29.03.2011

29 Mart 2011 tarihli TBMM Grup Konuşması

Kılıçdaroğlu: “Parlamentoyu tatil etmeyelim, Haziran’ın 1’ine kadar çalışalım, neyi getireceksen getir”

CHP Grup Toplantısında konuşan Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun konuşması şöyle:

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinize selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Bir Salı günü yine birlikteyiz. Seçime hazırlanıyoruz. Sadece parti olarak biz değil, hepimiz, tümümüz ülkeyi biliyoruz, ülkemizin geleceğinden kaygı duyuyoruz, sağlıklı bir yönetimin olmadığını biliyoruz. Geleceğe güvenle bakan bir toplumu yaratmak için çaba harcıyoruz ama birileri buna engel oluyor. Bütün bunları bilerek, düşünerek yine bir Salı günü birlikteyiz.

Dün, Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonundaydım. 81 ilden esnaf ve sanatkâr arkadaşlarımız gelmişlerdi. Sayın başkanlarla oturduk, sohbet ettik, konuştuk. Esnaf ve sanatkârları önemsiyoruz, onlara önem veriyoruz ve biliyoruz ki onlar bizim ülkemizin çimentosu. Çalışıyorlar, üretiyorlar, alın teri döküyorlar, sonuçta devlete vergilerini de ödüyorlar ve istiyorlar ki herkes kazanabilsin, herkes üretebilsin, ülke huzur ve refah ülkesi olsun, bunu düşünüyorlar. Onları önemsiyoruz, onların ayakta kalmalarını istiyoruz. Onları önemsiyoruz, büyük alışveriş merkezlerinin karşısında yüz binlercesi dükkânını kapattı, hepsi kapatmasın diyoruz. Hepsine değer veriyoruz, hepsine önem veriyoruz ama verdiğimiz önemi ve değeri onlara yeteri kadar anlatamadık. Dün onun için Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonundaydım. Onlara şunu söyledim: Biz size önem veriyoruz, size değer veriyoruz, sizin üretmenizi istiyoruz, dükkânınızı her gün açmanızı istiyoruz ama birileri sizin aleyhinize çalışıyor, birileri sizi kapatmak istiyor, birileri adeta sizinle dalga geçer gibi “Siz de birleşin süper market kurun, büyük alışveriş merkezlerine” bunu söyledi size. Siz bunları unutmayın, bir adresiniz varsa, bir hedefiniz varsa, bir amacınız varsa, ülkede çağdaş uygarlığı istiyorsanız, herkesin kazanmasını istiyorsanız adresiniz bellidir dedik, adresiniz Cumhuriyet Halk Partisidir dedik.

Değişik dallardan gelmişti esnaf ve sanatkâr arkadaşlarımız. Taksici esnaflarımız da oradaydı, onları temsil eden yöneticiler de oradaydı. Kamyoncu esnafımızı temsil eden yöneticiler de oradaydı. Onlara şunu söyledik: Taksici esnafın ne kadar zor koşullarda görev yaptığını, hayati tehlikeyle sık sık karşılaştığını, pek çok taksici esnafın, şoförün yaşamını kaybettiğini, ama onların istedikleri basit husus şu: Araçlarını yenilemek istiyorlar, can güvenliklerini korumak istiyorlar, araçlarını yenilerken bir sefere mahsus olmak üzere KDV ve ÖTV alınmasın bizden diyorlar. Bu talep yinelendi. Bu talep için bizim sözümüz var, biz söyledik onlara, tarihini de vereyim ben size, 28 Mart 2008. 28 Mart 2008’de Türkiye Büyük Millet Meclisine, Cumhuriyet Halk Partisi milletvekilleri kanun teklifi verdiler ama Adalet ve Kalkınma Partisi bu kanun teklifini görmedi. Bütün şoförlerin, on binlerce taksi şoförünün bu gerçeği unutmaması lazım. Biz çalışıyoruz, biz üretiyoruz, biz onları düşünüyoruz ama onları düşünmeyen iktidardaki parti. O düşünmeyen kişi, iktidarın başındaki kişi de Recep Tayyip Erdoğan, onu iyi bilsinler, iyi tanısınlar.

Biz, büyük alış veriş merkezleri olmasın demiyoruz elbette, elbette olacak, büyük alış veriş merkezleri de olacak, insanlar oraya da gidecek, orada hayatın her alanıyla üç aşağı beş yukarı karşılaşmış olacak, ailesiyle gidecek oraya, bir sorunumuz yok orada; sorun, çalışma yönteminde. Avrupa Birliğinde standartlar nasılsa bizde de öyle olsun, Amerika’da standartlar nasılsa bizde de öyle olsun, Japonya’da nasılsa bizde de öyle olsun. Esnaf da yaşasın, esnafın ne günahı var? Üzerinde durduğumuz nokta bu. Onun için alış veriş merkezleriyle ilgili yasa taslağını yine biz hazırladık, yine biz verdik ama karşı çıkan, duymazlıktan gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, arkadaşlarımın bunu bilmesi lazım.


Ve onlara yine şu soruyu sordum: Eğer sizin sosyal güvenlik prim borcunuz varsa size bakılmıyor hastanede. Hadi bunu anladık diyelim, sizin borcunuz var ödeseydiniz, siz borcunuzu ödemiyorsunuz sizin eşinize de bakılmıyor, eşinizin günahı ne dedim. Tek bir günah, eğer o da günah sayılırsa, sizinle evlenmiş olması, yani sizinle evlendi diye ona da mı ceza verilecek? Bu cezayı veren kim? Adalet ve Kalkınma Partisi. Bu cezayı sizin sırtınızdan kaldırıp bu ülkede hastalanan herkesin özgürce tedavi olabileceği bir rejimi düşünen kim? Bir yapıyı düşünen kim? Cumhuriyet Halk Partisi, onlara söyledim onlara.

Yine esnaf ve sanatkâr temsilcisi arkadaşlara şunu söyledim: Siz çalışıyorsunuz, dükkânınızı sabahın köründe açıyorsunuz, etrafı temizliyorsunuz, komşunuzun siftah etmesini de arzu ediyorsunuz, hep beraber kazanalım diyorsunuz, primlerinizi götürüp yatırıyorsunuz, yasalara göre de zamanı gelince emekli oluyorsunuz. Aldığınız emekli aylığıyla geçinemiyorsunuz, işinize devam ediyorsunuz. İşinize devam ettiğiniz için Adalet ve Kalkınma Partisi sizi cezalandırıyor. Niye işine devam ediyorsun? Hem emekli ol hem işine devam et. Ne olacak? Ben senin emekli aylığını keseceğim. Önce yüzde 40 kestiler, Anayasa Mahkemesine gittik iptal ettirdik, şimdi yüzde 15 kesiyorlar. Onun için de Anayasa Mahkemesine gittik ama Anayasa Mahkemesi artık kendi işine bakıyor. Sosyal devleti unutmuş Anayasa Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi artık hülle yoluyla atanan yargıçların oluşturduğu bir Anayasa Mahkemesi kimliğinde, AKP’nin borazanlığını yapacak orası. Yüzde 15 için de gittik. Yüzde 40 için hemen kararı veriyorsun, niye yüzde 15 için karar vermiyorsun? Onun için de karar bekliyoruz. Ama Anayasa Mahkemesi ister karar versin ister vermesin, 12 Hazirandan sonra halkın iradesiyle halkın iktidarı kurulursa bu yüzde 15’i de kaldıracağız, söz veriyorum onlara.

Kamyoncu esnafın derdini de biliyoruz. Deposuna aldığı mazotla taşıdığı yükü karşılayamıyor, daha pahalı, mazot daha pahalı, aldığı ücret karşılamıyor, maliyetleri yüksek. Ve ne yapıyor? Maliyet karşılamak için deposunda yağ yakıyor. Bu, önce aracına zarar veriyor. Aracın maliyetini düşünmüyor, araca ödediği bedeli düşünmüyor artık. Bu aracı bir kez aldım, acaba ben nasıl evime alın teriyle kazanılmış ekmek götüreceğim, bunun derdinde şu anda. Onu yenileyip yenilememe konusunda bile endişeleri var. Bu konuda da ciddi bir sorunumuz var. Bu tablo AKP’nin tablosudur. Türkiye açısından aydınlık bir tablo değildir, Türkiye açısından güzel bir tablo değildir. Biz, Ahi Evren geleneğine sahip olan, alın terine değer veren, ülkesini seven, ülkesi için çaba harcayan bütün esnaf kardeşlerimizi yürekten kucaklıyoruz. Onlara buradan selamlar, saygılar gönderiyorum. (Alkışlar) Unutmasınlar, toplumda da adaleti sağlayacağız, esnafta da adaleti sağlayacağız. O bizim öngördüğümüz adalet birilerinin cebini doldurma süreci içinde başladığı adalet değildir, biz Hz. Ömer’in adaletini getireceğiz bu ülkeye, herkesin özgürce ürettiği, alın terini döktüğü, alın terinin karşılığını aldığı bir adaleti getireceğiz.

Değerli milletvekilleri, demokrasilerde asıl olan parlamentodur. Üç güçler ayrılığı ilkesi diyoruz ya, Sayın Başbakan da son zamanlarda hatırlamaya başladı; yasama, yargı, yürütme diye söylemeye başladı. Güçler ayrılığı ilkesinde parlamentonun ayrı bir işlevi var. Parlamento yasama organıdır, parlamento yasa yapar. Parlamentoya yasa tekliflerini yürütme organı getirir veya milletvekilleri teklif verirler. Niçin getirir yürütme organı? Çünkü yasamadan bağımsızdır, ayrı bir organdır yürütme organı, öyle olması lazım. Teklifler gelir, komisyonlarda görüşülür, işin uzmanları incelerler, gerekirse sivil toplum kuruluşları davet edilir, gerekirse yarı resmi olan kamu kuruluşları davet edilir, bu konunun yetkilileri davet edilir, yasa tasarısı ayrıntılarıyla görüşülür, komisyonlarda olgunlaştırılır, sonra Genel Kurula sunulur. Genel Kurulda millet seyreder, bu yasa bakalım bizim lehimize mi aleyhimize mi ve ona göre kararını verir Parlamento ve Sayın Cumhurbaşkanının imzasına sunulur. Ama olağanüstü dönemler vardır. Olağanüstü dönemlerde kanun hükmünde kararname dediğimiz bir yöntem var, ona başvurulur. Savaş hâlidir diyelim, olağanüstü hâl, bir de olağanüstü dönemler vardır, 12 Eylül 1980 sonrası gibi. Olağanüstü dönemlerdir, parlamento falan hikâyedir, bir kişi vardır başta, onun dediği yasadır ve öyle geçer. Onlar istedikleri zaman kanun hükmünde kararname, istedikleri zaman beş altı kişi bir araya gelirler otururlar, altına basarlar imzayı, kanun budur derler. Şimdi biz, demokrasiyi içselleştirdiysek, parlamentoyu çalıştıracaksak, parlamento çalışacaksa kanun hükmünde kararnameye ne gerek var? Başbakanın unutmaması gereken bir şey var. Demokrasinin olmazsa olmazı muhalefettir, başka şey değil. Muhalefetin olmadığı bir yerde demokrasi olmaz. Cumhuriyet, pek çok ülkede cumhuriyet var, pek çok ülkede parlamento var, ama muhalefet demokrasinin olmazsa olmazıdır. Toplumun, iktidarın söylemlerinin dışında başka söylemleri duymaya da ihtiyacı var, düşünmeye ihtiyacı var toplumun. Muhalefet, toplumu düşündüren mekanizmadır. Muhalefet toplum adına düşünür, toplum adına ayrıntılara girer, toplum adına ayrıntılara girer ve toplumu aydınlatır. Siz muhalefetin görevini kanun hükmünde kararnameyle elinden alıyorsunuz. Nedir? Parlamento kapalı. Seçime gidiyoruz. Öyle ki efendim –gerekçesinde yazıyor- seçime gidilecekmiş, yeni hükümet kurulacakmış, bu uzun sürebilirmiş. Ülkenin beklemeye tahammülü yokmuş. Dokuz yıldır neredeydin sen? Armut mu topluyordun dokuz yıldır? Dokuz yıldır bu milletin ensesinde boza pişirdin sen. İşsizlere bak, çiftçilere bak, esnafa, sanatkâra bak, emeklilere bak, engellilere bak, toplumun hangi kesimini istiyorsan gel beraber soralım. Çağıralım o kesimlerin yetkililerini. Bu yetmiyormuş, parlamento kapanacakmış, beyefendiye kanun hükmünde kararname izni verecekmişiz. Niçin? Bakanlıkları birleştirecekmiş. Birleştir. Getir parlamentoya, belki biz de destek vereceğiz sana. Lüzumsuz bir sürü bakanlık var. Adam gibi bakanlık kurarsın, belki bu ülkeye hizmet ederler, sana değil de ülkeye hizmet ederler.

Kaldı ki değerli arkadaşlarım, eskiden temel yasa denilen bir kavram yoktu. Hatırlarsınız, parlamentoda 2 bin küsur maddelik Türk Ticaret Kanunu geçti ve kısa sürede geçti. İç Tüzük’ü değiştirdik temel kanun geldi artık, öyle yüzlerce maddesi olan yasalar da parlamentodan çok hızlı geçiyor. O kanun hükmünde kararnamenin Anayasaya girdiği dönemlerde temel kanun diye bir kavram yoktu İç Tüzük’te, şimdi var artık. Kaldı ki, biz muhalefet derken her önümüze gelene muhalefet de etmiyoruz. Bu ülkenin çıkarına, lehine olan her şeye evet diyoruz. Az önce örneğini verdim, Türk Ticaret Kanunu var, Borçlar Kanunu var. Emeklilerle ilgili yasa gelirse destek veririz, engellilerle ilgili yasa gelirse destek veririz, esnaf ve sanatkârlarla ilgili yasa gelirse destek veririz, biz bunlara ret demeyiz, hayır demeyiz ama siz, parlamento tatile girecek, ben kanun çıkaracağım. Yasama organının görevini kim alacak? Yürütme organı, kendisini parlamentonun yerine koyacak ve yasa çıkaracak. Nasıl çıkaracak? Muhalefetsiz çıkaracak. Bir sabah uyanacağız ki yeni bir kanun çıkmış. Böyle bir şey olabilir mi? Bu hangi anlayış? Çağ dışı bir anlayış değilse hangi anlayış? Bir başka önemli gerekçe. Parlamentoda senin Anayasayı değiştirecek çoğunlukta milletvekilin var. Kendi milletvekillerinden mi korkuyorsun? Onlar da gelsinler. Parlamentoyu tatil etmeyelim, Haziranın 1’ine kadar çalışalım, neyi getireceksen getir. Kanun hükmünde kararname istemek parlamentoyu tasfiye anlayışının bir sonucudur. Muhalefete tahammül edememenin bir sonucudur. Bu anlayışı kabul etmiyoruz. Bu parlamentoyu baypas etmek demektir. Böyle bir şey demokrasilerde olmaz, hele hele dokuz yıllık bir iktidarda olmaz. Bir dönem kanun hükmünde kararnameler çıkmıştır ama hep o darbe sonrasıdır, olağanüstü dönemlerden sonra bunlar olmuştur.

Olağanüstü bir olay var mı Türkiye’de? Hayır. En son olağanüstü bir olay Libya’da çıktı biliyorsunuz. Beyefendi çıktı, vay efendim, “NATO’nun orada ne işi var” diye yeri göğü inletti, sonra Türkiye’ye geldi tıpış tıpış kruvazörleri, savaş gemilerini gönderdi, üstelik Meclisten karar çıkmadan. Ve arkasından da biz bunu yaptık, biz NATO’yu yönlendirdik. Bugün gazetelerde okuyorsunuz. Yine büyük ülkeler toplanmışlar, Türkiye devre dışı. Sen, Türkiye’yi Avrupa Birliğinde, uluslararası ligde devre dışı bırakan bir başbakansın, hâlâ görmedin mi gerçeği? Hem milli irade diyeceksiniz, Parlamento milli iradeyi temsil ediyor diyeceksiniz, parlamentoyu baypas edeceksiniz, parlamentonun yerine oturacaksınız kendiniz kanun çıkaracaksınız ve bunun için de yetki isteyeceksiniz. Baskıcı yönetimin, baskıcı anlayışın, demokrasiyi içine sindirememiş anlayışın sonucudur bu. Eğer bir kişide baskıcı anlayış egemense, parlamentoyu kendi yan kuruluşu gibi görüyorsa parlamento olsa ne olur, olmasa ne olur diyor. Nasıl olsa kapanıyor, en iyi ben kanun hükmünde kararname yetkisi alayım, parlamento isterse ekim ayında da açılmasın, beyefendi nasıl olsa yetkiyi alacak, istediği kanunu çıkaracak. Bu anlayış doğru bir anlayış değil. Zaten bu anlayışı egemen kılan başka geçmişteki olaylar vardı, bunları unutmayın. Hafızamızı yenileyelim, telefon dinlemeleri artık bunların zamanında olağanlaştı, vatandaş telefonda konuşamıyor. Ortam dinlemeleri bunların zamanında olağanlaştı, artık konuşurken acaba cep telefonlarımızı dışarıya mı çıkarsak, pilini mi çıkarsak, artık vatandaşlar bunu düşünüyor. Medyaya baskı, manşetlerin değiştirilmesi, yazarların işine son verilmesi yine bu hükümetin olağan uygulamalarındandır. İş adamlarına tehdit, hatırlarsınız değil mi “Tarafsız olan bertaraf olur” diye yine inci bir söz söylemişti. Tarafsız olan bertaraf olurmuş. Ya yanımda olacaksın, ya düşman olacaksın, işte bunların demokrasi anlayışı bu. Hakkını arayanlara biber gazlı, coplu saldırıları unutmadık herhalde. Sabaha karşı ev ve iş yerlerinin basıldığını herhalde unutmadık, unutmayacağız. Daha bundan sonra önümüze çok gelecek bu gibi olaylar, daha bunlar başlangıç. Basılmamış kitap nüshalarını, daha doğrusu basılmamış, daha henüz eser niteliğini bile kavuşmamış nüshaları imha etmek yine bu hükümetin demokrasi kültüründe olan bir şey eğer ona demokrasi diyorlarsa. Gazeteleri basacaksınız, efendim o kitap kimlere meyille gönderilmiş, nasıl gönderilirmiş? Basılmamış bir eser suç unsuru oluyor. Çoğunuz hatırlarsınız, 12 Eylül döneminden sonra “terör örgütleri mensupları” diye televizyonlara insanlar çıkarılırdı. Suç delili arasında kitaplar da yer alırdı. O kitaplara bakardık. O kitapların çoğu şimdi piyasada satılıyor. Bunların yaptığıyla 12 Eylül yönetiminin yaptığı arasında ne fark var? Aynı, hiçbir fark yok. Orada olağanüstü hâl vardı, şimdi de olağanüstü hâl var. Buyurun, erkekseniz konuşun bakalım. Erkekseniz, bir iş adamı olarak çıkın hükümeti eleştirin başınıza ne geleceğini hep beraber görürsünüz. Kitabı niye göndermiş? Her yazar yazdığı kitabı o konunun uzmanlarına gönderir, bir de siz bakın, bir eksiğimiz, bir yanlışımız var mı der. Kitap yazanlar bunu bilirler zaten. Siz bunu da onların elinden alıyorsunuz ve imha ediyorsunuz. Dikkat edin, imha ediyorsunuz. Suç delili ise suç delili imha edilmez, dosyasına konur, niye imha ediyorsunuz? İmha etmek zaten suç delili karartmak değil midir? Delili karartmak suç değil midir? Ama yargı karar vermiş.

Biz, olağanüstü uygulamalara, özgürlükleri sınırlayan olaylara ve gelişmelere, demokrasinin önündeki bütün engellere ve o engellerin kaldırılmasına talip olan bir siyasal partiyiz. Engelleri kaldıracağız, özgürlüğü getireceğiz, demokrasiyi getireceğiz, dördüncü büyük devrimi yapacağız. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, bu ülkede çağdaş, demokrat bir Türkiye’yi hep beraber ayağa kaldıracağız, baskıya son vereceğiz.

Değerli arkadaşlar, bu kitapların toplatılmasıyla ilgili olarak tabi Batı da şaşkın, anlayamıyorlar onlar da. Hitler deseler geçmişte kalmış, Musolin’i deseler geçmişte kalmış. Buradan onlara çağırıda bulunuyorum. Hitlerin ve Musolin’in aklına gelmeyen baskıcı yöntemler, 21’inci Yüzyılın AKP iktidarında Türkiye’de var, gözünüz görmüyor mu hâlâ. Bakın bu kitap toplanmasının yarattığı infial konusunda Başbakan –siz de gazetelerde okumuşsunuzdur- diyor ki “Bunlar benim konum değil, bunların tamamı yargının konusudur.” Bunlar durup dururken olan şeyler değil, demek ki yeni araştırmayı, yine müdahaleyi gerektiriyor, dolaylı olarak savunuyor tabii. Tam savunamıyor, benim konum değil. Musolin’i ve Hitlerde mahkeme kararıyla insanları tutuklarken kimse o yargıçlara değil, Musolin’e ve Hitlere bakıyorlar, Sen yönetiyorsun ülkeyi diyorlar, sen sorumlusun diyorlar, siyasal sorumluluğu sana ait diyorlar. Demokrasinin önündeki engel sensin diyorlar. Aynı şey. Efendim, yargının kararıymış, biz ona saygılıymışız, efendim o araştırmaymış, yeni araştırmaları doğuruyormuş. O yargıcın önüne o araştırmaları götüren kim? Yargıç dışarıya çıkıp araştırma mı yapıyor? Emniyet Genel Müdürlüğü kime bağlı? Savcıya mı bağlı? Yargıca mı bağlı? Adli kolluk mu var? Siyasi otoriteye bağlı. Bunu hiç kimse unutmasın, Avrupa Birliği yetkilileri de unutmasın, o araştırmalar, o yok yan araştırmalar onların hepsi hikâye, ben baskı kuracağım, kurduğum baskının gerekçesini oturup kendim hazırlayacağım, onu da sabahın köründe evini basıp içeri atacağım, olay budur ve buna da biz AKP döneminde ileri demokrasi diyoruz. Buna böyle diyor Başbakan “Yargının kararıdır” diyor. Güzel. Ankara Büyükşehir Belediyesi bir dönem ulaşıma büyük zamlar yaptı. Sivil toplum kuruluşları mahkemeye gittiler kararın iptali için. Başbakanın tepkisini okuyorum size: “Kapıya kilidi vur, Danıştay gelsin işletsin, yürütsün.” Düşünün, ona ne diyor. “Efendim, beni ilgilendirmiyor” diyor. Peki, Ankara Anakent Belediyesinin yaptığı olağanüstü zamma karşı yürütmeyi durdurmayı verince ne diyorsun? Diyor musun bu benim işim değil, yargının işi. Hayır, demiyor. Gel ey Danıştay, madem sen durdurdun, gel Ankara Büyükşehir Belediyesini sen yönet, kapısına da kilit vur” diyor. Bunu söyleyen Başbakan, bu ülkenin Başbakanı.

6 Mart 2010’da bir işveren grubunun genel kurulunda söylüyor. “Türkiye’de yasama da, yürütme de yargı tarafından kuşatılmıştır” diyor. Şikâyet ediyor, hem yürütme hem yasama yargı tarafından kuşatılmıştır diyor çünkü bizim aldığımız kararları durduruyorlar. Sen, hukuka aykırı karar alırsan birisi denetleyecek, birisi görecek onu, niye şikâyet ediyorsun o zaman? Madem yargının işidir diyorsan, yargı araştırıyor diyorsan, niye burada onu söylemiyorsun?

18.06.2010 Yargıtay’da Haberal hakkında bir karar verildi, bazı yargıçlar tazminata mahkûm edildi tarafsızlıklarını yitirdikleri gerekçesiyle. Yine Başbakan konuşmuş, demiyor bu yargının işidir. “Yargı o kararla güvenirliliğini adeta bitirmiştir. 9 hâkime böyle bir cezayı verdiğiniz andan itibaren bu ülkede yargının güvenirliliği kalmaz.” Demiyor bu yargı kararıdır, beni ilgilendirmez demiyor bakın, doğrudan yargıyı hedef alıp suçluyor.

İzmir limanının özelleştirilmesinde yargı kararı çıkınca “Danıştay hiçbir bedel ödemiyor. Danıştay’ın ülke gibi bir bedeli, bir havası yok” diyor. Nasıl olur arkadaşlar, işine gelince bu bir yargı kararıdır, yargı kararı beni ilgilendirmiyor, işinize gelmeyince en ciddi suçlamalar yapıyorsunuz.

3 Eylül 2010 Habertürk’te canlı yayında Recep Tayyip Erdoğan. “Yargı kararlarına saygı duymak gibi bir görevim yok” diyor. Bu adam bu ülkeyi yönetiyor. “Yargı kararlarına saygı duymak gibi bir görevim yok” diyor. Yargı kararına saygı duymayan bir insanın kafasında toplu iğne ucu kadar demokrasi kültürü var mıdır?

Tazminata mahkûm olan yargıçları kurtarıyor ayrıca, Parlamentodan yasa çıkarıyor, onları kurtarıyor. Onların özel yaşamla ilgili yaptıkları suçlar var, işledikleri suçlar var, onunla ilgili yapılan yüzlerce başvuru var, onlardan da kurtarıyor. Ne demektir? Siz boş verin, ben ne diyorsam, ben ne düşünüyorsam o doğrultuda işlem yapın, o doğrultuda karar verin. Birisi sizi mahkûm mu eder, hiç meraklanmayın, ben sizi oradan da kurtarırım, vardığı nokta bu, geldiği nokta bu demokrasi kültürü bu. “Yargıya ben saygı duymuyorum” diyen bir Başbakan, dünyada tek örnek vardır, o da herhalde Türkiye’de, başka bir örneğini hatırlamıyorum.

Değerli arkadaşlar, düşünceyi cezalandıran, daha kitap hâline gelmemiş düşünceyi cezalandıran başka bir ülke var mı bilmiyorum. Eyleme dönüşmemiş bir düşünce, onun da tek örneği Türkiye’dir. Düşünmekten korkan bir insan olabilir mi? Allah’ın en güzel lütfüdür, “düşüneceksiniz” diyor. “Düşünmek ibadettir” diyor. Onun düşüncesini beğenmeyebilirsiniz, ama düşüncesine saygı göstereceksiniz. Ben eminim, Başbakan, ben insanların düşünmelerine de saygı göstermek gibi görevim yoktur der yakında çünkü o düşünce düşmanı, düşünceye düşman olan böyle bir anlayışa sahip olmaz mı?

Buradan Avrupa Birliği yetkililerine de seslenmek istiyorum. Bir yetkili ismini açıklamamış. Niye açıklamamış onu da merak ediyorum. Demiş ki “Eğer böyle kitap toplatma, bu olaylar böyle giderse Türkiye ile müzakereleri kesebiliriz.” Günaydın, demek ki uyandılar. Türkiye’de demokrasinin ne hâlde olduğunu nihayet gördüler. Siz değil miydiniz o Anayasa değişikliğine “Bu bir reformdur” diyen. İşte, buyurun reform geldi önünüze. Reformun geçtiği gün pek çok gazetecinin işine son verildi, aydınların evleri basıldı, basılmamış kitaplar imha edildi. O gücü siz “reformdur” dediniz, o gücü oradan aldılar. Düşünceye kelepçe takan bir iktidarla karşı karşıyasınız. Bunlar gidip Avrupa Birliğine diyorlardı ki “Efendim, biz değişimciyiz, dönüşümcüyüz, reformcuyuz ama şu Cumhuriyet Halk Partisi var ya, bu statükocu, bu hiç değişmemiş, biz değişim yapalım diyoruz bunlar engelliyorlar; biz Avrupa Birliğine girmek istiyoruz CHP önümüzdeki en büyük engel olarak duruyor” diyorlardı. Şimdi ben buradan örnekler vereceğim, onlar da Brüksel’den dinlesinler kim statükocu, kim değişimden, kim dönüşümden yana; kim demokrasi karşıtı, kim demokrasiyi savunuyor? Kim özgürlükleri savunuyor, kim özgürlüklerin karşıtı? Darbe anayasası, güzel bir laf, hemen referandumdan sonra çağrı yaptık, buyurun gelin, bu Anayasa’da 12 Eylül’ün izlerini tamamen silelim, hemen sonra çağrıyı yaptık. Sayın Meclis Başkanı da dedi ki “Doğru, geçenlerde biz de böyle bir çağrı yapmıştık. Her partiden 2’şer kişi gelsin, oturup bir komisyon kuralım.” Arkasından Başbakan bir açıklama yaptı. “Hayır, biz buna girmeyeceğiz.” Ve tabii, Meclis Başkanı hemen yüz seksen derecelik bir dönüş yaptı ve o yaptığı çağrıyı unuttu. Malum ya, Parlamento bağımsız. Şimdi AB yetkilileri düşünsünler, kim değişimden, dönüşümden, 12 Eylül Anayasası’nı savunmaktan geçiyor, yürüyor, kim bu Anayasa’daki değişiklikler kalsın, yapacağımızı yaptık, yargıyı ele geçirdik, bundan sonra yapmasak da olur, kim bu anlayışa sahip?

Siyasi Partiler Yasasını da değiştirelim dedik. Lider sultasından söz ediyordunuz. Gelin, lider sultasını kaldıralım. Eğer ülkeye demokrasi gelecekse önce siyasi partilerin iç işleyişinde gelsin, o da 12 Eylül ürünü bir yasa idi. Ses verdiler mi? Ses vermediler. O da kaldı.

Seçim barajı yüzde 10. Milli irade diyor. Başkasının oyuyla kendi milletvekili çıkarıyor. Bu bile başlı başına bir demokrasi ayıbıdır. Başka partiye verilen oyla ben milletvekili çıkaracaksam, bu ayıptır ve ben buna milli irade diyemem. Sen milli iradeyi gasp ediyorsun. Gel, bu barajı indirelim. Hayır, baraj inmez. Barajın inmesine karşı çıktılar, demokrasi karşıtı bunlar çünkü.

Efendim, dokunulmazlıkları kaldıralım, millet neyse biz de o olalım. Kürsü dokunulmazlığına eyvallah, çıksın kürsüde vatandaşın derdini anlatsın, milletvekili dokunulmazlığını öyle hayali ihracatçılar, ihaleye fesat karıştıranlar parlamentoya gelmesin. Buna da karşı çıktılar.

Özel yetkili mahkemeler. Hatırlarsınız, 12 Eylül ürünü mahkemeler Devlet Güvenlik Mahkemesi idi. Sonra bir kılıf uydurdular, asker üyeleri çektiler, adını değiştirdiler, Özel Yetkili Mahkeme oldu. Doğal yargıç ilkesine aykırı bu. Ne demek özel yetkili? Aslında özel yetkili ne demek biliyor musunuz? Demokrasiye karşı özel yetkili mahkemeler bunlar, özgürlüklere karşı özel yetkili mahkemeler bunlar. İktidarın hık deyicisi özel yetkili mahkemeler bunlar. Gelin kaldıralım bunları, normal mahkemeler var zaten, ağır ceza mahkemeleri var. Hayır, bunlar kalsın.

Hep derlerdi ki, efendim şu darbeler iç hizmet yasasının 53’üncü maddesine dayanarak yapılıyor. Bunu değiştirmemiz lazım. Buyurun değiştirelim dedik, siz kanun teklifi verin. Hay hay. Kanun teklifini verdik, sesleri çıktı mı? Çıkmadı. Bunlar ikiyüzlü, milleti kandırıyor. Değişimse önergeyi de verdik, kanun teklifini de verdik, gel değiştirelim. Efendim, beyler darbelere karşıymış. Darbelere karşıysan bizim gibi yürekli olacaksın, bizim gibi demokrat olacaksın, bizim gibi özgürlükçü olacaksın, bizim gibi darbelere zemin hazırlayan yasaları kaldırmak için yürekli adam olacaksın, o zaman gel kaldıralım.

12 Eylülcüler yargılanacakmış. Referandumda öyle dediler, yargılandılar mı? Hayır. Yargılansın diye önerge verdik Anayasa değişiklikleri sırasında. Zamanaşımı aranmaz ve yargılanırlar. Önergeyi bunlar reddettiler. Sonra, milletin önüne çıktılar dediler ki, biz 12 Eylül darbecilerini yargılayacağız. Kuyruklu yalan, tam anlamıyla kuyruklu yalan ve milleti kandırdılar. Milleti kandıran bir siyasetçiye bu milletin güven duymaması lazım. Eğer bugün size yalan söylüyorlarsa, bilin ki gelecekte de yalan söyleyeceklerdir çünkü yalan bunların kültüründe var.


Faili meçhuller, onu da istismar ettiler hep. Efendim, bu ülkede faili meçhuller var, araştırılmıyor vesaire. Faili meçhullerle ilgili 6 araştırma önergesi verdik, 6 önergemiz de AKP tarafından reddedildi. Faili meçhuller bizatihi demokrasi ayıbıdır, insan haklarına aykırı bir uygulamadır. Kişi öldürülüyor, ölüyor, annesi, babası çocuğunun nerede olduğunu bilmiyor. Kim tarafından öldürüldüğünü bilmiyor.

Ve biz, yüksek askeri idare mahkemesi de kaldırılsın dedik. Buyurun, kaldıralım. Danıştay var, askeri mahkemeler kalsın, yüksek mahkeme kalksın. Kaldırdılar mı? Hayır. Etrafında bile gezinemediler.

Taşeron uygulamasına son verelim, 4/C, 4/B’yi kaldıralım. Uluslararası standartlara göre insanlar çalışsınlar, Uluslararası Çalışma Örgütünün koyduğu standartlara göre çalışsınlar dedik kabul ettiler mi? Kabul etmediler.

1 milyondan fazla asker kaçağımız var. Askere gitmek isteyenler var, ama maalesef askere alınmıyorlar, bazıları da zaten gitmiyor. Gelin, bunları eritelim, bedelli bedelsiz yapalım, kısa sürede sonlandıralım dedik, yanaştılar mı? Yanaşmadılar. Ve Başbakan, milleti bir daha kandırdı. “Efendim, CHP, parası olandan alıyormuş da, bu ne kadar adaletliymiş.” Benim söylediğimi niye duymazlıktan geliyorsun? Verdiğimiz kanun teklifini niye görmezlikten geliyorsun? Durumu iyi olandan bedel alınacak, durumu iyi olmayandan da alınmayacak dedik. O alınacak bedelle de silah alınmayacak dedik, öğrenciye yurt yapılacak dedik.

YÖK’ten şikâyet ediyorlardı, Yüksek Öğrenim Kurumundan, kaldıralım diyorlardı. “Bu üniversitelerin başında beladır” diyorlardı. Buyurun gelin kaldıralım dedik. Artık, yok, ele geçirdiler ya, çok memnunlar. Yine baskıyı YÖK aracılığıyla kuruyorlar ve öyle rektörler adadılar ki adamların bilimden de haberi yok, dünyadan da haberleri yok, özgürlükten de haberleri yok, demokrasiden de haberleri yok. Ve merak ediyorum, o rektörler gençliklerini nasıl yaşamışlar? Genç olmayı nasıl görmezlikten gelmişler? Üniversite gençliğinin ülke sorunlarına ilgi göstermesin isterken sen sakın düşünme diyen bir üniversite rektörü olabilir mi? O rektör, AKP’nin rektörüdür, ülkenin rektörü değildir.

Medyaya baskı uyguladılar. Medya, artık halkın gözü, kulağı, sesi olan bir medya değil. Suya tirit haberler ve manşetlerle gider. Bakar, CHP’de eleştirilecek bir şey varsa hemen manşetleri onunla süsler. Eğer CHP’de bir şey yoksa, nerede bir ölüm haberi var, bari manşete onu taşıyalım, nerede birisi damdan düşmüşse onu haber yapalım artık, bu damdan düşmeler artık ciddi bir olaydır diye, medya artık bu. Bu medyayla da bizim sorunumuz var. Medya ya adam gibi medya olacak, ülkenin sorunlarına eğilecek, ülkenin sorunlarını taşıyacak, ya da kusura bakmasınlar, bizim bu medyayla sorunumuz olacak.

Dedik ki doğan çocuktan itibaren herkes vergi verir bu ülkede. Öldükten sonra da mirasçıları varsa mirasının vergisini öderler. O vergilerin karşılığında sen bütçe yapıyorsun. O bütçenin hesabını halka vereceksin. Nasıl vereceksin? Gel, beraber İç Tüzük’ü değiştirelim, kesin hesap komisyonu kuralım, başına da muhalefet partisinden birisini getirelim, böylece iktidar hesap versin Parlamentoda, bunun yolunu açalım, demokrasinin yolunu açalım, bir güzelliğin yolunu açalım. Vatandaş bilsin, evet iktidar, hesap veriyor desin. Yanaşmadılar. Ve biz, siyasi ahlak yasası çıksın dedik. Ona da engel oldular. Komisyonlarda görüştürmediler. İki yasama dönemidir veriyoruz biz bu teklifi. Diyeceksiniz ki bunlar kim siyasi ahlak kim, orada haklısınız, ne söyleyeyim.

Biliyorum, baskılar zaman zaman sokaktaki yurttaşı da bunaltır, çaresizliğe sürükleyebilir. Buradan bütün yurttaşlarıma sesleniyorum. Sakın umutsuz olmayın, umutsuz olmak bizim kitabımızda yok. Biz, bu ülke işgal altındayken bile umutsuz olmadık. Her yerde, her ortamda sesimizi yükseltmesini bileceğiz, mücadele etmesini bileceğiz, tuttuğumuzu koparacağız, güçlü olmasını bileceğiz, haklıysak sonuna kadar direneceğiz. Bu ülkenin başında ister Recep Tayyip Erdoğan olsun, ister onun versiyonu bir başka kişi olsun fark etmez, doğru bildiğimizi söyleyeceğiz, yetim hakkı yiyenlerden hesap sormasını da bileceğiz.

Demokrasi ve özgürlükler hepimiz için önemli. Hepimizin karnı doyacak, hepimiz özgür, hepimiz demokrat olacağız. Hepimiz sabah evimizde huzur içinde kahvaltı yaparken, çoluk çocuğumuzla beraber, eve gelen gazeteyi okuyacağız, yorumumuzu yapacağız, değerlendirmede bulunacağız. Fabrikamıza gidip huzur içinde çalışacağız, devlet dairesinde memursak orada çalışacağız, esnafsak siftahımızı yapacağız huzur içinde, vergimizi huzur içinde vereceğiz, sanayiciysek bilecek ki siyasi iktidar önünde engel değil, bilecek ki siyasi iktidar, ben o iktidarı desteklemesem bile bana karşı bir husumet içinde olmayacak, düzgün, namuslu, önümü açan, istihdam yaratmam için çaba harcayan bir siyasal anlayış egemen olacak. Ve bilecek ki, her yerde, her ortamda güzellikler bu ülkede var diyecek, var olsun diyecek ve biz bunu düşüneceğiz, bunu yapacağız. Bu amaçla, bu dilekle, bu güzellikle hepinize selamlar, saygılar sunuyorum.


Gündem'den Öne Çıkan Haberler