14.02.2020

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, DİSK 16. OLAĞAN GENEL KURULU’NDA KONUŞTU (14 ŞUBAT 2020)

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, "Yoksulluğu, işsizliği aşmak için değil, yoksulluğu ve işsizliği siyaseten malzeme olarak kullanan ve bir lütuf ekonomisi kurmaya çalışan bir siyasal anlayış var, bunu aşmak zorundayız." dedi.
Genel Başkan Kılıçdaroğlu, Haliç Kongre Merkezi'nde düzenlenen DİSK 16. Olağan Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada şunları söyledi:


Efendim hepinize selamlar, saygılar sunuyorum. Sayın Genel Başkanlar, DİSK’in saygıdeğer Genel Başkanı, siyasi partilerimizin temsilcileri, sivil toplum kuruluşlarının değerli yöneticileri, yurtdışından gelen ve bu kongreye destek veren çok sayıda akademisyen, sendikacı, bilim insanı var. Hepsini saygıyla selamlıyorum.
Efendim konuşmaları büyük bir dikkatle izledim. Sayın Genel Başkanın, sonra Sayın HDP Genel Başkanının, İYİ Partinin saygıdeğer Genel Başkan Yardımcının sözlerini, anlatımlarını büyük bir dikkatle dinledim.
Sorunlarımız çok. İktisatta genel bir tanım var; gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler, az gelişmiş ülkeler. Biz şimdi bir dördüncüsünü yaşıyoruz. Geriye giden ülkeler. Ekonomide gelişmekte geriye doğru giden ülkeler. Belli bir standardı yakaladık ve o standarttan geriye gidiyoruz. Elbette ki bunun çok değişik nedenleri var, bütün arkadaşlar bu değişik nedenleri bir şekliyle ifade ettiler. Hatta bazı arkadaşlar iktidarın yönetme kabiliyetini yitirdiğini söyledi. Aslında şu anda Türkiye freni patlamış bir kamyon gibi yokuş aşağı gidiyor ve hepimiz bu kamyonun içindeyiz ve hepimiz nasıl büyük bir riskle karşı karşıya olduğumuzu üç aşağı, beş yukarı biliyoruz.  
Değerli arkadaşlarım, bugünkü duruma nasıl geldik? Çok kısa anlatacağım. Bugünkü duruma gelişimizin temel nedeni siyasette insan unsurunu göz ardı edip insanın kimliğinden, inancından ve yaşam tarzından yola çıkarak bir siyaset oluşturmaya çalışmaktan oldu bunlar. Oysa insanın inancını siyasete malzeme etmemeliyiz, kimliğini malzeme etmemeliyiz, yaşam tarzını malzeme etmemeliyiz. İnsanın inancına, kimliğine ve yaşam tarzına saygı duymalıyız. Herhangi bir kişi, 82 milyondan herhangi bir kişi, bu üç nedenden ötürü ötekileştirilirse hep beraber buna isyan etmeliyiz. Dolayısıyla siyaseti insan odaklı yapmalıyız, insan merkezli yapmalıyız, onun mutluluğu için yapmalıyız. Bu yapılmadığı içindir ki ayrıştık, bu yapılmadığı içindir ki bölüştük ve inancı kullanan bir siyasal düşünce geldi ve o inanç üzerinden siyaset yaparak toplumu ayrıştırdı ve böldü. Buradan çıkmalıyız. Bunun çıkış yolu demokrasidir.
Değerli arkadaşlarım, demokrasinin bir özelliği var. Bütün insani değerler demokrasi kümesinin içindedir. Bütün ahlaki kümeler o demokrasinin içindedir. Marx, bir dönem “dünyanın bütün işçileri birleşin” diyordu. Şimdi geldiğimiz 21.yüzyılda otoriter rejimlerin de giderek güç kazandığı belli yerlerde, bölgelerde, ülkelerde giderek güç kazandığı bir ortamda yeni bir söylemle yola çıkmak zorundayız. Dünyanın bütün demokratları birleşin demeliyiz. Dünyanın bütün demokratları birleşmek zorundadır. Dünyanın bütün demokratları ortak ses çıkarmak zorundadır. Nasıl aşarız?
Değerli arkadaşlarım, dört ayaklı bir stratejiyi izlersek bütün bunların hepsini aşarız.
Birincisi şu, Türkiye’ye gerçek anlamda bir demokrasiyi getirmek zorundayız. Üçüncü sınıf bir demokrasiyi reddetmek zorundayız. Bugün AB’nin, Japonya’nın, Kanada’nın demokratik standartları neyse, uygar ülkelerin demokratik standartları neyse, aynı standartların bizim ülkemizde de olması lazım. Bizim ülkemizin insanı neden baskıcı bir yönetimi hak ediyor, böyle düşünüyoruz. Baskıcı bir yönetime karşı çıkmanın yolu demokrasiye sahip çıkmaktan geçiyor. Demokrasiye sahip çıkmalıyız. Demokrasi derken yargı bağımsızlığını kastediyorum. Demokrasi derken üniversitelerin özerkliğini kastediyorum. Demokrasi derken medya özgürlüğünü kastediyorum. Demokrasi derken kadın - erkek eşitliğini kastediyorum. Demokrasi derken güçler ayrılığı ilkesini kastediyorum. Demokrasi derken darbe hukukundan arınmış demokratik parlamenter sistemi kastediyorum. Demokrasi derken lider sultasının olmadığı bir seçim yasasını kastediyorum. Demokrasi derken herkesin hak, hukuk ve adalet ararken yargılanmadığı bir süreci kastediyorum. Demokrasiyi bunun için istiyoruz. Demokrasi. İşin ana noktası demokrasidir.
İkinci ayak; bütün sorunları aşmamızın birinci demokrasi, ikinci ayağı üreten Türkiye’dir. Türkiye’nin üretmesi lazım. Eğer siz bağımsız Türkiye diye bağırıyorsanız veya birlikte bunu seslendiriyorsak hep beraber bağımsız Türkiye’nin sadece siyasal değil ekonomik bağımsızlığı da bu işin olmazsa olmazıdır. O nedenle Mustafa Kemal, “savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılamazsa bağımsızlığınızı koruyamazsınız” diyor. Bugün Türkiye üretim sürecinden koparılan bir Türkiye’dir. Tarımda güçlü olması gereken bir Türkiye, neredeyse bütün tarım ürünlerini ithal eden bir Türkiye konumuna gelmiştir. Sanayinin pek çok alanında ham maddeyi dışarıdan almaktadır. İşsizliğin bu noktaya gelmesinin temel nedeni Türkiye’nin üretim sürecinden koparılmasıdır.
Üretim sürecinden koparılan bir Türkiye ağır bedeller ödüyor değerli arkadaşlarım. Size bu ağır bedelleri belli rakamlarla vereceğim.
·        Aylık geliri 673 liranın altında, bin değil 673 liranın altında olan kişi sayısı 8 milyon 647 bin 283 kişi. Aylık geliri 673 liranın altında olan.
·        Aylık geliri 2 bin liranın altında olan emekli sayısı 6 milyon 850 bin 513 kişi.
·        Asgari ücretin yarısı ve onun altında gelir elde edenler 2 milyon 136 bin kişi.
·        Ayda bin liranın altında dul ve yetim aylığı alanların sayısı 847 bin 643 kişi.
·        2019’un ilk 9 ayında elektrik faturalarını ödemediği için elektriği kesilen hane sayısı 3 milyon 365 bin 784 hane.
·        2019’un ilk 9 ayında borcunu ödeyemediği için doğalgazı kesilen 710 bin 364 hane var.
Değerli arkadaşlarım, üretim sürecinden koparılıyor Türkiye, işsizlik yaratılıyor, yoksulluk yaratılıyor. Yoksulluğu aşmak, işsizliği aşmak için değil, yoksulluğu ve işsizliği siyaseten malzeme olarak kullanan ve bir lütuf ekonomisi kurmaya çalışan bir siyasal anlayış var. Bunu aşmak zorundayız. Bir rakam daha vereceğim size. Bugün her bir saatte ödediğimiz faiz 2 milyar 140 bin dolar. Türkiye Cumhuriyeti devletinin her bir saatte ödediği faiz 2 milyar 140 bin dolar. Kaçımız bunun farkında, kaçımız bunu işçilere anlatıyor, kaçımız bunu işsizlere anlatıyor, kaçımız bunu yoksul hanelere anlatıyor?
Değerli arkadaşlarım, biraz da sitem edeyim, kusura bakmayın. Bu dediğim ekonomi önemli. Üreten Türkiye derken her alanda üretmek zorundayız bu önemli. Biraz da sitem edeyim. Ben sitem etme hakkına sahibim çünkü ben sizden birisiyim. Sizden birisi olduğum için size sitem etme hakkı var bende. 2008’de, Sosyal Güvenlik Yasası reform diye önünüze kondu, toplumun önüne kondu. Bazı sendikalar karşı çıktı DİSK gibi. Bazı sendikalar alkışladı. O reform neydi biliyor musunuz? Önce emekli aylıklarına, her bir emekli aylığına, 2008’den sonra emekli olanlar ve 2008’den önce emekli olanlar arasında aylık en az bin liralık fark koydular. 2008’den önce emekli olan 2008’den sonra emekli olana göre her ay en az bin lira daha düşük aylık aldı. Aylık bağlama oranını değiştirdiler. Kaç işçi bunun farkına vardı?
EYT’liler var. Niçin EYT’liler var? Şöyle bir reform yaptılar, kaç işçi bunun farkında bilmiyorum, kaç sendikacı bunun farkında onu da bilmiyorum. Kişi prim ödeme gün sayısını doldurunca işi bırakıyor, işi olduğu halde bırakıyor. Çünkü çalışsa, yaşı doldursa alacağı emekli aylığı düşecek. Siz böyle bir reform dünyada gördünüz mü? Daha fazla çalışıyor, daha fazla prim ödüyor, daha az emekli aylığı alıyor. Ama çalışmasa, işi bıraksa, yaşının dolmasını evde beklese yaşı dolduğunda daha fazla aylık alacak. Bu reform diye Türkiye’ye satıldı. Bu yasa parlamentoda görüşülürken o zaman düz bir milletvekiliydim, CHP milletvekilleri bunu protesto edip genel kurul salonunu terk ettiler. Kaç işçi bunun farkındaydı, kaç sendikacı bunun farkındaydı? Şimdi EYT’liler var sorun çözülecek.
Bakın değerli arkadaşlarım, kendi sorununuza sahip çıkarken bilgiye dayalı söylem çok önemlidir. 102 Sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Sözleşmesi var. 1974 yılında TBMM’de kabul edilen bir sözleşme. 1974, şimdi 2020. 8 sigorta dalı uygulanıyor en son işsizlik sigortası. Analık, meslek hastalığı, iş kazası, ihtiyarlık, malullük dediğimiz, emeklilik dediğimiz 8 sigorta dalı uygulanıyor. 9’uncu sigorta dalı uygulanmıyor neden? Aile sigortası… Niçin talep etmiyorsunuz ve hangi gerekçeyle talep etmiyorsunuz? Emeklilik yaşı oldu 65, 60 yaşında patron dedi ki “kusura bakma kardeşim, daha gençler var ben onları çalıştıracağım”, işinize son verdi. Hadi sigortalısınız kıdem tazminatınızı da ödedi. En fazla bir yıl işsizlik sigortasından para alacaksınız. Geriye kalan 4 yıl nasıl geçineceksiniz? Gideceksiniz iş yerine patron diyecek ki yaşlısın. Gideceksiniz devlete emekli et, daha gençsin 65’i doldurman lazım. 4 yıl nasıl geçineceksiniz? İşte orada aile sigortası devreye giriyor. Sosyal Güvenliğin Asgari Normları kişinin doğumundan ölümüne kadar hem kendisine, hem ailesine sosyal güvence sağlamak demektir. 1974 yılında Türkiye Cumhuriyeti devleti bu sözleşmeyi kabul etmiş ve gereğini yapacağım demiş. Yıl 2020 ve sendikalar bunu istemiyor, talep etmiyor. Niçin talep etmiyorsunuz, hangi gerekçeyle talep etmiyorsunuz? Yoksulluğu dile getirmek yetmez, çözümünü dile getirmek lazım. Çözümü sadece biz değil evrensel hukuk zaten bu çözümü getirmiş. Dolayısıyla bu çözümün her yerde dillendirilmesi lazım, her yerde söylenmesi lazım. O zaman üreten Türkiye ve mutlu bir toplum yaratabiliriz.
Üçüncü ayak... Bir demokrasi, iki üreten Türkiye, her alanda sanatta, kültürde her alanda üretmek zorunda Türkiye. Üçüncüsü güçlü bir sosyal devlet kuramazsanız o memlekette huzuru sağlayamazsınız. Güçlü bir sosyal devlet. Hiç kimsenin aç ve açıkta kalmadığı bir devlet. İşsizlik dolayısıyla hiç kimsenin kendisini yakmadığı bir ülke. Parlamentonun duvarının dibine gelip intihar etmek isteyen, parlamentoda çatıya çıkıp intihar etmek isteyen, kendisini yakan insanların olmadığı bir Türkiye’yi güçlü bir sosyal devlet kurarak inşa edebilirsiniz. Güçlü sosyal devletin en temel ayağı, anayasası, uluslararası norm, 102 Sayılı Sosyal Güvenliğin Asgari Normları Sözleşmesidir.
Değerli arkadaşlarım, bunları istemek zorundasınız. Taşeron işçilerin derdi vardı, çağdaş kölelik, 21.yüzyılda çağdaş kölelerimiz vardı. Onların mücadelesini verdik. Ama henüz tam anlamıyla sonuca ulaşmış değiliz. Hala on binlerle sayılan taşeron işçiler var.
Bakın toplumun unuttuğu bir kesim daha var apartman görevlileri, bizim kapıcı dediğimiz. Onların çocuklarının güneş görmeye hakkı var mı, onların çocuklarının iyi eğitim almaya hakkı var mı? O zaman onların da sorunlarına eğilmek zorundayız. Onların da sorunlarının nasıl çözülmesi gerekiyor, onları anlatmak zorundayız. Sendikacı olmak sadece işçinin sorunlarıyla ilgilenmek değil, sendikacı olmak DİSK Genel Başkanının da ifade ettiği gibi Türkiye’nin ve dünyanın sorunlarını yakından izlemek ve çözümünü de üretmek demektir. Biz kendi sorunlarımızı biliyoruz, çözümünü de biliyoruz. Güçlü bir sosyal devleti inşa etmek zorundayız.
Dördüncü önemli nokta sürdürülebilirliktir. Demokrasinizi geliştirirsiniz, üreten Türkiye’yi inşa edersiniz, her alanda üretiyorsunuz, üniversiteler bilgi üretiyor, tarlada üretiyorsunuz, fabrikada üretiyorsunuz, sinemada üretiyorsunuz, romanda, öyküde, şiirde her alanda üretiyorsunuz. Sonra hakça bölüşüyorsunuz güçlü bir devlet kuruyorsunuz. Sonra bunun sürdürülebilirliği gerekiyor. Bunlar nedir biliyor musunuz? Bunlar aynı zamanda cumhuriyetin kurucu değerleridir. Cumhuriyeti kuran insanlar iki temel ilkeden yola çıktılar. Bir, özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Bayrağımın altında özgürce Türkiye halkı olarak yaşayacağım. İki, savaş meydanlarında kazanılan zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılamazsa bu özgürlük ve bağımsızlığımı koruyamam diyor, elimden alırlar diyor. Bugün eğer Türkiye dış politikada egemen güçlerin taşeronluğuna soyunuyorsa, bilin ki o ülkede sorun vardır. Temel bir sorun vardır. Ekonomide sorun var demektir, demokraside sorun var demektir. Siyaseten ülkeyi yönetenlerin egemen güçlere verecekleri hesap var demektir. Bunların hepsini bir şekliyle değerlendirmek zorundayız değerli arkadaşlarım.
İşin özeti, sürdürülebilirlik aynı zamanda devlette liyakat demektir. Ahlaklı insanlar devleti yönetirler, işi bilenler devleti yönetirler. Eğer siz bu ülkede ayakkabı kutusunda rüşvet alan insanı Türkiye Cumhuriyeti devletini temsil etmek üzere bir başka ülkeye büyükelçi olarak gönderiyorsanız orada sorun var demektir.
Bugün en sıcak gündemimiz işsizliktir. İşsizlik de bütün kötülüklerin anasıdır. Ve bunu aşmak için de birlikte mücadele etmek zorundayız. Demokrasiyi inşa edeceğiz, Türkiye hep birlikte üretecek, güçlü bir sosyal devleti kuracağız ve bunun sürdürülebilirliği için de dünyadaki bütün gelişmeleri, bilim dahil bütün gelişmeleri yakından izleyeceğiz.
Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum. Sayın Başkan, kongrenizin hayırlı olmasını da diliyorum. Ben bu kongreye katılan, düşüncelerini ifade edecek olan bütün değerli sendikacı arkadaşlarıma, bilim insanlarına, sivil toplum örgütlerinin saygıdeğer yöneticilerine de ayrıca başarılar diliyorum.
Sağ olun, var olun diyorum. 

Gündem'den Öne Çıkan Haberler