18.02.2019

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ "15 TEMMUZ DEMOKRASİ ŞEHİTLERİ MEYDANI" AÇILIŞ TÖRENİNDE KONUŞTU

CHP GENEL BAŞKANI KEMAL KILIÇDAROĞLU, İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ "15 TEMMUZ DEMOKRASİ ŞEHİTLERİ MEYDANI" AÇILIŞ TÖRENİNDE KONUŞTU
(17 ŞUBAT 2019)
İzmir belediye başkanlarının tanıtımı için düzenlenen programın ardından Pasaport Vapur İskelesi'ne geçen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iskele girişinde bulunan Kantar Polis Merkezi Amirliğinde görev yapan polislerle tokalaştı, kendilerine görevlerinde başarılar dileyerek vapura bindi.


İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, CHP İl Başkanı Deniz Yücel ve CHP'nin İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Tunç Soyer ile ilçe belediye başkanları da CHP lideri Kılıçdaroğlu'na eşlik etti.
Vapurun açık hava kısmında bir süre körfezi izleyen Genel Başkan Kılıçdaroğlu, "İzmir'in güzelliği, İzmir'de yaşamanın ayrıcalığı" ifadelerini kullandı.


Bir süre vapurun kaptan köşkünde seyahat eden CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Karantina Vapur İskelesi'nde inerek, İzmir Büyükşehir Belediyesinin Konak ilçesinde yaptığı 15 Temmuz Demokrasi Şehitleri Meydanı'nın açılış törenine katıldı.

CHP lideri burada yaptığı konuşmada şunları söyledi:


Efendim hepinize merhabalar. Arkadaşımız heyecanlı bir sunuş yaptı. İki Belediye Başkanımızı dinledik. Yaptıkları çalışmaları kısaca özetlemeye çalıştılar. Öncelikle şunu ifade edeyim, dünyanın en güzel kentlerinden birisinde yani İzmir’de yaşıyorsunuz. İzmir’de yaşamanın ayrıcalığını taşıyorsunuz. Bana da bir görev verdiniz, ben de İzmir milletvekili olarak sizlerin oylarıyla bu ayrıcalığı yaşıyorum. Dolayısıyla sizlere yürekten teşekkür ediyorum.
Kentte yaşamanın ayrıcalıkları var. Sabah kalkarız kahvaltımızı yapmak isteriz, gazetelere bakarız, televizyonlara bakarız, dünyadaki gelişmeleri izleriz. Daha sonra eğer hafta sonuysa bir yerlere gitmeye, komşumuzla, arkadaşlarımızla gitmeye, oturmaya, konuşmaya ihtiyaç hissederiz ve bunun için kentlerin meydanlara, parklara, kıyılara ihtiyaçları var. Bu meydan üçüncü büyük meydandır dedi Sayın Kocaoğlu. Meydanların özelliği nedir, neden sadece kentlerde meydan olur? Çünkü bir kentin ve kentte yaşayanların enerjilerini boşaltmak için meydanlara ihtiyacı var. Meydanlarda oturur eğlenirler, meydanlarda miting yaparlar, meydanlarda halay çekerler, meydanlarda havai fişekler atarlar.
Dolayısıyla bir kenti bir araya taşıyan ana unsurlardan birisi meydanlardır. Peki, mademki meydanların böyle bir işlevi var size bir soru sormak isterim. Neden İstanbul’daki Taksim Meydanı insanlara yasak, neden toplantılara yasak, neden insanlar bir araya gelip Taksim Meydanında halay çekemiyor? Çünkü kent kültüründen yoksun olanların davranışlarıdır bu. Eğer bir meydan yapıyorsanız o meydanda insanlar olacak, o meydanlarda insanlar eğlenecek, insanlar miting yapacak, insanlar gösteri yapacak. Nasıl yapacak? Barış içinde yapacak, dostluk içinde yapacak, düşüncelerini ifade edecek. Meydanların özelliği budur.


Bu meydan adı üstünde arkadaşlarımız da söylediler, Sayın Başkanlarımız da söylediler 15 Temmuz Demokrasi Meydanı. Hangi 15 Temmuz ilk soru bu? Şu sorunun yanıtını hepimiz bilmek zorundayız. Bir 15 Temmuz değil, iki 15 Temmuz var. Bir halkın 15 Temmuz’u, iki sarayın 15 Temmuz’u. Biz halkın 15 Temmuz’una evet, sarayın 15 Temmuz’una hayır diyoruz. Aradaki farkı söyleyeceğim size. Halkın 15 Temmuz’u bu meydanın tanımlandığı şekliyle bir demokrasi şölenidir. Karşılığında bedellerin ödendiği bir demokrasi şölenidir. İnsanlar hayatlarını verdiler ne için? Demokrasi için verdiler. Ama birileri de 15 Temmuz’u “Allah’ın lütfu” sayıp 15 Temmuz’dan sonra 20 Temmuz sivil darbesini yaptılar. Biz OHAL görüşmelerinin başladığı 20 Temmuz’da OHAL görüşmelerine hayır diyen demokrasiyi savunan, demokrasi kültürü olan bir siyasal gelenekten geliyoruz. Yani Kuvayı Milliye geleneğinden geliyoruz, yani demokrasi geleneğinden geliyoruz, yani Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği gelenekten geliyoruz. O nedenle 20 Temmuz sivil darbesine hayır dedik.
Bakın, 15 Temmuz deyince iki 15 Temmuz var. Bunu sadece burada söylemiyorum, TBMM’de Genel Kurulda da söyledim, grup konuşmalarında da söyledim. İki 15 Temmuz var. Sarayın 15 Temmuz’u, halkın 15 Temmuz’u. Biz halkın 15 Temmuz’undan yana olacağız. Ne oldu? 20 Temmuz’da, 5 gün sonra 20 Temmuz’da OHAL ilan edildi, yani olağanüstü hal ilan edildi, Parlamento devre dışı bırakıldı. Olağanüstü hal ilan edildi parlamentonun yetkileri gasp edildi. Biz bunu meşru görmedik ve buna hayır oyu verdik. O nedenle bunu herkesin çok iyi bilmesini isterim. Özellikle de demokrasi aşığı olan İzmirlilerin çok iyi bilmesini isterim.
Başka? 20 Temmuz sivil darbesinden sonra, yani 15 Temmuz’dan 5 gün sonra kolektif suç oluşturuldu. Bir kişi suçluysa veya suçlu görülüyorsa veya herhangi bir şekilde yargılanacaksa onların anneleri, babaları, eşleri, çocukları tamamı suçlu görüldü. Ve dünyada örneği olmayan bir haksızlıkla yüzbinlerce kişi karşı karşıya kaldı. Ve biz buna da karşı çıktık, “kolektif suç olmaz” dedik. En son örneği, hala yaşadığımız bir örneği vereyim size, Can Dündar yurtdışındadır, eşinin hiçbir günahı yoktur ama eşi Türkiye’de hapsedilmiştir yani Türkiye’den yurtdışına eşi çıkamıyor. Niye çıkamıyor? Eşinin günahı varsa yargılayın, yoksa neden pasaport vermiyorsunuz, neden yurtdışına çıkmasını engelliyorsunuz? Kolektif suç oluşturdukları için. Dünyada örneği olmayan bir uygulama.


Ve yine bir başka önemli gerçek daha, onun da altını çizmek isterim. 20 Temmuz’dan sonra öyle bir atmosfer oluşturdular ki, hakimlerin önüne giden herkesi içeri attılar. Suçlu mu, suçsuz mu diye bakmadılar herkesi içeri attılar. Hakimler korktular acaba bizi de FETÖ’cü diye suçlarlar mı diye, atın içeri dediler ve binlerce kişi hapislerde yer aldı. Balyoz, Ergenekon olaylarını hatırlıyorsunuz; Balyoz, Ergenekon mağdurlarını hatırlıyorsunuz. O dosyalarda sahte deliller vardı. 20 Temmuz sivil darbesinden sonra sahte delile bile gerek görmediler. Dosyanın içinde delil var mı, yok mu ona bile hiç bakmadılar. Atın içeri dediler, yüzbinlerce kişi hapse atıldı.
Bakın bu dönem içerisinde değerli arkadaşlar, gazeteler kapandı, televizyonlar kapandı, dergiler kapandı, radyolar kapandı, yüzlerce gazeteci hapislere atıldı ve 2 binin üstünde gazeteci işsiz kaldı. Dolayısıyla bu gerçekleri hepinizin bilmesini isterim.
Bir başka önemli konu daha, 20 Temmuz sivil darbesinden sonra Türkiye Cumhuriyeti adına Birleşmiş Milletlere bir dilekçe verildi. Dilekçede “adil yargılamayı uygulamayacağız, tutulanlara insanca davranmayacağız” diye dönemin daimi temsilcisi Halit Çevik imzasıyla, 21 Temmuz 2016’da Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine dilekçe verildi ve uluslararası kişisel ve siyasal anlaşma askıya alındı. Bir ülke düşünün demokrasi diyoruz, bir ülke düşünün ben tutulanlara insanca davranmayacağım diye Birleşmiş Milletlere dilekçe veriliyor.
Değerli arkadaşlarım, bunları sizlere anlatmak zorundayım. Ve darbe girişiminde bulunanlar hukuk aracılığıyla yargılansınlar. 15 Temmuz’dan hemen sonra 16 Temmuz’da parlamentoda yaptığım konuşmada, Genel Kurulda yaptığım konuşmada, “hiç kimse yargıç tarafından mahkum edilmediği sürece suçlu kabul edilmez. Evrensel hukuk kuralıdır. Ama herkesi hukuk içinde, adalet içinde yargılayacaksınız. Adalet içinde yargılayacaksınız ki, bütün dünya bir darbe girişimine karşı hukukun çalıştığını öğrensin. Türkiye’de hukuk var, Türkiye’de demokrasi var diyebilsin” dedim. Bunların hiçbirisine uyulmadı. Türkiye Cumhuriyeti bir kişinin kin ve öfke nöbetlerine teslim edildi.
Başka bir şey daha, iş dünyası, sivil toplum, sendikalar hiçbirisi ama hiçbirisi konuşamaz hale geldi. Düşünebiliyor musunuz bir ülkede anayasa değişiyor üniversitelerden tık yok. Bir ülkede anayasa değişiyor sivil toplum kuruluşları konuşamıyor. Bir ülkede anayasa değişiyor sendikalar korkudan konuşamıyor. Nasıl bir demokrasi anlayışıdır bu? Bu meydanda gezen bütün arkadaşlarımın 15 Temmuz Demokrasi Meydanını geziyorum derken bütün bu olayları düşünmelerini isterim. Kendi çocuklarınıza da bütün bunları anlatmanızı isterim. Bu meydan kalıcı olacaktır, bu meydan demokrasi meydanı olacaktır. Ama bu meydanın açılışına yol açan 15 Temmuz’dan sonra yaşanan sivil darbe girişiminin Türkiye’de yol açtığı travmaları hepimizin bilmesi lazım. 169 binden fazla kişiye işlem yapıldı, 50 binden fazla kişi tutuklandı, 43 kişi intihar etti, 966 şirkete el konuldu, 45 bin kişi işten atıldı, Barış Bildirisini imzaladı diye yüzlerce akademisyen üniversitelerden atıldı. Bu tabloyu hiç kimsenin unutmasını istemem.

 
Değerli arkadaşlarım, bütün bunlar olurken demokrasiyi her yerde ve her ortamda savunmaya özen gösterdik. Bize her türlü baskılar kuruldu. Aynı baskılar bugün de devam ediyor. Buradan söylüyorum, parlamentoda da söyledim, her yerde de söylüyorum bugünkü koşullarda hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Bir daha söylüyorum, bugünkü koşullarda Türkiye’de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Biz öncü bir parti olarak, demokrasiyi savunan bir parti olarak, çağdaşlığı savunan bir parti olarak, hakkı, hukuku ve adaleti savunan bir parti olarak her türlü mücadeleyi vermeye kararlıyız.
Bakınız, Belediye Başkanımız az önce bütün ayrıntıları anlattı ve sizler de dinlediniz. Aslında o ayrıntılardan seçilen bir demet sadece. 397 yıl hapisle yargılandı, sonunda beraat etti. Bir Büyükşehir Belediye Başkanı düşünün bütün azmini ve kararlılığını bir kente vermiş. Devletin yani iktidarın bütün engellemelerine rağmen İzmir’i bir yüzük taşı gibi Akdeniz’in ortasında takdim etmiş bütün dünyaya. Ve siz bu Belediye Başkanını 397 yıl hapisle yargılıyorsunuz. Aklın ve mantığın alamayacağı bir şey. Bu meydana neden Demokrasi Meydanı diyoruz? Eğer bir Belediye Başkanı haksız, hukuksuz bir şekilde 397 yılla yargılanıp ve sonunda beraat ediyorsa bu meydan demokrasi sözcüğünü hak ediyor demektir.
Değerli arkadaşlarım, sevgili İzmirliler, öyle bir noktaya geldik ki, demokrasi ayaklarımızın altından kaydı, giderek kan kaybediyor ama Türkiye aynı zamanda bir istihbarat devletine dönüştü. Ne demek istihbarat devleti? İstihbarat devleti şu demek; herkesi fişlemek demek, herkesin telefonlarını dinlemek demek, hele rakiplerin telefonlarını mutlaka dinlemek demek ve bir kişiye sürekli rapor vermek demek ‘şu kişi şöyle konuştu, şu kişi şununla görüştü, telefonda şunu söyledi’ diye. Bugün geldiğimiz nokta budur. Kim söylüyor bunu? Ben söylemiyorum. Allah büyüktür arada bir konuşturuyor. Erdoğan söylüyor, bakın ne diyor? 20 Ocak 2019 Ordu’da söylüyor, üstelik geniş kitlelere söylüyor, “Partimizin Genel Merkezinde şu ana kadar önümüze konulan bütün adaylarda GBT denilen güvenlik soruşturmalarını gerek milli istihbarat, gerek emniyet istihbarat tepeden tırnağa hepsini inceledik.” Hani demokrasi vardı? Milli istihbaratın başka işi mi yok? Emniyet istihbaratın başka işi mi yok? Adalet ve Kalkınma Partisinin adaylarının dosyalarını inceleyip beyefendinin önüne konacak. Akılla, mantıkla bağdaşır bir yönü var mı bunun? Demokrasiyle bağdaşır bir yönü var mı bunun? Hakla, hukukla bağdaşır bir yönü var mı bunun?


Bakın sevgili İzmirliler, devlet ayrıdır, siyasi iktidar ayrıdır. Siyasi iktidar 5 yıl için devleti yönetmeye talip olur. Devlet bakidir, siyasi iktidarlar geçicidir. Ama hiçbir siyasal iktidar ben devlet olacağım demez. Ama ilk kez 20 Temmuz darbesinden sonra, 15 Temmuz hain darbe girişimi ve 20 Temmuz’da bunu fırsat bilip sivil darbe yapanlar, devlet olmak için mücadele ediyorlar ve biz devletiz diyorlar. Bütün kurumlar bir partiye çalışır, bütün kurumlar bir partiye hizmet eder diyorlar. Bu geldiğimiz nokta, hepimizin birlikte mücadele etmesi gereken noktadır değerli arkadaşlarım.
Bakın, 15 Temmuz şehitleri diyoruz değil mi değerli arkadaşlarım. Size bir örnek vereceğim. Şehitlere ne kadar saygı gösterdiklerini, 15 Temmuz şehitleri diye ortalıkta gezerken neler yaptıklarını size anlatacağım değerli arkadaşlarım. OHAL kararnameleri çıkarmaya başladıkları andan itibaren 696 sayılı bir kararname çıkardılar. Bu kararnameye göre 15 Temmuz şehitlerinin yakınlarına ve gazilere yardım yapılacak ve bunun için bir vakıf kurmaya karar verdiler ve bir kanun çıkardılar. Bunun için bir genelge yayınlandı. Genelge yayınlanma tarihini de ben size tam vereyim değerli arkadaşlarım. Binali Yıldırım imzasıyla genelge de çıktı, o genelgeye göre Türkiye genelinde 15 Temmuz şehitleri ve gazileri için yardım yapılacak. Kampanyalar açıldı, banka hesap numaraları verildi. Tarih değerli arkadaşlarım onu da söyleyeyim, 27 Aralık 2017. Şimdi 2019’dayız. Toplanan paralar ne oldu? 15 Temmuz şehitlerinin yakınları için ve gaziler için toplanan milyonlarca lira para ne oldu? Bakın ben soruyorum, ne adına soruyorum? 15 Temmuz şehitleri ve gazileri adına soruyorum, ama onlar her türlü istismarı yapıyorlar. Para nereye gitti arkadaş diye soruyorum tık yok, konuşamıyorlar. Neden biliyor musunuz? Malı götürmeye meraklılar da onun için, parayı götürmeye meraklılar da onun için. Hadi her şeyi anladım da bu kadar büyük bir istismarı anlamak mümkün değil. Genel kurulda sordum, grup toplantılarında sordum, toplanan milyonlarca para nerede, ne kadar toplandı, kime verdiniz bu paraları sordum, şu ana kadar yanıt yok.
Şimdi İzmir’de 15 Temmuz Demokrasi Meydanında soruyorum, ne yaptınız bu paraları, kime verdiniz bu paraları, nereye gitti bu paralar? Ben bunu soracağım, İzmirliler de sorsunlar. Türkiye değil sadece İzmirliler derken, soracağınız kişilerden birisi de burada kiracı olarak bulunup belediye başkan adayı olan kişi, ona da soracaksınız. Beyefendi geldin buraya belediye başkanı olacaksın, Denizli’den kalktın geldin buraya. İzmir kiracı kabul etmez, İzmir’in kültürü gerekir, İzmir’in dinamizmi gerekir, İzmir’in aklı gerekir, İzmir’in demokrasi kültürü gerekir. Bunlar varsa başımızın üstüne. Bunlar yoksa kardeşim senin ne işin var burada? Gezeceksin, ben İzmir’i yöneteceğim diyeceksin. Bir de laf aramızda kimse duymasın, sözde ekonomi bakanıymış. Ekonomiyi hangi hale getirdiğini görüyorsunuz değil mi?


Şimdi tanzim satış mağazaları açıyorlar, vatandaşlar gelecek ucuz soğan, ucuz domates alacak diye. Neyle? Parayla alacak. İstanbul’un varoşlarını düşünün, otobüs parası bulamayan yüzbinlerce kişi var. Binecek otobüse, gelecek ucuz soğan alacak tekrar otobüse binip evine gidecek. Para olsa zaten otobüse binecek bu adam. Biz ne yapıyoruz? İnsanları kuyruğa sokmuyoruz. Ne söyledi başkanımız? Alacağız, soğanı da alacağız, patatesi de alacağız, 35 bin haneye götürüp evlerinde teslim edeceğiz. Otobüs parası yok, herhangi bir para da alınmayacak, doğrudan doğruya yardım yapılacak, 35 bin haneye yapılacak neden? İzmir’de hiçbir çocuk yatağa aç girmesin diye. Bunun adı işte sosyal demokrasidir. Bunun adı işte insan sevgisidir. İstanbul’da yapıyorsun, Ankara’da yapıyorsun insanları kuyruğa diziyorsun, efendim soğan alacaklar, efendim sarımsak alacaklar, efendim biber alacaklar, efendim şunu alacaklar, bunu alacaklar. Vatandaş geçinemiyorum deyince de, kalkacak beyefendi vatandaşı suçlayacak, “Sen merminin fiyatını biliyor musun?” diyecek. Ben sorayım, beyefendi sen Hasan Tahsin’in kurşununu biliyor musun? Kurşundan bahsedeceksen Hasan Tahsin’in kurşunundan bahsedeceksin. Kuvayı Milliyecinin kurşunundan bahsedeceksin. Asıl kurşun odur, kime atıldığı da bellidir.
Geçenlerde bu beyefendi gene, malum çok acı bir olay yaşandı Kartal’da bir bina çöktü, çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetti, Allah’tan rahmet diliyoruz, yaralılara acil şifalar diliyoruz, beyefendi o çöken binada hayatını kaybedenlerin cenaze törenine katılmış konuşma yapıyor. Bir arkadaşımızın ismini veriyor, “oraya ondan başka kimse gelmedi” diyor. Daha önce söylemiştim, devleti yöneten insanın yalan söylememesi lazım. Devlet Başkanından yalancı olmaz, yalancıdan da Devlet Başkanı olmaz. Orada belediye başkanlarımız var, orada Genel Başkan Yardımcılarımız var, orada İl Başkanımız var, orada Ekrem İmamoğlu da var, ama onu görmüyor, diğerlerini görmüyor. Niye görmüyorsun kardeşim? Şu soruyu sormak isterim, sen cenazeleri 1,5 saat nasıl beklettin? Musalla taşında cenaze bekliyor 1,5 saat geç geldi oraya. Eğer sen insana saygıyı önemsiyorsan 1,5 saat geç gelmeyeceksin oraya. Eğer gerçekten orada çöken binada ölen insanların ailelerinden özür dileyeceksen, o binaya izin veren kişi Erzurum’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapıyor şu anda, onu getireceksin oraya. O çıkacak herkesten özür dileyecek, ben yaptım siz lütfen benim yaptığım bu hatayı affedin diyecek. Ama sen bütün bunları bir tarafa bırakıyorsun küçük istismarların peşinden gidiyorsun. Ne dedim? Yalancıdan devlet adamı olmaz. Yalancıdan Cumhurbaşkanı da olmaz. Cumhurbaşkanı olacak kişinin özü, sözü bir olması lazım. Eğer bunu yapmıyorsa o kişiye Cumhurbaşkanı da zaten denmez. Zaten demiyorum da ben. Demediğim için de çıldırıyor, bana neden Cumhurbaşkanı demiyorsun? Yalancıdan Cumhurbaşkanı olmaz. Meşru yollardan Cumhurbaşkanı olmayana da Cumhurbaşkanı denmez, bu kadar basit.
Efendim hepinize en içten selamlarımı, saygılarımı sunuyorum. Sakın şunu unutmayın, iki 15 Temmuz var. Halkın 15 Temmuz’u, sarayın 15 Temmuz’u. Bu meydanda gezerken halkın 15 Temmuz’unu ve 20 Temmuz sivil darbesini asla unutmayın. Demokrasiye hep birlikte sahip çıkacağız, yaşasın demokrasi, yaşasın İzmir diyeceğiz. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler