09.02.2016

9 Şubat 2016 tarihli TBMM Grup Konuşması

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU’NUN 09.02.2016 TARİHİNDE GRUP GENEL KURULU TOPLANTISINDA YAPTIĞI KONUŞMA

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

-Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yöneticileri terör örgütüne yardım ve yataklık yapmışlardır.

- Elinde sopa olan devlet istemiyoruz, vatandaşına güler yüzlü hizmet eden devlet istiyoruz.

- Terör azdı, ekonomi çöktü ve siz tek başınıza iktidarsınız.

 Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, TBMM CHP Grup toplantısında “Siz koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl gelir de bir terör örgütüne muhatap edersiniz, bunun sorumlusu kim? Ben bu soruyu sormayacak mıyım? Ceza hukukunda bunun adı şu: Terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak. Açıkça söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yöneticileri terör örgütüne yataklık yapmışlardır. Eminim diyecekler ki ‘Şimdi tekrar dava açıyoruz.’ Açmazsanız namertsiniz, açmazsanız namertsiniz” dedi.  CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun grup toplantısı konuşması şöyle:

Değerli arkadaşlarım, bizleri televizyonları başında izleyen saygıdeğer yurttaşlarım, Ankara dışındaki kentlerden gelen, grubumuzu onurlandıran saygıdeğer vatandaşlarım; hepinize en içten selamlarımı saygılarımı sunuyorum. 



Evet, Soma’yı unutmadık, sonuna kadar izleyeceğiz. Sizlerin hakları teslim edilinceye kadar sizi desteklemeye devam edeceğiz, çünkü biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak alın terinden yanayız, emekten yanayız, insan haklarından yanayız, çalışandan yanayız, üretenden yanayız. Ve ülkesini, insanını sevenden yanayız, bunu belirtmek isterim.

Sevgili dostlarım, bugün Dünya Sigarayı Bırakma Günü. Tiryakiler biraz üzülecek ama eğer dünyada sigarayı bırakma bir gün olarak belirlenmişse, sigaranın insan sağlığına ne kadar zararlı olduğunun bir gerekçesidir bu ve güçlü bir gerekçesidir. En çok sigara içen ülkeler arasında on birinci sıradayız. 4 vatandaşımızdan birisi sigara içiyor. Sigaraya bir yılda ödediğimiz para 20 milyar dolar. Dünyada en çok öldüren 10 hastalıktan 6’sının gerekçesi sigara ve bu hastalıktan insanlar hayatını kaybediyor. Bizim ülkemizde bir yılda sigaradan 110 bin vatandaşımız hayatını kaybetti. Dolayısıyla, gelin hep beraber sigarayı bırakalım, temiz bir havayı teneffüs edelim. Biliyorum diyeceksiniz ki, ülkede temiz hava mı kaldı? Onu da gayet iyi biliyorum. Güzel bir atmosfer mi var? Elbirliğiyle yapacağız bunu. Bir ağaç nasıl ormana dönüşüyorsa, ideallerimizi güçlendirmek ve ortak çalışmak, beklentilerimizi gerçekleştirmek bizim elimizde. Mücadeleyi yaparsak emin olun bütün engelleri hep birlikte aşmış oluruz.

Sağlık nedeniyle uzun süredir siyasette sessizliğini koruyan Sayın Devlet Bahçeli bugün ilk toplantısını yaptı. Kendisine şifalar diliyoruz, sağlıklar diliyoruz, sağlıklı bir yaşam diliyoruz kendisine,  bütün gönlümle ifade ediyorum ve diliyorum.

Değerli arkadaşlarım, sigaranın sağlığa, vücuda zararlı olduğunu biliyoruz. Ama demokrasiye zararlı olan şeyler de var. Nedir? Darbe hukuku. Darbe hukuku da demokrasiye zarar veriyor. Şimdi, parlamentoda bir komisyon oluştu. Bu komisyon ilk toplantısını yaptı, ikinci toplantı yarın yapılacak. Önce şunu bütün vatandaşlarımın bilmesini isterim. Her vatandaşımız kendisine şu soruyu sorsun lütfen: Ben bu güzel ülkede, dünyanın en güzel ülkelerinden birisinde, çoluk çocuğumla hayatımı sürdürüyorum. Kavgadan uzak bir yaşam sürdürmek istiyorum. Düşüncelerimi özgürce açıklamak istiyorum. Ekmeğimin, işimin aşımın peşinde koşmak istiyorum ve ben bu ülkede; Fransa’da,  Almanya’da, Norveç’te, İsveç’te, Amerika’da, Japonya’da olduğu gibi birinci sınıf demokrasi istiyorum diyorsanız bunu daha yüksek sesle lütfen dile getirin. Biz kendi ülkemizde birinci sınıf demokrasi istiyoruz. Bu ülkenin insanı üçüncü sınıf demokrasiye mahkûm edilemez. Bu konuda bir anlaşalım.

SORUN SADECE BİR ANAYASA SORUNU DEĞİL

Diyorlar ki “Anayasa değişsin.” Bakın değerli arkadaşlar, 7 Kasım 1982’de Anayasa Oylaması yapıldı. Vatandaşımızın yüzde 92’si bu Anayasaya olumlu oy verdi. 8 Kasım’dan itibaren Türkiye yeni bir anayasa arayışına girdi. Aradan 34 yıl geçti, Anayasanın 84 maddesi değişti. Kimisini gönüllü olarak değiştirdik, kimisini Avrupa Birliği’ne giriyoruz, artık birinci sınıf demokrasiye ihtiyacımız var, dolayısıyla askeri dönemde gelen hükümleri ortadan kaldıralım gerekçesiyle pek çok maddesini değiştirdik. Ama yürürlükte olan Anayasa, artık bir darbe anayasası değil, temel maddelerinin büyük bir kısmı değişti. Peki, sorunumuz ne değerli arkadaşlarım? Anayasanın 84 maddesi değişti de Türkiye’ye özgürlükçe demokrasi mi geldi? Hayır, yok. Anayasa ile her şey çözülmüyor. Bakın vatandaşlarıma sesleniyorum: İngiltere’yi ele alalım. İngiltere’ye demokrasinin beşiği denilir. İngiltere’de yazılı anayasa yok, ama hiçbir Allah’ın kulu da dönüp İngilizlere “Ya, sizde Anayasa yok, sizde demokrasi yok, sizde hukuk yok” demiyor. Ne diyorlar? “Siz demokrasinin beşiğisiniz” diyorlar. “Anayasanız yazılı değil ama gelenekleriniz var, kurallarınız var, teamülleriniz var, yüksek ahlaki standartlarınız var ve kanunlarınız var, dolayısıyla sizin ülkenizde birinci sınıf demokrasi var” diyorlar. Demek ki sorun, sadece ve sadece bir anayasa sorunu değil. Sorun, darbe hukukundan kaynaklanan temel bir sorundur. Şöyle düşünelim: Doktora gidiyorsunuz, doktor bir teşhis koyuyor. Doktor teşhisi yanlış koyarsa bizi öldürür, doğru teşhis koyarsa tedavi eder. Biz, anayasa konusunda, demokrasi konusunda teşhisi doğru koymadık. Sandık ki anayasayı değiştirince her şey düzelecek. 34 yılda Anayasa’nın 84 maddesini değiştirdik demokrasi mi gelişti? Tam tersine daha kötü koşullarda şu anda. Düşüncelerimizi açıklayıp açıklamamakta tereddüt ediyoruz, ciddi koşullar var, baskı yönetimi var. O zaman bizim yapmamız gereken ne? Olaya doğru teşhis koymak gerekir.  Olay, salt bir anayasa sorunu değil, olay darbe hukuku sorunudur. Darbe hukukunu bir bütün içinde ele aldığımızda ve çözdüğümüzde Türkiye o zaman gerçek anlamda birinci sınıf demokrasiyi yakalamış olur.


Değerli arkadaşlarım, bakın şimdi, darbe hukukundan neyi kastediyoruz? Darbeciler darbe yaptıktan sonra kendilerine özgü hukuk getirirler. 5 kişi oturur, kanunları onlar yaparlar, parlamento devre dışıdır, milli irade devre dışıdır. Anayasa için dar bir ekip oluştururlar, anayasa yapılır ve yürürlüğe konulur. Bir süre sonra o hukukun toplumu kapsamadığı, topluma dar geldiği görülür ve toplum daha özgürlükçü yapıyı talep etmeye başlar. Bizim Anayasada 84 maddenin değişmesinin temel nedeni budur. Ama baktığınız zaman, ülkemizde demokrasi konusunda ciddi açmazlarımız var. Şimdi ben, toplanacak komisyona bir “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” denilmesini kabul etmiyorum ve desteklemiyorum. Komisyonun adı “Türkiye’yi Darbe Hukukundan Arındırma Komisyonu” olmalı. Türkiye’yi darbe hukukundan arındırma komisyonu. Eğer siz Türkiye’yi darbe hukukundan arındıracaksanız başımızın üstüne, her türlü katkıyı vereceğiz. Bu komisyon ve bu çalışma bir olayı da test edecek. Düne kadar ne diyorlardı, sabah, öğle, akşam, neredeyse yirmi dört saat “CHP darbecidir, CHP darbecileri destekler, CHP darbeden yana politika izlemiştir.” Sabah, öğle, akşam bunu söylerler. Şimdi sadece ve sadece darbeye karşı en büyük bedelleri ödemiş, genel başkanları hapse atılmış, mal varlıklarına el konulmuş -darbe dönemlerinde- bir partinin genel başkanı olarak söylüyorum: Eğer siz, samimi olarak darbeye karşıysanız bizim söylediklerimizi yaparsınız, Türkiye’yi darbe hukukundan arındırırsınız. O zaman kimin darbeci, kimin darbeci olmadığı samimi olarak ortaya çıkar. Gayet açık, gayet net söylüyorum, darbe hukukundan Türkiye’yi arındıralım, birinci sınıf demokrasiyi ülkemize getirelim. Buna varsanız hep beraber çalışalım. Bakın, Sayın Davutoğlu’na açık ve net çağrı yapıyorum:

GELİN, HEP BERABER SİYASİ AHLAK YASASI’NI ÇIKARALIM

Bir, biz elinde sopa olan devlet istemiyoruz. Elinde sopa olan devlet Orta Çağ anlayışıdır. Biz vatandaşına güler yüzlü hizmet eden devlet istiyoruz. Peki, elinde sopa olan devlet var mı? Bugünkü iktidarın elinde sopa var; yargı sopasını istediği gibi kullanabiliyor, istediği iş adamının mal varlığına el koyabiliyor, istediği adamı hapse atabiliyor, istediğini tutuklayabiliyor, istediğini sorgusuz sualsiz, mahkemeye dahi çıkarmıyor. Böyle bir devleti istemiyoruz. Böyle bir devlet, darbe dönemlerinin yarattığı devlettir. Açık ve net, o zaman çağrı yapıyorum: Gel, komisyon kuruldu, Türkiye’yi darbe hukukundan arındıracak, ülkeye birinci sınıf demokrasiyi getireceğiz, elinde sopa olan devlet değil özgürlükçü bir devlet olsun, hükümet de onun yanında olsun, vatandaş da hükümetine güvensin. Nasıl yapacağız? Gel, hep beraber Siyasi Ahlak Yasası’nı çıkaralım. Siyasi Ahlak Yasası’nı çıkardığımız zaman parlamento dosyaları kapatmayacak, milletvekilleri ihale peşinde koşmayacak. Ne olacak? Milletin hizmetinde olacak. Siyasetçi cebini düşünmeyecek, halkın cebini düşünecek, vatandaşın cebini düşünecek. Düşüncemiz bu. Bakın halkı düşünen devlet, aynı zamanda saydam devlet demektir, hesap veren devlet demektir. Eğer bir devlet vatandaşına hesap veriyorsa o devlette demokrasi var demektir. Bütün vatandaşlarımız doğduğu andan itibaren vergi öder. Çocuğa mama alırsınız vergi ödersiniz, altına bez alırsınız vergi öderseniz, hanımlar bulaşık yıkarlar vergi öderler, bir tek nefes aldığımız havada vergi yoktur, onun dışında her şeyde vergi vardır. Bu gerçeği hepimiz bilelim. Eğer vergi veriyorsak, devlet vergiyi, hükümet vergiyi vatandaşın çıkarları için kullanmalıdır. O nedenle devletin saydamlığı, Sayıştay’ın varlığı çok ama çok önemlidir. Elinde sopa olan devlet değil, vatandaşına hizmet eden ve hizmet ederken de hesabını veren devlet istiyoruz. Bunu istiyorsanız bütün kararlarımız size açık, bütün gönlümüz size açık, açık ve net söylüyorum, Cumhuriyet Halk Partisi grubundan söylüyorum, istiyorsanız gelin hep beraber yapalım. Bakın Soma’da gencecik çocuklarımız hayatlarını kaybettiler. Onlar da vergi veriyorlardı. Şimdi onların haklarını kim savunacak? Eli sopalı olan devlet diyor ki “Neden mahkemeye geliyorsun?” Ama biz de diyoruz ki, “O vatandaş mahkemeye gelecek, hakkını arayacak. Ona adalet hakkını teslim edecek.” Biz bunu istiyoruz. Peki, saydam devlet ne demek başka? Saydam devlet, kaçak sarayın maliyetini vatandaşına açıklayan devlettir. Düşünün saray yapıyorsunuz kaça yapıldığını kimse bilmiyor. Ya, benim paramla yapıyorsun arkadaş, maliyeti benden gizliyorsun, niye gizliyorsun? Çünkü benim kabul etmeyeceğim harcamaları sen yapıyorsun, vatandaştan kaçırıyorsun. Saydam devlet budur. Başka nedir saydam devlet? Saydam devlet, vatandaşına hesap veren devlet demiştim. Sen özel uçakla Latin Amerika’ya gideceksin… Gidebilirsin tabii, hiç kimsenin eleştiri hakkı yoktur bu konuda. Devletin Cumhurbaşkanına devletin tahsis ettiği devlet uçağıyla gidersin. Ama sen giderken bir de askeri kargo uçağı senin arabanı taşıyor, o da bir başka uçak. Neden oluyor bu? Saydam devlette bunlar olmaz, bunun hesabı verilir. Arabaya binip gideceksin. O ülkede sana tahsis edilecek araba yoksa, sen o ülkeden bir araba satın al, gelirken de o devlete bağışla, “Türkiye’nin onurudur” de bağışla.

Değerli arkadaşlarım, devletin saydamlığı hükümete itibar kazandırır, devlete itibar kazandırır, siyasete itibar kazandırır. Gidip Kaddafi’den 250 bin dolar para aldın, kaynağını açıkladın mı, nereye harcadın sen bu parayı? Açıklamadı, söz verdiği hâlde açıklamadı. Bu, siyasete gölge düşürüyor, devletin saydamlığı bu değil. Kaldı ki bu da yetmedi. Ekvador’a gitti, orada da korumalar oradaki milletvekillerini dövdüler. Yani Türkiye’nin imajına bu kadar büyük zararı Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir cumhurbaşkanı vermemiştir. Kendileri şimdi sosyal medyada paylaşıyorlar, diyorlar ki “Türkler ne kadar sabırlı milletmiş, biz bir gün dayanamadık, Türkler on dört yıldır bu çileyi çekiyorlar.” Sayın Davutoğlu’na açık çağrım: Saydam devlet istiyorsan, eli sopalı değil, vatandaşına hizmet eden ve hesap veren devlet istiyorsan bizim gönlümüz açık, birinci kuralımız bu.

MİLLETİN VEKİLİNİ LİDER DEĞİL MİLLET SEÇSİN

İkinci kural: Siyasi Partiler Yasası ve Seçim Yasası değişmeli. Bunlar kimin zamanında çıktı? 12 Eylül darbe döneminde çıkmadı mı? 12 Eylül darbe döneminde çıktı. Peki, darbeye karşıysanız niye bu yasaları değiştirmiyoruz? Yüzde 10 seçim barajı dünyanın hiçbir ülkesinde yok. Darbe sonrası sadece Türkiye’de var. Bunlar sabah, öğle, akşam yatıp kalkıp ne diyorlardı? “Milli irade, milli irade, milli irade…” Milli iradeye niye sınır getiriyorsun kardeşim? Niye yüzde10 barajını getiriyorsun? Hangi gerekçeyle getiriyorsun? Kaldıralım bu barajı. Madem milli irade diyorsun, milletin verdiği oy parlamentoya aynen yansısın. Bu ne demektir? Yüzde 1 oy alan siyasi parti de parlamentoda temsil edilsin. Sokakta konuşacağına gelsin parlamentoda konuşsun. Siyasi Partiler Yasası’nı değiştirelim, lider sultasına son verelim, ön seçimi zorunlu kılalım, bütün partiler yapsın bunu. Niye yapmıyoruz bunu? “Milli irade, milli irade” diyorsun, vatandaş milletvekili seçecek, gönlünden geçen milletvekilini mi seçiyor? Hayır. Oturuyor siyasi lider yazıyor listeyi, vatandaşın önüne koyuyor –bakın darbe mantığına bakın- “Bunlara oy vereceksin” diyor. “Vermem”… “Vermezsen sana ceza yazarım” diyor. Böyle bir mantık olabilir mi? Ama şu anda yürürlükte bu. Neden biz darbe hukuku diyoruz? İşte bunun için darbe hukuku diyoruz. Türkiye’yi darbe hukukundan arındırmadığınız sürece bu ülkeye demokrasi gelmez. Peki, bunlara Anayasa engel mi? Anayasada bunlar için hiçbir engel yok. Biz ne diyoruz? Milletin vekilini millet seçmeli, milletin vekilini lider değil millet seçmeli. Milletin vekilini millet seçecekse gel kardeşim, gönlümüz açık, seçimi yapalım, çağdaş bir seçim yapalım, çağdaş, uygar bir siyasi partiler yasası, seçim kanunu çıkaralım ve bu rezalete son verelim.



YARGIYI ON ÜÇ YILDA BU HÂLE KİM GETİRDİ

Değerli arkadaşlarım, üçüncü kuralımız yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı. Şimdi ne diyorlar? Sanki bütün hastalıkların kaynağı bu anayasa. Sayın Davutoğlu’na şunu sordum: Bu Anayasadan kaynaklanıp sizin görev yapmanızı engelleyen bir hüküm var mı? “Yok” dedi. Peki, darbe bakalım. 138/ a – Hâkimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasa diyor ki hâkim bağımsızdır. “Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” Anayasaya, hukuka, kanunlara dayanarak vicdani kanaatine göre hüküm verir diyor. “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Anayasa daha ne desin? Yani diyor ki, bu yargının bağımsız olması lazım, hiç kimsenin emir vermemesi lazım, talimat vermemesi lazım, neden siz bunu yapıyorsunuz? Anayasa gayet açık mı? Gayet açık. Peki, yeni anayasa yapsak ne yazacağız? Aynı şeyleri yazacağız. Peki, sorun nerede? Bugün Türkiye’de yargı bağımsız mı? Bir Allah’ın kulu çıkıp – bakın bir Allah’ın kulu- Türkiye’de yargı bağımsızdır demiyor. Hadi, vazgeçtik CHP’lilerden ve diğer partilerden AKP’nin belediye başkanı bile diyor ki “Hangi hâkime, savcıya güveneceğim ben de bilmiyorum.” Yani ben de mahkemelere güvenmiyorum diyor. O belediye başkanı arkadaşıma şu soruyu yöneltiyorum, kendi vicdanına sor: Yargıyı on üç yılda bu hâle kim getirdi? Kim getirdiği yargıyı bu hâle? İçinden çıkılmaz hâle getirdiler yargıyı, kim getirdi? Eğer siz bunları düşünürseniz, sorgularsanız o zaman hep beraber doğruyu bulmuş oluruz. Yargının düzeltilmesi konusunda – yine söylüyoruz- yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda açık çek veriyoruz, Sayın Davutoğlu isterse hukuk fakültelerinden başlayarak yargı sistemindeki bütün aksaklıkları kaldıralım. Dört yıllık hukuk fakültesi olmaz 21. Yüzyılda. Değiştirelim, kuralları değiştirelim. Hâkim olmak o kadar kolay mı? Avukat olmak o kadar kolay mı? Eskiden belki böyleydi ama şimdi dünya değişti, biz değişime ayak uydurmak zorundayız. Gelin bunların tamamını düzeltelim ve ahlakı egemen kılalım, hukukla beraber ahlakı da egemen kılalım.

DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA ÖZGÜRLÜĞÜ EVRENSEL BİR KURALDIR

Dört: Düşünceyi açıklama özgürlüğü. Şimdi, değerli arkadaşlarım, mevcut anayasada herkesin düşüncesini özgürce açıklayacağına dair hüküm var. Darbe anayasası bile “Herkes düşüncesini özgürce açıklar” diyor. Peki, yeni anayasa yapsak ne olacak? Aynı şeyleri yazacağız. Peki, düşüncesini açıkladı diye insanlar nasıl hapse giriyor? Sabahın köründe neden polisler gidip kapılarından onları alıp karakollara, savcıya götürüyorlar? Hangi yasal dayanak? Darbe döneminde çıkmış ve sonra AKP hükümetlerince tahkim edilmiş yasalardan dolayı. O yasalar değişmediği sürece, zaten anayasada bir engel yok ki. O yasayı değiştireceksin ki bu ülkeye birinci sınıf demokrasi gelsin. Kaldı ki düşünceyi açıklama özgürlüğü evrensel bir kuraldır. Eğer düşüncelerimizi özgürce açıklayamayacaksak biz neyi tartışacağız, nasıl bir araya geleceğiz? Nasıl oturup bir konuyu tartışacağız? Nasıl ortak aklı egemen kılacağız? Düşünceni açıklamayacaksın. O zaman, ben düşüncemi açıklamazsam, bu açıklama hakkını özgürce vermezsen beni insan yerine koymuyorsun demektir. İnsanın en temel özelliği hayatı sorgulamasıdır, düşüncesini açıklamasıdır, tartışma zemini yaratmasıdır. Siz bunu darbe yasalarıyla yasaklarsanız Türkiye’ye birinci sınıf demokrasiyi getiremezsiniz. Eğer Sayın Davutoğlu diyorsa ki biz de düşünceyi açıklama özgürlüğünden yanayız, o zaman kendisine açık çağrı: Gel kardeşim, bak, Türkiye’yi darbe hukukundan arındırma komisyonunu kurduk, şu darbe hukukunun tamamını değiştirelim ve birinci sınıf demokrasiyi kendi ülkemize getirelim.

DÖRDÜNCÜ GÜÇ OLARAK MEDYAYI ANAYASAYA İLAVE EDELİM

Beş: Medya özgürlüğü. Bakın değerli arkadaşlarım, yine darbe anayasası dedikleri anayasanın 28’inci maddesi: “Basın hürdür, sansür edilemez.” Yeni anayasayı yazsak ne yazacağız? Aynı şeyi yazacağız “Basın hürdür, sansür edilemez.” Peki, Türkiye’de basın hür mü?  Allah’ın bir tek kulu çıkıp Türkiye’de medya özgürlüğünden söz edemez, yok böyle bir şey. Peki, anayasanın bu hükmüne rağmen neden basın hür değil? Çünkü darbe döneminde çıkan ve sonraki iktidarlar tarafından tahkim edilen, darbeyi güçlendiren mantıkla hazırlanan yasalar nedeniyle bu hâle gelmiştir. O yasalar değişmeden siz Türkiye’ye demokrasiyi de, özgürlüğü de, katılımcı, çoğulcu bir demokrasiyi de getiremezsiniz. O yasaların değişmesi lazım. Bakın biz, özgürlükçü demokrasi diyoruz. Bakın biz, darbe yasalarına karşı olduğumuzu açıkça ilan ediyoruz ve yine ben açıkça şunu söylüyorum: Darbe yasalarından yana tavır alanlar asıl darbeci onlardır. Onlar değişmediği sürece Türkiye’ye özgürlükçe demokrasi gelmez. Kaldı ki böyle, ama daha garip bir şey var. Doğru haber yaptı diye gazeteci hapse atılıyor, doğru haber bakın, yanlış demiyorum, yalan da demiyorum, doğru haber yaptı diye gazeteciler içeri atılıyor. 2 gazeteci arkadaşımız şu anda Silivri Cezaevinde, Sayın Can’la, Sayın Gül. Niye cezaevindeler, hangi gerekçeyle?  Haberin yalan olduğunu kimse söylemiyor, herkesin bildiği bir şey, neden hapisteler? Hani, “Basın hürdür, sansür edilemez” diye anayasa maddesi var, bu da evrensel bir kural. Sayın Davutoğlu’na yine buradan açık ve net çağrı yapıyorum: Anayasamızda güçler ayrılığı ilkesi var; yasama, yargı, yürütme. Açıkça söylüyorum, uygar dünyada bir de dördüncü güç var, o da medya. Gel, dördüncü güç olarak medyayı anayasaya ilave edelim ve medyanın özgürlüğünü koruyalım. Medyanın özgürlüğü bizim için çok önemli değerli arkadaşlarım, çok ama çok önemli. Eğer siz medyaya sınırlama getiriyorsanız halkın doğru haber alma kanallarını kapatmış oluyorsunuz, vatandaşın özgürlüğünü elinden almış oluyorsunuz. Kaldı ki  bugünkü ortamda isteyen zaten gidip istediği gazeteyi alabilir, parasını verip alacak, isteyen istediği televizyon kanalını izleyebilir ama siz, televizyon kanallarını belli platformlardan çekiyorsunuz, alıyorsunuz, yasak getiriyorsunuz, gazetecileri hapse atıyorsunuz. Bu kabul edilemez.

TRT, AÇIKÇA TARAFLI YAYIN YAPIYOR

Ve üzerinde durmamız gereken bir konu daha var, o da TRT. Benim vergimle, vatandaşın ödediği vergiyle iktidar partisinin şakşakçılığı yapılamaz.  Bakın biz diğer televizyon kanallarına bir şey diyor muyuz? Hayır, istedikleri gibi yayın yapabilirler. Doğru olduğu sürece bir şey söyleyemeyiz zaten, yanlışsa da tekzip göndeririz. Neden? Patronu kendi parasıyla yayın yapıyorlar, benim ödediğim vergiyle yapmıyor. TRT, benim ödediğim vergiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin aleyhine yayın yapıyor, bu ülkenin kurucu iradesinin aleyhine yayın yapıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Sayın Davutoğlu’na da açık çağrımız yine: TRT’yi de bu rezil durumdan kurtaralım. Bakın İngiltere’de de devletin televizyonu BBC var. Hükümeti istediği gibi eleştirir, kimse de kalkıp onun yayın haklarını kısıtlamaz, ona cesaret bile edemez. Açıkça taraflı yayın yapıyor bizden topladığı paralarla. Bunu kabul etmek mümkün değildir.

GELİN, AİLE SİGORTASINI GETİRELİM

Altıncı konu:  Sosyal devlet.  Bakın değerli arkadaşlarım, 21. Yüzyılın Türkiye’sinde vatandaşlar vahşi kapitalizme teslim edilemez. Gazi Mustafa Kemal’in çok güzel bir sözü vardır. “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” der.  Neden, biliyor musunuz? Kimsesizlerin kimsesi, sosyal devlete yapılan en güçlü vurgudur. Türkiye Cumhuriyeti’nde kimse kendisini sahipsiz hissetmesin, sosyal devlet budur. Örgütlü toplumdur sosyal devlet. Eğer işçiler sendikalaşırsa siz bunu destekleyeceksiniz, önündeki engelleri kaldıracaksınız. İnsanlar haklarını arayabilmeli, toplumun zayıf kesimlerine devlet katkı vermeli, onlara destek olmalı. Eğer siz sosyal devleti güçlendirecekseniz buyurun gelin açık çağrı, aile sigortasını getirelim. Neden aile sigortası? 1971 yılında –bakın değerli arkadaşlar- Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Uluslararası Çalışma Örgütü’nün kabul ettiği bir sözleşmeyi Meclis’te kabul etmiş, 102 sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normları. Dokuz sigorta dalından birisi de aile sigortası. Sekizi Türkiye’de uygulanıyor, dokuzuncusu uygulanmıyor. Yoksullukla mücadeledir aslında sosyal devlet, fakirlikle mücadeledir, işsizlikle mücadeledir. Eğer siz bunları yapacaksanız buyurun gelin hep beraber yapalım. Buna Anayasa engel mi? Hayır. Bakın darbe anayasası dedikleri bu anayasa ne diyor? “Sosyal güvenlik herkesin hakkıdır” Dikkatinizi çekerim “Herkesin hakkıdır” diyor. Yani devletin lütfu değil, hükümetin lütfu değil, her vatandaşın hakkıdır diyor sosyal güvenlik. Benim hakkımsa, hükümet benim çocuğum işsiz, iş bulamıyorsa benim dönüp hükümete benim çocuğuna iş bulacaksın deme hakkım var, Anayasa bana bu yetkiyi veriyor. Ben yoksulsam, ey hükümet benim yoksulluğumu gidereceksin, benim çocuğum aç, sen bunu sağlamak zorundasın deme hakkım var. Bu hakkı kim veriyor bana? Anayasa veriyor bu hakkı bana.  Peki vatandaş bunu diyebiliyor mu? Diyemiyor; korkuyor, acaba söylersem beni hapse atarlar mı diye. Peki bu hakkı sağlamak için bir anayasal engel var mı? Hayır, hiçbir anayasal engel yok değerli arkadaşlar.

Bakın değerli arkadaşlarım, sosyal devlet aynı zamanda toplumun alt katmanlarını, düşük gelirlileri korumak demektir. Bizim seçim bildirgemizde asgari ücreti net bin 500 lira yapacağız dedik. Emeklilere, milletvekilli emeklileri hariç hiçbir ayrım yapmaksızın iki maaş ikramiye vereceğiz dedik, Ramazan ve Kurban bayramında. Bunu aldılar kopyaladılar, itirazımız yok ama kaşıkla verdiler kepçeyle aldılar, hatta bazıları almadan bile ceplerinden para ödediler. Ekmeğe yüzde 33 zam, kırmızı ete -etin kilosu neredeyse 50 lirayı buluyor- yüzde 21, ulaşıma yüzde 30, elektriğe, vergilere zam. Zorunlu trafik sigortası… Ya, adamın zaten arabası eski model, eski model arabayı satsan neredeyse zorunlu trafik sigortasını neredeyse karşılamayacak. Neden? Gücü sana yetiyor, gücü başkasına yetmiyor bu iktidarın. Gücü fakir fukara, garip gurebaya yetiyor onlardan ne kadar para alacağım diye. İşte, bu sosyal devlet değildir arkadaşlar. Bu, vatandaşını vahşi kapitalizme teslim etmek demektir. Sosyal devlet nedir? O, vatandaşını koruyacak. Bütün dünyada gıda fiyatları düşerken senin ülkende gıda fiyatları artıyorsa orada sosyal devlet yok demektir değerli arkadaşlarım.

YÖK’Ü KALDIRALIM

Yedi: Bir ülkeyi dünyada saygın kılan temel unsurlardan birisi de o ülkenin üniversiteleridir arkadaşlar. O ülkenin üniversiteleri bilgi üretiyorsa hiç kimse korkmasın. Sık sık anlattığım bir şey vardır. Üniversitede okuduğum yıllarda devrim tarihi kitabı vardı. O kitabın bir bölümünde Amerikalı generalle Alman generalin yaptığı bir konuşma var. Amerikalı general dönüp diyor ki “Almanya’da taş taş üstünde kalmadı, siz uzun süre sırtınızı doğrultamazsınız.” Alman generalinin verdiği cevap şu: “Evet, Almanya’da taş taş üstünde kalmadı ama asla unutmayın Almanya’nın üniversiteleri ayakta.” Evet, İkinci Dünya Harbi’nden sonra şu anda Avrupa’nın en güçlü ülkesi. Bizde üniversiteler ayakta mı Allah aşkına? Bilgi mi üretiyor bizim üniversiteler? Böyle bir şey olabilir mi? Ne engel buna? YÖK var, kaldıralım, üniversiteler üzerindeki baskıyı kaldıralım, üniversitelere bilimsel özerklik verelim, yönetsel yani idari özerklik verelim, mali özerklik verelim, üniversitede okuyan çocuklarımız da üniversite yönetiminde söz sahibi olsunlar. Kendi çocuklarımıza neden güvenmiyoruz? Bunlara anayasa mı engel? Hayır arkadaşlar, anayasa falan engel değil, buna engel olan darbeci zihniyeti savunan siyasi iradedir. Gel bunu kaldıralım, açık çek veriyoruz.



GELİN, PARLAMENTOYU GÜÇLÜ HALE GETİRELİM

Sekiz: Yasama organı yürütmenin arka bahçesi hâlinde şu anda ve bu tabloyu sağlayan da 12 Eylül darbe hukuku. Yasama organını güçlü hâle getirmek zorundayız, parlamentoyu güçlü hâle getirmek zorundayız. Gerekirse bu konuda yeni düzenlemeler yapmak zorundayız. Eğer parlamento yürütme organının telkinleriyle yolsuzluk dosyalarını kapatıyorsa o parlamentoya vatandaş saygı duymaz. Neden siyasetçiye saygı duymuyor? Diyor ki “Yolsuzluk yaptığı açıkça meydanda, Meclise geliyor siz dosyalı kapatıyorsunuz, nasıl güveneceğim ben buraya?” Milletvekili bir dahaki seçimlerde acaba genel başkan benim üstümü çizer mi endişesiyle ne geliyorsa elini kaldırıyor. Bu, yasama organına itibar kaybettiriyor. O zaman kendisine açık ve net çağrıda bulunuyoruz: Bu tabloyu yaratan darbe hukukunu gel kardeşim değiştirelim. Parlamentoyu güçlü hâle getirelim, güçler ayrılığını güçlü hâle getirelim, denge ve denetleme sistemini daha sağlıklı oluşturalım ve biz bu konuda daha ciddi, daha tutarlı adımlar atalım.

LAİKLİK SİSTEMİNİ GÜÇLENDİRELİM

Dokuzuncu ilke din ve vicdan özgürlüğü. Etnik kimlik üzerinden, inanç üzerinden, yaşam tarzı üzerinden siyaset yapılmamalı. Üzülerek söylüyorum, eğer bu üç ana unsuru siyasetin odağı hâline getirirseniz Türkiye’yi bir süre sonra Orta Doğu batağının içinde görürsünüz. Orta Doğu’daki kavgaların temel nedeni dinin yani inancın, kimliğin ve yaşam tarzının siyasete konu edilmesidir, siyasi aktörler tarafından acımasızca kullanılmasıdır. Bu konuda hepimizin çok dikkatli olması lazım. Eğer Türkiye gerçekten de Orta Doğu’ya örnek ülke olacaksa, Müslüman bir ülke olarak örnek bir ülke olacaksa ancak laiklik sisteminin güçlendirilmesiyle olur. Laikliğin din ve vicdan özgürlüğünün güvencesi olduğunu herkesin bilmesi lazım. Bu kurala da eğer inanıyorlarsa, o zaman yasalarda bununla ilgili düzenlemeleri hemen gerçekleştirelim ve hayata geçirelim.

MECLİS İÇ TÜZÜĞÜ’NÜ DEĞİŞTİRELİM

Parlamentonun sağlıklı çalışması için bir onuncu kuralımız var, İç Tüzük değişikliği. Bakın değerli arkadaşlarım, aramızda Soma’dan gelen aileler var. Soma ile ilgili Meclis araştırma önergesi… Uyuşturucuda yaş 10’a indi. Çocuklar uyuşturucu batağında, bizim çocuklarımız bunlar, o konuda araştırma yapılsın konusunda defalarca Meclis araştırma önergesi verildi ama iktidar partisinin milletvekilleri tarafından hepsi reddedildi. Bir Meclis, Türkiye’nin en temel sorunları konusunda araştırma komisyonu kurmayacaksa hangi konuda araştırma komisyonu kuracak? İş kazaları, örnek vereyim bakın, sadece geçen ay iş kazalarında ölen vatandaşımızın sayısı 110, 110 kişi iş kazalarında hayatını kaybetti. Bunlar gariban fakir Anadolu çocukları oldukları için ölümlerinden kimsenin haberi bile olmuyor. Nerede, işte 5-6 kişi birden ölürse o zaman gazetelere haber oluyor. Yazık günah değil mi? İş kazalarına Meclis el atmayacak da kim el atacak? Buna Anayasa engel mi? Hayır. İç Tüzük engel mi? Hayır. O zaman, iktidar partisinin gücünü kırmak için gelin şu değişikliği yapalım: Araştırma komisyonu kurulmasında Meclisin dörtte 1 oyu yeterlidir diyelim. Böylece komisyon kurulsun. Milletvekilleri bir araya gelsinler otursunlar, Türkiye’nin en temel sorunlarına çözüm getirsinler. Böylece yürütme organını denetleme imkânı çıkacak ve o zaman parlamenter sistemimiz daha güçlü olacak.

BİR KİŞİNİN İSTEĞİ ÜZERİNE REJİM DEĞİŞMEZ

İşin özeti şu: Türkiye’nin aslında bir hükümet rejimi sorunu yok. Türkiye’nin bir kötü yönetim, darbe hukukundan kaynaklanan bir kötü yönetim sorunu var, bu sorunu çözmek zorundayız. Bu sorunu da parlamentoda komisyon kuruldu, 3 arkadaşımızı bu komisyona verdik, görüşecekler, Türkiye’yi darbe hukukundan arındırmak istiyorlarsa biz çalışmaya hazırız. Onlara bunu açık ve net gönderdiğimiz mektupta da söyledik ve ifade ettik. 200 yıllık bir parlamenter sistem tecrübemiz var. Osmanlı’da da parlamenter sistem vardı, bugün de parlamenter sistem var. Şimdi, 200 yılı atalım bir köşeye başka bir sistem getirelim. Kime göre, hangi tarihi koşullar bunu öngörüyor? Hangi sosyolojik koşullar bunu öngörüyor? Birisinin isteği üzerine. Bir kişinin isteği üzerine rejim değişmez. Bir kişinin isteği üzerine Hitler rejimi değiştirdi, Almanya’yı felakete sürükledi, Almanlar da vazgeçtiler, onlar da parlamenter sisteme döndüler. Başka bir örnek, bu örneği bütün arkadaşlarımın gittikleri her yerde anlatmalarını isterim. İnsani gelişmişlikte dünyanın en iyi yirmi ülkesinin on sekizinde parlamenter sistem var. Demek ki parlamenter sistem kişi başına gelirin en yüksek olduğu, ahlaki temellerin en iyi şekilde korunduğu yirmi ülkenin on sekizinde var. Peki, en dibe gidelim, en dipte kim var? En dipteki yirmi ülkeye bakıyoruz, yirmi ülkenin on dokuzunda başkanlık sistemi var, patronlu başkanlık sistemi, patronaj var. Bu gerçeği de hiç kimsenin unutmamasını isterim değerli arkadaşlarım.

TERÖR ÖRGÜTÜYLE ‘TERÖR SORUNUNU ÇÖZECEĞİM’ DİYE MASAYA OTURAN KİMDİ?

Tabii, Türkiye’nin darbe hukukundan arınması ne kadar önemliyse Türkiye’nin terör sorununu açması da o kadar önemlidir. Her gün şehitlerimiz geliyor. Ben bu konuda bazı sorular soracağım ve bu vatandaşlarımızın da, saygıdeğer vatandaşlarımızın da aynı soruları kendi vicdanlarına sormasını istiyorum.

Birinci sorum şu: 2002’de AKP hükümete geldiğinde, iktidar olduğunda Türkiye’de terör sorunu var mıydı? Yoktu. Terörsüz bir Türkiye’yi devraldılar, terörün olmadığı bir Türkiye’yi devraldılar.

İki: Hangi iktidarlar döneminde terör örgütü palazlandı ve güçlendi? Son on dört yılda terör örgütü palazlandı ve güçlendi.

Üç: Terör örgütüyle terör sorununu çözeceğim diye masaya oturan iktidar kimdi? Devleti, meşru bir organı gayrimeşru bir organla muhatap kılan kimdi? Siz kalkıyorsunuz, koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni gayrimeşru bir terör örgütüyle muhatap ediyorsunuz. Dönemin bakanı baştan diyor ki “Biz Türkiye Cumhuriyeti’ni Öcalan’la hesaplaştırdık” Yani koskoca Türkiye Cumhuriyeti gidecek birilerine hesap verecek. Kim? Hani devletin saygın bir adamı olur da gidersiniz hesap verirsiniz. Bir terör örgütü liderine gideceksiniz, Türkiye Cumhuriyeti ona hesap verecek. Şimdi, vatandaşlarım bunların hepsini bilmek ve vicdanlarında sorgulamak zorundalar. Terör örgütü şehirlerde, ilçelerde silahları depolarken, valilere talimat verip “Aman ha, sakın buna dokunmayın” diyen kimdi arkadaşlar? Erdoğan ve Davutoğlu. Geçen konuşmamda bazı vali arkadaşlarımız alınmışlar. Buradan devletin bütün valilerine sesleniyorum: Sizin hiçbir günahınız yok, sizin bir kabahatiniz de yok, siz, size verilen talimatları yapıyorsunuz. İktidarın değil, devletin valisi olduğunuz sürece bizim sizinle hiçbir sorunumuz yok. O nedenle söyledim, terörle ilgili olaylarda siyasi otoritenin değil, resmi makamların yani devletin organlarının verdiği sözlere biz güveniriz. Bunu da bütün vali arkadaşlarımın bilmesini isterim. Peki, AKP hükümetine “Bu terör böyle önlenmez, yanlış yapıyorsunuz. Böyle yaparsanız süreci daha kötü noktalara götürürsünüz diyen parti kimdi? Cumhuriyet Halk Partisiydi, halkın partisi, bizdik yani, yanlış yapıyorsunuz dedik. Peki, Allah aşkına “PKK bizi kandırdı” diyen kimdi? Yahu, sen çocuk musun Allah aşkına, devleti yönetiyorsun devleti, senin emrinde devletin bütün organları var. “PKK bizi kandırdı” PKK seni kandırıyorsa sen zaten bu ülkeyi yönetemezsin ki, yönetemediğin de belli. Türkiye’nin temel sorunu kötü yönetimdir arkadaşlar, yönetilmiyor Türkiye, yönetilemiyor Türkiye.

Bakın değerli arkadaşlarım, terör örgütü vergi daireleri kurdu, bunlarda tık yok. Mahkemeler kurdu, bunlarda tık yok. Askere alma daireleri kurdu, bunlarda tık yok. Talimat verdiler “Bunlara kimse dokunmasın” Şimdi, bedelini bu ülkenin garip şehitleri ödüyor. O şehitlerin kanları bu adamların yakalarındadır, hiç kimse unutmasın, bunların yakalarındadır.

Bakın değerli arkadaşlar, geçen yaptığım bir grup toplantısında örnek bir olay anlatmıştım, o olayı tekrar bilginize sunmak isterim, 11 Ekim 2014 tarihinde olan bir olay. Gümrük ve Ticaret Müfettişinin raporundan okuyorum size. Habur’a denetlemeye gidiyorlar. Denetleme sonunda akşam Silopi’ye gelmek istiyorlar. Silopi’ye gelirken içinde müdür var yani bölgenin üst düzey pek çok yöneticileri var. Yolda bunların önü kesiliyor, terör örgütü elemanları tarafından önleri kesiliyor. Görevlilere terör örgütü mensupları “Bunlar kim?” diyorlar. “Bunlar Iraklı bizim misafirlerimiz” diyorlar. Diyemiyorlar ki bunlar gümrük müdürüdür, orada çalışanlardır, üst düzey yöneticilerdir diyemiyorlar. Diyorlar ki “Sakın siz sesinizi çıkarmayın, biz böyle diyeceğiz.” Soruyorlar, şoför de diyor ki “Bunlar Kuzey Irak’tan gelen bizim misafirlerimizdir. O nedenle bunlar Türkçe de bilmiyorlar.” Şimdi değerli arkadaşlarım, arabada 155’i arıyorlar, yardım istiyorlar. 155 diyor ki “Bizi aramayın, 156 jandarmayı arayın.” Bu kez 156 jandarmayı arıyorlar, o da diyor ki “Tekrar 155’i arayın.” Sonra içlerinden birisi Silopi Kaymakamını arıyor “Biz mahsur kaldık” diyor. Sonra bunlar bir kargaşadan yararlanıp tekrar gümrük alanına dönüyorlar. Kaymakam dâhil soruyorlar “Yol açık mı, biz acaba gidebilir miyiz?” Çünkü önce yolun açık olduğu haberi veriliyor, onun üzerine bunlar yola çıkıyorlar. Ve sonra, o gece bunlar gümrük kapasında yatmak zorunda kalıyorlar kaymakam dâhil. Ben bunu anlattığımda normalde hükümetin böyle bir rezalet olur mu demesi lazımdı. Ama hiçbir şey yapmadılar. Türkiye bu noktaya boşuna gelmedi değerli arkadaşlarım. Bakın acı olanı şu: Bu ülkenin istihbarat örgütleri var. Düşünün, bir terör örgütü gelecek 17 ilçeye, şu anda bilinen 17 ilçeye silah yığacak, silah depolayacak, tüneller kazacak -öyle bir metre, iki metre tünel değil- ve siz bunların hiçbirisini görmeyeceksiniz. Değerli arkadaşlarım, ne diyorlardı daha önce. “Eğer biz tek başımıza iktidar olmazsak terör azar, ekonomi çöker” Şimdi terörün azdığını görüyoruz, ekonominin de çöktüğünü görüyoruz ve siz de tek başınıza iktidarsınız.

7 Haziran’dan bu yana 180 günde 270 şehit verdik arkadaşlar. Herkesin çok iyi anlaması için şunu ifade etmek isterim: Son altı ayda verdiğimiz şehit sayısı son on dokuz yılın en yüksek seviyesi, hiçbir yılda bu kadar fazla şehit vermedik. Bunun sorumlusu kim? Ben özellikle vatandaşlarıma seslenmek istiyorum: Bunun sorumlusu kim? Siz koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ni nasıl gelir de bir terör örgütüne muhatap edersiniz, bunun sorumlusu kim? Ben bu soruyu sormayacak mıyım? Ceza hukukunda bunun adı şu: Terör örgütüne yardım ve yataklık yapmak. Açıkça söylüyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yöneticileri terör örgütüne yataklık yapmışlardır, yardım ve yataklık yapmışlardır. Eminim diyecekler ki ‘Şimdi tekrar dava açıyoruz.’ Açmazsanız namertsiniz, açmazsanız namertsiniz. 



SÜLEYMANŞAH TÜRBESİ’Nİ KAÇIRMAK ZORUNDA KALDILAR, BU AYIP BİLE BU HÜKÜMETE YETER

Değerli arkadaşlarım, dış politikada iflas eden yani dış politikası iflas eden -yüzde yüz ama- belki de dünya siyaset tarihine girecek bir olay var, Türkiye’nin Suriye dış politikası. Bakın dünya siyaset tarihine gelecek bir olay. Ne dedilerse tam aksini yaptılar, tam aksi gerçekleşti ne dedilerse. Bakın değerli arkadaşlarım, komşularımızla sıfır sorun olacaktı, kavga etmediğimiz hiçbir komşu yok. Bakın şimdi, 180 derece zıt arkadaşlar. Şam’da Emevi Camiinde namaz kılacak. Öyle ki uçağımızı uçuramaz noktaya geldik. Bekliyorlar “Gelsin uçak, indireceğiz” diyorlar. Uçağımızı uçuramaz noktaya getirdiler. Kim getirdi arkadaşlar? “Esad’ın birkaç haftalık ömrü kaldı. İki değnekle dolaşıyor” diye söylemişlerdi. Esad gittikçe güçleniyor. “Fırat’ın batısına geçilmeyecek. Fırat’ın batısı bizim kırmızı çizgimizdir.” Fırat’ın batısına da geçildi, doğusuna da geçildi ne kırmızı çizgi kaldı ne yeşil çizgi kaldı, bunların tamamı hepsi hikâye oldu. “Kimse Türkiye’nin gücünü test etmesin.” Ya, Araplardaki kabile şeyhi bile bizim gücümüzü test etmeye kalktı, açıkça meydan okudu. Benim ağırıma gidiyor, onuruma dokunuyor benim, ama onların onuruna bile dokunmuyor, yutup kalıyor onlar da. Nasıl oluyor böyle bir şey, nasıl olur böyle bir şey?

Suriye konusunda tek müttefikimiz Suudi Arabistan ve Katar. Türkiye’nin düştüğü hâle bakın Allah aşkına. Bütün uygar dünyadan koptuk. “Efendim, yirmi dört saat içinde Şam’a ve Halep’e gideriz” diyorlardı. Biz oraya gidemedik ama 2,5 milyon Suriyeli geldi, 600 bini de yolda. İşin garip tarafı, Süleymanşah Türbesi’ni bile kaçırmak zorunda kaldılar. Bu ayıp bile bu hükümete yeter.

Sayın Davutoğlu “Gerekirse bütün Suriye’yi alırız, gerekirse bütün Suriye halkını Türkiye’ye alırız” diyordu.  Yani nasıl olsa biz bu işlerin tamamını hallediyoruz. Şimdi “600 bin kişi gelecek, biz kaygılıyız” diyor. Yeni mi uyandın Davutoğlu, günaydın demek için çok geç değil mi? Akşam günaydın denilir mi?

Değerli arkadaşlarım, önemli bir konu daha var. “Şamlılar cephesi” diye bir örgüt daha var Suriye’de. Bu örgütün özelliği Türkiye’nin de bu örgüte destek vermiş olması. Bu örgüt geçenlerde IŞİD’le oturdu ve bir sözleşme imzaladı. Şimdi merak ediyorum, IŞİD’le sözleşme imzalayan Şamlılar Cephesine hâlâ siz silah yardımı yapacak mısınız, merak ediyorum.

Değerli arkadaşlar, bu arada çok sık tartışılan bir şey var. Türkiye’nin Suriye’de savaşa girmesi, Türkiye’yi Orta Doğu’da savaşa sokmak bu ülkeye ihanettir, hele hele başka ülkelerin askerlerini Türkiye’ye getirip Türkiye üzerinden Suriye’ye göndermek o başka bir ihanettir. CHP olarak biz buna asla izin vermeyeceğiz çünkü biz ülkemizi seviyoruz, insanımızı seviyoruz, barışı istiyoruz, kardeşliği istiyoruz, birlikte yaşamayı istiyoruz, özgürlüğü ve birinci sınıf demokrasiyi istiyoruz, bu ülkede herkesin karnının doymasını istiyoruz.

Hepinize saygılar sunuyorum.


Gündem'den Öne Çıkan Haberler