26.05.2025

CHP Lideri Özgür Özel: “CHP’den Kolay Kolay Çivi Sökemezler, Hele Bu Süreçte Hiç Tavsiye Etmem”

“BENİM YOLUM HALKIN, MİLLETİN YOLU; DOĞRU OLAN YOL”

“CUMHURİYET HALK PARTİSİ DİMDİK AYAKTA”

“EKREM BEY’İN AÇTIĞI SORUŞTURMADAN BAŞI DERDE GİRECEK ADAMI KURTARIP EKREM BEY’E İFTİRA ATTIRIYORLAR”

“BİR TEK BEN ADAY DEĞİLİM, İÇİMİZDE O AN EN YÜKSEK OY KİMİNSE ONU ADAY YAPMAKTA BİR DAKİKA TEREDDÜT ETMEM”

“ERDOĞAN OYUN KURACAK POZİSYONDA DEĞİL, MİLLETİN BİR KARARI VAR, OYUNU MİLLET KURACAK”

“OLAY DEMOKRATİK ÜLKEDE GEÇİYORMUŞ GİBİ ‘BİRLİKTE ANAYASA YAPALIM’ DİYOR”

“DEĞİL ANAYASA YAPMAK, MENEMEN YAPMAM SENİNLE”

“ELİMİZDE BALYOZLA OTOBANDAKİ GİŞELERİ KIRACAĞIMIZ GÜNÜ HAYAL EDİYORUM”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Halk TV’de yayınlanan Rota programına konuk oldu. Gazeteciler Kürşad Oğuz, Fikret Bila, Sinem Fıstıkoğlu ve İsmail Saymaz’ın sorularını yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, partisinin 38’inci Olağan Kurultayının iptali talebiyle süren dava hakkındaki soruya, “Bu davanın neden olduğunu, ilk bu dava açıldığı zaman, MYK’daydı herhalde, ilk değerlendirmem ile aynı noktadayım. Bu dava, sonuç odaklı bir dava değil. Bu dava, süreç odaklı bir dava. Yani CHP’yi tartışılır tutmak için, CHP için kendilerince bir negatif gündem yaratmak ve akşam televizyon programlarında ‘CHP kurultayı, yok partiye kayyım atanacak, yok bilmem ne olacak…’ Önemli olan o. O yüzden de bunu böyle sürdürüyorlar” yanıtını verdi. Özel, şöyle devam etti:


“PARTİ İÇİ TARTIŞMA ARAYANLARA AK PARTİ’Yİ TAVSİYE EDERİM”

“Aslında bu dava şöyle bir dava. Çok açık, asliye hukuk mahkemesi kurultaya kadarki süreçlerle ilgilenir. Kurultayda devreye seçim kurulu girer. Onun itiraz yolları bellidir, süreleri bellidir. Kesinleşti mi? Kesinleşir. Ama böyle bir şeyi sürdürmek niyetindeler. Biz de onların peşine takılmamak için… Bugün bir arkadaşımız yanlışlıkla gitmiş, Mahmut Tanal. Biz davaya dahi gitmiyoruz. Yani biz davaya milletvekillerimizi, yöneticilerimizi yollamıyoruz. Mahmut Bey kendine özgü enerjisi ve aktivizmiyle bizim davaya da gitmiş. Sonra dedik, ‘Oraya katılmıyoruz biz.’ Bir açıklama yaptı, döndü sonrasında. Sizlerin deyimiyle bu davanın bir reytingi yok. Ama parti içinde bir tartışma, bir kavga arayan varsa ben AK Parti’yi tavsiye ederim. Yeni Şafak’tan takip etsinler. Bugün Yeni Şafak’ı hepimiz gördük, manşetini. Cumhuriyet Halk Partisi’nde şöyle bir algı yaratmaya çalışmışlardı; ‘Birlik yok, bütünlük yok, şu var, bu var…’ Geldiğimiz noktada biz o delegeyi bir daha çağırdık. Ben kendim çağırdım. O delegeye önce dedim ki, ‘Bir çıkar telefonları görsünler.’ Geçen kurultayda bin 200 telefon. Onun bir anlamı dijital olarak da şu; her telefon ne zaman üretildi, hangi tarihte satın alındı, o kart ona ne zaman takıldı? IMEI numarası ile anında veriyor. ‘Topla’ dedim, ‘Bütün bilgileri. Bak bakalım nerede?’ İkincisi o delegeye dedim ki, ‘Bana güveniyor musun?’ O delege de geçerli oyların tümünü vererek, ‘Genel Başkanım’la bir sorunum yok’ dedi. O zaman o delegeye dedim ki, ‘Bir şey rica edeceğim. Yönetimle ilgili bir anahtar listem var. Bu anahtar listemi aynen onaylar mısınız?’ Açık açık istedim onlardan bunu. Kapalı kabinlere girdiler. Vicdanları ile baş başa ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir genel başkanın, ta İsmet Paşa zamanından beri önerdiği anahtar liste delinmeden geçti. Tarihte ilk kez. Şimdi o kadar tartıştırdıkları o delege, o salon, o genel başkan ve onun anahtar listesi… Bu tartışma bitti, buradan kimseye ekmek çıkmaz. Cumhuriyet Halk Partisi’nde böyle bir tartışma yok. Ha neden olduğu, niye olduğu falan, filan. Ben artık o detaylara girmeyeceğim. Ama doğrusu şu; Cumhuriyet Halk Partisi dimdik ayakta. Geçtiğimiz günlerde grupta seçimlerini yaptı. Herkes işte, ‘Acaba orada da olur mu?’ Hani eskiden ‘Yok öyleydi’ yok. Dört dörtlük bir şekilde, gayet demokratik bir şekilde seçimlerini de yaptı. Yoluna kurultayını yenilemiş, grup seçimlerini yapmış devam ediyor, tüm kadroları ile birlikte büyük bir mücadeleyi veriyor. Hiçbir sıkıntımız yok. Derdimiz, tasamız; Ekrem Başkanımız, belediye başkanlarımız, belediye meclis üyelerimiz. Onların bir an önce özgürlüğüne kavuşmaları ve vatandaşın artık emeklisinin de emekçisinin de gencinin de ev hanımının da beklediği sandığın gelmesi. Yaşanan bu sıkıntıların sona ermesi.”

“PARTİ KÜLTÜRÜM BUNU GEREKTİRİR”

Özel, kurultay iptali davası kapsamında Lütfü Savaş ve Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik tartışmalar ile kendilerine bir kırgınlığı olup olmadığının sorulması üzerine şu yanıtı verdi:

“Yok, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı sonuçta zaten partiden ihraç da edildi. Çok üslupsuz sözleri vardı. Onun için kurduğum her cümle nefesi israf. Ona ben ne deyim? Ondan bir şey ummak değil, onun hakkında konuşsam çok kötü şeyler söylerim. Değmez, vatandaşa da şey. Kemal Bey hakkında hiç kötü bir şey söylemem. Ben mevcut Genel Başkanım. Mevcut Genel Başkan’ın en büyük sorumluluğu önceki genel başkanlarına en üst düzeyde saygıyı göstermek; onları kıracak, üzecek bir şey yapmamak. Önceki genel başkanların beni eleştirme özgürlüğü vardır. Ama benim önceki genel başkanlarımı eleştirme özgürlüğüm yok. Benim parti ahlakım, parti kültürüm bunu gerektirir. (Dava 30 Haziran’a ertelendi, o zaman iptal kararı verilirse çözüm yolu nedir?) Biz bir sefer bu kayyımı partinin karşısından çevirdik aldığımız o kurultay kararıyla. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atamak için yola çıktılar. İlk gece 155 bin kişi, sonra 550 bin kişi, 1 milyon 200 bin kişiyle Saraçhane’yi kuşattık. Onu geri püskürttük. Şimdi böyle bir şey yapmaya kalkarlarsa bir kez bunun bizi yıpratmak yerine kendilerini yıpratacağını hesap ediyor olmaları lazım.”

“EN İYİ CEVABI PARTİLİLER VERİR ZATEN”

“Bu akıl ortadan gittiyse, bu Cumhuriyet Halk Partisi böyle bir mücadele sürecinde genel başkanıyla, yöneticileriyle, milletvekilleriyle, delegeleriyle, üyeleriyle bu kadar birlik ve beraberlik içinde ilerliyorken, işte anketlerin hepsini görüyorsunuz. Partinin tarihin en yüksek motivasyonunda ve birliğinde, beraberliğindeyken… Dün SONAR 6-7 puan önde, bugün bir tane gördüm 4 puan önde. AK Parti ile arasındaki farkı açıyorken, bu partiyi karıştırmaya çalışanlara en iyi cevabı bu partililer verir zaten. Ben üstüme ne düşüyorsa onu yaparım, bütün partililerim de… Sayın İmamoğlu ve İBB’ye kayyım sürecinde bana onlara sahip çıkma, mücadele etme, onlar için direnme, onlar için direnişi örgütleme, onlara önderlik etme düşüyordu. Yapmam gereken buydu, onu yaptım. Yarın bana bir saldırı olursa, bana kimin sahip çıkması gerekiyorsa onlar sahip çıkar, hiç kuşkum yok. O süreçte bir takım fırsatçılıklar, bir takım bilmem neler… Cumhuriyet Halk Partisi öyle bir parti değil. Cumhuriyet Halk Partisi’ni kimse MHP ile karıştırmasın. Öyle içindeki siyasi rekabetten kurtulmak için kendisini düne kadar en ağır lafları söylediği AK Parti’nin baş destekçisi yapacak, iradelerini ona teslim edecek. ‘Bu Türkiye’de işte tuz kokmaz. Tekeden süt sağılmaz. Balın içinde tuz bulunmaz. Efendime söyleyeyim bir tek kişiden Cumhurbaşkanı olmaz, bir tek Tayyip Erdoğan’dan olmaz’ diyen MHP’nin, ‘Ben bir daha aday değilim’ dediğinde Tayyip Erdoğan, neredeyse ağzını kapatıp ‘Deme öyle, sen bizim adayımızsın’ dediği noktaya geldi. E bunu nerede yaşadık? MHP’nin içindeki parti içi mücadeleden AK Parti’nin istifade etmesinden. O yüzden biz Cumhuriyet Halk Partisi’yiz. 47 yıl ikinci parti olmuşuz, kusuru millette değil kendimizde bulmuşuz. Gidip de kimseye yanaşmamışız. Kimsenin hesaplarına alet olmamışız, bir parçası olmamışız. O yüzden bu parti kurucusundan gelen, kurucusunun emanet ettiği İsmet Paşa’nın dürüstlüğünden, dirayetinden gelen, Bülent Ecevit’in Kıbrıs’taki cesaretinden gelen, 70’lerde iki genel ve iki yerel seçimden birinci çıkaran bir gelenekten geliyoruz. Arada darbe oldu, o oldu, bu oldu. O günden beri 47 yıldır toplayamıyorduk kendimizi. 47 yıl sonra Ecevit'in bıraktığı yerden şimdi Cumhuriyet Halk Partisi tekrar Türkiye’nin birinci partisi. Atatürk’ün kurduğu gün de birinci partisiydik. Bugün de Türkiye’nin birinci partisiyiz. Hem kuruluşumuz itibariyle, hem şimdi oy oranlarımız itibariyle. O yüzden öyle kolay kolay Cumhuriyet Halk Partisi’nden çivi sökemezler. Hele hele böyle bir süreçten sonra hiç tavsiye etmem. Denemesi bedava.”

“BİZ ÜZERİMİZE DÜŞENİ YAPTIK”

Genel Başkan Özel, eski Çatalca müftüsünün tehditleri hakkında, “Onu konuşmayı da israf görürüm. Şöyle onunla ilgili bizim meselemiz şu Cumhuriyet Halk Partisi olarak. Volkan Konak ölmüş. Canımız yanmış. Bütün Türkiye ağlıyor. Ben gittim Maçka’ya. Ablaları ile sarıldık. İlk kez beni görüyorlar. Bana evlatlarına, kardeşlerine sarılır gibi sarıldılar. Volkan Konak’la en son bir ödül töreninde birlikteydik. Biz düşmanımız ölse arkasından kötü konuşmayan Anadolu irfanına sahip insanlarız. Devletten müftülük diye o makamı işgal edip maaş alan adamın dönüp Volkan Konak’ın arkasından, ‘Sahnede geberdi, meberdi’ gibi iğrenç sözler söylemesi, onun Çatalca Müftülüğünde tutulmamasını gerektiriyor. Onun için de biz üzerimize düşeni yaptık. Meydanlarda da kimseyi dediğiniz gibi yuhalatmam. ‘Bu hak etti’ dedik. Sonuna kadar takip ettik. Tenzili rütbe de yapıldı. Vaizliğe dönüştürüldü. Yani vaiz müftü yardımcısı, müftü diye giden süreç. Vaiz oldu. Biz onunla ilgili meseleyi gördük ama uyardım. ‘Gidip de Kocaeli’nde böyle şeyler yaparsan, her yerde varız biz’ dedim. (‘Her camide varız’ dediniz) Her camide varız biz Cumhuriyet Halk Partililer olarak. O Çatalca müftüsünün zoruna bu gitmiştir. Biliyor. Bakın ‘Fatih’teyim’ diyor. ‘Kocaeli’ndeyim’ demiyor, ‘Camideyim’ demiyor. Biliyor ki insan içine çıkamayacak veya çıksa da böyle bir terbiyesizlik yaptığında cevabı verilecek. Ben doğrudan onu muhatap alacak değilim. Hiçbir arkadaşımın almasına gerek yok. Ama Cemal Enginyurt görev bilmiş. Ne diyeyim? Cemal Enginyurt’un söylediği sözler herhalde bütün Cumhuriyet Halk Partililerin içini soğutan sözler. Fazlasını da hak ediyor ama kendisini, daha fazla rolünü büyütmesin. Gözümüzde öyle kıymetli bir durumu yok. Biz Volkan Konak’ın hatırasına saygısızlık yapanın peşini bırakmadık” dedi.

“STARMER’İN TUTUMUNA PARTİ İÇİNDEN CİDDİ ELEŞTİRİLER VAR”

Özel, Sosyalist Enternasyonel’deki partiler başta olmak üzere, dünyanın yaşananları nasıl değerlendirdiği sorusu üzerine şunları söyledi:

“Pedro Sanchez’le ilk gün zaten bir akşam çalışma yemeği vardı. Orada birlikteydik. Zaten bütün gün birlikteydik ama 45-50 dakikalık bir başbaşa görüşmemiz de oldu toplantının yapıldığı merkezde. Açık söyleyeyim şimdi zaten solcuların, sosyalistlerin tutumunda herhangi bir sıkıntı yok. İngiltere İşçi Partisi hariç solcuların. İngiltere İşçi Partisi de kaynıyor, ayağa kalkıyor da Starmer Başbakan oldu ve Starmer’in tutumuna parti içinden de ciddi eleştiriler var. Ama orada geleneksel ‘İngiltere'nin dostları yoktur, çıkarları vardır’ hesabı Starmer de kendince işletiyor. Suriye’de bir oyun kurmuşlar; İsrail, Trump, Starmer. Bizimkilere de bir rol biçmişler orada, bunun üzerinden de suskun kalıyor. Ben de ne The Guardian bıraktım, ne diğerlerini. Bütün ingiliz basınında duyması gereken her şeyi duydu benden. Kapalı toplantılarda da sol partilerin, duyuyorlar. (Sizin ‘dostlarımızın sessizliği’ dediğiniz orayaydı yani?) O, oraya. (İçeri dönük bir mesaj değildi yani) Yok canım. Onu hep yabancı basına söyledim. İçeride hiç söylemedim. Ben onu Japonya’nın trende basılan en yüksek tirajlı gazetesine de söyledim. Rakibi geldi, ona da söyledim. The Guardian’a da söyledim. Stern’e de Bild’e de Financial Times’a da. her yere söyledim. Bu önemli bir şey. Kendi ülkesinde de acayip bir tartışma yarattı bu. Yoksa Pedro Sanchez’in tutumunda yoksa, işte ‘Free İmamoğlu’ diyor Pedro Sanchez. Sol ve sosyal demokrat partiler zaten bilgiyi bizden aldıkları için iktidarda olsalar, muhalefette olsalar doğrudan bilgilendiriliyor. Ama sorun demokratik ülkelerin demokratik liderlerinden çok, demokratik ülkelerin anti-demokratik liderleri de bazı anti-demokratik ülkelerin tutumlarından kaynaklanıyor. Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim gibisinden. E siz Orban’ı Erdoğan’a karşı ikna edebilir misiniz? Trump’ın yaptığı... Trump gelmiş, deli numarası yapıp Gazze’nin önündeki Avrupa Birliği’ne, Avrupa’ya 100 yıl yetecek hidrokarbon yataklarına çökmeye çalışıyor. Bizimkilere de oradan, buradan bir ayar veriyor. O yüzden ama bitmez bir sabırla, enerjiyle… Mesela Fransa’dan senatörler geliyor. Bugün sabah vallahi 8.00’di, sonradan 9.00’a alındı görüşme.”

“İMAMOĞLU’NUN TUTUKLANMASINI YANLIŞ BULANLARIN ORANI 4 PUAN DAHA YÜKSELMİŞ”

“Sabahın 8’inde başlıyorum, gecenin 12’sine kadar kime neyi anlatmam gerekiyorsa, yurt içinde - yurt dışında devamlı bunları anlatıyoruz. Zaten bugün biraz önce aldığımız sunumda geçen ay yüzde 28 İmamoğlu’nun tutuklanmasını doğru bulanlar, bu ay düşmüş 26,3’e. Yanlış bulanlar 4 puan daha yukarı çıkmış. Kararsızlar azalmış. Yüzde 70 oranında insanlar bu iddialara inanmıyor. Tamamen yalan olduğunu, tamamen kumpas olduğunu düşünüyorlar. O yüzden bu meselede biz hem yurt içinde mücadelemizi sürdürüyoruz, hem dünyaya anlatıyoruz. Sosyalist Enternasyonal toplantısında da açılışta ve kapanışta söyledim. Şimdi bu otoriter popülist liderlerin bir konfor alanları var. Diyorlar ki, ‘Biz her şeyi yaparız. Sen çıkıp yurtdışında bunu anlatamazsın. Anlatırsan bizi şikayet etti, derim. Seni burada zor duruma…’ Şimdi bu konfor alanlarını bunlara bırakmamak lazım. Ben 89 kardeş partime anlattım. Bunların ördüğü korku duvarları var, onu yıkacağız. Bunların kendi konfor alanları var, onlara orada huzur vermeyeceğiz. Bize çerçeve çiziyorlar; muhalefet sınırları. Asla o sınırların içinde kalmayacağız. Bu olduğunda onlar kazanıyor. Çünkü size oyunun kurallarını o dayatıyor. Oysa ki ben Erdoğan’ın çizdiği çerçevenin içinde siyaset yapmak mecburiyetinde değilim. Kendisi başörtüsü meselesinde, ki ben başörtüsü konusunda Ege Üniversitesi’nde okurkenden beri özgürlükçü yaklaşmışım. Bunu bazen bizim mahallede söylenmesi zor bir şey olduğu dönemlerde de söylemişim. Zamanında bana demişlmer, ‘Meclis’e başörtülü milletvekillerini sokacak mısınız?’ Dedim ki, ‘Bir gün gelecek, CHP’den de başörtülü milletvekili olacak Meclis’te. Çünkü bu bir sorun olmaktan çıkacak. Bu bir tartışma alanı olmaktan çıkacak.’ Ama en sıkıntılı döneminde başörtüsü meselesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’ye karşı davayı açacaksın. ‘Bu karar uygulanmadı’ diye bütün dünyayı gezip anlatacaksın. Parti kapatmada heyet kuracaksın. Avrupa’yı gezeceksin, parti kapatma davasında. 15 Temmuz’da sabah bizim kapıyı çalacaksın, ‘Dün akşam için teşekkür ederiz. Bunu dünyaya birlikte anlatabilir miyiz?’ diyeceksin. Bunlar bir şey olmayacak. Sonra sen İstanbul’un seçilmiş belediye başkanına, 15,5 milyon kişinin oy verip adaylaştırdığı Cumhurbaşkanı adayıma, milletim takdir ederse geleceğin bir sonraki Cumhurbaşkanına darbeye kalkacaksın, hem de bunu siyasete soktuğun bir eski hakimi tekrar oraya Anayasa’da sırf ‘Bakan yardımcısı yazmıyor’ diye. Çünkü Anayasa’da hakime, savcıya siyaset yasağını getirirken bakan yardımcılığı diye bir mevki yok.”

“BUNU ANLATMAK BİZİM GÖREVİMİZ”

“Bunu yapacaksın. Sonra ‘Sus, ne olursa olur, kol kırılır, yen içinde kalır.’ Olmaz olsun öyle kırılıp da yenin içinde kalacak kol benimse, keserim önüne atarım yine de minnet etmem. Etmem. O işte bizi bir anda böyle şey yapar yani. Milletin gözünde kendi hakkını bile koruyamayan, derdini anlatamayan. Nereye şikayet edilmesi, nereye anlatılması gerekiyorsa anlatmak lazım. Çünkü demokratik dünyada, bir ülkedeki darbe bütün insanlığın sorunudur. Bir ülkedeki hak ihlalleri, insan hakkı ihlalleri, bütün insanlığın sorunudur. Bu Kırgızistan’da, Kazakistan’da yapıldığında da ben oraya tepki gösterdim. Hatta ‘Heyet kurun gidip kınayalım’ dedim muhalefet liderinin yerel seçimlerden önce içeri attıklarında, Temirlan’ı. Afrika’daki ülkelerdeki durumlarda yoldaş partilerle de dayanışmak için heyet kurulsun, gidilsin, imza atılsın diye söyleyen benim. Benim başıma geldiğinde mi ben uluslararası camiaya hareket geçirmeyeceğim? Elbette geçireceğiz. Elden gelen bütün imkanlar kullanılacak. Bu Türkiye’ye düşmanlık değil, bu Türkiye’ye dostluk. Onların yaptıklarıyla 60 milyar dolar rezerv gitti, çok önemli bir para. Bütün mitinglerde anlatıyorum burada vaktinizi almayayım. Ama bir milyon atanmayan öğretmeni atıp üç yıllık peşin maaş verebildiğin, çiftçilerin bütün borcunu silip, borçları kadar da çiftçilere para verebildiğin bir paradan bahsediyoruz yani. O yüzden bu mesele Türkiye’deki KOBİ’nin, yüzde 70’le faiz alması bunlar yüzünden. Türkiye’deki asgari ücretlinin açlık sınırının altında kalması bunlar yüzünden. Emeklinin 14 bin liraya geçinmek zorunda kalması bunlar yüzünden. Benim dediğim gibi yönetseler ya da bıraksalar biz yönetsek, 30 bin liralık emekli maaşıyla, bütün konfederasyonların ortaklaşa belirledikleri bir taleple, doğru bir uzlaşmayla ama bugün en az 35 bin liralık biraz asgari ücretle muhatap olacağız. O yüzden benim yolum halkın yolu, milletin yolu, doğru yol. Ülkeyi açlığa, yoksulluğa ve kendi içinde çatışmaya götürenlerin yolu yanlış yol. Bunu bütün dünyaya da Türkiye’ye de anlatmak benim görevim, bizim görevimiz.”

“MUHALEFETİN BÖLÜNMESİNİ İSTİYORLAR”

Özel, Sosyalist Enternasyonel toplantısında Ekrem İmamoğlu’na özgürlük talep eden dövizlere DEM Parti temsilcilerinin ilgi göstermediği iddiaları hakkındaki soruya şu yanıtı verdi:

“Şimdi şöyle söyleyeyim. Biz Sosyalist Enternasyonel’in Türkiye’deki temsilcisiyiz. DEM Parti’nin de bir özel statüsü var. Bir aksilik olmuş olabilir. HDP’den DEM olarak geçerken. Hatta bir söz hakları yoktu. Onun çözülmesi için Tülay Hanım bize söylemişti. Biz bunu direkt Sosyalist Enternasyonel’de gündem ettik. Ben o gün Tülay Hanım daha gelirken telefonla aradım, ‘Bir sorun var mı, salona gelmede gitmede’ diye. Ve hemen birlikte en uygun yerde ağırlandılar. Şöyle bir şey var. Gelenlere dosya dağıtıyoruz. Delegelere verilen dosyalar içinde o kağıtlar var. Oturdukları yerde üç delege bulunduğu için üç dosya var. İki Eş Genel Başkan önlerinde dosya olmaksızın oturuyor. O kağıtlar dosyalardan Selin Hanım da İngilizce olarak söyledi, ‘Önünüzdeki dosyalardaki şeyleri gösterebilirsiniz’ deyince herkes aldı. Onların önünde dosya yok zaten. Hatta Tülay Hanım şöyle bir baktı, bakmış sonradan görüyorum. Dosya yok. Hatta almış suyunu içmiş bırakmış falan. Diyorlar ki ‘Su içti.’ Sonradan çok üzülmüşler buna. Tülay Hanım bana dedi ki, ‘Ben kaldım gitmedim, Mardin’e gidecektim.’ Geciktirmiş herhalde. İleri bir saate almış. ‘Kapanış fotoğrafını da birlikte gösterelim, bir dayanışmasızlık gibi algılanmasın’ dedi. Zaten Tülay Hanım’ın bu noktadaki bütün açıklamaları öyle. Orada hiçbir sorun yok. Ama tabii bunu köpürtmek isteyenler… Demek ki birileri şey istiyor, ‘Muhalefet bölündü, Ekrem İmamoğlu’na DEM destek vermedi.’ Zaten kurgu öyle değil mi? Balyoz ve Ergenekon davalarındaki gibi kumpası şöyle kurmuşlar burada. Toplumu bölmeye yönelik suçlamalar. Buradaki nasıl kurulmuş? PKK terör örgütüne destek deyince, örneğin İYİ Partili, Zafer Partili, MHP’li olup İmamoğlu’nu tercih eden seçmenlerin desteğini kaybettirmek. Yolsuzluk deyince de GRECO kriterleri üzerinden de düşünürseniz, Avrupa yolsuzluğa karşı şeffaf, hesap verebilir yönetim meselesinde ne kadar hassas, Avrupalıların desteğini kesmek. Amaç ne? Muhalefeti parça parça edip, burada bıraktığı parçayı yalnızlaştırıp onu yok etmek. Veya onu güç durumda bırakmak.”

“BU İKİ PARTİYE DE HAKARET OLUR”

(Bunun içerisinde DEM’i iktidara yaklaştırıp CHP’yi de eski DEM’lileştirmek gibi bir hedef de var mı?) “Vardır belki ama bu iki partiye de hakaret. Şimdi bu mesele, sen dokuz yıldır Selahattin Demirtaş’ı alıp içeride tutacaksın, Figen Yüksekdağ’ı içeride tutacaksın. Geçen seçimlerde ve daha düne kadar yapmadığını bırakmayacaksın. Sonra ‘Benim aklıma geldi, böyle bir oyun kurayım.’ ‘Gel’ deyince de DEM senin yanına geçecek. Vallahi DEM Parti kendi kitlesi, kendi iradesi olan bir parti. Ne biz ‘gel’ deyince gelir, ne birisi ‘gel’ deyince gider. Doğrusu neyse kendileri açısından onu yaparlar. CHP’ye de haksızlık. Yani CHP o kadar kolay mı, CHP’ye alacak da Türkiye’nin kurucu partisinden şeytanlaştırabileceği bir parti çıkaracak. Sende siyasetin anahtarı mı var? Sende siyasetin altın hissesi mi var? Senin söylediğin mi oluyor? Onlar çok eskilerde kaldı. Bu, o tip siyaset çok eskilerde kaldı. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi hem Türkiye’nin birinci partisi, özgüveni yüksek, siyasette gündem belirleyen, kimsenin peşine takılıp gitmeyen, birlikte olması gerektiğinde birlikte olan, karşı çıkması gerektiğinde karşı çıkan. Bunu da bugün yapmıyoruz. Daha kurultaydan bir ay sonraydı. Kuzey Irak’tan şehitler geldi. Önüme bir kağıt ittirdiler. Geleneksel. ‘Terörü hep beraber kınayalım AK Parti ile.’ Ya bu üs bölgesi bu karda kışta bir faydası yokken, drone ile koruyamayacakken, siste, çadırdan bozma işte barakalaştırılmış bir çadırda, bu üs bölgesine ne gerek vardı, vardıysa niye korumadın? ‘Gel bir anlat. Sonra imza atalım’ dedik. Şehit cenazesinde üstüme saldırdılar. Kendi memleketimde. Dediler ‘Özgür Özel’e memleketinde tepki.’ Bazı arkadaşlar panikledi, ‘Şehit cenazelerine gidemeyecek miyiz?’ bilmem ne. Dedim ki ‘Bakın biz onların peşine takılmadık. Göreceksiniz gelecek sefer bambaşka bir sonuç olacak.’ Keşke olmasaydı ama 15 gün sonra bir kez daha saldırı oldu. Yine kağıt ittirdiler, ‘Ben yine imzalamam’ dedim. Diğer muhalefet partileri de imzalamadı. Ve herkes kendi bildirisini çıkardı. Öyle iktidarın o her şeyi belirleyen, konfor alanı…. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Sonra o caminin olduğu ilçeyi de yüzde 60 oyla aldık, Manisa Büyükşehir Belediyesi’ni de yüzde 58 oyla aldık. Rekor oylarla aldık. Ve Cumhuriyet Halk Partisli belediyeler daha sonradan yaptıkları araştırmada çıktı ki, oraya personelleri önceden belediye personelinin AK Partili, MHP’li belediye gelmiş yerleştirmiş. İşaret edince ‘Özgür dışarı diye bağıracaksınız’ demiş. Halkın tepkisi yerine camide kendi elemanları üzerinden bir kurgu yapmışlar. Hepsini savcılığa verdik hep bunları yani.”

“TÜM İDDİALAR YALAN ÇIKTI”

Özel, iktidarın muhalefet üzerinde uyguladığı baskı ve yargı operasyonlarının akıbeti hakkında, “Şimdi bir kere meseleye şuradan bakmak lazım. İlk yola çıktıklarında, 19 Mart sabahı terör soruşturması dediğinizde, hepimiz biliyoruz ki arkası kayyım bunun. Zaten şimdi reddetmiyorlar. Kayyım çok tartışıldı. Hatta Sayın Erdoğan’ın güçlükle ikna edildiği, birtakım makul isimlerin devreye girdiği falan… Artık gizlenen bir şey değil Ankara’da herkes biliyor. Kayyım diye yola çıkmış, daha doğrusu o hafta zaten bize pazartesi gelen duyum şuydu: CHP’ye kayyım, İBB’ye kayyım, İstanbul Barosu’na kayyım. İstanbul Barosu davasını, işte görevden alma falan filan yaptılar. Bizim bu iki meseleyle ilgili 19 Mart sabahı gittik, hep birlikte yaşadığımız o sürecin sonunda o belediyeyi bir kayyıma değil, seçilmiş bir belediye meclis üyesine, meclisi için seçilen bir üyeye emanet edip oradan ayrıldık. Şimdi o başladıkları gibi gitseler. Bugün İstanbul’a ayrıca 10 ilçe belediyesine kayyım atamaya niyetliler, birer tane belediye meclis üyelerini terörden aldılar falan. HDK dediler, KCK dediler, bilmem ne dediler. Hepsi yalan çıktı. O gün başladıkları iş o 1-2-3-4’üncü dalga, 500 gözaltı, 300 tutuklama falan diye başladıkları işte, bir; hiç hedefledikleri tempoda gitmiyorlar ama hiçbir şey yapmasalar da o zaman ne soracaksınız bana? Böyle böyle diyorlardı hiçbir şey çıkmadı ne olacak? Bir iddianame lazım.”

“EKREM BAŞKANA KENDİSİ KADAR İNANAN VE GÜVENEN…”

“Şimdi evrelerini şöyle anlatayım. Görünen dalgalar başka, bir de evreler var. Bu dalgalarla şekillenen. Birinci evre; ilk operasyonun yapıldığı büyük büyük yalanların atılıp toplumda ‘Vay be ne büyük işler varmış’ın yerleştirilmeye çalışıldığı salt mutlak iftira evresi. Buradan sonra TRT’yi ve bütün merkez medyayı ve kendi kanallarını öyle bir organize ettiler, öyle konuklarıyla tasarlanmış afişleriyle elde sopalar hatırlıyorsunuz, ondan sonra o Suriye haritasında gezen sopalar bir anda onlar bunlar… Ve büyük iftiralar dönemi. O günlerde mesela ‘560 milyar yolsuzluk.’ Devamında ‘Bin 200 tane cep telefonu.’ ‘Yok bilmem kaç tane şu.’ ‘Efendim çantalarla para.’ Bu yalanların karşısında bizim sineceğimizi, hatta birbirimizden şüpheye düşeceğimizi… O ilk günlerde şey bekliyorlar beyler bizden. Biz diyeceğiz ki ‘Yolsuzluğu kim yaparsa makul görmemiz mümkün değil’ falan yani. Burada bu koltukta Ekrem Başkan’ın namusuna kendi namusu kadar kefil, ona kendisi kadar inanan, ona ailesi kadar güvenen, kardeşlik hukukunda olan biri olmasa onların dediği gibi laf edecek birisi olsa hepimiz gittik. Hepimiz gittik. Ama bu koltuk o koltuk değil Allah’a şükür. O noktadan sonra bütün arkadaşlarımızla birlikte tam bir fikir birliği içinde, biz bu iftiraya karşı elbette ki kanıt sunsalar ne diyeceksin? Kanıtın çıkmayacağını biliyoruz ama bu algı operasyonuna teslim olmayacağız. Altı yıllık bütçesi 490 milyar, bunun yüzde 60’ı-70’i zaten personele bilmem neye gidiyor. Adam gitmiş ‘560 milyar hırsızlık var’ diyor. Yani o kadar fütursuzca yalanlar. Hepsini tek tek ispatladık ilk önce, hepsinin yalan olduğunu. Efendim ‘para’ dediği şeyin içinden jammer çıktı. ‘Jammer’ı niye aldın?’ dedi, jammer alan kendisinin belediye başkanı çıktı. ‘Lüks arabalar’ dedi, MHP’linin çıktı gibi bu iftiraları bir püskürtme evresi oldu bizim tarafımızdan. Bir gösterin bakalım nedir? ‘MASAK Raporu’ dediler, peçete torbası çıktı. Bir salladık böyle döküldü. Ve belli ki şöyle olmuş. Cumhuriyet Halk Partisi bunların saldırılarını görünce ve buna karşı ‘Cumhurbaşkanı Adayımızı belirliyoruz’ deyince, biz adımı sıklaştırdık, onlar sıklaştırdı. 19 Mart sabahı ve 23 Mart günü kafa kafaya geldik orada. Bir yandan bizim adayımızı son dört gün İstanbul’da propaganda yapacağı gün alıyor nezarete koyuyor. Biz sandık kurduğumuz gün, onu alıyor hakim karşısına çıkarıyor. Sandık açılıp ilan edilirken, alıp Silivri’ye koyuyor. Bu kadar da sert ve net. Bunun karşısında dik bir duruşla ve büyük bir özgüvenle, arkadaşlarımıza güvenerek durduk. Bu evre bitti. Bunlar iddialarına somut hiçbir kanıtı koyamadılar. Mesela MASAK Raporu’nu, önce var bir rapor tabii ki. Diyor ki ‘Ekrem Bey değerinin yüzde 5’ine arsa almışsın. Bu rüşvet değil de ne?’ Diyor ki ‘Hangi arsa o? Biz onun üstüne şunu yaptık bunu yaptık.’ ‘Kaç para?’ ‘Ya şuna bir bakın’ diyor ‘Ben onu kapora diye yolladım. Esas para için kredi kullandık.’ Bir çıkıyor paranın yüzde 5’ini kapora diye Ekrem Bey yollamış. Yüzde 95’ini kamu bankasından kredi kullanmış şirket, banka vermiş. Bu da bankaya borcunu ödemiş. ‘Ha bunu geçelim o zaman.’ Bu bir örnek.”

“EKREM BEY’E İFTİRA ATTIRIYORLAR”

“Mesela bir tanesi Kadriye Hanım Özel Kalem Müdürü. Kadriye Hanım. ‘Şu tarihte bu plakalı araba size mi ait?’ ‘Bana ait.’ ‘Bu tarihte bu tarihte İpsala’dan dışarı çıkmışsınız.’ ‘Çıkmadım efendim.’ ‘Araba çıkmış diyor.’ ‘Ben arabayı bir sene önce aldım, o üç sene öncenin tarihi.’ ‘Ha bunu geçelim.’ ‘Peki 1 milyon 60 bin lira filanca yere para yollamışsınız.’ ‘Tamam efendim yolladım. Arabayı aldım ya o. Demin dediğiniz tarih benim verdiğim tarih.’ Bir bakıyorlar, ‘Ha tamam geçelim bunu.’ Mesela MASAK Raporu. Bunun gibi size onlarca örnek sıralayabilir, yüzlerce örnek sıralayabilirim. Bu evreler de bitince, bu sefer tabii bunları, bu yalanları gizli tanıklara, Ladin, Çınar, Meşe üç tane odun yani. O üç oduna dayandırdıkları yalanlar var. Bu yalanların hiçbirini kanıtla kavuşturamadılar. Gizli tanık bir şey diyecek ama sen onu kanıtla desteklersen, gizli tanık bir şey diyecek. Gizli tanık sallıyorsa kafadan olmayacak. Bu böyle oldu mu? Döndüler bir sonraki evreye. Ne o evre? İçeridekileri itirafçı yapmak üzere baskı kurma evresine. Bir tanesini söyleyeceğim. Bir kadın tutukluya diyorlar ki ‘Doktora gidiyorsun.’ O sanıyor her gün doktora gidiyor ya gözaltındayken. Doktora diye gidiyor, bir bakıyor savcının karşısında. ‘Avukatım nerede?’ ‘Ya avukatının yanında sen rahat konuşamıyorsun. Sen istediğim gibi ifade vermedin. Gel ver şu ifadeni. Çocuklar kaç yaşında?’ Şu şu yaşında. ‘Sen dediğim gibi ifadeyi ver hiç Silivri’ye dönme ve buradan eve git.’ Veya ekrandan bağlantı televizyondan, SEBSİS. ‘5 dakikan var, 5 dakika içinde bir şeyler diyeceksen seni aldırıp getirteyim. Demeyeceksen 20 sene ne beni evlatlarını görürsün.’ Şimdi böyle bir şeyle ve öyle özel seçilmişler var ki. Sayıştay’ın kusur bulduğu bir yer. Ekrem Bey, Sayıştay bunu bildirdikten sonra soruşturma açmış. Soruşturmanın kusurlu gördüğü kişiyi de gözaltına alıp, o kişiye etkin pişmanlık teklif edip, Ekrem Bey’in açtığı soruşturmadan başı derde gidecek adamı kurtarıp, Ekrem Bey’e iftira attırıyorlar. Sistemi görüyor musunuz? Böyle bir evresi var işin. Devamında bu evrelerde de işte bir tane, iki tane bir şeyler yapmaya çalıştılar ama. O kadar çok insan, bu tip ‘Gel iftiracı ol’ teklifini alıp bunları ifşa etti ki, orada da duvara tosladılar. ‘Şimdi yenilerini alalım, aynı baskıyı, aynı teklifi yenilerine, aynı psikoloji.’ Başka ne yapıyorlar? Bütün arkadaşları farklı farklı cezaevlerine, ailesinden 400 kilometre öteye. Neden? Psikolojik harp yürütüyor. Çok net soruyorum, son soru. Elinizi vicdanınıza koyun. Hani hukukta hep denir ya silahların eşitliği. Demek ki hukuk bir mücadele alanı değil mi? Savaş alanı diyelim. Hukuk savaşında önde olsa, galip olsa, güçlü olsa, psikolojik savaşa girer mi? Bir kadını evladıyla tehdit etmenin, bir çocuğu anasından 600 kilometre ileriye, tek yaşından anasından 600 kilometre ileriye göndermenin, bir başkasını örneğin bekar bir kadını, eşinden ayrılmış bir kadını 12 yaşındaki çocuğunun yanından, hem de ikinci kez evden alıp o çocuğu oracıkta komşulara emanet bırakmanın… Bunların güçlü, dosyası kuvvetli, tak tak tak delillerle dolu bir savcının bunlara ne ihtiyacı var? O yüzden ahlaki üstünlük bizde, psikolojik üstünlük bizde. O yüzden Bursa’da dün gördüğünüz çoğunluk enerjisi. Bursa o kadar kalabalık miting görmemiştir ama ben Bursa kadar, ondan önce İzmir kadar, geçen haftaki İstanbul’daki gece mitingi kadar yüksek bir enerji patlaması görmedim. İnsanlar çoğunluk enerjisiyle patlama noktasına gelmiş durumdalar. Buna itiraz ediyorlar.”

“CUMHURBAŞKANI ADAYIMIZLA HAFTALIK OLAĞAN GÖRÜŞMELERİMİ YAPMAYA DEVAM EDECEĞİM”

Genel Başkan Özel, Erdoğan’ın İstanbul üzerindeki düşüncelerinin sorulması üzerine şunları söyledi:

“Ya şöyle söyleyeyim. Bir kere ben gece Erdoğan’ın, hani böyle insan bazen çok huzursuz olduğunda uyanır ve aklına ilk o huzursuzluğu gelir ya. Bir yakınınızın sağlığıyla ilgili endişeniz vardır, işte ne bileyim üniversite sınavı yaklaşıyordur falan. Ben Erdoğan’ın akşam akşam, geceleri uyanıp kendi sesinden rahatsız olduğunu düşünüyorum. Kulağında hep şu çınlıyor: ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder. İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır.’ Bu ses onu uyutmuyor. Biz İstanbul’u kazandık, Türkiye’yi de kazanacağız. O İstanbul’u kaybetti Türkiye’yi de kaybedecek. ‘Ekrem İmamoğlu neden hapiste?’ sorusunun cevabı, çünkü o İstanbul’u kazandı. Türkiye’yi de o kazanacaktı. Bunu engel olmak için bunu yapıyor. Bana dünya kadar geçmişte de ne hakaretler oldu ne şeyler oldu. Hiç birisinin bir önemi yok. Ben ne yaptığımı biliyorum. Ben içeri attıkları Cumhurbaşkanı Adayımla haftalık olağan görüşme yapıyorum. Bu devletin geleneğinde var. Bu devletin geleneğinde, Cumhurbaşkanı ile Başbakan haftalık olağan görüşmeler yapardı, ben de Cumhurbaşkanı adayımla partinin Genel Başkanı olarak onun özgür kalacağı güne kadar, Allah’tan bir aksilik gelmezse, haftalık olağan görüşmelerimi yapmaya devam edeceğim. Hem kamuoyunun önünde kendisine desteğimizin tam olduğunu göstermek için, hem süreci değerlendirmek için kendisinin önerilerini almak, kendisine öneriler sunmak için ve dosta güven, dost olmayana kaygı vermek için kardeşim. Erdoğan benim bu yaptığım ziyaretlerin bana zararı olduğunu düşünüyor olsa, bu ziyaretlerden şikayet eder mi? (Yani sizi Ekrem Bey’den ayırmaya mı çalışıyor? Neden peki bu?) Onun tek umudu bizim birbirimize düşmemiz. Onun tek umudu bizim birbirimize düşmemiz. Sadece benimle Ekrem Bey’in değil. Ekrem Bey’le Mansur Bey’in de arasını açmak istiyor. Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki bütün etkin figürlerin, yarın bir başkası ortaya çıksın, bir başkasının. Önemli olan o partiyi Fikret üstadın söylediği gibi bölünmüş, ortak bir hedefe kenetlenmemiş, farklı farklı hedeflerin olduğu, herkesin kendi ajandasının olduğu bir partiye dönüştürmek istiyor. Oradan iktidar üretir. Bizim bu tutumumuzdan üretmez. Benim bir tane hedefim var. Bir tane. İlk başta hedefim şuydu. En doğru adaydı. Gördük ki en doğru aday Ekrem İmamoğlu. En doğru aday bir kişinin, bir heyetin değil, tüm partililerin belirleyeceği bir şey. Orada Ekrem Bey’le Mansur Bey aday olup yarışabilirdi. Mansur Bey mahsurlu gördü, anlayış gösterdik. Ama saygılı davrandı sürece. Gitti Ekrem İmamoğlu’na oy da verdi. Ekrem Bey’in durumu, gözaltı meselesi olduğu anda ‘Benim böyle bir talebim yoktur, adayımız İmamoğlu’dur’ dedi. Şu anda da örgütümüz bir gece toplantısı yapıyor Ankara’da. Çok net bir şey söylemek istiyorum. Cumhuriyet Halk Partisi’nde benim Ekrem İmamoğlu’nu hapisten çıkartmak, aday yapmak ve onu Cumhurbaşkanı yapmak suretiyle, ülkeye yeniden demokrasiyi getirmek gibi bir hedefim var. Kendime ilişkin bir tek makam talebim, hesabım yok. Her birimiz meseleye böyle baktığımızda, hepimizin mutlu olacağı ve bu ülkenin yüzünün güleceği bir son var. Erdoğan ise ‘Bunların her birinin ayrı ayrı hesapları olsun, birbirlerine düşsünler ve biz buradan bir kez daha CHP’yi yenelim, bir kez daha bu milleti açlığa, yoksulluğa, işsizliğe rağmen bizim iktidarımızdan başka bir alternatif olmadığına ikna edelim’ diyor. Ben bu fikri panzehiriyim işte. Bir alternatif var, o da biziz. Bu işlerde sorumluluk kadar fedakarlık da bize düşüyor. Hepimiz en yüksek sorumluluğu üstlenip, en iyi mücadeleyi vereceğiz, gerekli fedakarlığı yapacağız. Yeter ki bu iktidarı değiştireceğiz.”

“SONRASINDA CUMHURBAŞKANLIĞI DA VAR BAŞBAKANLIK DA”

(‘Seçim geldiğinde Ekrem İmamoğlu’nun bu durumu devam ediyorsa o zaman Mansur Bey çıkar, onun adına bu seçimi kazanır’ demiştiniz..) Yok, tam öyle demedim. Çok ısrarla sordular ‘O gün geldi ve aday değilse’ dedi. Ben ‘Mansur Bey olur’ demedim. Çünkü ‘Şunu yapmak istemem’ diye orada da söyledim, hep söylüyorum. Mansur Bey’i kimsenin yedeği gibi koymam doğru değil. O gün geldiğinde en iyi aday, en doğru aday kimse o adayla seçime gitmek lazım. Bunda hiç tereddütüm olmaz. Mansur Bey’e şimdiden yedek aday muamelesi yapmak doğru değil. Ben o gün şunu dedim; ‘Tut ki o gün geldi ve Ekrem Bey’i hala içeride tutuyorlar. Adaylaştırmıyorlar. Birisi aday olur yüzde 70 ile seçimi kazanır. 400 de vekil alırız. Anayasayı da değiştiririz. Parlamenter sistemi de getiririz. Sonrasında cumhurbaşkanlığı da var, başbakanlık da var. Biri başbakan olur, öbürü de gider tarafsız cumhurbaşkanı olur’ gibi o zaman hala olmuyorsa ne kadar büyük bir güçle iktidara geleceğimizi milletin bu noktada bize 400 milletvekilini de vereceğini, yüzde 70 bile oy verebileceğini söyleyip ‘Milletin buna rızası olmaz’ı güçlü olarak anlattım. Mansur Bey benim gönlümde her göreve layık, son derece başarılı bir yönetici. Milletin gönlünde yeri olan biri. Şimdi de her fırsatta diyor ki ‘İşime odaklıyım, işimi yapıyorum.’ Bence de en iyi şekilde yapıyor. Bu birliktelik Türkiye’nin umudu.”

“BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLARIMIZIN NEYİ EKSİK?”

Özel, “Sayın İmamoğlu’na yapıldığı gibi ardından Sayın Yavaş’ı da iktidar hedef olarak alıp, benzeri hukuksuzluklar yoluyla onun da adaylığına engel olabilir mi?” sorusuna şu yanıtı verdi:

“Bir sıralamaya dahil etmek için demiyorum. Bakın, rastgele en alttan başlayayım. Diyelim ki yaptı. Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Vahap Seçer’in neyi eksik? Yüzde 60 oy almış. Yanında Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar var. Antalya var, Muğla, Aydın, İzmir, Balıkesir, Manisa var… Birimiz, ben değil bir tek. Ben o süreci yöneteceğim. (Siz kendinizi düşünmüyorsunuz) Ben değil çünkü şöyle bir şey var. Kendini düşünmeye başladığında kendini düşünmeye başlarsın. Kendini düşünen, ortak çıkarları yeterince gözetemez. Genel Başkan olduğum gün kendime söz verdim. ‘Ben bu seçimi kazanmak için bu hesapların içine girmeyeceğim’ dedim. Örnek veriyorum, partinin siyasi figürlerinden birçok arkadaşımız var. Kesin kazanacak o anda eldeki imkanlarla en yüksek kimse onu aday yapmakta bir dakika tereddüt etmem. Bir dakika tereddüt etmem ve yine onu bir başıma yapmam. Ne olacak, bir pazar kurarız bir sandık daha. Cümbür cemaat hep beraber arkasına geçeriz. Ekrem İmamoğlu yerine hangisini aday göstereceğimize karar verir, yürür gideriz. Benim işim bölmek, parçalamak, ayrıştırmak değil. Benim işim; birleştirmek. Bu partiyi birlik ve beraberlik halinde tutup, bütün muhalefetin de bu partiyle birlikte, bu ülkenin ortak çıkarları için birlik ve beraberlik halinde davranabileceği bir zemini yaratmak durumundayız. Benim işim o.”

“MİLLET DEĞİŞİM TALEBİNİ GÖRDÜ, HEYECANLANDI”

Özel, “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Adaylık gibi bir derdim yok’ şeklindeki açıklamasını ‘Nasıl olsa aday olabilir, seçilirim’ şeklinde mi, yoksa ‘Düşünmüyorum’ olarak mı okudunuz?” diye sorulması üzerine, “Aslında bu gazetecilerin, yorumcuların rahat rahat üstünde konuşacağı bir konu. Ben şimdi bir partinin genel başkanı öbür partinin genel başkanının adaylığı ile ilgili ‘Onu mu kastetti, bunu bu kasdetti?’ Benim işim değil. Benim de onun adaylığı ile ilgilenmek gibi bir derdim yok. Eğer bu Kasım’a kadar seçimleri yaptı, yaptı. Erken seçime destek veririz ve olur. Kasım değil de bu sene kararını almak şartıyla, Kasım’da olmazsa seneye Nisan’da olsun. Kararını bu seneden, şimdiden almak şartıyla olur. Ama ben durayım, seçimlere altı ay kala öne alayım, tekrar aday olayım. Öyle bir şey yok. Öyle bir şey yapmayacağımızı çok açık ve net bir şekilde söyledik. Hesabını, kitabını ona göre yapsın. Zaten arkasından kimin aday olacağı konusunda AK Parti’de ortalık toz duman. O şöyle bir şey yapıyor olabilir. (‘Herkes senden sonrasını konuşuyor’ dediniz) Öyle. (Öyle duyumlar mı alıyorsunuz?) Öyle görünüyor zaten, öyle duyumlar alıyoruz değil. Bugün mesela Yeni Şafak gazetesinin manşetini, kapat Sözcü yap, Sözcü’de o manşet olur. Nefes gazetesine yap, o manşet olur. Yeni Şafak gazetesi ekonominin başındaki bakana, Mehmet Şimşek’e hem de ironik hatırlatmalar yaparak, irrasyonel - rasyonel şakalarıyla, makaralarıyla, öyle dostu uyarır gibi değil düşmana vurur gibi, kazma kürek dalmışlar. Odunla vurdular, bugün söyledim. Birileri bir parti içinde bir çekişme, mekişme veya sonrasıyla ilgili bir hesaplaşma filan yapıyorsa orada ciddi bir kargaşa var. O yüzden Erdoğan benim düşüncem, yani esas meselenin kendisi şu; Anayasa değişikliğini kendi için istediğinde bir rıza üretemiyor. Benimle ilgili bir dert yok. Ama bir Anayasa değişikliği olsun, günü gelince ben nasılsa onu tekrar ortaya şey yaparım. (Sizi de oraya, Anayasa çalışmasına çekmek için yapıyor olabilir mi?) Böyle hesaplar, kitaplar olur. Önemli olan bu Erdoğan’ı, yıllardır alıştığı, son derece konforlu, oyun kurucu pozisyonunda görmemekte işin özü. Erdoğan, oyunu kuracak bir pozisyonda değil. Milletin bir kararı var. Oyunu millet kuracak. Millet bir değişim talebini gördü, heyecanlandı. Onu da Erdoğan gördü. Adayı aldı, hapse attı. Millet de bunu bir darbe olarak gördü. Bu darbeye direniyor. Mevzu bu zeminde gidiyor. Öyle ‘Bunları bırakalım, Anayasa masası kuralım.’ Sen önce bir kere bırakacaksan haksız yere içeride tuttuğun arkadaşlarımızı bırak. Bırakacaksan bu inadı bırak. Bir dön. Sen AİHM kararlarına uymayacaksın, AYM kararlarına uymayacaksın. Muhaliflerin tamamını gazeteci de olsa, öğrenci de olsa, akademisyen de olsa, siyasetçi de olsa içeri atacaksın, sokacaksın, sürekli bir yargı eliyle onları disipline etmeye çalışacaksın. Ondan sonra fevkalade yumuşak sanki böyle olay eksiksiz demokratik bir ülkede geçiyormuş gibi ‘Buyursunlar, gelsinler. Birlikte Anayasa yapalım.’ Olacak şey değil. Menemen yapamam senle, değil Anayasa yapmak” dedi.

“DEMOKRATİK TÜRKİYE İSTİYORUM”

Özel, herhangi bir pazarlık alanı açıp açmadığı sorusuna şu yanıtı verdi:

“Şimdi bir; terörsüz Türkiye zamanında hatta Sayın Bahçeli bir ara şey de yaptı. ‘Siz terörsüz Türkiye’ye var mısınız, yok musunuz?’ Varız niye olmayacağız. Terörsüz Türkiye’ye niye karşı olayım? Ben terörsüz Türkiye de istiyorum, demokratik Türkiye istiyorum, tutuksuz yargılanma istiyorum. Hatta ‘3 T’ demiştim. Terörsüz Türkiye, tutuksuz yargılama, TRT’den yayın ilk başta. Ayrıca bunu sadece Ekrem İmamoğlu için değil, Ümit Özdağ için de istiyorum Selahattin Demirtaş için de istiyorum. Yani bütün siyasi tutsakların, tutukluların, hükümlülerin serbest kalmasını… Siyaseten tutuklu, siyasi tutsak, siyasi hükümlü. Yani aslında içeride olmaması gereken bir insan siyasi tutumundan dolayı içeride tutulamaz. Bir suçu varsa, Türk Ceza Kanununa göre bir suçu varsa olur. Ama sen insanları içeriye alıp da… Yani bir suç vardır önce, bir hırsızlık yapılmıştır, hırsızlığı bulursun, çalınan şeyi tespit edersin. Çalınan şey diyelim paraysa gelmiş buradan almış, çalmış buraya götürmüş. Oradan suçlunun peşine düşer, suçluyu yakalarsın. Burada öyle bir şey yok ki. Kişiden suça gitmeye çalışıyor. Kişiyi kazıyıp içinden suç bulmaya, kişiyi zorlayıp, bastırıp içinden suç çıkarmaya çalışıyor. Böyle bir şey yok. Ekrem Başkan’a yapılan da diğer arkadaşlara yapılan da bu. O yüzden ‘Ben terörsüz Türkiye tamam, beraber olalım, demokratik Türkiye’de birlikte olalım, tutuksuz yargılanmalar olsun’ diyerek onları meşru, anayasal ve hukukun üstün olduğu bir zemine çekmeye çalışıyorum. Somut bir şey söyleyeyim. Hani pazarlık mazarlık için değil. Biraz önce birazcık bahsettik ama. Bizim Anayasamız bir hakim ve savcı siyasete girdiyse geri gelemez diyor. Ama siyasete girmeyi o bir partiden aday adayı olmaya kadar isimlendirmiş. Ama Bakan Yardımcısı yazmamış. Neden? Anayasa’nın o maddesi yazıldığında Bakan Yardımcılığı yokmuş. Müsteşarlık falan vardı, o da zaten devlet memurluğu kapsamındaydı. Siyasete girmeyi bir partiden aday adayı olmak bile diye, en sert şekilde yorumlamış. Erdoğan Bakan Yardımcılarına ‘Bu arkadaşlar teşkilat ile devlet arasında köprü olacaklar, bunlar siyasetçi olacak, bakanlar teknik zaten’ demiş. Akın Gürlek Bakan Yardımcısı iken Anayasa’ya karşı hileyle, Anayasa’ya karşı hile ve muvazaa ile getirilmiş bu Cumhuriyet Başsavcısı yapılmış. Bu şartlar altında bu arkadaşın İstanbul’da Cumhuriyet Başsavcılığı yaptığı yerde, yapılan bütün operasyonlar siyasidir. Bütün operasyonlar siyasidir bu kadar net. O yüzden ilk önce bu İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na bir bakacak. Öyle geçmişte de biz onunla karşı karşıyaydık Erdoğan’la, o zaman Genel Başkan değildim ama partim adına Ergenekon, Balyoz, askeri casusluk bütün süreçleri takip ediyordum. O Zekeriya Öz’e kefildi, ben İlker Başbuğ’a kefildim. O Zekeriya Öz’e kefildi, ben Mehmet Haberal’a, Mustafa Balbay’a kefildim. Ben Türk ordusunda görev yapmış şerefli subaylara kefildim. Benim kefil olduklarım yani Ahmet Tatar’ı rahmetle anmak lazım, Kuddusi Okkır’ı falan. Hayatta olanlar başı dik, alnı açık geziyorlar. Bununki fare gibi kaçtı Amerika’ya Zekeriya Öz. Hangi delikten kaçtığı belli olmadı. Şimdi bir başkasına kefil oluyor. Yine benim kefil olduklarım belli. Tarih tekerrürden ibaret ama tarihten biraz da ders almak lazım kardeşim. Sen bir kez daha aynı hatayı yapma. O yüzden o zaman da bir de şeyi de hatırlatmak lazım. O savcı da birilerine baskı yaparak veya önce gizli tanıklarla, yalancı şahitlerle, itirafçılarla bilmem nelerle kanırta kanırta zorla suç icat etmeye çalışıyordu. Hepsinin yalan olduğu çıktı. Vallahi savcı kaçtı keyfi yerinde Zekeriya Öz. Erdoğan elleri FETÖ sabunuyla yıkadı tertemiz, pürü pak oldu yerli yerinde. O günün yalancı şahitleri şimdi hapislerde sürünüyor. Bu yalancı şahitlerine söylüyorum. Bak bir şey bilip de açıklamıyorsan açıklamamak yanlış. Bir şey bilip de gerçekten bir kanıt var. Ama zorla itirafçı kisvesi altında iftiracı yapılanlara söylüyorum. Yine bunlar kendini kurtarır, Erdoğan bir tarafa çekilir, ‘Kandırıldım ya Rabbim’ der. Öbür tarafta öbürü kaçar gider bir taraflara. Sen kalırsın bir başına Silivri zindanında.”

“AYM VE AİHM KARARLARINA UY”

“O yüzden bilip de gerçek bir şahitliği olana bir şey demem. Olmadığını hepimiz biliyoruz. Defalarca ifadeler verildi bilmem ne. Yok ‘Çocuğunu göstermem’, yok ‘Bilmem ne yapmam’, yok ‘30 yıl tutarım’, ‘Apo çıkar, sen çıkamazsın.’ Bunlar olacak şeyler mi yani? O yüzden herkes aklını başına alsın. Öyle pazarlık değil. Biz bütün opsiyonları ortaya koyuyoruz. Siz terörsüz Türkiye deyip yani Türkçesini söylemek gerekirse. Düne kadar en ağır dille eleştirdiğiniz, terörist dediğiniz, neler neler söylediğiniz DEM Parti ile bir süreç yürütmenize bir itirazım yok. Terörist başı, bebek katili dediğinize teşekkür ediyorsunuz, o sizin tasarrufunuz. Ben süreci tıkayan da değil, silah bırakılacaksa bırakılsın, analar ağlamayacaksa, şehit gelmeyecekse en büyük savunucusu benim. Teröre giden para, emekliye, asgari ücretliye gidecekse ki bizim iktidarımızda öyle olacak. Bunun neyin karşısında olacağım? Ama bu yapılırken ta bu kadar kişiye sen alan açarken, İstanbul’un seçilmiş belediye başkanını içeride iftiralarla tutamazsın kardeşim. Oraya da çözüm bulacağız hep beraber. Bunun yanında sadece bunu şart koşuyor da değilim. Selahattin Demirtaş’ı da tutma, Ümit Özdağ’ı da tutma. Siyasi tutuklu olmasın. Anayasa Mahkemesi kararına uy, Can Atalay çıksın. AİHM kararına uy, Kavala çıksın. Gezi’deki arkadaşlarımızın hepsi çıksın.”

“BU, BENİM KENDİMİ İNKAR ETMEM DEMEK OLUR”

Özel, Erdoğan’ın yeni anayasayı öncelik olarak göstermesi hakkında, “6 Mayıs günü, daha önce söylemiştim. Hani o öyle son dakikalık bir şey yok. 6 Mayıs günü AK Parti Genel Merkezi’nde ve onların genel merkezimize iadeyi ziyaretlerinde, bir yeni Anayasa lafına girdi, ve kendince bir tarifte bulundu Sayın Erdoğan. Ben de ona mevcut Anayasa’ya uyulması gerektiğini, hangi kararlara uymadığını, bunun nasıl sonuçlar doğurduğunu, bunlara uyulduğu takdirde Anayasa masasına ancak oturmanın mümkün olacağını, AİHM kararlarına uymadan, AYM kararlarına uymadan, Anayasa’ya aykırı dünya kadar uygulama yaparak, bizimle Anayasa yapamayacağını söyledim. Ben tut ki oturdum bir Anayasa masasına. Ayakta 17 milyon 499 bin 999 kişi kalacak. Bize oy veren 17 milyon 500 bin kişi Anayasa masasına oturulmasını doğru bulmuyorsa, ben otursam kızımla, eşim, anamla, babam ayakta kalır yani. Onlar bile oturmaz ona Anayasa masasına. O yüzden Anayasa masası toplumsal mutabakat masasıdır. Sen öyle bir devleti yönet ki ‘Bununla Anayasa yapılır’ desinler. Onlar oturunca ben onlar adına otururum zaten. Ama bu şartlar altında dediğim gibi mümkün değil Anayasa yapmak. Yani asla oturup da bir şey olmaz, bu şartlar altında Anayasa yapmaya kalkışmak demek, benim kendimi inkar etmem demek olur. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kendini inkar etmesi. Çünkü Anayasa yapmanın zemini toplumsal mutabakat metni. En geniş uzlaşıyla olacak. Böyle ülkeyi yönetenle ben, Ekrem Başkan’ı içeri atan, Resul Emre Şahan’a kayyım atayanla nasıl uzlaşırım?” dedi.

“ERDOĞAN VARKEN ANAYASA YAPMAYIZ”

(Siz ‘Erdoğan’la değil de Erdoğan’a oy verenlerle Anayasa yaparım’ dediniz) AK Parti’nin seçmenine saygım sonsuz, onlarla mutabakat da ararım Anayasa da yaparım. Ama Erdoğan böyle yönetiyorken olmaz. Gelecek dönemlerde biz iktidar oluruz, o seçimde bize oy vermese de AK Partili seçmenin hassasiyetleri, beklentileri ve sivil Anayasa talepleri benim için kıymetlidir. Onlarla Anayasa yaparız. Ama bu şartlarda Erdoğan varken ve Erdoğan böyle yapıyorken yapamayız. (Yeni Anayasa meselesinde sizin kapınızı çalacaklarsa bununla ilgili ön şartlarınızdan en önemlisinin Ekrem İmamoğlu’nun durumu olduğunu ifade ediyorsunuz.) Sadece Ekrem İmamoğlu değil; siyasi yargılamalar, siyasi tutsaklıklar başta ama ben Tayfun’u içeride bırakıp da bir yere gitmem, Can Atalay olmadan olmaz. Bakırköy Kadın Cezaevi’ndeki arkadaşlar üç senedir boşuna mı yatıyorlar? Ben kimseyi arkada bırakıp da Erdoğan’la birlikte… Ama bir yol temizliği yapılır, bütün Anayasa’ya aykırı uygulamalardan… Mesela bu siyasi savcı yerine, hukukçu bir savcı İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı olur. Ya şart değil, ama o ortamı yaratmak için böyle adımlar atmak lazım diyorum. Bakın bir Anayasa ortamı oluşacaksa neler olması lazımda örnekler. Şimdi aklıma gelmeyen başka bir aykırılık varsa. Oradan mesela İlhan Cihaner izliyordur beni yazar belki, ‘Kardeş bu böyleyken olacak mı?’ der. ‘Doğru o da olacak’ derim. Bunlarla sınırlı değil. Ha bu toplum tansiyon düşsün istiyor mu? İstiyor. Ben de istiyorum. Ben gerçekten çatışma fikrinin sahibi değilim. En sevmediğim şey kavga etmek, çatışmak. Ama kötü yaparım da diyemem yani. Arandıklarında gerekli cevabı veririm. Ama normal şartlarda ben birinci parti çıktığında ne yaptım? İlk bayramda ben aradım, ilk ziyarete ben gittim, ilk eli ben uzattım. Ama balta çekti adam bana. O bana balta çekmişken ‘Normalleşelim’ diyecek halim yok. (Şimdi bayramlaşma olacak mı?) Yok.”

“DENEMESİ BEDAVA KARDEŞİM”

Özel, iktidarın İmamoğlu davasını bir tehdit unsuru olarak kullanması hakkındaki soruya şu yanıtı verdi:

“Öyle okuyanlar var ama bizim meselemiz şu, biraz önce Kürşat Bey de sormuştu. Biz İzmir suikastinden geliyoruz, biz İsmet Paşa’nın aracının durdurulup linç edilmeye çalışılmasından geliyoruz. Ecevit‘e sıkılan kurşundan geliyoruz. Biz Kemal Kılıçdaroğlu’na camide linç girişiminden, Özgür Özel’e Manisa’da camide linç girişiminden geliyoruz. Evlat katilimi, iki evladını katletmiş adamın yumruklu saldırısından daha 15 gün önce kurtulmuşuz. Bize öyle tehditler, şantajlar, filmler sökmez. Elinden geleni ardına koymasınlar. Denemesi bedava. Ekrem İmamoğlu sürecinden biz çok zararlı çıktık diye dövünen AK Partililer ortada. Veya kayyım diye sabah kalkıp da akşam bin pişman olanlar. Veya bu pazar bunlar Ekrem Beyi 1.5 - 2 milyon CHP’linin mutabakatıyla aday gösterip güçlendirirler deyip 15.5 milyon oyuyla aday gösterme sürecini tetikleyenler ortada. Ben kavgayı sevmiyorum, tartışmayı sevmiyorum, gerginliği sevmiyorum ama birisi bana, sevdiklerime böyle bir şey yapmaya kalkarsa da en sert cevabı veriyorum. Denemesi bedava kardeşim. O kadar söylüyorum.”

“ANAYASAYI KONUŞACAK DEMOKRATİK BİR ZEMİN YOK”

Genel Başkan Özgür Özel, olası Anayasa değişikliği teklifine karşı bakış açısının sorulması üzerine, “Ben, bu iktidarın yapacağı herhangi bir anayasa değişikliği ile bunlarla birlikte bir şey yapmıyoruz diye söylediğim noktada zaten bu sefer 66 gelirse bilmem ne gelirse meselesi değil mesele. Bizim sivil, demokratik, eşitlikçi bir anayasaya ihtiyacımız var mı? Var. Yapmalı mıyız? Yapmalıyız. Bu başka bir tartışma konusu. Bu zeminde anayasa konuşacak bir demokratik zemin yok. Bu başka bir tartışma konusu. O yüzden biz öyle olmazsa böyle… Biz ilkesel bakıyoruz meseleye. Bizimle birlikte anayasa yapmak isteyenin ülkeyi demokratik, hukuka saygılı, tamamen hukuka bağlı şekilde yönetmesi gerekiyor. Anayasa çiğneyenle anayasa yapılmaz diyoruz. Öz türkçesi bu” dedi.

“MİLLETİN DEDİĞİ OLACAK”

‘Devlet Bahçeli, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak kalmasında neden ısrarcı?’ sorusunu yanıtlayan Özel şunları kaydetti:

“Sayın Bahçeli bu soruyu yanıtlarsa ben de zevkle dinlerim cevabını. Ben nereden bileyim? Bu bana sorulacak bir soru mu? Sayın Bahçeli’ye sorulsun, o da yanıtlasın. Biz de zevkle dinleyelim cevabını. Yoksa ben Erdoğan adına Bahçeli’yi övecek, ya da Bahçeli adına Erdoğan’ın vazgeçilmezliğini tarif edecek bir şey değil. Bir daha söylüyorum bakın, yanlış anlamayın. Her soruya cevap vereyim ama ‘Bunlar Türkiye siyasetinin kurucu aktörleri, CHP de figüran.’ Böyle bir şey yok, geçti o dönemler. Böyle bir lüks ve konfor alanını Erdoğan’la ve Bahçeli'ye tanımaktan başta kendimi, bütün muhalefet aktörlerini men ederim yani. Böyle bir şey yok. Milletin dediği olacak. Ben milletin sesiyim, milletin sesinin tercümesiyim. Ben sokağı dinliyorum, bunlar atadıklarına kendini alkışlatıyorlar. Biz Türkiye siyaset tarihinin en büyük mitinglerini, en enerjik mitinglerini yapıyoruz. Sokağın talebi bir an önce adayın serbest kalması, sandığın önümüze gelmesidir. Devlet Bey açıklasın biz de öğrenelim. Tayyip Bey açıklasın biz de öğrenelim. Benim esas söylediğim şu. Geçen sordunuz bunu söyleyeyim. Benim seslendiğim kitlen ne Erdoğan ne Devlet Bey. Benim seslendiğim kitle, bu kendisine AK Gençlik diyor arkadaşlar. Sosyal medya hesapları öyle birtakım kampanyalar. Ben AK Gençliğe sesleniyorum. İçinizde siniyorsa bir şey demem. Erdoğan 23 senedir bizimle bu sahada maç yapıyor. Hep kazandı. Biz ne ‘Bir daha oynamayacağız’ dedik, kimsede kusur bulmadık, kusuru kendimizde gördük, kendimizde özeleştiri yaptık. Çok çalıştık ve bir kere de son maçı biz kazandık. Erdoğan, biz 47 sonra maçı ilk kez kazandık. Erdoğan 23 yıl sonra ilk kez maç kaybetti. Kazanırken iyiydi, kazanınca balkonlara çıkıp konuşmalar, tribünleri selamlamalar, milli iradeyi baştacı yapmalar. Bir sefer kaybetti, topu aldı koltuğun altına ve sinirli sinirli gidiyor. ‘Bir daha maç yok.’ ‘Ne yapıyorsun?’ ‘Keseceğim bu topu. Bir daha ben de oynamayacağım, kimseyi de oynatmayacağım.’ Şimdi AK Gençliğin tarih önünde bir sınavı var. Erdoğan’a nasıl hitap ediyorlarsa; reis, baba, dede. Eve gidiyor ya ‘Ya dede versene topu. Niye keseceksin? Biz kazanırken iyiydi de adamlar bir kere kazandı değil mi? Ver topu biz oynayacağız, biz yeneriz onları’ desinler. Belki gelecek seçimi kaybederler, ondan sonrakini kazanırlar. Şu anda AK Parti’de siyaset yapan herkesin ve bilhassa gençlerin önünde, tarih önünde bir sınav var. Ya biz kazanırsak iyi, yani Erdoğan’ın yıllar önce yaptığı tanımlamaya, ‘Demokrasi bir tramvaydır işimize geldi bindik, gelmeyince ineriz’ demişti. O noktadalar mı? Erdoğan’ı indikleri istasyonda alkışlayıp ‘Çok doğru yaptın, bizim demokrasi ile işimiz yok’ diyorlarsa, demokrasinin de onlarla işi yok. Bakın sakın bu tehdit falan değil. Ama dostça bir tavsiye. Öyle yapanları hep tarih çöp sepetine attı. Atar. Birinin adı anılmaz. Erdoğan yine tarihe şu kadar seçim kazanmış, bu kadar kazanmış, kaybettiği seçimden sonra darbeye kalkışmış, sonra da tasfiye olmuş bir lider olarak geçer. Ama onların hiçbirisinin esamesi okunmaz. Şimdi mesele, topu alıp sahaya geri dönmekte. ‘Bırak biz oynayacağız’ desinler. Belki de onlar kazanacak maçı. ‘23 senedir maç kazanırken biz iyiydik de kaybettikçe niye çamur yapıyoruz dede’ desinler. Desinler ki ‘Dede, reis niye şimdi ya? Sen çok iyi topçuydun, şöyleydin böyleydin. Bir kere maç kaybettin hemen futbolu terk ettin, maçı terk ettin, topu kesiyorsun. ‘Biz futbol oynamak istiyoruz, biz mücadele etmek istiyoruz. Kazanmak da var, kaybetmek de var. Tarihe böyle geçmek istemiyoruz’ demelidir AK Parti siyaseti. Benim çağrım AK Parti siyasetine. Demokratik zeminde mücadelede kazanan da kaybeden de meşrudur. Demokrasiden çıkınca kazansan da gayrimeşrusun. Ve günün birinde, işte yarın 27 Mayıs darbesinin yıldönümü. Ne 27 Mayıs darbesi, ne 12 Mart darbesi, ne 12 Eylül darbesi, ne bugün 15 Temmuz darbesi. O dönemde o darbeyi yapanları destekleyenler şimdi çıkıp bir kişi ‘Ben bu darbeleri savunuyorum’ diyebiliyor mu? Erdoğan’ın 19 Mart darbesini de gün geldiğinde savunamayacak duruma düşecekler. Bugün yanlış pozisyon tutanlar, tarihin ters tarafında durmanın bedelini ödeyecekler. O bedel de siyaset dışı kalmaktır, tarihte kötü anılmaktır. Çok net.”

“TAAHHÜT ETTİĞİN ŞEYİ YERİNE GETİRMEZSEN SEÇMEN SANA BEDELİNİ ÖDETİR”

Genel Başkan Özel, asgari ücrette meydanlarda dile getirdiği ara zam talebinin sorulması üzerine “Dün Bursa’da da emeğin başkentlerinden biridir Bursa. Kocaeli gibi Manisa gibi Denizli gibi Gaziantep gibi ve elbette İstanbul gibi ki zaten o pek çok şeyin başkenti. Emeğin başkentlerinden birinde ‘Ara zam hakkımız, söke söke alırız’ diye hep birlikte seslendik. Çünkü bir kere iktidara gelirken bir şeyi taahhüt ediyorsan onu yerine getirmen lazım. Yerine getirmezsen seçmen sana bunun bedelini ödetir. Faturasını keser. Başka başka örnekleri de var. Örneğin ‘Mülakatı kaldıracağım’ deyip, kaldırmadı. Mülakat mağduru gençler ve bütün gençler bu tutulmayan sözün hesabını soruyorlar Erdoğan’a. ‘Ben gençlerden nasıl oldum da bu hallere düştüm?’ diye bakmasın. Cumhuriyet Halk Partisi gençlerde yüzde 46’ya çıkmış. AK Parti yüzde 14’e gerilemiş. Bunu araştırın. ‘Haydi bir salon toplantısı yapalım gençleri…’ O öyle değil. Sen söz verdin. ‘Ben mülakatı kaldıracağım’ deyip de kaldırmazsan o mülakatın mağdurları da bütün gençler de bunun faturasını sana keser. Tek sebebi bu değil. Gençler, yasaksız bir Türkiye istiyor. Gençler, vizesiz pasaportlar istiyor. Bütün kapılar yüzlerine kapanmasın istiyor. Gelecek hayali kurmak istiyor. Aynı bu şekilde ne diyordun seçimden önce? ‘Enflasyonlu ortamlarda asgari ücretin güncellenmesi gerekir, yılda dört kez.’ ‘Yani bir zammın dışında üç güncelleme daha yapmayı düşünmeliyiz.’ O seçimi geçtin. Geçen sene bir kuruş zam yapmadan 17 bin 2 liraya bütün emekçileri mahkum ettin. Şimdi o asgari ücret zam gördü. Dört ayda enflasyon yüzde 14 ve TÜİK’e göre yapılan zammın 3 bin lirası gitti bile. ENAG’a göre yapılan zammın 4 bin 500 lirası gitti. Zam bitti. Buradan sonra geçen seneden de kötü duruma düşecekler. Bekleyip bekleyip Aralık’ta zam aldılar. Zam dört ayda bitti. Ne yapmak lazım? Demek ki Temmuz’da bir ara zam yapmak lazım. Temmuz’da enflasyon kadar en az ara zammı yapması şarttır.”

“ASGARİ ÜCRETE ARA ZAM VERİLMELİ”

“Ben burada tutarı kendim belirleyecek değilim. Ben Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nu da anti-demokratik buluyorum. Çünkü bir tek sendikayı, bir tek konfederasyonu muhatap kabul ediyor. Randevularımızı aldık, başvurduk. Perşembe günü DİSK’e gidiyoruz. 1,5 saat sonra yanılmıyorsam, TİSK’e, Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu’na gidiyoruz. Tabii bu arada DİSK’in genel merkezi İstanbul’da. TİSK’le de istanbul’da görüşeceğiz, genel merkezi burada ama başkanları İstanbul’daymış. Ben de İstanbul’da olacağım için öyle. Cuma günü Hak-İş ve Türk-İş ile görüşeceğiz. Bütün konfederasyonların görüşlerini alacağız. Gelecek hafta başka yapılarla görüşmelerimiz de olacak. Onları gelecek hafta takvimlendireceğiz. Doğru rakamı tespit edeceğiz. Ara zam için. (Sizin aklınızdan geçen rakam ne?) Benim aklımdan bir şey geçmiyor, ‘İşi bilenlere soralım’ dedim. Konfederasyonlara soralım, işvereni de duyalım. Bir de bir şey yapmamız lazım bizim. Küçük esnaf, KOBİ, sanayici bu zammı cebinden verirse… Küçük esnafta KOBİ’de zaten bu olmaz. Sanayicide de yükün bir miktarının üstlenilmesi lazım. Bunun için TİSK’i duymak lazım. Ayrıca yani gelecek hafta planlanacak, ama esnafların temsilcileri ile konuşmak lazım, KOBİ’lerin temsilcileri ile konuşmak lazım. Ara zam verilmeli ama yük onların sırtına bırakılmamalı. Doğru bir formülle, işçinin de işverenin de memnun olacağı bir ara zamma mutlaka ihtiyaç var. Üstüme düşeni yapacağım. Ama burada bu talebi yükseltmek, bunun için mücadele etmek hem işçilerin, işçilerin örgütlerinin görevi. Biz de bundan sonraki hem mitinglerimizde, hem diğer mücadele alanlarında bu sesi yükseltip, bu ara zammın yapılması için elimizden gelen her şeyi yapacağız. Ne yapacağız? En sonunda varıp da hükümete darbe yapıp zammı ben yapacak değilim. Yapmazlarsa, bu konuda gerekli adımı atmazlarsa siyasi bedelini onlar öderler. Ben üstüme düşen sorumluluğu yerine getiririm.”

“ŞİMŞEK ÇIKIŞ PLANI AYARLIYOR”

“(AK Partili Nihat Zeybekçi “19 Mart operasyonu ekonomiye zarar verdi” dedi… Mehmet Şimşek de benzer birşey söyledi aslında.) Bir kere dedi, pişman ettiler adamı. (‘Mehmet Şimşek istifa edip gidecek’ dediniz) Yani görüşmeler yapıyor. Bana da oralardan sürekli geliyor, tabii dünya artık çok küçük. Mehmet Şimşek kabine değişikliğini beklemeden… Gelirkenki mutabakat ‘Günün birinde yolları ayıracaksak, alınıp da…’ Çünkü Mehmet Şimşek meseleye biraz farklı ve global bakıyor. ‘Burada itibar kaybedersem, bilmem ne olmasın. Ben çok itibarlıyım.’ Bir itibarı kalmadı zaten. Mehmet Şimşek darbenin finans ayağı, darbeye finans sağlamış. Kendisi söyledi. Ben Mehmet Şimşek’e karşı çok saygılı bir dil kurmaya çalışıyordum. Çünkü ekonomiyi yönetiyor, ‘Rasyonel politikalar’ diyor. Ben o politikaları tam benimsemesem de Türkiye iş dünyası kıymet veriyordu. TÜSİAD destekliyordu. TÜRKONFED doğruya dönülsün diye bakıyor. Yani her tarafı dinliyorum ben mümkün olduğu kadar işte. İSO’nun raporları, İTO’nun beklentileri falan filan. Ama bir anda Mehmet Şimşek tuttu ve dedi ki, ‘Bu rezervler bugünler için toplandı.’ O zaman sen bu rezervleri işçi için toplama, emekli için toplama, esnafa toplama, çiftçiye toplama, KOBİ’ye toplama, Ekrem İmamoğlu korkusu için, Ekrem İmamoğlu’na darbe yap. Ondan sonra sen benim hedefimdesin yani. Ayrıca da Mehmet Şimşek’in dünyada hak ettiğinin üzerinde bir itibar gördüğü günlerin de çok geride kaldığını bütün dünyadan takip ediyoruz. Arkadaşlar takip ediyorlar, söylüyorlar. O da kendine göre bir B planı yapmış. Geçmiş seferde gitmiş zaten bir şirket kurmuş, kurdukları ortaya çıktı. İnkar etti. Fena bir durumda yani Mehmet Şimşek. O bir çıkış planı ayarlıyor. Bir gerekçeyle, affını isteyip gitmeye çalışıyor. (Onun isteğine kalmayabilir mi?) Kalmayabilir. Baksanıza Yeni Şafak dediğin AK Parti’nin Pravda’sı yani. Onun yerine manşet atan. Onun yerine hedef gösteren. Onun yerine operasyon yapan gazete Mehmet Şimşek’e vuruyor. Yani bu önemli bir şey ama tabii göreceğiz. Bunu bayram tatili sırasında yapmaya çalışırlar. Piyasaların çok çalkantı yapmayacağı, yeni bakanın bilmem ne yapacağı filan, sindireceği bir süreçte yapmaya çalışırlar. (Yeni Şafak daha önce de Merkez Bankası Başkanı hakkında da ‘Bu operasyonu kimin için yaptınız?’ demişti, Naci Ağbal gitmişti) Gitti” dedi.

“BÖYLE OLMAZ, ALMANYA’DA HANGİ OTOBAN ALMAN’A PARALI?”

CHP Lideri Özel, partisinin Hazine kaynaklarının yandaş şirketlere aktarılması ve faiz politikalarında iktidara gelmesi durumunda nasıl yol almayı planladığının sorulması üzerine, şunları söyledi:

“Zaten biz bu Kamu - Özel İşbirliği meselesine; KÖİ’lere tamamen, kökten itiraz ediyoruz. Bir kere biz otobana itiraz etmiyoruz ama finans yöntemine, işletme yöntemine itiraz ediyoruz. Biz geldiğimizde bu dövizle olan taahhütlerin hepsini Türk lirasına çevireceğimizi zaten Cumhuriyet Halk Partisi olarak söylüyorduk. Selin Sayek Böke’nin bunların kamulaştırılması yönünde çok ciddi bir çalışması var. Çünkü çok haksız edinimler oldu. Yani adam şu ana kadar aldığı parayla zaten maliyetini çıkardı, bilmem ne yaptı. Uluslararası tahkimle Türkiye’yi bağlamışlar. Hiçbir zaman bir iktidarın ülkenin geleceğine bu kadar ipotek koyamayacağına ilişkin uluslararası tahkimin önemli kararları da var. Uluslararası hukuk anlamında iyi bir hazırlığı da var partinin, geçmişte de vardı. Şimdi çok daha iyi var. Vallahi birincisi bir kere bu hasta garantisi, yolcu garantisi bilmem ne olan bu işlerin tamamını bitireceğiz. Ya Türk parasına çevrilecek ve ödenecek, ama zaten ödendiyse bunlar kamulaştırılacak. Ben günün birinde elimizde bir balyozla gişeleri kırdığımız günü hayal ediyorum. Yahu böyle şey mi olur? Almanya’da hangi otoban Alman’a paralı? Otoban Almanya’dan transit geçen nakliyecilere paralı. Ulaşım hakkı bu devirde bu kadar fahiş fiyattan olabilir mi? Bunların hepsini bitireceğiz de önce bir iktidara gelip, bir rahata ermek lazım. Biz Mehmet Şimşek’e bin kere de bu eleştirilerde bulunduk. ‘Krizin müsebbibi olmayanlara krizin faturasını ödettiriyorsunuz’ dedik. Hem emeklinin, hem asgari ücretlinin, hem esnafların büyük sıkıntıları var. Bunların hepsinin çözülmesi gerekiyor. Bunlarla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi’nin program çalışmaları artık sona gelmeye başladı. Aslında bizim hedefimizde Mayıs sonu vardı. Ama 19 Mart darbesi bütün bir Mart’ı, Nisan’ın tamamını, Mayıs’ın buraya kadar… Büyük ihtimalle Temmuz ayı sonu itibariyle somutlaşmış, Eylül ayının ilk haftasında resmileşmiş bir program çalışmamız olacak. Cumhuriyet Halk Partisi’nin program çalışmasından iktidar programına ve o programla uyumlu Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi çalışmalarından, Ekrem İmamoğlu’nun taahhütleri, hükümet programı ortaya çıkacak. Orada bu her bir başlık için hem bakış açımızı, hem de krizin bedelinin yoksullara, orta direğe değil de krizden nemalananlara ödettirileceği noktasında somutlaşmaları da göreceksiniz.”

“O KREDİYİ İSTİHDAMI KORUYANA VERSEYDİ BAŞIM ÜSTÜNE”

“Ayrıca hep ifade ediyorum. Bir kez daha tekrar edeyim. Pandemi sırasında iki tarafa kredi verildi. Birisi Esnaf Kefalet Kooperatifi yüzde 8-9’la kredi verdi. Bir de Kredi Garanti Fonu üzerinden zenginlere zorla kredi verdiler. Gerçekten istifade eden, iflastan kurtulan, istihdamını koruyan, onlara bir şey demiyorum. Başım üstüne. Ama bir çoğu bu parayı aldı, özel uçak aldı, yat aldı, tekne aldı, yeni yeni villalar aldı, kotralar aldı. Bilmem neler aldılar ve biliyor devlet bunu. Herkes bunu kabul ediyor, ‘Bu paralarla bunlar alındı’ diye. Bunlar yüzde 8 ile devam ediyorlar. Esnaf kefaletin yüzde 9 olan kredisini faizler arttı diye yüzde 25’e, yüzde 29’a çıkardılar. O kredilerin faizini. Bak bugün verdiğine bir şey demiyorum yine. ‘O gün 9 ile aldın, faiz oynak, 29 oldu’ diyorlar, ‘25 oldu’ diyorlar. Böyle bir süreç yaşandı. Bu olmaz yani. Bari bununkini 8’de tutuyorsan, bununkini de 9’da tutacaksın. Şimdi CHP’nin faiz politikası meselesi ise şu. ‘CHP yönetiyor olsaydı’yı söylüyorum ve yönetecek olduğunda bir kriz yaşandığında. Pandemi bütün dünyadaki tedarik zincirlerini kırdı. Bütün dünyada ekonomileri kırılgan hale getirdi. Bütün dünyada ülkelerin başına enflasyon derdi çıktı. Avrupa ülkelerinde yüzde 3 olan enflasyon 6 oldu. Amerika’da 4 olan enflasyon 8 oldu, falan filan. Bunlar birden panik. Hatta o sıralarda da Demirel’in dolaşıma giren videosu çok kıymetlidir. ‘Bu enflasyona boşuna canavar demezler. Bu enflasyon en büyük beladır. Enflasyon çıktı mı indirmek zordur. Enflasyon en başta ahlakı bozar. Borcu olan borcunu ödemez. Alacak olan tahsilat yapamaz. Avrupalılar ondan bundan çok korkarlar, canavar derler. Hemen tepesine binerler büyümeden evvel’ dediği videolar çıktı. O günlerde 3-4 olan enflasyonu, 6 olan Avrupa, o enflasyonla baş etmek için %7-7,5 faiz verdi. Faizlerini yükselttiler. Sebep bir, para faizle bankada dursun, harcamaya yönelmesin. İki, diğer yatırım araçlarına yönelmesin, dövizi fırlatmasın diye enflasyonun üzerinde faiz teklif ettiler. Avrupa’da işledi, Amerika’da işledi, Kanada’da işledi. Türkiye o sırada Nas var; ‘faiz haram’. ‘Yüksek faizi Nas oradayken nasıl yapacaksın?’ diyen Erdoğan ve talimatlandırdığı bakanı Nebati tarafından enflasyon yukarı gittikçe faizleri aşağıda tutmaya çalıştılar. Bu sefer para dolara yöneldi. Dolar gitmesin diye rezerv yaktılar. ‘128 milyar dolar nerede?’ lafı boşuna çıkmadı.”

“EKONOMİDE ALTIN KURALIMIZ VERGİDE ADALET OLACAK”

“Diğer taraftan ‘Para bu sefer bankada değer bulmuyor. Para bankada durdukça eriyor’ diye millet konuta saldırdı. Konut fiyatları fırladı. Konut fiyatı fırladıkça kiralar fırladı. Millet arabaya saldırdı, ikinci el arabanın bile fiyatları fırladı. Boşu boşuna tasarruf edilmesi gereken para harcamaya yöneldi. Bu da enflasyonu tırmandırdı ve bir kriz çıktı ortaya ama aslında orada bir şey yaptı Erdoğan. Tüketici güven endeksini 90’ın üstüne çıkardı. 90’ın altında tüketici güven endeksi ile seçim kazanamazsın. ‘İnsanlara bol bol harcayın, parayı harcayın, parayı bankada tutmayın, kenardaki tasarrufları bile gidin harcayın’ falan diyerek, suni bir tüketici güveni yarattı. Seçim geçer geçmez geri vitese taktı. Ne faiz düşürdü, döndü parası olana değil olmayana fatura kesti. Sizin esas biraz önce betimlediğiniz durum da bu. Çünkü ne yaptı o zaman? Adam dövize yöneliyor. ‘Yönelme dövize.’ ‘Nereye koyayım parayı?’ ‘Kur korumalı mevduata koyayım.’ Kur korumalı mevduat ne? Faiz yüksekse faizi alırsın, kur yüksekse onu alırsın bilmem. Parası olanlar için o kadar güvenceli... ‘Nereden ödeyeceksin sen bunu?’ Kur zararıysa Merkez Bankası’ndan ödeyeceğim.’ Merkez Bankası’nın zararını kim ödüyor? Hepimiz ödüyoruz. Diğerindense hazineden ödeyeceğim. Zengine parayı hazineden ve Merkez Bankası’ndan verdi. Parayı hepimizden ve özellikle düşük gelirli olanlardan topladı. Bu kadar basit. Biz dünyada doğru ekonomi nasıl yönetiliyorsa öyle yöneteceğiz ama esas, altın kuralımız; vergide adalet. Bugün Türkiye’de vergilerin yüzde 69’u dolaylı vergi. Yani fabrikatörle kapısındaki bekçi aynı vergiyi veriyor. Neye? Elektriğe, suya, telefona, çocuk bezine, ekmeğe, her şeye. Yüzde 20’si de maaşlardan kesilen vergi. Hepimizin maaşlarından kesilen vergi. Kazanandan, üretip de kazanandan veya kar edenden, çeşitli şeylerle kar edenden işte, ev alıyor, satıyor, onu yapıyor, bunu yapıyor. İhracat, ithalat yapıyor, yüzde 11. Yüzde 69 artı 20, yüzde 89’u herkesten, yüzde 11’i para kazanandan. Bunun tam tersi olması lazım: Çok kazanandan çok vergi, az kazanandan az vergi, kazanmayandan hiç vergi. Kırılgan gruplardan hiç vergi. Asgari ücretliden ve o ayarda geçimi olanlardan hiç vergi. Aksine onlara destek ve teşvik.”

“MESLEKTAŞLARINI PASPAS ETTİN SEN”

Genel Başkan Özel, İBB Başkanı ve Cumhuriyet Halk Partisi Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu’nun posterlerinin yasaklanmasına ilişkin soruya, şu yanıtı verdi:

“İktidar da değil, iktidarın bir aparatı İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı yapıyor. Yahu senin işin mi? Bugün daha çok saygın hukukçuların açıklamaları vardı. İzzet Özgenç’in, geçmişte AKP’nin sözüne çok değer verdiği İzzet Özgenç’in açıklamaları. İbrahim Kaboğlu söyleyince ‘Bu solcu, bu muhalif…’ İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu yazılırken AK Parti’nin sözüne en değer verdiği hukukçulardan biri. Şimdi sözünü dinlemiyorlar ayrı konu ama onun da değerlendirmeleri var. Ekrem İmamoğlu bir kere bakın çok net; İstanbul’un seçilmiş belediye başkanı. Şu anda tutuklandığı için yerine vekil seçildi. Bakın, tutuklandığı için. Vekili var ama kendi belediye başkanı. Bakın iddia var, iddianame bile yok. Olsa ne yazar? Yargılama yok. Yargılama olsa ne yazar? Hüküm yok. Hüküm olsa ne yazar? Kesinleşme yok. Ta kesinleşmeye kadar Ekrem İmamoğlu suçsuzdur. Sen ona suçlu muamelesi yapamazsın. Sen Cumhuriyet Başsavcısı olarak hiçbir kişiye… Sen savcısın ya. Sav, sav. Sen savda bulunacaksın. Kararı mahkeme verecek. Bir kere bir afiş toplatılacak bile olsa başvuracaksın. Yanılmıyorsam asliye hukuk mahkemesi verecek o kararı. Sen bir kere yargıç değilsin, nasıl yasak getiriyorsun? Sen kimsin? Ama doğru bir şey söylüyorsunuz, ‘Hükümet tahammül edemiyor.’ Hükümetin tahammül edemediği, iktidarın tahammül edemediği bir şey, ondan önce bu tahammül edemiyor. Olacak iş değil yani. Bir Allah’ın kulu çıksın da bir AK Partili hukukçu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın, bunun yapabileceğini söylesin. Kaldı ki tabii köprü ile ilgili ayrı bir yetki durumu var mı bilmiyorum. Ama Anadolu tarafında ya bu asılan şey. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’nın en ağır hakareti yaptığı kişi kim biliyor musunuz? Ankara Cumhuriyet Başsavcısı. Ümit Özdağ’ı Antalya’da işlediğini iddia ettiği bir suçtan, Ankara’da İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı tutukladı. Bu şu demek Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’na, ‘Sen işini bilmiyorsun, yapmıyorsun, yerine ben yapıyorum.’ Antalya, suç iddiasının olduğu yer. Kayseri Cumhuriyet Başsavcısı’na da. Hepsine diyor ki, ‘Ben Türkiye Cumhuriyet Başsavcısıyım.’ Şımarık çocuk gibi. Şımartmış Erdoğan bunu. ‘Her şeyi ben yaparım.’ Buradaki meslektaşlarını paspas ettin sen yani.”

“ERDOĞAN’IN GÖRDÜĞÜ AHTAPOTU YARIN GÖSTERECEĞİM”

“Bana düşmez onların hukuklarını korumak ama birine de düşsün. Hakimler ve Savcılar Kurulu duruyor, bakıyor. Bu yaptığı işler dolayı nasıl oluyor da bu adama bir soruşturma açılmıyor? Çünkü neden? AK Parti’nin HSK adaylarını belirlemeye falan kalkıyor bunlar. Yani olacak iş değil. (Cumhurbaşkanı da son birkaç konuşmasında özellikle ‘suç örgütü’ ifadesini kullandı.) Yanlış, yani bu ifadenin kendisi hukuksuz. Bir suç örgütü varsa onunla ilgili önce iddianameyi göreceğiz, yargılama olacak ve savunmayı dinleyeceksin, hakim bir karar verecek. Hakimin kararı yetmez, üst mahkemelerde itirazı, istinafı, Yargıtay’ kesinleşince ‘suç örgütü’ diyebiliriz. (Savcılığın tarifi dışında bir tarif yaptı Sayın Cumhurbaşkanını. Henüz savcılık o iddiada bulunmamıştı. Şöyle diyor, ‘Bazı iş adamları arasında ayağı var. Medyada, bazı tarikat ve cemaatlerde ayağı var, yurtdışında bağı var…’) Ben yarın ona bir ahtapot göstereceğim. Bunu ilk kez söylüyorum. (Belediyelerle, Fatih ile alakalı olan mı?) O ayrı. Onları da bekliyorlar, görecekler. (Şu anda savcının iddiasının da ötesine geçti Erdoğan. Bu ahtapot meselesi hakkında ne düşünüyorsunuz?) Birincisi Erdoğan’ın tek başına gördüğü bir şey var ve ona herkesin inanmasını istiyor. Dediğiniz şu açıdan doğru, tam onu anlatacaktım. Bir kere bir an için doğru olduğunu düşünelim söylediğinin. bunda da yargının bağımsız ve tarafsız olmadığı, gizli yürütülmekte olan bir soruşturmadan Erdoğan’a bilgi verdiği sonucu çıkar. Bakın en basitinden. Bu kadar arkadaş içeride değil mi? Sorgu tutanakları var değil mi? Sizler gazetecisiniz erişiyorsunuz, görüyorsunuz. Bir kişiye savcı, herhangi bir savcı, başsavcılık ve savcılar, soruşturma savcıları, tarikat bağlantısı sormuş mu? Yurt dışı bağlantısı sormuş mu? Bir yerde para bulmuş mu? Bir yerde işte iş adamı bilmem nesi yapmış mı? Sorulmayan sorudan Erdoğan diyor ki ‘Suç örgütü ortaya çıkmaya başladı.’ ‘Başladı’ da değil ‘Çıkmıştır, olmuştur, ispatlanmıştır.’ Ne olmuş? Bize sorulmayan sorudan sen ne bulmuşsun? Savcının yöneltmediği suçlamayı ispatlanmış gibi söylüyor. Ben Erdoğan’ın bir tek gördüğü ahtapotu, yarın grup toplantımızı izleyen herkese göstereceğim inşallah. O ahtapot nasıl bir ahtapotmuş diye. Ahtapotu bir görsün bakalım. Ahtapot dediğin nasıl bir şey oluyormuş, görelim bakalım. (AK Partili belediyelerle mi alakalı?) AK Partili belediyelerle ilgili de İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı’na söyledim. ‘Bak kardeşim’ dedim, ‘Sayıştay raporları var, ben Fatih Belediyesinden başlayarak’ dedim. Başkan da ‘Bekleme hemen başla’ demiş ama yarını bekleyeceğiz. Çünkü ben ‘Bir göreyim! dedim ya. Sayıştay Fatih Belediyesi ile ilgili söylediklerini Akın Gürlek bir baksın bakalım. Neler var, ne yaptılar? Ha bak Fatih Belediyesi’nin dışında iki belediye daha açıklayacağım. Fatih’i tek bırakmayayım diye. İstanbul’dan. Türkiye’den de açıklayabiliriz. Dünya kadar var. Ayrıca Fatih Belediyesi ile ilgili de neden Fatih’ten başlıyorum? Ortalama AKP’li belediyeler içinde en son akla gelebileceklerden biri olduğu için. Orada başkan yani boşuna telaş yapmasın. O da şey diyor ‘Esenler dururken benden niye başlıyorsun be adam?’ Şimdi o da haklı. Ama ben özellikle Fatih’ten başlıyorum. Bunu hani şey olarak düşündüyse hakkını helal etsin. En kötüsü Fatih diye değil. Fatih’te neler var, Esenler’i sen düşün diye söylüyorum.”

“ALLAH TÜM BAŞKANLARA GAZİANTEP’TEKİ SAVCI GİBİSİNİ NASİP ETSİN”

Özel, Şehitkamil Belediye Başkanı Umut Yılmaz hakkında yolsuzluk iddiasıyla başlatılan soruşturmada Yılmaz’ın Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifasının ardından savcının ‘İhale ve mal alımlarında doğrudan rolü olmadığı’ gerekçesiyle kendisi hakkında takipsizlik kararı vermesinin sorulması üzerine, “Allah tüm belediye başkanlarına Gaziantep’teki savcı gibi savcılar nasip etsin. Akın Gürlek gibisi olunca bütün her şeyden belediye başkanını sorumlu tutuyor. Zaten altına da somut bir kanıt da koyamıyor. Ama şimdi Gaziantep Belediye Başkanı, bizden istifa etmeyip CHP’li bir belediye başkanı olarak orada yargılanıyor olsaydı savcı bunu mu yazacaktı? Karar bu mu olacaktı? (Yazar mıydı sizde kalsaydı?) Milletin vicdanına sorayım ben bu soruyu. (Ya da istifa etmesinde bunun bir rolü var mıdır?) Bilmiyorum. Şimdi ben açıkçası böyle insanları bu AK Parti böyle yapıyor diye herkesi böyle bir ithamla… Fatih Belediye Başkanı hakkında altı tane veya beş tane şey var. Sayıştay’ın yazdığı, ‘Yargılayın’ bunları dediği, suç duyurusunda bulunduğu, harekete geçilmeyen şeyi söyledim, adamın kimyası bozuldu, çıldırdı. Ya bize yapılanı bir de düşün kardeşim. Sen bir de Fatih Belediye Başkanı eline vicdanına bir koy. Bu gece yatmadan ‘Ekrem İmamoğlu’na yapılan bana yapılsaydı, ben ne hissederdim?’ diye. ‘Eşimin yanından alınsaydım, çoluğumun çocuğumun yanından alınsaydım, yalancı şahitler, işte gizli tanıklar diye söylenseydi, bir sürü iftira atılsaydı, bütün televizyonlar benim ailemin, eşimin, dostumun, yakınımın kişisel namuslarına ve şereflerine saldırsaydı. Bana hırsız deseydi, 19 televizyon aynı anda. Bana yolsuz deselerdi olmadığı halde. Bir sürü iftira…’ Sen dur daha ya… Savcıya ‘Salı’ya kadar sen açıklamazsan ben açıklayacağım’ dedim. Adamın tansiyonu 19 olmuş, psikolojik bunalımlara girmiş, konuşuyormuş. Bir de bize yapılanı düşün” dedi.

“SAYIN İÇİŞLERİ BAKANI BU SORU SİZE”

Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, kendisine yapılan saldırıyla ilgili bir gelişme olup olmadığının sorulması üzerine ise “Sayın İçişleri, soru size. Cevabı ben de merak ediyorum. İlk gün sağ olsun aradı beni, çok düzenli bilgilendirme yaptı. Ama bir süredir ‘Hiç merak etmeyin şu bu.’ Ben de merak ediyorum, bir telefon gelir diye bekliyordum” dedi.

“ERDOĞAN DON OLAYINI GÖRMEZDEN GELİYOR”

Yaş çay alım fiyatı ve üreticiyi zarara uğratan don ile ilgili olarak Özel, şöyle konuştu:

“Çay fiyatımız 35 liraydı biliyorsunuz. Milletvekilimiz bu konuda çok da önemli işler yaptı. Geçen sene de çay mitingi yapmıştık Rize’de. Rize’deki bu sorun çok gerçek bir sorun ve bu fiyattan gerçekten kendi hemşehrilerine ‘Aç kalın, borcunuzu ödemeyin, hacize uğrayın, sürünün’ diyor Erdoğan. Don meselesi ile ilgili biz bütün Türkiye’de bu sorunun derhal çözülmesine ilişkin dört kademeli çözüm önerilerimizi söyledik. Erdoğan ‘Küçük bir yerde bazı ürünlerde sorun var’ deyip küçümsedi. Ve görmezden geliyor. Donun orada yaşattığı mağduriyetin biz giderilmesininin araştırılması için komisyon önerdik, AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Geçtiğimiz günlerde de bu AKP-MHP oylarıyla ile reddetmeye AK Parti’ye yakın kaynaklar bir kılıf uydurmuşlar. ‘Efendim yargıda olan şeyler soruşturulamaz, bilerek…’ O zaman Susurluk Komisyonu nasıl kuruldu hepimizin övündüğü? Rabia Naz Komisyonu’na niye üye verdiniz madem? Bir sürü işlerine geldi mi kuruyorlar, yapıyorlar. Reddedince ‘Yargılanamaz’ falan. Bir de bir hanımefendiye bir video çektirmiş bütün troller onu paylaşıyor. AKP-MHP oylarıyla. Ey Susurluk Komisyonu, Rabia Naz Komisyonu, Gaziantep’te karnından bıçaklanan Ersin kardeşimden sonra kurulan komisyon... Hepsi yargıdaydı nasıl kuruldu onlar? (Son olarak sürekli ahtapotu soruyorlar, nedir bu ahtapot?) Grup toplantısında ahtapotu göstereceğim. Erdoğan’ın görüp kimsenin göremediği bir ahtapot vardı. Ben de ahtapotu göstereyim diyorum. Gelsinler izlesinler.”