09.12.2019

CHP LİDERİ KILIÇDAROĞLU, TBMM GENEL KURULU’NDA 2020 YILI BÜTÇE KANUNU TEKLİFİ ÜZERİNE KONUŞTU (9 ARALIK 2019)

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun, TBMM Genel Kurulunda, 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'nin görüşmelerinde yaptığı konuşma şöyle: Teşekkür ederim Sayın Başkan, değerli milletvekilleri. Değerli arkadaşlarım, aslında, oturup Parlamento olarak bir hesaplaşmamız gerekiyor. Neyi doğru, neyi yanlış yapıyoruz? Parlamento nedir, işlevi nedir, yetkisi nedir ve biz bu yetkileri başkasına devredelim mi, devretmeyelim mi? Demokrasi nedir, hukuk nedir, hukukun üstünlüğü nedir, adalet nedir? Bazen kısır tartışmalar içinde doğruları yeteri kadar yansıtamıyoruz birbirimize. Oysa hepimiz insanız ve hepimizde bir vicdan var, hiç kimse bir çocuğun açlıktan ölmesini istemez, hiç kimse yoksulluğu istemez, hiç kimse fakirliği istemez; herkes ister ki her evde mutluluk olsun. Aslında bu, Parlamentoyu oluşturan bütün milletvekillerinin ortak hedefi olmak zorundadır, böyledir de. Ama bazen irademizi, özgür irademizi kullanamaz noktaya geliyoruz. Kullanamadığımız için de baskılar ve etkiler altında kalarak maalesef, Parlamentonun olması gereken yetkilerini başka yerlere deklare ediyoruz. Değerli arkadaşlarım, demokrasinin çıkışı aslında çok basit bir soruyla başlıyor: Egemenlik yetkisini kim kullanacak? Kral mı kullanacak, padişah mı kullanacak, bir aile mi kullanacak, herhangi bir kişi mi kullanacak yoksa egemenlik yetkisi millete mi aittir? Demokrasi, uzun kavgalardan ve ağır bedeller ödendikten sonra "Egemenlik, kayıtsız şartız milletindir." diye ortaya çıkmış. Biz de öyle yapmışız zaten, Parlamentoya yazmışız buraya "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir." 1921 Anayasası'nda, diğer anayasalarda, darbe anayasalarında ve son Anayasa'da da "Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir." der. Peki, millet adına bu egemenliği kim, nasıl kullanacak? Bir kişi mi kullanacak millet adına yoksa birbirini dengeleyen güçler mi kullanacak bunu? Bunu da bütün çağdaş demokrasilerde -rejim ne olursa olsun hepsinde- bilinen bir karar vardır, bir kural vardır. Yetki, millet adına birbirini denetleyen üç organa verilmiştir; yasama, yargı, yürütme. Yasamanın görevi kanun yapmaktır. Yürütme organının görevi bizim yaptığımız kanunların amacına uygun olarak uygulamaya konulup konulmadığını denetlemektir. Peki yargı organı? Yargı organı da yürütmeyi ve bizi denetler. Dolayısıyla bir güçler dengesi oluşur, dolayısıyla yetki bir kişi de temerküz etmez. Yetkinin bir kişide temerküz etmesi otoriterleşmeyi getirir, ta Montesquieu'den bu yana söylenen sözdür. Hangi anayasa hukuku kitabını açarsanız açın bu gerçeği orada görürsünüz. Bizde de bu yetki, egemenlik hakkının kullanılmasıyla ilgili 6'ncı madde Anayasa'da gayet açık "Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz." diyor. Doğru mu? Doğru. Olması mı gerekiyor? Evet, olması gerekiyor. Değerli arkadaşlarım, önce ufak bir konudan başlayayım. Denetim yetkisini, Parlamentonun yetkilerinden birini yürütme organına veriyoruz ve yürütme organının bizim çıkardığımız yasalara uygun olarak görev yapıp yapmadığını denetlemek durumundayız ve denetleyeceğiz. Nasıl denetliyoruz? Anayasa'dan yine bir madde okuyayım değerli arkadaşlarım. Anayasa'nın 98'inci maddesi yazılı soru, bunların en basit olanı odur. Milletvekilleri, yürütme organından bilgi almak için veya yürütme organının kendisine doğru bilgiyi aktarması için yazılı soru önergesi verir. Sözlüler kalktı, artık bu kürsüye bakanlar gelmediği için sözlü soru yok, bir yetkimizi daha verdik. Yazılı soru önergesi veriyoruz. Anayasa'ya göre yazılı soru önergelerine yürütme organı en geç on beş gün içinde cevap vermek zorundadır. Ben demiyorum, Anayasa diyor yani millet diyor, milletin iradesi diyor. Milletvekili sana bir soruyu soruyorsa on beş gün içinde cevap vereceksin. Değerli arkadaşlarım, 26'ncı Dönemde süresi içinde cevap verilen önerge oranı yüzde 10,99 yani, yüzde 90'ınına süresi içinde cevap verilmemiş. 27'nci Dönemde ise süresi içinde cevap verilen soru önergesinin oranı yüzde 8,19. Yani yürütme organı diyor ki: "Ey Parlamento, ey milletvekilleri; kusura bakmayın, ben sizi takmam, sizin sorularınıza cevap bile vermem." Şimdi, ben sizin vicdanınıza sesleniyorum: Bu Anayasa'yı sizler kabul etmediniz mi? Bu Anayasa'yı bizler kabul etmedik mi? Bu Anayasa'ya göre on beş gün içinde yürütme organının cevap vermesi gerekmiyor mu? Niye cevap verilmiyor? Niçin verilmiyor? O zaman milletvekili olarak sizin ne kıymetiniz var? Yürütme organı tarafından bir sorunuza bile cevap verilmiyorsa, bana söyler misiniz Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarı ne oluyor? Buna ben de itiraz etmeliyim, her partiden milletvekilleri de itiraz etmeli. "Böyle bir rezalet olmamalı." diyebilmeli. Doğrudur, ben şunu kabul ederim, on beş gün içinde cevap verilemeyebilir -bazı sorular olur ki on beş gün içinde cevap verilemeyebilir- ama o zaman ilgili organ, yani ilgili bakanlık, Türkiye Büyük Millet Meclisine bir yazı yazıyor, diyor ki: "Süresi içinde cevap veremiyoruz çünkü bu bilgileri toparlamamız lazım, bize biraz süre verin." Süre verilir, ondan sonra gelir, bunlar gelmiyor arkadaşlar. Başka bir önemli konu: Değerli arkadaşlarım "bütçe" dediğimiz olay ciddi bir olaydır. Yani Parlamento, bütçe hakkını kullanarak yürütme organına diyor ki: "Sen şu kadar vergi toplayacaksın, şu kadar da harcama yapacaksın, senin sınırlarını bütçe kanunuyla çiziyorum." Niçin? Anayasa o yetkiyi Parlamentoya vermiş. Vergi koyma yetkisi Parlamentonundur çünkü vergi Anayasa'ya göre kanunla konulur, kanunla kaldırılır. Madem öyle, para alacaklar, borçlanma da yapabilirler. Borçlanmanın sınırını da Parlamento belirliyor, ne kadar borçlanma yapacaksın. "Öyle ilanihaye, kafanın estiği gibi, bir yürütme organı borçlanamaz." diyor, onu da çiziyor. Paranın nerelere harcandığını gelip burada bize anlatıyorlar: "Şuralara, şuralara, şuralara şu kadar para harcayacağız." Bizler de elimizi vicdanımıza koyup diyoruz ki "Evet, parayı oraya harcıyorsa bu Anayasa'ya 'evet' diyeyim; diyorsunuz veya diyoruz. Eğer buna uymuyorlarsa o zaman Parlamento, buraya geldiği zaman tekrar denetim hakkını kullanır. Neyle? Bütçeyle değil, kesin hesap kanunuyla. Çünkü bütçeyle yetkiyi verdik, paranın nerelere, ne kadar harcandığını kesin hesap kanunu gösteriyor bize ama şanssızlığımız şu: Bu Parlamento, bundan önceki parlamentolar da bütçeyi tartışırlar, kesin hesap kanununu tartışmazlar. Oysa asıl tartışılması gereken kesin hesap kanunudur. "Benim verdiğim yetkiyi yürütme organı ne kadar kullandı acaba; yerinde mi kullandı, doğru mu kullandı, yanlış mı kullandı?" Kesin hesap kanununu bir tarafa atıyoruz, bir yıl sonra, nelerin yapılacağını oturup uzun uzun tartışıyoruz. Başka bir önemli konu var: Parlamentoya bugüne kadar, son düzenlemelere kadar, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelip bütçeyi sunan kişi seçilmiş bir kişidir, arkasında millî irade vardır. Millî irade ancak der ki: "Bu kürsüye çıkarsın, sen konuşursun." Neden? Seçilmişlere, millî iradenin en önemli unsuruna cevap verecek. Buraya gelip bütçeyi sunan kişi bir devlet memuru, seçilmiş değil, arkasında bir irade yok. Sizin vicdanınız bunu kabul ediyor mu değerli arkadaşlarım? Bir devlet memurunun bu kürsüye gelip size 2020 bütçesini anlatmasını, 2018 Kesin Hesap Kanunu Teklifi'ni anlatmasını, sizden oy istemesini siz vicdanınıza sığdırıyor musunuz? E, hani biz demokrasi diyorduk? Hani millî irade diyorduk? Hani milletin iradesi diyorduk? Normalde, buraya Sayın Cumhurbaşkanının gelmesi lazım; kendi bütçesi, gelip bütçeyi sunması lazım. Bütçeyi bir devlet memuru sunuyor ama Sayın Erdoğan dışarıda, başka bir toplantıda konuşmalar yapıyor. Ne demektir? "Benim Parlamentoda kurşun askerlerim var. Ben ne dersem onlar ellerini kaldırırlar, ellerini indirirler dolayısıyla benim Meclise gitmeye yetkim bile var ama ben gitmek bile istemiyorum. Niye gideceğim, orada duracağım saatlerce." Bunu söylüyor. Kime? Bu Parlamentoya söylüyor. Sizler vicdan sahibiyseniz buna "Dur!" demeniz lazım. Bu bütçe kimin bütçesi? 82 milyonun bütçesi. 82 milyona hizmet götüreceksiniz, 82 milyondan vergi toplayacaksınız ama bu bütçeyi buraya gelip bir devlet memuru sunacak; olmaz. Bu kürsüye, tarihinde, devlet memurları gelip bütçe sunmamışlardır. Ne diyoruz? Gazi Meclis diyoruz. Neden Gazi Meclis? Millî Kurtuluş Savaşı'nı yöneten Meclistir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e bile başkomutanlık yetkisini üç ay süreyle vermiştir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk gelip bu Meclis kürsüsünden savaşı kazandıktan sonra bir konuşma yapar, değerli arkadaşlarım. Ne der biliyor musunuz? 4 Ekim 1922'de "Arkadaşlar, kalbimde derin bir hasret doğuran ayrılıktan sonra, tekrar size kavuştuğumdan dolayı pek mesudum. Cenab-ı Hakk'a hamdeylerim ki ordularımızın silahlarına emanet ettiğimiz aziz ve mübarek maksat, arzu ettiğiniz veçhile emniyet ve itimadınızın mahalline masruf olduğunu gösteren mesut bir neticeye ulaştı. En karanlık ve en bedbaht günlerimizde Meclisimizin sarp ve yalçın bir kaya gibi azim ve imanı bu parlak gelişmeye erişmek için lazım gelen imkânı daima saklı tuttu. Milletin yazgısını doğrudan doğruya üstlenerek ümitsizlik yerine ümit, perişanlık yerine düzen, tereddüt yerine azim ve iman koyan ve yokluktan koskoca bir varlık çıkaran Meclisimizin civanmert ve kahraman ordularının başında bir asker sadakat ve itaatiyle emirlerinizi yerine getirmiş olduğumdan dolayı memnuniyet içindeyim." Parlamentoya dönüp "Büyük bir sadakatle bana yetkiyi verdiniz, sizin emirlerinizi ben yerine getirdim" diyor. Meclisi nasıl yüceltiyor? Şimdi, aradan o kadar süre geçti, bu Gazi Meclise gelip bütçeyi sunacak bir seçilmiş kişi yok. Hani demokrasi vardı? Nerede bu demokrasi? Nerede bu milletin iradesine saygı? Değerli arkadaşlarım, başka bir şey daha var, atanmışların vesayeti olmaz diyoruz. Hep şikâyet ettik atanmışların vesayetinden, en çok şikayeti de AK PARTİ Grubu yaptı. Vesayet... Bu Parlamentonun üzerinde hiçbir vesayeti hiçbirimizin kabul etmesi mümkün değildir. Aramızda görüş farklılıkları olabilir, tartışmalar olabilir, farklı olayları, sorunları çözmede farklı çözümler üretebiliriz ama bu Parlamento üzerinde vesayeti asla kabul edemeyiz. Bugün burada bir devlet memurunun sunduğu bütçeyle yürütme organın vesayeti Parlamentonun üzerine düşmüştür. Bu, doğru değildir arkadaşlar. Gelir buraya seçilmiş birisi kahramanlar gibi oturur, kendi bütçesini savunur, nasıl getireceğini söyler. Bir başka konu, değerli arkadaşlarım, bu da çok önemli: Rejimi değiştirdik; ister "sistem" deyin ister "rejim" deyin fark etmiyor yani, değişti. Eskiden ne olurdu? Cumhurbaşkanı yurt dışına gittiğinde, onu yine seçilmiş bir kişi temsil ederdi. Kim? Türkiye Büyük Millet Meclisi. Türkiye Büyük Millet Meclisi kimdir? Milletin oyuyla seçilen, Parlamentonun da iradesiyle o makama oturan kişi demektir. Ama şimdi, Cumhurbaşkanı bir yere gittiği zaman kim temsil ediyor? Bir devlet memuru. Hani irade? Hani millî irade? Hani millete saygı? Nerede bu peki? Bu da doğru değil. Bizim Başkanımız yani Parlamentonun Başkanı millî iradeyle seçilmiş kişidir. Cumhurbaşkanı bir yere gittiğinde onu, o makamı -en azından dönünceye kadar- temsil etmesi, onun işlerini yürütmesi kadar doğal bir şey olamaz ama bunlar olmuyor; dolayısıyla, bizler bu konuda da duyarlılığımızı korumak zorundayız. Değerli arkadaşlarım, bütçe geldi ve bütçenin denetimi... Yani "bütçenin denetimi" derken; 2018, kesin hesabın sonuçları; 2020, önümüzdeki yıl öngörülen hedefler, bütçeyle öngörülen hedefler... Burada ne kadar vergi toplanacak, ne kadar harcama yapılacak, bunların hepsi belli. Az önce ifade ettim: Parlamento, bu yetkiyi yürütme organına verirken anayasal ve yasal sınırları dikkate alıyor. Kesin hesap ve bütçe kanunuyla ilgili Anayasa'nın bir maddesi var, 161'inci madde; şöyle diyor: "Merkezî yönetim bütçesiyle verilen ödenek, harcanabilecek tutarın sınırını gösterir. Harcanabilecek tutarın Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle aşılabileceğine dair bütçe kanununa hüküm konulamaz. Niçin? Cumhurbaşkanının yetkisini de sınırlıyor Anayasa, diyor ki: "Evet, sana para veriyorum, bunu harcayacaksın ama keyfekeder borçlanma, keyfekeder ödemeler yapamazsın." Kim? Anayasa diyor. Bir de 5018 sayılı Kanun var. Bu mali sistemin anayasası olarak tanımlanır. Bütün maliyeciler, devleti yönetenlerin tamamı, devleti yönetirken mali işlerle ilgilenen her bürokrat, 5018 sayılı Kanun'u bilir. Orada ödeneklerin kullanılmasıyla ilgili bir madde var, 20'nci madde: "Kamu idareleri, bütçelerinde yer alan ödeneklerin üzerinde harcama yapamaz." diyor. Yani "Parlamento ne kadar yetki vermişse Maliye, Adalet, İçişleri, Sağlık Bakanlığına o kadar ödenek kullanabilirsin, ödenek üzerinde harcama yapamazsın." diyor. 70'inci maddede ilgili bürokrata diyor ki: "Eğer ödenek üzeri harcama yaparsan, şu cezaları sana veririm." Değerli arkadaşlarım, Anayasa, sınırı getiriyor, 5018 sayılı Kanun, Anayasa'ya uygun olarak düzenleme yapıyor, bir bürokrat o düzenlemeye aykırı hareket ederse ona da ceza öngörüyor. Kim yaptı bunları? Bizler yaptık yani yasama organı... Peki değerli arkadaşlarım, 2018 yılı Sayıştay... Sayıştay denen kurum nedir? Sayıştay denen kurum, Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlıdır, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına bütçe harcamalarını denetler; yani "Bizim verdiğimiz yetkiyi acaba yürütme organı doğru kullanıyor mu kullanmıyor mu?" diye rapor yazar. Nereye? Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına yazar. O nedenle Sayıştay, dünya Sayıştaylarıyla beraber ortak hareket etmek zorundadır, aynı yol ve yöntemi izlemek zorundadır. 2018 bütçesiyle ilgili kesin hesap kanunu dolayısıyla Sayıştayın saptadığı bir olay... Şöyle diyor: "2018 yılı merkezî yönetim hükûmet bütçesiyle ilgili olarak 63 milyar 295 milyon 717 bin 486 lira ödeneküstü harcama tespit edilmiş ve bu harcamaların onaylanması hususu yüce Meclisin takdirine sunulmuştur. Ne demek? Değerli arkadaşlarım, az önce ne dedik? Anayasa sınır getiriyor, "Ödeneküstü harcama yapamazsın." diyor. 5018 sayılı Yasa yine aynı sınırı getiriyor, "Ödeneküstü harcama yapılırsa cezalandırırım." diyor. Ne kadar harcamışlar? Milletin iradesinin dışında, Parlamentonun iradesinin dışında kaç lira harcamışlar? 63 milyar -eski parayla 63 katrilyon- 295 milyon 717 bin 486 lira. Ne demek bu? "Ne demek Millet Meclisi? Kim oluyor bu Millet Meclisi? Ben istediğim gibi para harcarım, kimse de bana hesap soramaz." Bunu söylüyor. Şimdi, ben sizlerin vicdanına sesleniyorum. Akşam eve gideceksiniz. "Bu para nereye harcanıyor?" diye kendi vicdanınıza sormayacak mısınız? Toplanan para, fakir fukaranın parasıdır, tüyü bitmemiş yetimin parasıdır. Bu para nereye harcandı? Neden Parlamentonun iradesi çöp sepetine atıldı? Neden 63 milyar lira harcandı? Sayıştay diyor ki: "Ben ceza veremiyorum yürütme organına. Takdir Meclisindir, Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Ben saptadım ödeneküstü harcamayı, takdiri size bırakıyorum." Eğer yol verirseniz -ki ben inanıyorum, bundan en ufak bir tereddüt duymuyorum, hepiniz yol vereceksiniz, elinizi kaldıracaksınız- ama ben sizden sadece bir şey istiyorum: Evinize gidip başınızı yastığa koyduğunuzda bu ülkede milyonlarca fakir fukara var, onları düşünün sadece, bir vicdan muhasebesi yapın. Sadece bu değil, olur ya bir olay olur, bütçenin dışında bir ek ihtiyaç olabilir, borçlanma olabilir bu, onu da kanun öngörüyor. Yüzde 2'yi aşmayacak şekilde ödeneküstü harcama yapabilir, yüzde 2'i aşmayacak şekilde. Kaç aşıldı? Yüzde 7,21. Şimdi, yürütme organına soracağız ama hepsi devlet memuru ne soracağım ben onlara? Ne soracağız buna? (CHP sıralarından alkışlar) Seçilmiş de mi gelmiş; gelmemiş ki! Ben millet adına sorayım: Ne soracağım ben? Size söylüyorum be, sizin vicdanınıza sesleniyorum. Yasaya aykırı, Anayasa'ya aykırı yüzde 7,21 ödenek artışı var. Ee, siz bunlara ses çıkarmayacak mısınız, demeyecek misiniz "Ya arkadaş, biz burada bu kanunu yaparken oturup tartıştık, günlerce Plan ve Bütçe Komisyonunda tartıştık. Ne oluyor bize? Nasıl oluyor da bizim irademizi yok sayıyor yürütme organı?" Sizin buna itiraz etmeniz lazım. Değerli arkadaşlarım, bir başka garabete daha değinmek istiyorum. Madem samimi bir konuşma yapacağız, evet, madem bu Parlamentonun, Gazi Meclisin saygınlığını koruyacağız bir şey daha yapmamız lazım. Kanun için dediler ki: "Anayasa'yı değiştirdik, yürütme organı artık kanun tasarısı getirmeyecek, kanunu milletvekilleri hazırlayacak." Hangi rejim olursa olsun dünyanın hiçbir ülkesinde milletvekilleri kanun hazırlamaz arkadaşlar; liyakatli devlette, liyakati esas alan devlette kanun taslağını bürokratlar hazırlar. Nasıl hazırlar? Taslakla ilgili talimat siyasi otoriteden gider, der ki: "Bana şu konuda bir kanun taslağı hazırlayın." Bürokrat ne yapar? O hedefi alır; sadece Maliye ise Maliye, Maliye değil Adalet Bakanlığı, onunla değil Sağlık Bakanlığı, onunla değil başka bir planlama örgütü; bütün bunlar, bürokratlar oturur konuşur bir taslak hazırlarlar. Taslağı ilgili bakana sunarlar, bakan bakar, daha tepeye gider, kendisini atayan makama gider der ki: "Bu, bizim partinin öngördüğü amaca uygun bir düzenleme midir?" Oturulur konuşulur, o düzenleme ise bu, Parlamentoya gelir. Neden böyle bir uygulama vardır? Nedeni şu değerli arkadaşlarım: Yasama organı günlük, sıcak sorunlarla ilgilenmez, biz kanun yapacağız. Nerede yürüyüş oldu, nerede çocuklar aç, nerede gelir dağılımı bozuk vesaire biz bunun hesabını sorarız, tartışırız ama bunun önlemini yasama organı almaz. Yasama organı kanun yapar, bizim yaptığımız kanuna uyup uymadıklarını da denetlemek bu yürütme organının görevidir. Dolayısıyla yürütme organı kanunun taslağını hazırlar ve bize getirir ve bizler oturur, onu tartışırız. Değerli arkadaşlar, bakın, geçen hafta 98 maddelik kanun meclisten geçti. Kaç kanunu ilgilendiriyor? 29 kanun, 1 kanun hükmünde kararnameyi ilgilendiriyor. Adım gibi biliyorum, 29 kanunu Parlamentoda bilen bir tek milletvekili bile yoktur; olmaması da gayet doğaldır arkadaşlar, ben de bilmem. Neden bilmem? 29 kanunun birbiriyle bağlantısını kurmak için devlette bu işi bilen, ömrünü bu işe vermiş insanlarla benim oturup konuşmam lâzım. Yoksa Parlamento bunu yapamaz değil. Parlamentoya yasa taslağı gelir, oturur, bunu tartışır. 29 kanun... E, biz Anayasa'yı nasıl yaptık? Buyurun, hep beraber ceza kanunu yazalım, bakalım nasıl yazacağız? Değerli arkadaşlarım, ister Japonya'ya gidin, ister Papua Yeni Gine'ye, ister Amerika'ya, Kanada'ya, ister Rusya'ya gidin; devlette liyakatin varlık nedeni siyasi iktidarın verdiği hedef doğrultusunda bürokrasinin yönlendirilmesidir. Bürokrasi, ona uygun kanun taslakları hazırlar, getirir ve sunar. Ha, onu siyasi irade beğenir veya beğenmez, oranını beğenir veya beğenmez; o, siyasi iradenin takdiridir. Ama kanun yazma tekniği diye bir teknik vardır. Yıllarını bu işe veren eski bir bürokrat olarak ifade ediyorum bunu. Biz de her şeyi bilmeyiz, ben Ceza Kanunu'nu bilmem, Vergi Kanunu'nu bilirim ama Vergi Kanunu'nun vergi usulleriyle, Gelir Vergisi Kanunu'nun kurumlar vergisiyle bağlantısını bürokratlar bilir arkadaşlar. Bir düzenleme yaparsınız, o düzenlemenin başka yasalardaki yansımaları nedir, ilgili bürokrata sormak zorundasınız. Peki, milletvekili yürütme organı mı bütün bunları yapsın? Hayır, yasama organıdır. Dolayısıyla, Parlamentonun itibarını korumamız lâzım. Bakınız, kanun geliyor buraya, arkadaşlarıma soruyorum. Milletvekili arkadaşlarım kanunlarını savunacaklar, imza atmışlar, sözde bunu yapıyoruz ama bir rol çalıyoruz yürütme organından, biz bunu yaptık diye. Biz bunu yapmıyoruz. Gene orada hazırlanıyor, gene oradan size geliyor, biz bunu bilmiyor muyuz, biliyoruz; siz altına imza atıyorsunuz, "Biz verdik." diyorsunuz. Yahu hazırlayan zaten orası. Onlar hazırlamak zorundadır çünkü sorunla bizzat doğrudan doğruya karşılaşanlar onlar, biz değiliz. Onlar sorunla karşılaşıyorlar ve sorunun çözümüyle ilgili yasal düzenlemeyi, ön düzenlemeyi yapıp size geliyorlar ve bakan bu kürsüye çıkıp diyor ki: "Şu sorunu çözmek için şu düzenlemeyi yaptık." Arkasında da bürokratlar var, Plan ve Bütçe Komisyonunda görüyorsunuz, bürokratlardan bakanlara sürekli notlar gelir. Niçin? Bakan da her şeyi bilemez arkadaşlar. Bir insan "Ben her şeyi biliyorum." diyorsa bilin ki o hiçbir şey bilmiyordur. Değerli arkadaşlarım, başka bir şey daha ifade edeyim, Anayasa'nın 104'üncü maddesi şöyle diyor: "Cumhurbaşkanı Devletin başıdır." Doğrudur, adı üstünde Cumhurbaşkanı, cumhuru temsil ediyor ve devam ediyor: "Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder." Bu, doğru mu? Doğrudur. Peki, değerli arkadaşlarım, bu tanıma uygun olarak yemin metni de var, 103'üncü madde, yemin metni ne diyor: "Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim." Değerli arkadaşlar, birbirimizi kandırmayalım, Cumhurbaşkanı eğer milletin Cumhurbaşkanı olacaksa tarafsız olması lazım, partili Cumhurbaşkanı olmaz. Ha şunu diyebilirsiniz: "AK PARTİ'nin Genel Başkanı." Cumhurbaşkanı sıfatını kaldırırsınız, o, onu kullanmaz; hiçbir sorun yok, AK PARTİ'nin Genel Başkanı. Yetki de verdiniz, tamam. Ama "Ben cumhurun Başkanıyım." diyorsa tarafsız olması lazım. Neden Cumhurbaşkanı tarafsız olmak zorundadır? Şunun için değerli arkadaşlarım: Cumhurbaşkanı devletin sigortasıdır, tarafsızdır. Tarafsızlık demek, o, bir siyasi tarafa ya da partiye eğilimli olmayacak anlamına gelmiyor, elbette o da sandığa gidecek, elbette o da oy kullanacak. Biz salt yüzde yüz bir tarafsızlık beklemiyoruz, onun da siyasi görüşü vardır, biz buna hep saygı duyarız. Ama sonuçta, Cumhurbaşkanı tarafsızlık üzerine yemin ediyorsa bir siyasi partinin genel başkanlığını yapamaz arkadaşlar. Bir siyasi partinin genel başkanlığını yapıyorsa ettiği yemine ters düşüyor demektir, Anayasa'yı uygulamıyor demektir. Başka? Cumhurbaşkanı olabilmesi için bütün vatandaşlarına eşit davranması lazım, bütün siyasi partilere eşit davranması lazım. Kullanacağı dil açısından kucaklayıcı bir dil olması lazım, kapsayıcı bir dil olması lazım. Herkesi kucaklaması lazım, sevmese bile sıcak mesajlar vermesi lazım, adı Cumhurbaşkanı. Sabah, öğle, akşam bakıyorsunuz, bir öfke, bir kin, bir saldırganlık; bu olmaz, bu yanlıştır. Böyle bir uygulama hiç olmadı, olmamalıdır da zaten. Neden Cumhurbaşkanlığına tarafsızlık unvanı veriliyor? Çünkü Cumhurbaşkanı hâkim tayin edecek. Bir partinin genel başkanı hâkim tayin edemez arkadaşlar. Bir partinin genel başkanı hâkim tayin ediyorsa o hâkime hepimiz farklı gözlüklerle bakarız. Şimdi, Anayasa Mahkemesine, diğer yerlere hâkim tayin ediyor. Kim? AK PARTİ'nin Genel Başkanı hâkim tayin ediyor. Doğru değil. Tarafsızlık, eyvallah; oturursunuz yerinize, eyvallah. Ama bir partinin genel başkanı olarak hâkim tayin ederseniz, olmaz. Benim tayin ettiğim bir hâkimi düşünün, sizin de o mahkemede yargılandığınızı düşünün. Hadi bana inanmıyorsunuz, siz demez misiniz "Ya, bunu CHP'nin Genel Başkanı atadı, bu kesinlikle bizim aleyhimize karar verecek." Der mi? Dersiniz. Böyle düşünmek doğal mıdır? Evet, böyle düşünmek doğaldır. Çünkü bir siyasi partinin genel başkanı hâkim tayin edemez, hâkim tayin ederse kuvvetler ayrılığı ilkesi olmaz. Bir yerde olur kuvvet. Türkiye Cumhuriyeti'nin şan ve şerefini korumak... Sizin ağırınıza gitti mi, gitmedi mi bilmiyorum ama bir vatandaş olarak benim ağırıma gitti. Trump'ın yazdığı mektup asla kabul edilemez, asla kabul edilemez. Bu millete hakaret etmeye kimsenin hakkı hukuku ve yetkisi yoktur. O mektup geldiği gün ya büyükelçinin eline verilip gönderilecekti veya Washington'dan Türkiye Cumhuriyeti'nin büyükelçisi davet edilip "Al kardeşim bu mektubu, götür, aynı yollarla iade et." diyecekti. Ne demek ya "Cebime koyacağım, götürüp orada iade edeceğim!" Ve bir şey söylemeyeceksiniz. Hani şan ve şerefini koruyacaktın Türkiye Cumhuriyeti'nin, Türk milletinin şan ve şerefi korunacaktı? Bu, benim ağırıma gidiyor. Sizin de vicdanınıza sesleniyorum: Sizin de ağırınıza gitmesi lazım. Bunlar doğru değildir, bu tür şeylere Parlamento olarak hepimizin karşı çıkması lazım. Biz kendi aramızda kavga edebiliriz; bizim bayrağımız bir, vatanımız bir. Farklı siyasi görüşümüz olabilir; kimliklerimiz, inançlarımız farklı olabilir ama biz bu vatanda yaşıyoruz. Bizim vatanımıza bir başka kişinin farklı bakmasını asla kabul edemeyiz. Beni üzen nokta ne biliyor musunuz? Tek bir cümlenin dahi çıkmamış olması. Bu, benim ağırıma gidiyor. En ağır ve en sert cümlelerle eleştirilmesi gerekirdi. Değerli arkadaşlarım, hâkimlerden söz ettik; yasama, yargı ve yürütme; yasama organı -malum- ve yargı organı. Anayasa'da hüküm var: "Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar." diyor, evet, bağımsızdır. "Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler." Doğrudur ve devam ediyor: "Hiçbir organ -hiçbir organ- makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz." Bu kadar açık, Anayasa bu kadar açık. Peki, arkadaşlar, rejim değiştikten sonra yargı büyük yara aldı, çok büyük yaralar aldı. Diyeceksiniz ki: Nasıl bir yara aldı? Yine, Türkiye'de kamuoyunun çok tartıştığı bir konu, Rahip Brunson'dan söz ediyorum. Sayın Erdoğan çıktı bir konuşma yaptı, AK PARTİ'lilerin olduğu bir toplantıda dedi ki: "Bu can bu bedende olduğu sürece o teröristi alamaz." Bu sözü kullandıktan sonra salon alkıştan yıkılıyordu arkadaşlar, bütün AK PARTİ'liler alkışlıyorlardı, salon alkıştan yıkılıyordu. Peki ne oldu? Can duruyor, ten de duruyor, bakan da duruyor; Brunson nerede? Niye bıraktınız? Hangi gerekçeyle bıraktınız? Şimdi siz bana "Türkiye Cumhuriyeti'nde yargı bağımsızdır." mı diyeceksiniz? Değil arkadaşlar, hepimiz yarın hâkimlerin önüne çıkabiliriz ama o hâkimler tarafsız değilse, vicdan sahibi değilse, hukukun üstünlüğüne inanmıyorsa ben o hâkime nasıl güveneceğim? Talimatla görüş veren hâkim olur mu, karar veren hâkim olur mu? Bakın, bir örnek daha anlatacağım. Türkiye kökenli bir Alman gazeteci uzun süre hapisteydi, bir gecede iddianamesi hazırlandı, bir gecede; ertesi gün davası görüşüldü, tahliye kararı verildi. Tahliyeden çıktığı zaman başka bir mahkemenin tutuklama kararı tebliğ edildi. Havaalanında uçak bekliyordu, uçağa bindi ve Almanya'ya gitti. Şimdi siz bana "Mahkemeler bağımsızdır." mı diyeceksiniz? Şimdi, bunu Almanlar bilmiyor mu, Amerikalılar bilmiyor mu, Fransızlar bilmiyor mu, Japonlar bilmiyor mu, Papua Yeni Gineliler bilmiyor mu? Kime teşekkür ediyor Trump? Sayın Erdoğan'a teşekkür ediyor, Türk mahkemelerine değil Erdoğan'a teşekkür ediyor serbest bıraktı diye. Şimdi, gitti, NASA yetkilisi var, NASA'da çalışan var "Onu da yakında gönderecekler." diyor. Niçin? E, söz verildi. Değerli arkadaşlarım, sadece bunlar mı? Hayır, 15 Temmuz gecesi bu Parlamento tarihe bir not düştü. Bir daha söylüyorum: 15 Temmuz gecesi bu Parlamento tarihe bir not düştü "Gazilik" unvanına uygun bir not düştü. Bombalar yağarken, kurşunlar yağarken Parlamento kapanmadı. Bir sürü insan içeri alındı. O karmaşa içinde haksızlık, hukuksuzluk olabilir ama bir şey var: Daha sonra, bir FETÖ borsası kuruldu arkadaşlar. Nerede kuruluyor FETÖ borsası? Hukuk içinde kuruluyor; avukat, hâkim, iş adamı, bunlarla kuruluyor. Bunu ben söylemedim, biz bunu duyuyorduk ama elde veri olmadığı için bir şey söyleyemiyorduk. Sabah gazetesinden bir köşe yazarı aynen şöyle diyor: FETÖ kurtarma borsası oluştuğunu, mahkûmun önem ve ekonomik gücüne göre serbest kalma maliyeti belirlendiğini, bu iş için özel uğraşan avukatlar türediğini ifade ediyor. Ne zaman? 2017'de değerli arkadaşlarım, 14 Temmuz 2017'de. Kim söylüyor? Bizim "havuz medyası" olarak tanımladığımız Sabah gazetesinin yazarı söylüyor. Sonra, sizlerden bir milletvekili, o da 2018'de şöyle diyor: Gaziantep'te FETÖ borsası olduğunu, milyon dolarların döndüğünü "itirafçı" adı altında iş adamlarının serbest bırakıldığını, bunun Türkiye'nin pek çok yerinde olduğunu söylüyor. AK PARTİ İzmir İl Başkan Yardımcısı evinde gözaltındayken, ev hapsindeyken polis kılıklı 2 kişi geldiler, infaz ettiler, öldürdüler çünkü FETÖ borsasıyla ilgili çok şey itiraf etmişti. Peki "FETÖ borsası" ne demek arkadaşlar? Para veriyorsunuz, adamın gücü ve önemine göre para veriyorsunuz, serbest bırakıyorsunuz. Ben defalarca örnek verdim: Bank Asya'nın önünden geçeni içeri attılar, oğlunu FETÖ'nün okuluna göndereni içeri attılar; 15 Temmuz'dan sonra Pensilvanya'ya gidip gelen, yardımlarını yapan, Bank Asya'ya para yatıran kişiyi baş tacı yaptınız, baş tacı yaptınız. İsim verdim ben, yer verdim ben, hiçbir şey yapmadınız. Savcı korkudan iddianame bile düzenlemedi, savcı. Ya bu nasıl bir düzendir, nasıl bir şeydir bu? E, ben buna itiraz etmeyeceğim de... Sizlerin de buna itiraz ettiğini ben gayet iyi biliyorum. Doğru değil bu. Hukuksa hepimiz için geçerli olması lazım, kanunsa hepimiz için geçerli olması lazım. Parası olana bir şey yok, parası olmayan gariban içerde yatacak. Niçin? Hangi adalet, hangi hukuk, hangi vicdan bunu kabul eder? Değerli arkadaşlarım, bir şey daha: Sayın Erdoğan'ın avukatları... Açık ve net çağrı yapıyorum buradan, bütün milletvekillerinin huzurunda Adalet Bakanına çağrı yapıyorum: Erdoğan'ın avukatlarının mal varlıklarını araştırın, milyon dolarlarını araştırın. Bir daha söylüyorum: Mahkemeden adam kurtarmak, parayla... Yazıktır, günahtır ya! Gerçekten yazıktır, günahtır. Hâkim tayin ediyorlar. Hâkimler ve Savcılar Kurulu üzerindeki en etkili kişiler onlar. Nasıl olur da bir avukat başsavcıya "Şu kül tablasını getirir misin, sigaramın külünü dökeceğim." der ve başsavcı koşa koşa kül tablasını getirir önüne koyar avukatın. Bu mudur arkadaşlar? Bu mudur düzen, bu mudur adalet, bu mudur hak, bu mudur vicdan? Biz buna isyan ediyoruz. Kimin adına? CHP adına değil arkadaşlar, bu işin partiyle bir ilgisi yok. Bu, bir adalet sorunudur, benim de sorunum sizin de sorununuzdur ama siz sessiz kalıyorsunuz. En azından, çok açık bir şey söylemiyorsanız bari gidin, konuşun; gidin, söyleyin. Değerli arkadaşlarım, yargıda ciddi bozulmalar var, çok ciddi bozulmalar var. Bakın, ben size bir örnek vereyim: 298 sayılı bir yasa var, ek 7'inci maddesi diyor ki: Herkes seçime katılabilir, hâkim de katılabilir, avukat da katılabilir, savcı da katılabilir. Seçimi kazandı, milletvekili olur; kazanamazsa eski görevine dönüyor ama bu kanun diyor ki: Yüksek mahkeme üyeleri, hâkimler, savcılar ve bu meslekten sayılanlar seçimi kazanamazsa görevlerine dönemezler. Niçin? Siyasi kimliği artık ortaya çıkmıştır. Siyasi kimliği ortaya çıktığı için "Sen mesleğine dönemezsin." diyor. Kim? Kanun diyor. Kim buna karar vermiş? Sizler. Peki, nasıl oluyor da bir partinin il yönetiminde görev alan avukat veya ilçe yönetiminde görev alan partiye kayıtlı avukat hâkim tayin ediliyor? Peki, bu kanun ne? Onlarca örneği var, isimleri de saymak isterim ama sırf yargıya saygı duyduğum için o isimleri buradan saymıyorum. Onlarca isim var. Ya, partili birisini, siz, partisi, kimliği öne çıkmış birisini yaparsanız bu doğru değildir. O zaman bu kanunu değiştirin; herkes girsin seçime, kazanan kazandı, kazanmayan eski yerine dönsün. Mantığı, yasanın mantığını siz ihlal ediyorsunuz ve çürütüyorsunuz, yargı organını çürütüyorsunuz. Bunlar doğru değil arkadaşlar. "Hâkimlere, savcılara kimse talimat veremez." Anayasa öyle diyor ama ben, bir broşürü kamuoyuyla paylaştım. Ne diyor broşürde? "Tahliye konusunda Hâkimler ve Savcılar Kuruluyla mutlaka istişarede bulunduktan sonra karar verir." Ne demek bu? Hani, kimse hâkime talimat veremezdi. "Tahliye konusunda istişarede bulunduktan sonra karar verin." diyor. Yani, siyasi otorite izin vermezse sakın tahliye etmeyin, siyasi otorite izin verirse tahliye edebilirsiniz. Değerli arkadaşlar, bu, onlarca, yüzlerce hâkime ve savcıya dağıtıldı. Size de gelmiş olması lazım, sizin de görmüş olmanız lazım. En başta buna Adalet Bakanının karşı çıkması lazım. Hâkimler ve Savcılar Kurulunun karşı çıkması lazım ama onlar "Efendim, biz, bunu şu amaçla çıkardık." Hangi amaçla çıkarırsan çıkar "Tahliye konusunda bana danışmadan karar verme." diyorsun sen, Anayasa'ya aykırı. Değerli arkadaşlarım, yargıdaki bozulmanın bir başka ayağı, hâkim, hâkimlikten değil siyasetten güç alıyorsa o en büyük tehlikedir. Hâkim, yasalardan, Anayasa'dan, evrensel hukuktan, hukukun üstünlüğünden, insan haklarından yola çıkarak karar vermek zorundadır, gücünü evrensel hukuktan almak zorundadır, vicdanında ölçüp tartıp terazi tamsa kararını vermek zorundadır ama hâkim, gücünü siyasi otoriteden alıyorsa orada ciddi sorunumuz vardır arkadaşlar. Bakın, örnek vereyim: Ben "Türkiye'de hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur." diye çok sık kullanırım, sizler de çok sık kızarsınız. Çünkü hukuk güvenliği yok. Hukuk güvenliği olmak zorundadır. Can ve mal güvenliğini sağlayan, yargının bağımsızlığıdır. Yargı bağımsız değilse hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Niçin? Bir kişinin talimatıyla hâkim karar veriyorsa orada sorunumuz var demektir. Bakın, değerli arkadaşlar, beğenelim veya beğenmeyelim, barış bildirisi imzalandı. Kaç kişi? 486 akademisyen. Üniversitelerden atıldılar kanun hükmünde kararnameyle. Gidildi Anayasa Mahkemesine, Anayasa Mahkemesi "Bu, düşünceyi ifade özgürlüğüdür." dedi ve hepsi beraat etti. Şimdi yürütme organı bunları görevlerine iade etmiyor. Niçin? "Ben yargı kararını uygulamam." diyor. Niçin? O zaman bu Mahkemenin işlevi ne? Niye bu kararı verdi? Hepimizin üzerinde oturup düşünmesi lazım değerli arkadaşlarım. Bakınız, burada arkadaşlar kayyum uygulamalarından da söz ettiler. Beğenirsiniz veya beğenmezsiniz; eğer vicdan taşıyorsak, eğer demokrasiden yanaysak, eğer milletin iradesine saygı gösteriyorsak, eğer "Demokrasi, hepimizin ortak savunduğu bir alandır." diyorsak milletin oyuna darbe vurulamaz arkadaşlar, milletin oyuna darbe vurulamaz. Kişi, belediye başkan adayı oluyor mu? Oluyor. Gidiyor savcılığa, diyor ki: "Bana iyi hâl kağıdı ver." Savcı bakıyor, iyi hâl kağıdını veriyor "Buyur, olabilirsin." diyor. Müracaatını yapıyor, gidiyor Yüksek Seçim Kuruluna. Yüksek Seçim Kurulu da "Tamam, seçime girebilirsin, hiçbir engel yok." diyor. Seçime giriyorum, kazanıyorum; vay sen misin kazanan, ertesi gün seni görevden alıyor. Niye alıyorsun? Hangi gerekçeyle alıyorsun? Kim alıyor? Yargı değil, yürütme organı alıyor. Seçimle gelen birisini atamayla gelen kişi görevden alıyor. Ne diyorduk? Atanmışların vesayeti demiyor muyduk? Sizler demiyor muydunuz "Atanmışların vesayetinden kurtulmamız lazım." diye? E, nasıl oluyor da seçimle gelen, milletin oyunu alan bir belediye başkanı atanmışların iradesiyle görevden alınıyor, oraya atanmış birisi getiriliyor ve görev veriliyor ona? E, bu millet niye sandığa gitti, niye oy kullandı, hangi gerekçeyle oy kullandı? Kızıyoruz... "Efendim, bu falan partiden." Hangi partiden olursa olsun arkadaşlar, buna ortak isyan etmemiz lazım, yasama organı olarak ortak isyan etmemiz lazım, yanlıştır bu dememiz lazım. Yargı kararı olur "eyvallah" dersiniz, yargı, mahkeme karar verdi, tamam. Yargı kararı yok ortada, tam tersine yargı "Seçime girebilirsin." diyor. E, şimdi buna itiraz ediyoruz biz, yanlıştır bu. Aynı yanlışlığı, ben, sizlerin büyükşehir belediye başkanları zorla istifa ettirildiklerinde de söyledim. Onu oraya seçen Balıkesir halkıdır. Sen onu zorla istifaya zorlayamazsın. Ona da itiraz ettik. Niçin? Biz demokrasiyi savunuyoruz arkadaşlar, demokrasi hepimiz için ortak payda. Demokrasi olmazsa zaten biz burada olamayız, milletin iradesine saygı göstermezsek zaten biz burada olamayız, bir anlamı yok zaten. O nedenle ortak hareket etmek zorundayız belli temel konularda; bu işin partisi olmaz. Değerli arkadaşlarım, bakınız, Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan'ın 27 Nisan 2015'te Anayasa Mahkemesinin kuruluş yıl dönümünde yaptığı bir konuşmadan bir paragraf okuyacağım size. Bu paragrafı okumamın nedeni, adaletin tartışıldığı bir ortamda Anayasa Mahkemesinin olaya bakışının Türkiye Büyük Millet Meclisi tutanaklarına geçmesidir. Şöyle diyor: "Yargının kurumsal anlamda siyasal organların etkisi altında kalması ve siyasi mülahazalar ekseninde ayrışması büyük bir tehlikedir. Bu anlamda yargının siyasallaşması, hukuk devletinin sonu olur." Devam ediyor: "Diğer yandan, yargının bir vesayet organı gibi davranarak siyaseten alınması gereken kararları alması da siyasetin yargısallaşması tehlikesini doğurur. Siyasetin yargısallaşması ise demokrasinin sonu olur. Dolayısıyla yargının siyasallaşması ve siyasetin yargısallaşması demokratik hukuk devleti için aynı ölçüde tehlikelidir. Yargının vesayet ve siyasetle ilişkisini normalleştirmenin ve yargı bağımsızlığını sağlamanın en önemli anayasal araçlarından biri hiç kuşkusuz ki güçler ayrılığı ilkesidir." Biz güçleri birleştirdik. "Güçler ayrılığı düşüncesinin altında anayasacılığın özü olan gücün sınırlandırılması ihtiyacı vardır. Gücün hukukla sınırlandırılmadığı yerde temel hak ve özgürlükler tehlikededir." Onun için diyoruz hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur diye, bu metin için söylüyoruz. Ben söylemiyorum, Anayasa Mahkemesinin Başkanı söylüyor bunu. "Montesquieu'nun ifade ettiği gibi, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin tek elde toplanması özgürlüğün sonu olur." diyor, doğru. Değerli arkadaşlarım, ekonomide ciddi bir tehlikemiz var yani ekonomide kriz var. Hep iktidar kanadından şu eleştiri gelir: "Efendim, işte şu CHP var ya, CHP..." E, ne olmuş? "Bu CHP hep eleştirir, hiçbir öneri getirmez." Krizin daha başlangıcında arkadaşlarımızla oturduk, bu işi iyi bilen eski bürokratlar, akademik dünyadan insanlarla toplandık. Ya, bu kriz hepimizi vuracak. Krizin vuracağı insanların partisi, A partisi, B partisi... Herkesi vuracak bu kriz. "Bu kriz nasıl aşılabilir?" diye oturup bir düşünelim... Oturduk, düşündük ve 13 maddelik bir metin hazırladık. İstanbul'da, gittim, bir basın toplantısıyla bunu kamuoyuyla paylaştım. 13 madde... 1'inci madde neydi? Devlette liyakat sistemi yeniden inşa edilmelidir. Devlette liyakat bozulmuştur. Liyakat ayrıdır, sadakat ayrıdır. Liyakat o işin uzmanı demektir, o işi en iyi bilen kişidir yani işi ehline teslim etmek demektir, devlette bunu sağlayın dedim. Bunu sadece burada söylemedim, bu benim 15 Temmuz sonrası saraya gittiğimde de ağzımdan ilk çıkan cümleydi. Siz, devlette liyakati bitirdiniz dedim. 2'nci madde: Demokrasiye mutlaka geçmeliyiz, hukukun üstünlüğü ve hukuk güvenliğini sağlamalıyız dedik. Kimse güvenmiyor, yatırımcı gelmiyor ve yatırımcı yatırım yapmıyor. Bu atmosferden Türkiye'nin çıkması lazım, bunu da önerdik. 3'üncü madde: Merkez Bankasının bağımsızlığını sağlayın. Dünya finans çevreleri, Türkiye'de Merkez Bankasının bağımsız olmadığına inanıyorlar. Bu algıyı değiştirin, deyin ki: Merkez Bankası bağımsızdır, Hükûmet ona hedef verir, Merkez Bankasının araçları kullanılarak bu hedeflerin gerçekleştirilmesi sağlanır; bu kadar. 4'üncü madde: Akılcı bir dış kaynak yönetimine geçilmelidir, akılcı bir dış kaynak yönetimi. Her önüne gelenden borç almayın, bunu da söyledik. 5'inci madde: Dolar endeksli olarak yapılan ihaleleri Türk lirasına çevirin derhâl. Vatandaşa dediniz: "Dolarları Türk lirasına çevirin." Vatandaşlar koştu, öyle propagandalar yapıldı ki, televizyonlar her gün yayın yaptı, krize gidiyoruz; e, herkes fedakârlık yapacaksa en büyük fedakârlığı da en büyük parayı kazananlar yapsın. Onları Türk lirasına çevirin dedik. 6'ncı madde: Kamu İhale Yasası'nı değiştirin. Adamına göre ihale olmaz, adamına göre kanun olmaz, ihalesiz iş verilmez. Ya, devlette bir kural vardır, bir kanun vardır, bir adalet vardır, bir hak vardır, buna göre yapılır. On yedi yılda 187 defa ihale mevzuatı değişti, 187 defa, bunu da yapmayın dedik. 7'nci madde: Sayıştay, uluslararası standartlara göre denetim yapsın, Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapsın, Sayıştaya müdahale etmeyin dedik. 8'inci madde: Bütçe disiplinini sağlayın, bütçe dışında fon olmaz çünkü her paranın denetimi Türkiye Büyük Millet Meclisine gelsin. 9'uncu madde: Bu dış politika bize hayır getirmedi, dış politikayı değiştirin. Ya, biz komşularımızla niye kavgalıyız, niye kavga ediyoruz? Ta, gittik Mısır'la kavga ettik. Ro-Ro seferlerimiz çalışmıyor. Niçin? Suriye politikasından kim kârlı çıktı? Şu soruyu, Allah aşkına, vicdanınıza sorun. Suriye politikasından hangi devlet kârlı çıktı, hangi devlet? İki devlet: Amerika ve Rusya. Biz ne yaptık? 3 milyon 600 bin Suriyeliyi getirdik. Süleyman Şah Türbesi'ni kaçırdık. Kendi topraklarımızdan kaçtık, kendi topraklarımızdan, üstelik karşımızda bir ordu da yok. IŞİD teröründen kaçtık. Ya, bir devlet kendi toprağını terk eder mi? (CHP sıralarından alkışlar) Terk ettik, kaçtık ve bunu da kahramanlık olarak millete sattık. Kendi toprağımızdan kaçıyoruz, bunu da kahramanlık olarak satıyoruz millete. Allah akıl fikir versin. "Efendim, 40 milyar dolar harcadık..." Gerekirse 40 milyar dolar daha harcayın, harcayın. Meclis yetki vermiş, 40 değil, isterseniz bütün parayı harcayın. Dedik ki bunun bize faydası yoktur, dış politikayı değiştirin, oturun konuşun. Ya, biz bu bölgeyi barış havzasına niye döndürmüyoruz? Üstelik, ölenlerin tamamı Müslüman, tamamı ve bizim akrabalarımız. Orada da Kürtler var, burada da var. Orada da Araplar var, burada da var. Orada da Türkmenler var, burada da Türkmenler var. Orada da Ezidiler var, burada da var. Niçin egemen güçlerin oyununa gelip de orada o bölgeyi bir kan havuzuna döndürdük? Bunu değiştirin dedik. 10'ncu madde: Geleceğimizi ipotek altına alan kontrolsüz borçlanmalardan kaçının dedik. Bakın, borçlar genel müdürlüğü kurdular. Osmanlı'daki adı neydi? Düyun-ı Umumiye idaresi yani borçlar idaresi, şimdi biz borçlar genel müdürlüğü kurduk. 11'inci madde: Değerli arkadaşlar, adaletsiz vergi politikasını düzeltin, adaletsiz vergi politikasını. Geleceğim, şimdi adaletsiz vergi politikasına bir örnek vereceğim. 12'inci madde: Üretim politikasına geçin. Bütçe politikasını, para politikasını, vergi politikasını üretime yönlendirin, kim üretiyorsa destek verin. Eğer buraya yönelirseniz, üretime, istihdama yönelirseniz Türkiye kurtulur kardeşim, en azından krizi az bir farkla aşmış oluruz daha büyük sıkıntılara katlanmadan. 13'üncü madde: Türkiye israftan kaçınsın, tasarruf yapılsın. Bunları açıkladım. Şunu diyebilirsiniz: "Efendim, 13 madde eksiktir." Eyvallah. "Efendim, 13 maddeden 7'si doğru değil." Ben buna da tamam derim ama sizin Genel Başkanınız -13 maddeyi açıkladım- aynı gün Rize'de açıklama yapıyor, bana sesleniyor: "Ey Kılıçdaroğlu, şimdi de döviz baronlarıyla beraber hareket ediyorsun." Pes ya! Kim döviz baronuyla hareket etti? Ben Türkiye'nin çıkarlarını savunuyorum. Kim döviz baronlarıyla? Ben, senin dolarla verdiğin ihaleleri, dolarla verdiğin garantileri Türk lirasına çevir diyorum. Kim baronlarla hareket ediyor? (CHP sıralarından alkışlar) Ne diyorduk? "Efendim, CHP hep eleştirir, öneri getirmez." Ee, getirdik. Bunların tamamının doğru olduğuna inanıyorum, tamamının. Bakın, değerli arkadaşlar, aylık 2020 liranın altında yani asgari ücretin altında kaç kişi aylık alıyor, hiç merak ettiniz mi? Vereyim rakamı: 2 milyon 136 bin kişi. Kaynak Merkez Bankası; benim değil, onların araştırması. 2 milyon 136 bin kişi asgari ücretin altında ücret alıyor. Bunlar nasıl geçinecek? Bin liranın altında emekli aylığı alan, dul ve yetim aylığı alan 847.643 kişi, 847.643 kişi, dul ve yetim bin liranın altında aylık alıyor. Kişi başına aylık geliri 673 liranın altında olan, kişi başına aylık geliri 673 liranın altında olan kaç kişi var? 8 milyon 647 bin 283 kişi. 2 bin liranın altında emekli aylığı alan, 2 bin liranın altında, 6 milyon 850 bin 513 kişi yani açlık sınırının altında emekli aylığı alan. Bin liranın altında emekli aylığı şimdilik yok, doğru ama sizin emeklilere yaptığınız zamlardan bunlar faydalanmıyorlar. Çünkü onların emekli aylıkları çok düşük, yapılan zam bin lirayı doldurmadığı için onlar bu zamlardan faydalanmıyorlar. Bundan haberiniz var mı, bilmiyorum. Bin liraya çıkması da bizim ısrarla ısrarla söylememiz sonucu... "Bin liranın altında emekli aylığı yok." dediniz, var dedik. Şimdi, bin liranın altında dul ve yetim aylığı alan 847 bin kişi. Ben söylemiyorum, gidersiniz Sosyal Güvenlik Kurumu'nun internet sitesine girerseniz, oradaki rakamları görürsünüz değerli arkadaşlarım. Devlet borç batağında, yetki verdiniz ama borç batağında. Borç alan emir alır; doğrudur, zaten emir alıyor, borç alan emir alıyor. Bakın değerli arkadaşlar, 2002-2019 döneminde 173 milyar 55 milyon dolar Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşları yabancılara -Türkiye'deki bankalara değil- faiz ödediler, Londra'daki bir avuç tefeciye. Sizin vicdanınız kabul ediyor mu? Benim vicdanım kabul etmiyor. Niye bu kadar faiz veriyoruz? Hangi gerekçeyle veriyoruz? Faiz ödemelerini çıkardım. Ne zaman biliyor musunuz: 2019'un başından -yani bu yıl-şimdiye kadar. Bir saniyede ödenen faiz -bir saniyede- 596 dolar, Türkiye Cumhuriyeti devleti bir saniyede 596 dolar faiz ödüyor, Türk lirası karşılığı 3.362 lira. Bir ayda ödenen faiz -bende dakikada, saatte, günde var ama- 1 milyar 545 milyon 209 bin 370 dolar, Türk parasıyla 8 milyar 700 milyon lira bir ayda faiz ödeniyor. Paralar nereye gidiyor? Bu soruyu niye soruyorum? On yedi yıldır ülkeyi yöneten yürütme organı 2 trilyon dolar vergi topladı. Doğrudur, hakkı olan vergiyi toplamıştır. 70 Milyar dolarlık özelleştirme yaptı, ona da itirazımız yok, bu da var. 500 milyar dolarlık borçlandı. Peki, para nereye gitti? Değerli arkadaşlarım, bir değerli milletvekili Zafer Havaalanı'ndan söz etti. Paraların nereye gittiğini size anlatacağım. Kütahya Zafer Havaalanı... Rakamlar bana ait değil, Sayıştay raporundan. Havaalanı yapılır, eyvallah. Biz "Havaalanı yapma." demiyoruz zaten, yapılır ama garanti veriliyor, yolcu garantisi veriliyor. 2012'nin başından 2017'nin sonuna kadar garanti edilen yolcu sayısı 5 milyon 210 bin 383 kişi. Peki, uçağa binen kaç kişi? 221.562 kişi yani öngörülen hedefin sadece yüzde 4'ü, yüzde 96'sı garanti edilmiş. Kaç lira para ödeniyor, garanti parası? 26 milyon 691 bin 626 avro ödeniyor. Kimin için, ödenen kimin parası? Kimin parası ödeniyor? Siz bunu sormayacaksınız da Allah aşkına, kim soracak? "Ya, siz bu hesabı nasıl yaptınız?" diye sormayacaksınız da kim soracak? Akşam eve gideceksiniz ve yatacaksınız "Ya, bu fakir fukaradan toplanan parayla 26 milyon 691 bin 626 avroyu nasıl veriyorsunuz?" diye sormayacak mısınız? Garanti süresi ne zamana kadar sürüyor, biliyor musunuz? Yirmi dokuz yıl on bir ay. Ya, hangi vicdan, Allah aşkına! Ben ne söyleyeceğim şimdi? Ne söylememi istersiniz? Yani siz buna isyan etmeyeceksiniz de neye isyan edeceksiniz? Siz buna itiraz etmeyeceksiniz de neye itiraz edeceksiniz? Yazık günah değil mi bu fakir fukaranın parasına? Diyorlar ki: "CHP hep eleştiriyor." Kardeşim, hastane yapıyorsunuz, itiraz ettik mi? Yok, yapabilirsin. Havaalanı yapıyorsun, itiraz ettik mi? Hayır, yapabilirsin. "Şehir hastanesi" diyorsun, "köprü" diyorsun, yapabilirsin. Buna itiraz etmiyoruz ki. Sorduğumuz soru ne? Soru şu: Kaça yapıyorsun arkadaş? Ya, tamam, kaça yapıyorsun? "Efendim, devlet sırrı." Ne demek "Devlet sırrı." ya? Garanti vermişsin, doldurmayınca vatandaş para ödeyecek yani benim vergimle ödeyeceksin sen. Ben bunu bilmeyecek miyim? Sonra "Devlet sırrı." ne demek? Şehir hastanelerinin maliyetini nereden öğrendik, biliyor musunuz? Londra'da danışmanlık yapan bir firmanın internet sitesinden öğrendik. Orada yayınlamışlar, arzu eden arkadaşlara o internet sitesini verebiliriz. Sonra Cumhurbaşkanlığına bir rapor verildi, rakamlar bire bir tutuyor. Ben bilmiyorum, siz de bilmiyorsunuz. Bana söylenmiyor, size de söylenmiyor ama İngilizler biliyor, bütün rakamları biliyor. Değerli arkadaşlarım, bakın, şehir hastaneleri ile ilgili bu soruyu sorduğumda Erdoğan ne diyor: "Neymiş, şehir hastanelerinin maliyetini kimse bilmiyormuş." böyle diyor. "Biz kendi cebimizden para vermiyoruz, biz buraya yıl, ay, gün koyuyoruz. Ne kadar zaman çalıştırmak suretiyle bu hastaneyi yapacaksın? Buna yap-işlet-devret denir Bay Kemal. Şehir hastanelerinin nasıl modelle yapıldığından haberi yoktur yani kendi cebimizden para ödemiyoruz." Bu laf doğru, Sayın Erdoğan'ın cebinden para ödenmiyor; milletin cebinden para ödeniyor, milletin cebinden. Kaç lira ödeniyor? 2018'de 6 milyar 200 milyon lira, 2019'da 9 milyar 700 milyon lira, 2020'de -bütçeye koydular- 18 milyar 900 milyon lira; bunun 10 milyarı şehir hastaneleri için. Benim vergimi veriyorsun ya, benim vergimi veriyorsun. "Kaça mal ettin?" diye soruyorum "Yok, bu gizli." Niye gizli? Faturayı ne kadar şişirirsen devleti o kadar kazıklarsın, yap-işlet-devret modeli budur. Eski bir maliyeci olarak söylüyorum, 100 liralık malı "500'e aldım." dersin, devletten 500 artı, kâr koyarsın ve parayı alırsın. Yazık günah değil mi bu millete ya? Bu memlekete yazık günah değil mi? Değerli arkadaşlarım, dolarla ihale veriyorsun, dolarla garanti veriyorsun, dolarla fiyat veriyorsun. "Türk lirasına çevir." diyoruz, "Sen baronlarla iş birliği yapıyorsun." diye suçlanıyoruz. Değerli arkadaşlar, niye Türk lirasıyla yapmıyorsun bunu? Şimdi, biliyorlar, bu iktidar gidici. Yerine halkçı bir iktidar gelecek. Yetimin hakkını koruyan bir iktidar gelecek. Tüyü bitmemiş yetimin hakkını koruyan bir iktidar gelecek. Herkese hesap vermeyi namuslu görev kabul edeceğiz, namuslu görev; hesap vermenin bir onur olduğunu bütün dünyaya duyuracağım ve biz iktidar olduğumuzda kesin hesap komisyonu kuracağız, kesin hesap komisyonunun başkanlığına muhalefetten birisi gelecek çünkü hesap vereceğiz. Hesap vermekten korkmayacağız. Bunu bildikleri için ne yaptılar biliyor musunuz? İhtilaf çıkarsa yani biz yarın şehir hastanelerine "Bunu nasıl yapıyorsun?" diye soruyu sorduğumuzda soluğu Londra'da, İngiliz mahkemelerinde alacaklar, sözleşmeyi öyle yaptılar. Hani bunlar yerliydi ya ve millîydi ya! Ne yerlisi, ne millîsi! Hâkim, İngiliz hâkim; mahkeme, İngiliz mahkemesi, dava orada görüşülecek. Ya müteahhit bizden, yapan bizden, iş Türkiye'de, her şey Türkiye'de, dava orada görüşülecek. Niçin? "Ya bunlar giderse bizim çıkarlarımız ne olacak?" Buradan söylüyorum, bunlar gidecek, ben bu memlekette 82 milyonun çıkarını korumayı namuslu bir görev olarak kabul edeceğim. Değerli arkadaşlarım, EYT'lilerin sorunu var, doğrudur. Bu Parlamentodan sizler bir kanun geçirdiniz, biliyor musunuz nasıl geçirdiniz? "Sosyal güvenlikte reform yapacağız." dediniz. Biz itiraz ettik "Ya bu reform değil, bu perişan eder insanları." Bir sürü şeyi saymıyorum vaktim azaldığı için. Sadece şunu bilmenizi isterim: Prim ödeme gün sayısı dolup yaşa takılanlar çalışamazlar, iş bulsalar da çalışamazlar. Niçin? Çünkü sizin yaptığınız sözde reforma göre, daha fazla çalışıp daha fazla prim ödediklerinde emeklilik yaşı dolduğunda daha az maaş alacaklar, daha az aylık alacaklar, bunun farkında mısınız? Daha fazla çalışıp daha fazla prim ödüyorsunuz ama emekliliğe geldiğinizde daha az emekli aylığı alıyorsunuz, bunlar onun için isyan ediyorlar. Bu, aile sigortasıyla çözülür. Aile sigortasını belki çoğunuz duymadınız ama bu Parlamento aile sigortasını ne zaman kabul etti biliyor musunuz? 1974 yılında. Hiçbir ailenin aç kalmaması için... Yani aile sigortası ne demek biliyor musunuz? Sağ elin verdiğini, sol el görmeyecek. Hiç kimsenin fakirliğini fukaralığını teşhir etmeyeceksiniz. Biz bunu savunuyoruz, yıllarca savunduk biz bunu. Bizim bulduğumuz bir şey de değil bu. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün kabul ettiği 9 sigorta dalından birisi. Bunu da yapacağız değerli arkadaşlarım. Değerli arkadaşlar, bizim siyaseten, çoğu zaman sosyete damat olarak tanımladığımız Hazine ve Maliye Bakanı var. Niye sosyete damat? Çünkü bir eli yağda, bir eli balda. Fakirlik nedir, yoksulluk nedir, bunları bilmez, açlık nedir, soğuk nedir, sıcak nedir, bilmez; keyfi yerindedir, böyle yaşamıştır. Şöyle bir açıklama yapıyor bu yılın başında: "Bu yılda, 2019 yılında 2,5 milyon yeni istihdamı hayata geçireceğiz. Bugün, Türkiye istihdam alanında devrimi yaşadığı bir günü yaşıyor." Dünyadan haberi yok. Ne oldu? Kaç paket açıkladı? 10 paket, istihdamı artırma paketi. Her paketi açıkladı, işsizlik arttı, her paketi açıkladı, işsizlik arttı. "2019'da devrim yapıyoruz. 2,5 milyon kişiye istihdam yaratıyoruz" dedi, işsiz sayısı oldu 8 milyon. Sosyete damat bu işi bilmez. O paket açıklayacağına sizden istirhamım, o beyefendiyi paketleyin Bakanlıktan alın. Değerli arkadaşlarım, işsizlik... Meclisin duvarına gelip kendisini yakanlar var, Meclisin çatısına çıkıp intihar etmek isteyenler var. Rahmetli babam derdi ki: "Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin." İşsizliğin ne olduğunu biliyor musunuz acaba? Yoksulluğun, fakirliğin ne olduğunu biliyor musunuz acaba? Bir babanın evine ekmek getirememesinin dramını acaba kaç kişi biliyor? Değerli arkadaşlarım, bundan sorumlu olan yasama organı değil, bundan sorumlu olan yürütme organıdır. Siz, parayı veriyorsunuz, "Vergi topla." diyorsunuz. Az önce size rakamları verdim. Peki, ne olacak? Hesabını sormanız lazım. Hesabını sorduğunuz zaman, Türkiye, gerçek anlamda demokrasiyi o zaman tadacaktır. "Ben sana para verdim arkadaş, bu açlık nedir, bu işsizlik nedir?" diye sormamız lazım, hep beraber sormamız gerekiyor. Değerli arkadaşlarım "Her üniversiteyi bitiren iş bulacak diye bir kaide yoktur." Çok talihsiz bir sözdür. Beylerin çocukları üniversiteyi bitirdiğinde bir sorun olmayabilir ama bir ailenin, Anadolu'da bir ailenin, bir fakir ailenin çocuğunu üniversiteye gönderirken hangi sıkıntıları yaşadığını hepimiz biliyoruz ve "O üniversiteyi bitirsin, benden daha iyi bir hayat sürsün." diye baba, anne çocuğunu gönderir oraya. O iş bulamayacak da kim bulacak işi? Üniversiteyi bitiren işsizler... Değerli arkadaşlarım, şu kişiyi görüyor musunuz? Bu kişi şu kişi, İnönü Üniversitesi Fizik Bölümünden mezun olan kişi. Bu iktidarın, bu yürütme organının Türkiye'yi getirdiği nokta budur, Türkiye'yi getirdiği nokta budur. Değerli arkadaşlarım, on yedi yıldır ülkeyi yönetiyorlar; bir yıl değil, beş yıl değil, on yedi yıldır ülkeyi yönetiyorlar. Ben, bir ara, grup toplantısında çöpten kâğıt toplayan bir kadının fotoğrafını gösterdim. Eskişehir'den AK PARTİ'li bir kadın çıktı "O benim, benim dairelerim var." dedi. O kadının o olmadığı çıktı ortaya. Niye bunu söylüyorsun? Buyurun, çöpten kâğıt toplayanlar ve çöpten aldığı yemeği yiyenler. Bunu arabayla giderken hepiniz görüyorsunuz zaten. Bunlar görünür ama görünmezler; bunlar görünür ama bunların sorunlarıyla kimse ilgilenmez. Biz, bunların sorunlarıyla ilgileniyoruz, ilgilenmek zorundayız. Yürütme organı ne yapıyor? Bunları görmüyor arkadaşlar. Niçin? Beyler sarayda yaşıyor, sarayda hiçbir sorun yok. Ya, şuna ne diyorsunuz? İşsizlik kuyrukları. Bakınız, yürütme organına şu soruyu sordum: "Kaç yerde sınav açtınız? Kaç kişi başvurdu iş bulmak için?" Bu kadar basit bir soru, değil mi? Aylardır bu soruya cevap alamıyoruz, gerçek işsiz sayısı ortaya çıkacak diye aylardır cevap alamıyoruz. Sonra diyorsunuz ki: "Bu yürütme organına güvenin." Hayır efendim; bu yürütme organı, milletin parasını koruyamayan bir organdır, milletin hakkını hukukunu savunamayan bir organdır. (CHP sıralarından alkışlar) Bu yürütme organı, binlerce çocuğun yatağa aç girmesine yol açıyor, binlerce çocuğun. Değerli arkadaşlarım, bugün Dünya Yolsuzlukla Mücadele Günü. Ben Man Adası'nı açıklamıştım. Neydi Man Adası? Şuydu: Türkiye'de vergi vermemek için Man Adası'nda şirket kuruyorsunuz 1 sterline; sonra, alıyorsunuz, bu şirkete bir ticari firmayı satıyorsunuz 15 milyon dolara. 1 sterlinlik şirket 15 milyon dolarlık mal alıyor. Para nereye gidiyor? Para Türkiye'de. Para, dolar üzerinden hesap yaptığınız için, ödemeler dolar üzerinden olduğu için önce referans bankaya gidiyor, Newyork'daki bankaya gidiyor, banka işlemi tamamlıyor, işlem tamamlandıktan sonra Türkiye'ye geliyor. SWIFT kayıtları, buna "SWIFT kaydı" deniyor; yurt dışına paranın gitmesi ve orada işlem görmesi. Referans bankada işlem gören... "SWIFT kaydı" deniyor. Hiçbir banka "SWIFT kaydı sahtedir." demiyor, hiçbir banka "Banka dekontu sahtedir." de demiyor. Şu soruyu sorduk: "Ne yapıldı?" Dedi ki Sayın Erdoğan: "Burada bir ticari firma satışı var." Sorduk: "Hangi şirketi sattın? Hangi şirket satıldı?" Damat orada, oğlu orada, kardeşi orada, yeğen orada, hepsi orada; nasıl oluyor bu? Nedir bu, biliyor musunuz? Dava açıldı, önce haberlerle ilgili yasak kararı getirildi. Niye yasak kararı getiriyorsunuz? Banka "Bu sahtedir." demiyor, "Savcı inceledi, sahtedir." demiyor. SWIFT kaydı dolayısıyla yurt dışındaki muhabir banka sahtedir demiyor. Bütün işlemler, adımın Kemal olduğu gibi doğru ama yayın yasağı geldi, arkasından dava açıldı. Ne oldu biliyor musunuz? O davanın düştüğü 3 mahkemenin hâkimi değiştirildi ve ben Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yüksek tazminatına mahkûm oldum ama ben kul hakkını savunurum arkadaşlar. Dünyanın en zengin adamı olmasam bile, varlıklı adamı olmasam bile, beş kuruşum olmasa bile, boğazımdan aşağı haram lokma inmez, ben tüyü bitmemiş yetimin hakkını sonuna kadar savunurum. Hiçbir mahkeme, hiçbir makam, tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunmamı elimden alamaz. Neden, biliyor musunuz? Nedeni şu: Kurumlar Vergisi Kanunu 30'uncu maddenin 7'nci bendi, açın bakın. Vergi cennetlerinde ticari işlemlerde elde edilen kârlar, Türkiye'ye geldiğinde vergilenmiyor ama yasama organı dedi ki: "Vergileyeceğiz de ama paranın geldiği vergi cennetlerini Bakanlar Kurulu yayınlayacak." Ne kadar? "Yüzde 30 vergileyeceğiz." dedi. Ne zaman? Kurumlar vergisi, 2006 arkadaşlar, şimdi 2019'dayız. Bakanlar Kurulu bir türlü bu listeyi yayınlamıyor. Gelen 15 milyon dolardan da beş kuruş vergi almıyorsunuz. Elektrik düğmesine bastığınız zaman 4 çeşit vergi ödüyor vatandaş. Musluğu açtığın zaman 5 çeşit vergi ödüyorsun, kefen bezi aldığın zaman vergi ödüyorsun, su içtiğin zaman vergi veriyorsun, dolmuşa bindiğin zaman vergi veriyorsun, ekmek aldığın zaman vergi veriyorsun. 15 milyon dolar para gelecek, beş kuruş vergi vermeyeceksin ve sen saraylarda oturacaksın ve ben buna itiraz etmeyeceğim. Ya, Allah var ya, Allah var, kul hakkı var ya. Tazminata mahkûm edecek; etmezlerse namerttirler, bakın bir daha, etmezlerse namerttirler. Ben sonuna kadar savunacağım. Şehitler ve gaziler var; 15 Temmuz şehit yakınları ve gazileri... Arkadaşlar, para toplandı. Soruyoruz ya, ne oldu bu para? Önce birbirlerine attılar sonra "Tek Hazine Kurumlar Hesabı'nda..." Tek Hazine Kurumlar Hesabı ne demek biliyor musunuz? "Parayı hazineye devrettik." demek. Hani şehitlerindi bu para? Yakınlarındı hani bu para? Bakın, arkadaşlar, önce vakfı araştırdılar, vakıf bulamadılar, sonra vakfı kurdular zorlamamız üzerine; sonra baktık, vakfın adresi yanlış. Dediler ki: "Efendim, vakıf bu adreste." Gittik o adrese, vakıf yok. Adresi nereden bulduk? Mahkeme kararıyla. Sonra dediler ki: "Mahkeme kararına yanlış girmiş, adres başka bir yerde." İl müdürlüğünün üzerine bir branda çektiler, 15 Temmuz Gaziler ve Şehitler Vakfı diye üstüne yazı yazdılar. Ya, insanda biraz ahlak olur arkadaşlar! Bakın, İnternethaber var, diyor ki: "310 milyon lira para var, toplandı, faize yatırdık, 338 milyon oldu." 2016-2019, üç yılda elde edilen faiz 28.735 lira, üç yılda elde edilen faiz 28.735 lira. Ya faiz yüzde 1 mi? Yani şehidin sırtından geçinmek ne oluyor arkadaşlar, ne oluyor Allah aşkına ya, ne oluyor yani? (CHP sıralarından alkışlar) Ya, biz bunu sorduğumuz zaman... Biz değil arkadaşlar, bunu önce sizin sormanız lazım. Niye siz sormuyorsunuz? Aynı şekilde, Beşiktaş'ta yine bağış kampanyası... 52 milyon toplandı. 52 milyon kaç lira olmuş yetkilinin verdiği bilgiye göre? 58 milyon olmuş yani 6 milyon 233 lira faiz. Ya, arkadaşlar, 6 milyon 233 lira faiz. Ya, arkadaşlar, nasıl olur bunlar? Ya, şehidin hakkı var ya! Ya, bu para nasıl kullanılır? Son, Sayın Başkan, Tank Palete... Bir soru soracağım sadece, bir soru, sizin vicdanınıza seslenerek bir soru soracağım sadece. Avrupa'nın en büyük fabrikası Tank Palet fabrikası, en büyük fabrikası. 20 milyar dolar değerinde. Sayın Başkan, arkadaşlar merak ediyorlar, acaba lütfedip beş dakika verebilir misiniz. Bakın, değerli arkadaşlar, tank ihalesi yapılıyor, eyvallah itirazımız yok. İlk ihale iptal ediliyor, eyvallah; 2'nci ihale açılıyor; 3 firma davet ediliyor, 1'i kazanıyor. Eyvallah. İtiraz ettik mi? Etmedik. O firmaya olağanüstü imkânlar sağladılar; Resmî Gazete'de... Gümrük muafiyeti, KDV muafiyeti, kurumlar vergisi muafiyeti, ücretlerle ilgili vergiler muafiyeti, teknik eleman kullanırsa onların ücretlerinin devlet tarafından karşılanması; her şey verildi. Hiç itiraz ettik mi? Hayır. İhaleyi alan firma birdenbire o kendisine tahsis edilen alanı bıraktı, Tank Palet Fabrikası ona tahsis edildi. Soru şu: İhaleyi açıyorsun; eyvallah. Şu cümle olursa ihale sözleşmesinde hiç itirazım yok: "İhaleyi kazanan firmaya Sakarya'daki Tank Palet Fabrikasında yirmi beş yıl süreyle üretim yapma hakkını vereceğiz." diye bir madde varsa hiç itirazım yok. Böyle bir madde var mı? Yok. Niye yok? Peki ben neye itiraz ediyorum? Bakın değerli arkadaşlar, Talip Öztürk diye kim sormuştu? Sormuştum bu soruyu. Bakın, savunma sanayisi toplantısında olayı anlatan kişi ne anlatıyor: "Liderimiz bana dedi ki: -Erdoğan'ı kastediyor çünkü Erdoğan'ın himayesinde yapılıyor bu toplantı, sarayda yapılıyor; BMC'yi nasıl aldığını söylüyor- 'Sen bu işin altından kalkabilir misin?' Vallahi ne emrederseniz onu yaparım. Ama buna gücüm yetmeyebilir. Katar'la neredeyse tek millet iki devlet hâline geldik. Katar devletini ve Silahlı Kuvvetlerini bana ortak ederseniz bu işin altından kalkarız. Sağ olsun, Sayın Emir'i aradı, o da kırmadı. BMC'nin yüzde 50 eksi birini Katar ordusuna sattım. Tek başına yapmak istemiyordum. Benim gibi deli bir Laz ortak da önerdi -Erdoğan öneriyor- bana Sayın Cumhurbaşkanım. Onu da yanıma aldım, Talip Öztürk; eşit bölüştük." Bir Tank Palet Fabrikası başka bir firmaya ihalesiz hangi kanuna göre verilir? Ben bunu soruyorum, başka bir şey sormuyorum. Sadece bu da değil, bu da değil değerli arkadaşlar, daha acı bir şey var, daha acı bir şey var, değerli arkadaşlarım. Bu Tank Palet Fabrikası, sonra bir anlaşma imzalanır 21 Ağustos 2019'da -bakın, siz bilmiyorsunuz, hepsini biz biliyoruz- kâr garantili, burada da garanti veriyorlar. Ne getirirsen fatura, yüzde 12,5 kâr marjı uygulanıyor, zarar sıfır. Devletin parasıyla yapıyor ayrıca yüzde 20 avans ödemesi var. Fabrikayı veriyorsun, kâr garantisi veriyorsun, bir de yüzde 20 avans ödüyorsun. Askerî sırların da tamamını veriyorsun sözleşmeye göre. E, bunun adı nedir Allah aşkına? Ben söylemeyeyim de siz söyleyin. Efendim, bütçede bunların hep birlikte tartışılması lâzım. Bakın, bunların hiçbirisinin bir partiyle ilgisi yoktur, tamamının Türkiye'yle ilgisi vardır, Türkiye'nin çıkarlarıyla ilgisi vardır. Milliyetçiysek tank palete sahip çıktığımız zaman milliyetçiyiz, ordumuza sahip çıktığımız zaman milliyetçiyiz. Bizim düşüncemiz budur. Hepinize en içten selamlar, saygılar sunuyorum değerli arkadaşlar.

Gündem'den Öne Çıkan Haberler