04.10.2016

4 Ekim 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU:

-ZULMEDENLERE MEYLETMEYECEĞİZ, ZULMEDENLERİN KARŞISINDA OLACAĞIZ


CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu TBMM CHP Grup Toplantısında, “Türkiye’nin il, ilçe, köy neresinde bir mağdur varsa bütün mağdurların sesi olacağız ve mağdurlara sahip çıkacağız. Zalimin karşısında susan dilsiz şeytansa, zalimin karşısında susmayacağız, sonuna kadar direneceğiz çünkü biz zulmedenlere meyletmeyeceğiz, zulmedenlerin karşısında olacağız.” diye konuştu.

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun TBMM CHP Grup Toplantısındaki konuşması şöyle:

Değerli arkadaşlarım, değerli konuklarımız, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarımız; hepinize en içten selamlarımızı, saygılarımızı ve muhabbetlerimizi gönderiyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan hepinize dostluk selamlarımızı gönderiyoruz.
Muharrem ayındayız, yas ayındayız, Kerbela’daki şehitlerimiz anılıyor. Orucunu tutanların oruçlarını Allah kabul etsin diyoruz. Umuyoruz ve diliyoruz kimse inancından ötürü, kimliğinden ötürü, yaşam tarzından ötürü ötekileştirilmesin. Hepimiz, herkesin inancına, kimliğine, yaşam tarzına saygı gösterelim. Aynı zamanda Musevi kardeşlerimizin Roş Aşana Bayramı, o bayramı da kutluyoruz, Musevi kardeşlerimizin bayramlarını kutluyoruz.

ŞEKERPANCARI ÜRETİMİNE SONUNA KADAR DESTEK VERECEĞİZ

Değerli arkadaşlarım, Eylül’ün son haftasında Turhal’daydım, Tokat Turhal. Turhal’a gidişimizin nedeni şeker fabrikasına sahip çıkmak, çalışan şeker işçilerine sahip çıkmak, şekerpancarını üreten çiftçilere sahip çıkmak. Hep diyorlar ya “Osmanlı, Osmanlı, Osmanlı…” Eyvallah, Osmanlı büyük bir devletti, büyük bir imparatorluktu ama Osmanlının batışını hiç hatırlamıyorlar. Osmanlı şeker üretemeyen bir imparatorluktu. Cumhuriyetin kuruluşundan hemen altı ay sonra ilk şeker fabrikasının temeli atıldı, 1934’de de Turhal Şeker Fabrikası üretime geçti. Şu anda şeker üretiminde dünyada beşinci ülkeyiz. Hani diyoruz ya “Cumhuriyet neden çok önemlidir?” Şeker üretemeyen bir devletten, bir imparatorluktan şeker üretiminde dünyanın beşinci ülkesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ne geldik. Bu nedenle bu gerçekleri bilmek zorundayız. Gittik oraya, tabii şekerpancarı ve şekerpancarı üreticileri üzerine oyunlar oynanıyor. Bunların hepsinin farkındayız. Nişasta bazlı şekerin ne hâle getirildiğini gayet iyi biliyoruz. Nişasta bazlı şeker kullanımında oranların ne kadar yükseltildiğini biliyoruz, gelecek olan kanun teklifinde kotaların, nişasta bazlı şekerde kotaların kaldırılacağını biliyoruz. Bütün bunları şeker üreticilerine hatırlatmak ve bu konudaki politikalarımızı onlara anlatmak için gittim.
CHP iktidarında hiçbir şeker fabrikası özelleştirilmeyecek, her işçimiz gayet güzel işinin başında çalışacak.
1998 yılından beri 3 bin 300 geçici işçi çalışıyor şeker fabrikalarında. Onlara yine sözüm söz, CHP iktidarında 1998 yılından bu yana kadro bekleyen 3 bin 300 işçimize kadro vereceğiz, kadrolu, sendikalı çalışacaklar. Şekerpancarı üretimine sonuna kadar destek vereceğiz.

CHP İKTİDARINDA YURT SORUNU EN GEÇ YIL BİR YIL İÇİNDE ÇÖZÜLECEK

Üniversiteler açıldı, bir kısmı açılıyor, açılışa devam ediliyor ama çocuklarını üniversiteye gönderen anneler ve babalar yurt sorunuyla, barınma sorunuyla yine karşı karşıyalar. 14 yıldır yurt sorununu çözemediler. Şimdi kıyameti koparıyorlar “Vay efendim, senin çocuğun neden cemaat yurdunda kaldı?” “Memur oldu, hâkim oldu, savcı oldu, mademki o yurtta kaldı ben atıyorum işten.” Kardeşim, sen devletsin niye yurt yapmadın? Sen yurt yaptın da bu öğrenci o yurda mı gelmedi? Sen yurt yaptın da o çocuk cemaat yurduna mı gitti? Niye yurt yapmadın? Bütün annelere, bütün babalara, bütün üniversite öğrencilerine sesleniyorum: CHP iktidarında yurt sorunu en geç yıl bir yıl içinde çözülecek, bir yıl içinde yurt sorununu çözeceğiz. On dört yılda yapamadılar, bir yılda yapmazsam başbakanlığı da siyaseti de bırakacağım.



HER 4 GENCİMİZDEN BİRİSİ İŞSİZ

Merak ediyorum, çıkıp diyorlar ki “Türkiye’nin dertlerini çözdük.” Allah aşkına Türkiye’nin hangi derdini çözdüler, ben merak ediyorum. Çıksın desinler ki, şu derdini çözdük. Ya, işsizliği çözdün mü? Hayır, yok. 6 milyon işsizimiz var. İşsizlik oranı yüzde 10,2. Bir de iş aramaktan umudunu kesenler var. Onları da dahil ettiğimizde yüzde 19,4; genç işsizlik yüzde 25-26, her 4 gencimizden birisi işsiz. Hangi sorunu çözdünüz Allah aşkına? Tamam ben biliyorum, çocuklarınızın sorununu çözdünüz, onu gayet iyi biliyoruz, onların zaten bir eli yağda bir balda. Peki, üniversiteyi bitiren gariban vatandaşın sorununu çözdünüz mü, işsizlik sorununu? Hayır, çözmediler. Nereye gitsem ceplerim kâğıtla doluyor “İş bulun, işsiziz” diyorlar. Her anne ve baba evde bir işsiz varsa huzursuz “Çocuğum, kızım ne zaman işe girecek?” Ben merak ediyorum, bunlar hangi sorunu çözdüler?

BORÇ ARTIŞINDAKİ ORAN YÜZDE 6 BİN 650

Efendim, kişi başına gelir arttı. Doğru, itiraz etmiyorum, kişi başına gelir arttı. Peki, borç, borç arttı mı? Borç da arttı. Şimdi bakın, kişi başına gelir 2002’den bu yana 4,7 kat, hadi biraz torpil yapalım, 5 kat arttı diyelim. Sadece kredi kartı ve tüketici kredisi borcu nereden nereye geldi? 2002’de 6 milyar 605 milyon lira, eski parayla 6 katrilyon 605 trilyon lira idi 2002’de, ekonomik krizin en yoğun olduğu dönemdi. Şimdi Temmuz 2016, 6 milyarlık borç 399 milyara çıkmıştır, yani 400 milyara yani eski parayla 400 katrilyona çıkmış vatandaşın tüketici ve banka kredi katı borcu. Artış oranı ne? 60 kat arkadaşlar, 60 katı aşıyor. Geliri 4,7 kat, borcu 60,5 kat. Oran ne biliyor musunuz, emini olun oranı hesaplamakta biraz zorlandık. Borç artışındaki oran yüzde 6 bin 650. Vatandaşın hangi sorununu çözdüler? Bir Allah’ın kulu çıkıp bana anlatsın, vatandaşın şu sorunu çözdüler desin.

BU MU İSTİKRAR?

Geçiyorum. Borç arttı, borç artarsa ne olur? Faiz ödenir, bankalara faiz ödenir. Vatandaşın bankalara ödediği faiz –bunlar faize karşılar ya- 2008’le 2016 Temmuzu arasını veriyorum, 251 milyar 303 milyon lira vatandaş bankalara faiz ödedi, eski parayla vatandaş 251 katrilyon lira bankalara faiz ödedi. Bu mu istikrar? İstikrarlı Türkiye bu mu? Sorunu çözülen Türkiye bu mu? Hiçbir gerekçe yaratmaya hakları yok çünkü tek başınıza yönetiyorsunuz on dört yıldır. Vatandaş size yetki verdi sorunumu çöz diye. Tek başınıza yönetiyorsunuz, mazeret üretmeye hakkınız yok. O nedenle bekliyoruz, vatandaşın derdini çözdün çözdün, çözmediysen bu milletin tahammülü artık kalmadı arkadaşlar. Hep beraber bu düzene isyan etmek zorundayız ve bu düzeni değiştirmek zorundayız. Haltan yana bir düzen, insandan yana bir düzen.
Büyüme nasıl olur? Büyüme, kalkınma bilgiyle olur, bilgi çağındayız. Size bir rakam vereceğim, emin olun, okurken önce inanamadım, ya acaba gerçek mi okuyorum diye ama gerçek maalesef. Bilimsel Araştırma Kuruluşlarının Kalitesi, dünyada bilimsel araştırma kuruluşlarının kalitesi. Türkiye 2014’te dünyada 64’üncü sırada, 2016’da 64’üncü sıradan 103’üncü sıraya geriliyor arkadaşlar, iki yılda 103’üncü sıraya geriliyor. Katma değeri yüksek ürünü nasıl üreteceksiniz? Nedir bu üniversitelerin hâli? Nedir bu bilimin hâli? Bunların hepsinin sorulması lazım.



HER ŞEY EMRİNDE, TERÖRÜ NİYE ENGELLEYEMİYORSUN?

Tabii, sadece ekonomi böyle kötü gitmiyor. 2002’de terörsüz bir Türkiye devraldılar, şimdi Türkiye terör batağında. Sadece son altı-yedi ayda, on ayda beş yüzün üstünde şehidimiz var. Kim bu işin sorumlusu? Terör örgütüyle masaya oturan kim, pazarlık yapan kim? Bu yanlıştır dediğimiz zaman bizim için kıyameti koparan kimlerdi? O şehitlerin hesabını kim verecek? Bunları her vatandaşımın kendi vicdanına sorması lazım. Eskiden bir PKK terörü vardı, şimdi IŞİD terörü, en sonda FETÖ terörü çıktı. İyi de bunları yaratanlar kim? On dört yıldır iktidarda olan sensin, on dört yıldır memleketi yöneten sensin, on dört yıldır istediğin kanunu çıkaran sensin. Terörü önleyeceğim diye getirdiğin her kanununa da destek veren Cumhuriyet Halk Partisi, buyur önle. Hükümetsin, vali emrinde, kaymakam emrinde, emniyet emrinde, ordu emrinde, her şey emrinde niye engelleyemiyorsun? Niye önleyemiyorsun? Faturayı niye anneler çekiyor, neden annelerin gözyaşını dindirmiyorsun?
Sadece terör mü? Hayır, dış politikada da çuvalladı. Herkesi düşman ilan etti. Mısır, ya Mısır bizim kadim dostumuz. Mısır halkıyla ortak kültürümüz, ortak tarihimiz var, Mısır’ı niye düşman ilan ediyorsun? Hangi gerekçeyle düşman ilan ediyoruz? Suriye ile binlerce, milyonlarca insan hayatını kaybetti, Türkiye’de sadece 3 milyona yakın mülteci var, diğer ülkelere baktığımız zaman küçücük çocuklar, kadınlar, aileler perişan vaziyetteler, sorumlusu kim? Her vatandaşımın bu soruyu kendi vicdanında sorması lazım. Suriye’de akan kanın, o Müslüman kanının sorumlusu kim? Sorumlusu kim, bir sorsun kendisine.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN CUMHURBAŞKANI BİRLEŞMİŞ MİLLETLERDE BOŞ SIRALARA KONUŞMAMALI

İsrail’le kavga ettiler, sonra tıpış tıpış gittiler İsrail’in her dediğinin altına imzayı bastılar. 9 vatandaşımız uluslararası sularda öldürüldü, dediler ki “Gazze ablukası kalkmadan asla barış olmaz.” Abluka aynen devam ediyor, ayrıca İsrail şart öne sürdü. “9 vatandaşın açtığı davaları geri çekeceksiniz.” “Geri çekemiyorum.” “O zaman kanun çıkaracaksınız dediler. Bizimkiler geldiler, o kanunu da çıkardılar. Bakın eğer bunu Cumhuriyet Halk Partisi yapsaydı emin olun Türkiye’de kıyamet kopmuştu. Her Cuma namazından sonrası bütün camilerde eylem vardı. Geçmişte o eylemleri yapanlara soruyorum: Allah aşkına sizde vicdan var mı? Memleketin itibarını İsrail’e 20 milyon dolara sattılar. Size bir olay anlatayım değerli arkadaşlarım. Bugünlerde Lozan’dan bahsediyorlar ya. Bizim büyükelçiyi çağırdılar İsrail’de, düşük tabureli bir masa verdiler, sandalye verdiler, orada oturttular, kendileri daha yüksek yerde oturdular. Hiçbir tepki gelmedi buna arkadaşlar. Ama İnönü ne yaptı? Onlar tarih bilmedikleri için anlatmak isterim. İnönü Lozan’a gider. Toplantının yapıldığı salona girer, bakar ki bütün başkanları sandalyeleri aynı, kendisine tahsis edilen sandalye küçük bir sandalye. Der ki “Niye bu sandalye böyle?” “Efendim, aynı ebatta sandalye bulamadık” derler. İnönü salonu terk eder. “Niye ayrılıyorsunuz?” der. “Aynı ebatta sandalye bulduğunuz zaman ben salona gelirim” der. İşte, onuru kurtarmak budur. Sen büyükelçini gönderirsin, düşük tabureye oturturlar gıkın dahi çıkmaz, kalkarsın Lozan’a laf edersin. Ya, insanda biraz tarih bilgisi olur. Kaynak da söyledim yani Atatürk’ün Büyük Nutku’nun ilk 50 sayfasını okusalar bütün gerçeği öğrenecekler. Zaman ayırsın, hatta zaman ayıramıyorsa 50 sayfanın 1,5 sayfalık özeti çıkarılsın emin olun bütün gerçekler ortaya çıkacaktır. Eskiden Türkiye bütün Ortadoğu’da başvurulan bir ülkeydi, sorun çıktığı zaman başvurulan bir ülkeydi, bugün dışlanan bir Türkiye. Bu durum benim ağrıma gidiyor, onların ağrına gitmiyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Birleşmiş Milletlerde boş sıralara konuşmamalı. Neden konuşmamalı? Çünkü Ortadoğu’nun en önemli ülkesi Türkiye, bütün sorunları gören bir Türkiye, bütün sorunlara çözüm üretmesi gereken bir Türkiye ve oraya gelen devlet başkanları Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı bu konularda neleri anlatacak diye o salonu doldurmak zorunda. Eğer o salon boşsa oturup kendimize şu soruyu sormamız gerekir: Türkiye’yi bu hâle kim getirdi ve nasıl geldi Türkiye bu hâle? Buradan bütün Arap kardeşlerime sesleniyorum: Sizinle ortak tarih birliğimiz var, ortak kültürümüz var, ortak inançlarımız var, akrabalıklarımız var. CHP iktidarında bütün Arap dünyasını kucaklayacağız ve bütün Arap dünyasının sorunlarını çözmesi için elimizden gelen barış katkısını sonuna kadar yapacağız. Arap dünyasıyla, Arap halklarıyla kardeş olacağız, akraba olacağız, zaten akrabayız. Kavga yok, barış içinde, huzur içinde bir Ortadoğu’yu elbirliğiyle inşa edeceğiz.



ŞEHİT AİLELERİ ARASINDA AYRIM, ÇİFTE STANDART OLUR MU?

Peki, sadece bunlar mı Türkiye’nin sorunu? Hayır. On dört yılın sonunda Türkiye geldi bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Soru şu: Amerika’da darbe olmaz, Fransa’da darbe olmaz, Japonya’da darbe olmaz, Hollanda’da darbe olmaz da Türkiye’de niye darbe oluyor? Çünkü oralarda tam demokrasi var, özgürlük var oralarda insanlar düşüncelerini söylüyorlar. Baskıcı bir yönetim yok, darbenin ilacı budur. Türkiye nasıl oldu da on dört yılın sonunda bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı? Ve bir tarih yazdı bu Parlamento, bombalar atılırken, kurşunlar sıkılırken sabaha kadar görevinin başındaydı. O nedenle ben Meclis Genel Kuruluna giden ilk CHP’liler, çünkü diğerleri daha sonra geldi, CHP milletvekillerini darbeye karşı durdukları onurlu duruşuyla yürekten kutluyorum.
Şu soruyu da her vatandaşın kendisine sormasını isterim: 240 şehidimiz oldu, bunun sorumlusu kim? Şimdi, demokrasi şehitleri için özel bir düzenleme yaptılar. Onlara daha yüksek bir aylık veriyorlar, onların yakınlarına. Verilsin mi? Elbette verilsin ama peki, diğer şehitlerimizin yakınlarına niye verilmiyor? Şehitler arasında ayrım olur mu arkadaşlar? İnsanda vicdan olur, insanda ahlak olur, şehitler arasında ayrım olur mu? Birisi gitmiş terörle mücadele etmiş, şehit düşmüş o dağlarda, ovalarda, öbürü burada Meclis bombalanırken, belli yerler bombalanırken, kurşunlanırken o da orada demokrasi ve özgürlüğü savunmak için o da orada şehit düşmüş. Şehit aileleri arasında ayrım olur mu? Çifte standart olur mu? Ben emin olun bunu anlamakta zorlanıyorum.

BAL GİBİ HABERİNİZ VARDI

Değerli arkadaşlarım, biz bunları söyleyince “Vay efendim, siz Yenikapı ruhuna ihanet ediyorsunuz” diye zaman zaman söylüyorlar. Değerli arkadaşlar, önce bir gerçeğin altını özenle çizmemiz gerekiyor. FETÖ dedikleri Fethullah Gülen örgütünü kim büyüttü? Kim bu hâle getirdi? Kim imkân sağladı? Bunu eğer iyi anlamazsak, bunun üzerinde iyi durmazsak darbe girişimini de zaten anlayamayız, onu olduğu gibi tarihteki yerine oturtamayız. Diyorlar ki –Sayın Cumhurbaşkanı söylüyor 3 Ağustos 2016’da, şu cümle çok önemli ve bu cümleyi bütün milletvekillerimizin Meclis Genel Kurulunda konuşurken dile getirmesini isterim- “Bir ortak yanımız vardı. İnanın bana, aynı menzile giden farklı yollardan biri olarak gördüğümüz bu yapı” diyor, “aynı menzile giden farklı yollardan.” Bu aynı menzilden ne kastediliyor çıkıp birisinin anlatması lazım, bunu birisinin ifade etmesi lazım. Öbürünün menzilini biliyoruz, bunun da menzili aynı. O zaman kavganın sebebi ne? Aynı menzile erken ben mi gideceğim, sen mi gideceksin, kavganın sebebi bu. “Aldatıldık” diyor. Bir kişi, bir hükümet, bir Cumhurbaşkanı “Beni kandırdılar, beni aldattılar” dedikten sonra o makamda oturabilir mi? Yarın başka birisi gelip seni aldatsa ne olacak? Böyle bir şey olabilir mi? Devletin en mahrem bilgilerini teslim ettin sen oraya. “Haberimiz yoktur” diyor. Ne demek haberimiz yok, bal gibi haberiniz vardı, bal gibi. Bakın şu, Milli Güvenlik Kurulunun kararı. Ne zaman? 25 Ağustos 2004. Fettullah Gülen konusu gündeme gelmiş, “yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerine karşı bir eylem planı hazırlanması uygun görülmüş ve konudaki tavsiye kararının hükümete bildirilmesine karar verilmiştir” diyor. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Recep Tayyip Erdoğan Başbakan, Hilmi Özkök Genelkurmay Başkanı, Abdullah Gül Dışişleri Bakanı, Abdüllatif Şener Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı, Cemil Çiçek Adalet Bakanı, Vecdi Gönül Milli Savunma Bakanı, Abdulkadir Aksu İçişleri Bakanı, 4 tane de kuvvet komutanı. Ne demek haberim yoktu? Bal gibi haberin var, kapı gibi haberin var, altında imzan var. Peki, bu mu? Hayır. Ne diyorum: Bunların kültüründe halka doğruları söylememek var. Bu Milli Güvenlik Kurulu kararı 2013’te bir gazete tarafından yayınlandı. Yayınlanması üzerine Başbakan Erdoğan’ın Başdanışmanı çıktı şu açıklamayı yaptı: “O Milli Güvenlik Kurulu kararı yok hükmündedir, saymıyoruz” Peki, nasıl oluyor da yok hükmünde? Diyorlar ki “Bu işin sorumlusu kim, bu işin siyasi sorumlusu kim?” Açık ve net söylüyorum, bu işin siyasi sorumlusu Türkiye Cumhuriyeti’ni on dört yıldır yönetenlerdir nokta. Ben bunu açıklayınca havuz medyasından bazıları yazı yazıyorlar. “Efendim, Kılıçdaroğlu o dönemde ne söyledi?” Arkadaşlara dedim ki, ya, bu konuda bir şeyler söylemiş olmamız lazım. Evet, aynen okuyorum: Yayınlanan bir MGK belgesi var, o belge şunu söylüyor: “İktidarın iki yüzlü politika izlediğini gösteriyor. Düne kadar neler söylüyordu, neler neler yapmış onu görüyoruz. Bir siyasetçinin temel kuralı halkına yalan söylememek olmalıdır” diye açık ve net bunu eleştirmişiz. Bunu bile fark etmiyorlar. Sanıyorlar ki biz de onlar gibi onları destekliyorduk. Hayır. Biz doğruyuz, doğruları söyleriz; ahlaklıyız, yalan söylemeyiz, halka yalan söylemeyiz. Her yerde her ortamda kendi halkımıza doğruları söyleriz. Doğruları söylemek de her siyasetçinin namus borcudur. Biz bunun arkasındayız.



NİYE MİLLİ GÜVENLİK KURULUNUN O KARARINI YOK HÜKMÜNDE SAYDIN?

Peki, bunlar oldu da faturayı kim ödüyor? Faturayı bu ülkenin gariban vatandaşları ödüyor. İşte, askeri okullarda çocuklarını okutan aileler burada. Ne günahı var o çocukların? Sınav açtınız mı? Açtılar. Kazandılar mı? Kazandılar. Ne günahı var o çocukların? Eğer bir günah arıyorsan kendinde ara arkadaş. Açıkladım, Milli Güvenlik Kurulunun kararı var, niye o kararı yok hükmünde saydın, niçin? Neden o imzayı attın? Kişiliğin mi yoktu senin, neden o imzayı attın?

1 MİLYON 200 BİN ÇOCUK EĞİTİME ÖĞRETMENSİZ BAŞLADI

Ve sonuçta fatura bu ülkenin gariban insanlarına çıkıyor değerli arkadaşlarım. Bakın sayayım, öğretmenler. Öğretmen kardeşlerim, bugün Bir Gün Gazetesinde bir ilan çıktı. “Biz aşağıda imzası bulunan Hopa Sivil Toplum Kurumları ve Kemalpaşa Belediyesi olarak kamuoyuna duyururuz” diyor. Şoförler Odasından, Esnaf Odasına, İş Adamlarından, Bedensel Engelliler Derneği, Ziraat Odası Başkanından, Çay Üreticileri Kooperatifine kadar “Öğretmenlerimizi bize verin biz çocuklarımızı öğretmenlerimize teslim edeceğiz, öğretmenlerimizi açığa almayın” diyorlar. Evet, Hopalılar kendilerine yakışan bir ilanı vermişler. 1 milyon 200 bin çocuk öğretmensiz başladı eğitime, eksik öğretmenle başladı. Yazık günah değil mi bu çocuklara. Her türlü haltı çeviriyorsun, faturayı öğretmene çıkarıyorsun. Neden? Falan derneğin üyesiymiş. Derneğe üye olmak ne zamandan beri suç oldu? Anayasal bir görevdir derneğe üye olmak. Gider derneğe üye olur. Suçu varsa, tamam, alırsın yargılarsın. Üniversite hocaları, barış bildirisine imza attılar diye 43 üniversite hocasını kapının önüne koydular. Yazık günah değil mi bu insanlara? Düşüncesini beğenirsin beğenmezsin ama hocaları kapının önüne koymak da ne oluyor? İşverenler, beğenmediği işverenin malına tedbir koyuyor. Telefon ediyor “Buraya yurt yapacaksın” diyor. Falan cemaat için “Buraya yurt yapacaksın” diyor. İşveren de korkudan yurt yapacağım diyor. Sonra dönüyorsun “Neden o yurdu yaptın?” diye fabrikasına el koyuyorsun. Hâkimler, savcılar var, gazeteciler var, yazarlar var.

TÜRKİYE’DE BİR KARŞI DARBE GİRİŞİMİYLE KARŞI KARŞIYAYIZ

Sayın Başbakana “Bakın, bu kadar gazeteciyi, bu kadar yazarı, bu kadar sanatçıyı eğer hapse atarsanız darbeyi ne siz anlatabilirsiniz ne de ben anlatabilirim” dedim. Türkiye’de bir karşı darbe girişimiyle karşı karşıyayız, karşı darbe girişimiyle. Yazarın, çizerin ne günahı var? Televizyonları kapatıyorlar, televizyonlar, gazeteler, yazarlar çizerler hepsinin üstünde baskılar var. Değerli arkadaşlarım, daha acı olanı kapatılan üniversitelerdeki hocalar başka özel bir yerde çalışmak istiyorlar. Sosyal Güvenlik Kurumu kaydına girildiğinde OHAL kapsamında fişlendiği ortaya çıkıyor yani deniyor ki “Sen açlığa mahkûm olacaksın, çoluk çocuğun açlığa mahkûm olacak.” Böyle bir anlayış olabilir mi değerli arkadaşlarım? Er ve erbaşlar mağdur olanlar. Komutan talimat vermiş “Çıkın dışarı” diye. Vay siz misiniz dışarı çıkan. Ya, askerliği hepimiz yaptık, bütün erkekler yaptı askerliği, komutan ne talimat verirse ona uyar alttaki. Sen talimatı verene hesabı soracaksın, er, erbaşın ne günahı var? Sincan’da aileler bekliyorlar “Çocuklarımız ne zaman serbest bırakılacak?” diye. Astsubaylar, bekliyorlar. Asıl tepedekiyle uğraşacaksın sen, talimatı verenle uğraşacaksın, hapse atacaksan o adamı hapse atacaksın, onunla oturacaksın konuşacaksın, yargılayacaksın, savcıya vereceksin. Çocuğunu cemaat okullarına gönderenler… Arkadaşlar, izni kim verdi bu okullara? Bunlar verdiler. İzni verenden değil çocuğunu okula gönderenden hesap soruyor. İzni verenden hesabını soracaksın bunun, üniversite açmasına izni verenden hesap soracaksın sen.
Değerli arkadaşlar, kimisini hapse attılar, kimisinin mal varlığına el koydular, kimisini kamu görevinden attılar, kimisini açığa aldılar, kimisinin okulunu kapattılar… Askeri okulları kapatıyorlar, niye kapatıyorsunuz? “Efendim, orada FETÖ’cüler var.” Milli Eğitim Bakanlığında da vardı, Diyanet Başkanlığında da vardı kapattınız mı onları?



1 MİLYONU AŞKIN MAĞDUR VAR, ORTADA SORUMLU YOK

Değerli arkadaşlarım, 14 yaşında bir çocuk, Malatya’dan Nisa Nur Çakan diyor ki “Babam matematik profesörüydü, işsiz kaldı, önce açığa alındı, sonra atıldı üniversiteden. Şimdi hapiste maaş alamıyor ve biz nasıl geçineceğiz? En büyüğü benim, küçük bir kardeşim var, o da şeker hastası” diyor. Bütün aileyi yok ediyorsunuz. Ben mağdur deyince “Bu mağdur kim?” diyorlar. Bu, mağdur bunlardır. Yine bakın, Afyon Şuhut İlçesinde kimya öğretmeni, 61 günlük çocuğu var. 6 gündür Ankara Emniyetinde gözaltında. Çocuk 61 günlük. Günde 3 sefer emziriyor, getiriyor çocuğu emziriyor, tekrar çocuğu götürüyorlar. Ya, arkadaş, babası diyor ki “Ya, bari hapse koysunlar, çocuğu da yanına versinler hiç değilse çocuğu emzirsin.” Böyle bir zulüm olabilir mi? Bana söyler misiniz askeri darbe dönemlerinde böyle bir zulüm oldu mu? Bunu anlatan arkadaşım, Cumhuriyet Halk Partisi Grubunda bunu anlatan arkadaşım emin olun telefonda ağladı. Yazık günah ya, 61 günlük, annesinin memesini şimdi emmeyecek de ne zaman emecek? Annenin de en büyük korkusu “ya sütüm kesilirse ne olacak?” 6 gün tutulur mu ya bir kadıncağız? Vicdan zaten yok arkadaşlar. Ben toplumun her kesimine söylüyorum, herkes kendi vicdanına sorsun, bu kadar vicdansızlığı bu toplum hazmedemez, onu söylemek istiyorum. Hz. Ömer diyor ki “Dicle’nin kıyısında eğer bir koyun kaybolursa onun sorumlusu benim. Dicle’nin kenarındaki koyundan sorumluyum ben.” Ya, binlerce kişiyi mağdur etmişsin, 1 milyonu aşkın mağdur var ortada sorumlu yok. Ya ben soruyorum arkadaşlar, din nerede Allah aşkına, iman nerede, inanç nerede, itikat nerede, adalet nerede, hukuk nerede, hukukun üstünlüğü nerede? Bu sorumlular nerede? Soruyorum, Yenikapı ruhundan efendim uzaklaştınız. Yenikapı ruhunu çiğnediniz! Yenikapı ruhu mağdur yaratmak değildir, Yenikapı ruhunun özü adalettir, adalet.

CHP DAYATMA KÜLTÜRÜNÜ KABUL ETMEZ

Bakın, Yenikapı’ya gittim doğru. Hamaset yapmadım, doğru. Yenikapı ruhundan neleri anlamamız gerektiğini 12 madde hâlinde saydım, o da doğru. Çıkıp itiraz ettiler mi? Hayır. O da doğru. Ne söyledik? Camiye, kışlaya, adliyeye siyaseti sokmayın. Doğru mu? Doğru. Birisi çıkıp itiraz etti mi buna? Hayır. Şimdi, ilkokullara siyaseti sokuyorlar. Siyasette uzlaşma kültürünü geliştirelim, ortak aklı egemen kılalım dedim, ikinci madde. Onların anladığı uzlaşma kültürü şu: Biz ne dersek siz “Evet” deyin. Oh ne kadar güzel, anlaştık. Böyle bir uzlaşma kültürü yoktur. Bunun adı uzlaşma değildir, bunun adı dayatmadır. Dayatma kültürünü de herhâlde CHP kabul etmez. Neden? Ruhunda Kuvayımilliye var, niye kabul etsin?
Siyaset kurumu öz eleştiri yapmak zorundadır dedim. Türkiye’yi bu hâle getirdiği için oturup öz eleştiri yapmak zorundadır. Şunu söylüyorlar: “Rabb’ım ve milletim affetsin.” Rabb’in ve milletin affedip affetmemesi o ayrı bir şey. O, bir temennidir, o öz eleştiri değildir. “Beni kandırdılar” o, bir öz eleştiri değildir. Gereğini de yapacaksın arkadaş, gereğini de yapacaksın. Seni kandırdılarsa o koltukta oturamazsın, ayrılman lazım.



“REİS” DEYİNCE BİZİM AKLIMIZA PİRİ REİS GELİYOR

Devlet yönetiminde liyakati esas alalım, işi ehline verelim dedim. Liyakati esas alsaydınız Türkiye bu hâlde mi olurdu? İtiraz ettiler mi? Etmediler. Yenikapı ruhu ne? Birisi de liyakat. Şimdi öğretmenlerle ilgili sınav yapıyorlar. Sadece kendi yandaşlarını öğretmen olarak almak istiyorlar. Bu da doğru değil. Bakın bir örnek vereceğim yine size, vicdan sızlatan bir örnek. Ezgi Erdul, 310 bin kişinin girdiği sınavdan 1695’inci oluyor, yüksek puan alıyor. Sınava giriyor, sözlüde eliyorlar bunu. Niye eliyorsunuz, hangi gerekçeyle eliyorsunuz? Sordukları soru: “Reis deyince aklınıza kim geliyor?” Bizim aklımıza Piri Reis geliyor. “Gezide ne hissettin?” Gezide özgürlük hissetti, iktidarın baskısını hissetti, Gezide ne hissedilir. “Ne yemek yapıyorsun?” “İnsan kopyası iyi mi kötü mü?” Sanki Türkiye’de insan kopyası yapılıyor da bunu soruyor, iyi mi kötü mü diye. “Maç izler misin?” Terör örgütlerini sayınız ve yılbaşında kutlama yaptınız mı?”

SINAV YANDAŞI ALMAK, YANDAŞ OLMAYANI DIŞLAMAK İÇİN YAPILMAZ

Değerli arkadaşlarım, bu sorular sorulmaz. Sen öğretmen alıyorsun ya, çocuklarımızı yetiştirecek öğretmen alıyorsun. Elbette sözlü de yapılabilir ama sözlü, yandaşı almak, yandaş olmayanı dışlamak için yapılmaz. Hani dedim ya, vicdan, adalet, neredesin ey adalet diye, asıl bunu sormamız lazım. Sen kalkacaksın, 310 bin kişinin girdiği sınavdan 1695’inci olacaksın ve seni eleyecekler. Bu, doğru değil; ahlaki olarak da doğru değil, vicdan olarak da doğru değil, hukuk olarak da doğru değil. Peki, biz ne dedik? Arkadaşlarımız kanun teklifi vermişler, dediler ki “Madem sözlü yapacaksınız, oraya bir video koyun hem sorulan sorular, verilen cevaplar hiç değilse haksızlık yapıldığına dair mahkemeye gitsin söylesinler. Doğru mu? Doğru. Sınav yapıyorsan adaletli yapacaksın sınavı, doğru yapacaksın sınavı, elenecekse bilmeli ki ben bu soruların cevabını bilmedim, o nedenle elendim. Bunların hiçbirisi yok değerli arkadaşlarım. Dolayısıyla, liyakat dediğimiz sistem kendi içinde çürüyen bir sisteme dönüştü.

CUMHURİYETİN KURUCU DEĞERLERİNE SAHİP ÇIKMAK ZORUNDAYIZ

“Ne darbe ne dikta, yaşasın tam demokrasi” dedik. Bunu nerede söyledik? Yenikapı’da söyledik. Darbeyi de istemiyoruz, diktayı da istemiyoruz, sonuna kadar tam demokrasi diyoruz, hukukun üstünlüğü diyoruz. Bunun neresi ihanet? Şimdi de aynı şeyleri söylüyoruz. Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine sahip çıkalım. Evet, cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip çıkalım. Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu hepimiz çok iyi bilmek zorundayız. Cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip çıkmak için Osmanlının son dönemleriyle cumhuriyetin ilk dönemlerini çok iyi bilmek lazım. Osmanlı, Osmanlı, Osmanlı… Gayet güzel, Osmanlı dev bir imparatorluktu, niye battı Osmanlı? Mustafa Kemal Atatürk de bir Osmanlı paşasıydı, İnönü de bir Osmanlı paşasıydı, Karabekir de bir Osmanlı paşasıydı, Refet Bele de bir Osmanlı paşasıydı ama onlar Osmanlının nasıl battığını gördüler ve dediler ki “Öyle bir devlet kuralım ki bir daha batmasın.” Değerli arkadaşlar, Dumlupınar’a gittim. Orada bir müze var, Dumlupınar’da savaşın, zaferin kazanıldığı yer, orada bir müze var, müzeyi geziyoruz. Müzede savaş yapılırken kullanılan tüfekler var; Amerikan yapımı, Rus yapımı, Alman yapımı. Burada Osmanlı yapımı tek tüfek dahi yok çünkü Osmanlı tüfek yapmıyor, Osmanlıya ait kılıç var. Elde kılıç gidiyor, adam 400 metre öteden vuruyor. Şimdi, kendi tarihini bilmeyen, cumhuriyetin kurucu değerlerinin ne olduğunu bilmez, farkına bile varamaz. Rivayetle bir ülkenin cumhurbaşkanı konuşmaz. Çocukken kendisine anlatılan masallarla cumhuriyeti ve tarihi anlatamaz. Asıl sorunumuz burada. Cumhuriyetin kurucu değerlerine sahip çıkmak zorundayız, Yenikapı’da söyledik, yine söylüyoruz.



BU PARLAMENTOYA LAF ETMEK KİMSENİN HADDİ DEĞİLDİR

Parlamenter sistemimizi güçlendirelim. Evet, güçlendirelim. Bunu da söyledik. Ne diyor? “Biz, Meclisin bu noktada ne kadar hızlı çalıştığını gayet iyi biliyoruz”, dalga geçerek. Dedik ki OHAL’e gerek yok, getirin kanun, dört parti de darbeye karşı, istediğinizi buradan çıkaralım. Hukuk içinde, demokrasi içinde, özgürlük içinde çıkaralım, milleti mağdur etmeyelim. “Parlamentonun ne kadar hızlı çalıştığını biz gayet iyi biliyoruz” diyor, yani engelleme yapıyor Parlamento diyor. Ben beklerdim ki Sayın İsmail Kahraman desin ki bir dakika, Sayın Cumhurbaşkanı, bu Parlamento sen Marmaris’teyken burası bombalanırken sabaha kadar görev yaptı bu Parlamento. Bu Parlamentoya laf etmek kimsenin haddi değildir, özellikle de Cumhurbaşkanın haddi değildir. 3 bin maddelik yasalar buradan nasıl çıktı? Ama dayatma kültürüyle yasa getirirseniz muhalefetin de bir görevi olacak tabii.

MAĞDUR YARATMANIN KİMSEYE AMA KİMSEYE FAYDASI YOK

Yine söyledik, medyanın özgürlüğünü sonuna kadar korumamız lazım. Hayat Güzeldir televizyonunu, Yön Radyoyu, İMC’yi kapatıyorsunuz, niçin, hangi gerekçeyle? Mahkeme kararı mı var? Hayır. Gazetecileri hapse atıyorsunuz. Bekletiyorsunuz Kurban Bayramında özellikle bekletiyorsunuz bu 61 günlük çocuğu olan annenin bekletildiği gibi. Yazık, günahtır, böyle bir tablo mu olur. Devletin öç alma duygusuyla, kinle yönetilemeyeceğini Yenikapı’da da söyledik şimdi de söylüyoruz.
Din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olan laikliği hepimizin savunması lazım dedik. Herkesin inancına saygı, herkesin kimliğine saygı, herkesin yaşam tarzına saygı, temel kural olmalıdır, bütün siyasilerin kuralı olmalıdır. Kimse kimsenin inancıyla oynamamalı.
Eğitim sisteminde çağdaş bir eğitim yapın dedik. Çocuklarımız öğretmenlerden çok daha güzel şeyler öğrensinler. Çocuklarımızın vicdanı hür olsun, irfanı hür olsun çocuklarımızın. Eğitim sisteminin ne hâle geldiğini hep beraber görüyoruz.
Yine dedik ki daha önce mağdur olan Ergenekon mağdurları, Balyoz mağdurları vardı, onların da itibarlarının iade edilmesi. Ben Yenikapı’da bunları söyledim. Hiçbir kişi kalkıp bana Yenikapı ruhunu bozuyorsun demesin arkadaşlar. Diyen varsa gelsin yüzüme karşı söylesin, Başbakansa Başbakan söylesin, Cumhurbaşkanıysa Cumhurbaşkanı söylesin, neyi bozduk biz? Ben, mazlumların hakkını sonuna kadar koruyacağım, adaleti sonuna kadar savunacağım, hukukun üstünlüğünü sonuna kadar savunacağım, ben bunları söylemek zorundayım.

ZALİME TESLİM OLMAYACAĞIZ

Değerli arkadaşlarım, huzur içinde yaşayan bir Türkiye istiyoruz, herkesin huzur içinde yaşadığı bir Türkiye. Türkiye’nin huzura ihtiyacı var, birlikte yaşamaya ihtiyacı var. Mağdur yaratmanın kimseye ama kimseye faydası yok. Yediden yetmişe kadar 1 milyonun üstünde mağdur var. Türkiye’nin 81 ili var ve bütün ilçeleri mağdurlarla dolu, nereye gitsem bir mağdur geliyor. Anlattım, yine anlatayım. Babayı atmışsınız hapse, anneyi lojmandan çıkarmışsınız, ailenin en büyüğü 15 yaşında bir çocuk, çalışarak ailenin geçimini sağlamaya çalışıyor, çalıştığı iş yerinde en fazla 3 gün duruyor çünkü ondan sonra diyorlar ki “Senin baban FETÖ’cü, seni işten atıyoruz, atmazsak bizi içeri atacaklar.” Böyle bir devlet olur mu? Böyle bir adalet olur mu? Çocukları açlığa mahkûm etmek olur mu? Zalimin karşısında durmak mazlumun görevidir arkadaşlar, bizim görevimizdir; zalime teslim olmayacağız. İl başkanlarıma söyledim, milletvekillerime söylüyorum, ilçe başkanlarıma söylüyorum, kadın kolları genel başkanına, gençlik kolları genel başkanına söylüyorum: Türkiye’nin il, ilçe, köy neresinde bir mağdur varsa bütün mağdurların sesi olacağız ve mağdurlara sahip çıkacağız. Zalimin karşısında susan dilsiz şeytansa, zalimin karşısında susmayacağız, sonuna kadar direneceğiz çünkü biz zulmedenlere meyletmeyeceğiz, zulmedenlerin karşısında olacağız.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.



Gündem'den Öne Çıkan Haberler