yazılmış bu kitap. Türkiye neden Orta Doğu bataklığının dışına çıkmıştır? O kitabı okuduğunda bütün bu ayrıntıları görürsün. Bu eleştirileri biz niye yapıyoruz arkadaşlar? Kendi tarihimizi bildiğimiz için yapıyoruz, kendi tarihimizden ders aldığımız için yapıyoruz, kendi tarihimizi iyi okuduğumuz için yapıyoruz. Bakın örnek vereyim. Mustafa Kemal Atatürk, değerli arkadaşlarım, cumhuriyeti kuran kadronun lideridir. Nerede çarpıştı? Libya’da, Suriye’de ve Filistin’de… Yani Osmanlı döneminde Libya’daydı, Orta Doğu’daydı Mustafa Kemal Atatürk. Ya İnönü? Bir Osmanlı paşası olarak oradaydı, İnönü de bir Osmanlı paşası olarak Yemen’deydi. Onlar boşuna mı Orta Doğu konusunda ciddi uyarılar yaptılar.

“Bütün İslam dünyasını biz yöneteceğiz, İhvan her yerde olacak.”Bakın değerli arkadaşlarım, 1921 yılında Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmadan size bir bölüm okuyacağım. 1921, yani daha cumhuriyetin ilk yılları, Mustafa Kemal Atatürk şöyle diyor: “Panislamizmi ben şöyle anlıyorum”, yani bütün İslam dünyasını yönetmeyi ben şöyle anlıyorum diyor: “Bizim milletimiz ve onu temsil eden hükümetimiz, doğal olarak dünya yüzünde var olan bütün dindaşlarımızın mutlu ve refah içinde olmasını isteriz.” Yani diyor ki, bütün Müslüman dünyasının huzurlu ve mutlu olmasını biz hepimiz yürekten isteriz diyor. “Dindaşlarımızın çeşitli yerlerde vücuda getirmiş oldukları sosyal heyetin bağımsız olarak yaşamasını isteriz eğer bir yerde bir sosyal heyet varsa, bir devlet varsa biz onların da bağımsız yaşamasını isteriz. “Bütün İslam insanlığının, İslam dünyasının refah ve mutluluğu kendi refah ve mutluluğumuz gibi değerlidir.” Bütün İslam dünyasında refah ve mutluluk varsa bizim refah ve mutluluğumuz kadar değerlidir diyor 1921 yılında Mustafa Kemal Atatürk. “Ve bununla çok ilgiliyiz” diyor. “Fakat efendiler –burası önemli- bu toplumun büyük bir imparatorluk, maddi bir imparatorluk hâlinde bir noktadan yönetilmesini ve yönetimini düşünmek istiyorsak bu bir hayaldir” diyor. Yani bütün İslam dünyasını tek bir noktadan ve bir imparatorluk adı altında veya herhangi bir nedenle yönetmek istiyorsan bu bir hayaldir diyor 1921 yılında. Ve şöyle söylüyor: “İlme, mantığa, fenne aykırı bir şey.” Yüzyıl önce söylüyor bunu. Yemen’i bile, Libya’yı bile, Suriye’yi bile, orada savaşan, Filistin’de bulunan Gazi Mustafa Kemal Atatürk söylüyor, boşuna mı söylüyor? Biz boşuna mı söylüyoruz? Boşuna mı diyoruz, kendi tarihini bilmeyen, Orta Doğu’da hiçbir şey yapamaz, ancak birilerinin maşası olur. Şimdi diyorlar ki “Biz milliyiz.” Siz milli değil, gayri millisiniz, ülkenin çıkarlarını savunmuyorsunuz siz. Vahhabiliği aldılar, Osmanlıyı da bunlar bilmiyorlar, emin olun. Vahhabilikle en ciddi mücadeleyi yapan Osmanlı padişahlarıdır, açsınlar baksınlar. “Güzel dinimizi zehirlediler” diye Osmanlılar söylüyor. Şimdi siz, 21’inci yüzyılın Türkiye’sine vahhabiliği getirmek istiyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bütün bunlara baktığımızda şu gerçek önümüze çıkıyor: Türkiye şu anda sağlıklı yönetilmiyor.Türkiye sağlıklı yönetilmiyor, aslında Türkiye hiç yönetilmiyor, bir rüzgâra kapılmış gidiyor. Nereye gittiğini de kimse bilmiyor. Yönettiklerini sanıyorlar ama arkadan birileri onun zembereğini kuruyor, farkında bile değiller.

Değerli arkadaşlarım, peki Suriye’de ne oldu, kim kazandı Suriye’de? Suriye’deki kaybedenler bir, Türkiye; iki, Türkmenler; üç, sivil vatandaşlar, kaybedenler bunlar. Bayırbucak’tan söz ediyorlar. Ya, ne bayırı kaldı, ne bucağı kaldı hâlâ dünyadan haberleri yok bunların, ne bayırı kaldı ne bucağı kaldı.

Bakın değerli arkadaşlarım, Suriye’deki savaşın yani yıkımın boyutlarını vereyim size: Suriye’de savaş başladıktan bu yana hayatını kaybedenlerin sayısı 470 bini aştı. Bunların vebali, günahı bu ülkeyi yönetenlerdir. Ölen her çocuğun, kadının, sivilin günahı bunların boynundadır. Yaklaşık 2 milyon Suriyeli yaralandı. Toplam ekonomik kayıp Suriye’de 225 milyar dolar. Yaklaşan Halep savaşı var. Eğer orada da bir kıyım olursa, onun da bunların üzerine ilave edilmesi lazım. Suriye ekonomisi çöktü. Yoksullukta, sadece 2015 yılında yoksulluk yüzde 85 oranında arttı. Yaklaşık 13 milyon 800 bin Suriyeli geçim kaynaklarını kaybetti arkadaşlar. Nüfusun yüzde 45’i göç etti, yani 6 milyon Suriyeli kendi ülkesi içinde yerini değiştirdi, 4 milyondan fazla Suriyeli de Suriye’nin dışına çıktı. Bunun 2,5 milyonu da şimdi Türkiye’de. Şimdi ben, bizi dinleyen vatandaşlarımıza seslenmek istiyorum: Suriye’de bu tablonun sorumlusu kim? Yüzbinlerce insan hayatını kaybetti, çoluk çocuk Akdeniz’in sularında boğuldu, bunun sorumlusu kim? Eğer bunun sorumlusunu kendi vicdanına sormuyorsan sevgili vatandaşım, sen bu ülkenin yönetiminde söz sahibi değilsin, olmamalısın. Soracaksın kendine, onlar Müslüman değil mi? Müslüman. Müslüman kanı akıtmak ne zamandan beri Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin görevi oldu? Akan kana yazık, günah değil mi? Cumhuriyetin hiçbir döneminde olmadı bu. Şimdi diyorlar ki “Bizim Suriye politikamız…” Nedir sizin Suriye politikanız? İflas eden Suriye politikası. Bakın Münih’te Güvenlik Konferansı toplandı, orada dışlanan tek ülke vardır orada, o da Türkiye. Dışişleri Bakanı bile toplantıyı yarım kesmek ve dönmek zorunda kaldı, dışlandı artık. Bağırıyorlar ya “Ey Amerika, Ey Rusya, Ey Avrupa Birliği…” Duvara bağırıyorsun sevgili kardeşim, duvara bağırıyorsun sen, kimse seni dinlemiyor, çünkü kimse seni adam yerine koymuyor.

Bakın daha garip olana arkadaşlar: Diyorum ya bunlar gayri milli bir politika güdüyorlar diye. Bir başka örnek vereceğim size. Parlamentoya bir sözleşme geldi, Geri İade Sözleşmesi, Geri Kabul Anlaşması. Yani Türkiye’den bir kişi Avrupa’ya giderse, Avrupa’daki herhangi bir ülke isterse o kişiyi alıp Türkiye’ye iade edecek. Bunlar da gittiler tıpış tıpış sözleşmenin altına imza attılar. Buna karşı çıkan sadece biz olduk. “Yapmayın bunu, bakın bu ileride çok ciddi sorunlar doğurur” dedik. “Bu anlaşmayı imzalamayın” dedik. Şimdi ben soruyorum: Kim milli, kim gayri milli? Biz milliyiz, “Bu anlaşma Türkiye’nin aleyhinedir” dedik; siz gayri millisiniz, gidip tıpış tıpış altına imza attınız.

Şimdi ne olacak, geliyorum asıl işe, ne olacak? Şimdi, Recep Erdoğan konuşuyor: “Bizim alnımızda enayi yazmıyor.” Güzel, kusura bakmayın bu da güzel. “Bu işin hakkı neyse –Suriye’deki mülteciler için söylüyor- bunu yaparız. Herhâlde uçaklar, otobüsler boşuna durmuyor. Gereği neyse bundan sonra o yapılır” diyor. Peki, sen Geri Kabul Anlaşması’nı niye imzaladın? Sen otobüse doldurursun, o da aynı otobüsü sana geri gönderir, der ki “Altına imza attın sen.” Uçağa doldurursun sana geri gönderir, “Altına imza attın sen” der. Şimdi ben bir daha soruyorum: Bunlar milli mi, gayri milli mi? Emin olun, milli mi, gayri milli mi bunlar? Sen hangi gerekçeyle gidersin 2,5 milyon mültecinin Türkiye’de olduğu bir dönemde bu anlaşmanın altına imza atarsın? “Anlımızda enayi mi yazıyor?” Vallahi de yazıyor, çünkü bunu ancak enayiler imzalar, ancak enayiler bu sözleşmeyi imzalar. Kaldı ki bu anlaşma Parlamentoda görüşülürken “Bunun imzalanması yanlıştır” dedik. “Bakın bunun sonuçları çok ağır olur” dedik. Şimdi tehdit ediyorlar. Daha garip bir şey, niye kızıyorlar biliyor musunuz? “Efendim, mültecileri siz kendi ülkenizde tutun, Türkiye toplama kampı olsun mülteciler için, size 3 milyar avro vereceğiz.” Bunlar uçtular 3 milyar avro geliyor diye ama, adamlar enayi değil ki. Diyor ki “3 milyar avroyu sizin elinize vermeyeceğiz, proje yapacaksınız oraya vereceğiz 3 milyar avroyu.” Ne diyordum? Onların alınlarında enayi yazıyor. Onlar ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Önce seni çağırıyorlar, önce “Bu anlaşmayı bir imzala” diyorlar. Bunlar gidip imzalıyorlar bu anlaşmayı. Burada efelenince bunların hiçbir anlamı yok arkadaşlar; çünkü dış politika efelenme alanı değildir, dış politika farklı bir şeydir. Sen, ülkenin geleceğini, üç adım sonrasını göremiyorsan dış politikayı belirleyemezsin.

Kendilerine uyarım, bir vatansever olarak, bu ülkenin çıkarlarını savunan sadece bir yurttaş olarak AKP’ye uyarılarım:
-İflas ettiğini artık bütün dünyanın bildiği Suriye politikasını değiştir kardeşim, 180 derece değiştireceksin. Bunu bizzat Sayın Davutoğlu’nun yüzüne karşı da söyledim “Bu politika yanlıştır” diye.
-Suriye topraklarına artık silah gönderme. Suriye’nin egemenliğine karışmayın, bırakın Suriye kendi işini kendisi çözsün.
-Türkiye-Rusya ilişkilerinde gergin bir ortama izin vermeyin.

Angajman kuralları dolayısıyla, angajman kuralları ihlal edildiği için hükümetin yanında durduk. Bakın açık ve net söylüyorum, Türkiye’nin nerede çıkarı varsa arkasında duruyoruz. Ama Türkiye’nin çıkarı bütün komşularla iyi ilişkidir.
Bakın biz ne kadar milliyiz, onlar ne kadar gayri milli. Kalktılar Mısır’daki darbeye bile taraf oldular. Ama biz ne yaptık? Dedik ki “Mısır’la bizim ilişkilerimizin iyi olması lazım. Türk halkı ile Mısır halkı arasında sağlıklı, güçlü bir diyalog kurulması lazım.” Emekli milletvekili iki büyükelçimizi Mısır’a gönderdik, bütün taraflarla görüştük. Dedik ki, “Türkiye ile Mısır arasındaki ilişkiler lütfen devam etsin, iyi ilişkiler kuralım.” Ama bunlar ne yaptılar? Önce celallendiler “Asarız, keseriz” dediler, sonra büyükelçi göndermeye kalktılar. Mısır dedi ki “Bir dakika, ben senin büyükelçini kabul etmiyorum.” Türkiye Cumhuriyeti refüze edildi arkadaşlar. Şimdi söyleyin bakalım, kim milli, kim gayri milli?

Değerli arkadaşlarım, Birleşmiş Milletler’in Suriye’de ateşkesi sağlaması için yaptığı bütün çabalara Türkiye’nin destek vermesi lazım. Cenevre-Viyana görüşmelerine Türkiye’nin koşulsuz destek vermesi lazım ve Türkiye’nin çıkarlarının korunması lazım. Suriye’deki cihatçı El Kaide, El Nusra, IŞİD gibi terör örgütüne Türkiye’nin silah desteği yapmaması lazım. Türkiye’yi dünyada rezil ediyorsunuz, meşru bir hükümete gölge düşürüyorsunuz.

Değerli arkadaşlarım, bunlar dış politikada bizim geldiğimiz nokta, daha çok su kaldırır. Bizim sadece dış politikada sorunumuz yok. Dış politika böyle giderse içeride daha büyük sorunlarla karşı karşıya kalacağız. Terör olgusu bunlardan birisidir. Açık ve net söyledim, Adalet ve Kalkınma Partisi terör örgütüne yardım ve yataklık yapan bir partidir. Açık söylüyorum, yardım ve yataklık yapan bir partidir. Ben dedim ki herhâlde beni mahkemeye verirler, ama kimse korkudan kimse mahkemeye vermiyor, çünkü yardım ve yataklık yaptıklarını ispat edeceğiz. Şimdi terörden şikâyetçiler. Ya, düne kadar sen besliyordun, sen masanın başındaydın. Sormuyor musun kendine “Türkiye’yi bu hâle kim getirdi?” diye.

Bakın değerli arkadaşlarım, yardım ve yataklıktan neyi anlıyoruz, onu söyleyeyim ben size. Şimdi ben söylesem, “Ya, bu ana muhalefetin bir lideri bunu söylüyor, ne kadar doğrudur yanlıştır o tartışılır” diye söyleyebilirler. Ben, AKP Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ’dan bir cümle okumak istiyorum size, iktidar partisinin Genel Başkan Yardımcısı, yani Sayın Davutoğlu’nun yardımcısı şunu söylüyor: “PKK, çözüm sürecinde 200 ton, yani 200 bin kilo bombayı şehirlere doldurdu.” İtirafa bakın. Peki bu terör örgütü şehirlere 200 ton bombayı yerleştirirken, bu ülkeyi kim yönetiyordu Allah aşkına? Bu ülkenin Başbakanı kimdi? Bakanı kimdi? İçişleri Bakanı kimdi? Dışişleri Bakanı kimdi. Kimdi bunlar? Şimdi kendileri itiraf ediyorlar. Kimdi bunlar?

Değerli arkadaşlarım, bakın son yedi ayda 296 şehidimiz geldi. Son on dokuz yıldır, bir yılda bu kadar kayıp vermedik, 296 şehidimiz geldi. Son bir şehidimiz Yayladağı’nda, El Nusra militanlarının kafasını keserek şehit ettikleri bir askerimiz. Bunun hesabını kim verecek? Sevgili vatandaşlarım size soruyorum: Bunun hesabını kim verecek? İktidar olanlar bunun hesabını vermek zorunda değil mi? Şehirler silah deposuna döndürülürken, şehirler bombalarla bir anlamda depolanırken bu ülkeyi kim yönetiyordu? Bakın 2014 yılında, sadece 2014 yılında Silahlı Kuvvetler diyor ki “Şurada terör örgütü var.” Bunun için 290 kez başvuruyorlar, bu başvurunun 282’sinde “Sakın dokunmayın onlara.” diyorlar. Şimdi bu yapılan yardım ve yataklık değil mi arkadaşlar? Elinde silah, orada görüyorsun ama diyorsun ki “Sakın onlara dokunmayın.”

18 Eylül 2015, Recep Erdoğan televizyonlarda dedi ki “Evet, valilere biz talimat verdik, terör örgütü mensuplarına kimse dokunmayacaktır” Şimdi, terör örgütüne bundan daha büyük yardım ve yataklık yapan bir parti var mı arkadaşlar?
Yine, bunların yaptığı açıklamalardan size örnek vereceğim.
-Yıl 2011, Oslo görüşmelerinde Erdoğan’ın sır küpü, hani AKP’den milletvekili adayı olan MİT Müsteşarı Hakan Fidan “Erdoğan ile Öcalan yüzde doksan beş örtüşüyor” diyor. Evet, bir bürokratın bunu söyleyebilmesi için Recep Erdoğan’dan vize alması lazım. “Evet, yüzde doksan beş örtüşüyor” diyor.
-26 Ocak 2013, Adalet Bakanı Sadullah Ergin “Öcalan bölgenin reel politiğini sağlıklı değerlendiriyor.” diyor.
-28 Haziran 2013, Abdurrahim Boynukalın, hani şu Hürriyet Gazetesine saldıran ve şimdi de bakan yardımcısı olan, “Öcalan kadar ilkeli olun.” diyor.
-18 Temmuz 2013, Yiğit Bulut, hani jölelerden sorumlu başdanışman, “Abdullah Öcalan Türkiye’nin önünü açıyor.” diyor.
-19 Temmuz 2013, Yasin Aktay, AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı, “Öcalan dünyanın geleceğini iyi okuyor.” diyor. Siz okumazsanız birileri okuyor demek ki.
-31 Ocak 2014, Mehmet Metiner, hani ‘Organik pervane’ dediğimiz kişi, “Öcalan Türkiye’nin demokrasisine katkı sağlıyor.” diyor.
-7 Haziran 2014, Beşir Atalay “Öcalan’ın düşünceleri bizim de düşüncelerimizdir. Türkiye Cumhuriyeti devletini kendisiyle hesaplaştırdık.” diyor. Bakan söylüyor bunu, AKP’li bakan söylüyor.
-7 Haziran 2014, İçişleri Bakanı Efkan Ala “PKK ile AK PARTİ doğrudan görüşüyor.” diyor. Diyorlardı ya “Kim söylüyorsa şerefsizdir” diye. Biz de sorduk ya, kim şerefli kim şerefsiz bir çık anlat diye. Kendi bakanın “Doğrudan görüşüyor.” diye söylüyor.

Değerli arkadaşlarım, bunları okumamın nedeni şu: Kazara bu cümlelerden herhangi birisini bir CHP milletvekili veya il başkanı veya ilçe başkanı veya herhangi bir CHP’li söyleseydi bugün Türkiye’de kıyamet kopmuştu. Havuz medyası “Vay işte, terörü bunlar destekliyor, şunlar yapıyor, bunlar yapıyor” diye kıyameti koparmışlardı. Bunların hepsini bunlar yapıyorlar, niye kıyamet kopmuyor bu ülkede?

Sevgili vatandaşım, ben önce soruyu sana soruyorum; sandığa giden sensin, iktidarı seçen de sensin, terörden şikâyet eden de sensin, teröre yardım ve yataklık yapan partiye oy veren de sensin, neden uyanmıyorsun kardeşim, neden silkinmiyorsun?

Türkiye’nin iyi yönetilmediğini söyledim. Türkiye iyi yönetilmiyor, daha doğrusu Türkiye yönetilmiyor arkadaşlar. Bir rüzgârda sürükleniyor Türkiye. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni Orta Doğunun şamar oğlanı hâline getirdiler. Kabile reisleri bile kafa tutuyor Türkiye’ye, bir de kalkmışlar millilikten bahsediyorlar, ağrıma giden de o. Gayri milli adam millilikten bahsedecek. Sen önce kendi ülkeni seviyor musun? Kendi ülkenin çıkarlarını koruyor musun? Kendi ülkenin çıkarları için mücadele ediyor musun? Sana ne İhvan’dan, sana ne vahhabilikten?

Değerli arkadaşlarım, bütün bunların hepsi doğru. Biz bunları dile getirdiğimiz için Cumhuriyet Halk Partisi nefret objesi hâline getirilmek isteniyor. “Efendim, CHP hiçbir şey söylemesin.” Ne olacak? Biz ne yaparsak CHP desin ki “Ya, ne kadar güzel, bu hükümet çok güzel şeyler yapıyor. Biz de destek veriyoruz.” İstedikleri bu. İyi de kardeşim, bu şehitlerin hesabını birisinin sorması lazım, Suriye’de akan kanın hesabını sorması lazım. Sen neden Türkiye’den silah gönderiyorsun oraya? Neden Müslüman’ı Müslüman’a kırdırıyorsun? Neden kendi tarihini bilmiyorsun? Sana tarihten örnekler de verdim. İstiyorlar ki, CHP hiçbir şeye itiraz etmesin. CHP desin ki,”Bu hükümet haklıdır”, istedikleri bu. CHP bunu kabul eder mi? Asla edemez. Peki saldırarak CHP’yi susturabilirler mi? Asla susturamazlar. Sevgili Davutoğlu sakın unutma, bu partinin genlerinde Kuvva-i Milliye’nin ruhu vardır, sen istediğin kadar baskı kur.

Cumhuriyet Halk Partisi, hangi koşulda olursa olsun Türkiye’nin çıkarlarını sonuna kadar savunan bir partidir. Cumhuriyet Halk Partisi, hangi partiye mensup olursa olsun bütün vatandaşlarını baş tacı eden bir partidir. Cumhuriyet Halk Partisi, hangi kimlikten olursa olsun, hangi inançtan olursa olsun hiçbir vatandaşı arasında ayrım yapmayan, onun refah içinde çalışmasını öngören, programında yazan tek partidir, bununla gurur duyuyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler