08.05.2025
08.05.2025
“SALDIRI GİRİŞİMİ DAHA ÖNCEDEN PLANLANMIŞ, AZMETTİRİLMİŞ, TALİMATLA YAPILMIŞ BİR İŞ”
“EKREM BAŞKAN MİTİNGLERDEN ÇOK MEMNUN”
“BİZ ÜLKE İÇİN HER ŞEYİ GÖZE ALDIKÇA TAYYİP BEY UYUYAMIYOR”
“GÜNLERCE, ‘CHP OTOBÜSÜ POLİSİ EZDİ’ DİYE KESİLMİŞ GÖRÜNTÜ YAYINLADILAR”
“KAYBETTİĞİNİ GÖRENLER, ÜLKEYİ KUTUPLAŞMA İKLİMİNE SOKMAYA ÇALIŞIYOR”
“‘KÜRT SORUNU YOKTUR’ DİYEN NE KÜRT SORUNUNU NE DE TERÖR SORUNUNU ÇÖZEBİLİR”
“BEN ‘TÜRK MİLLETİ’ DEMEKTEN DE ‘KÜRT SORUNU VARDIR’ DEMEKTEN DE UTANMAM”
“ECEVİT’İN, ERBAKAN’IN KURTARDIĞI KIBRIS’I ERDOĞAN TRUMP’A PAZARLIYOR”
“İŞ DÜNYASININ SESSİZLİĞİNİ BİR YERE KADAR ANLIYORUM AMA ‘YA HEP BERABER YA HİÇBİRİMİZ’ DEMEKTEN GERİ DURAMIYORUM”
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Sözcü TV’de yayınlanan Özel Röportaj programına katıldı. İpek Özbey moderatörlüğünde Senem Toluay Ilgaz, Özlem Gürses ve Serap Belovacıklı’nın sorularını yanıtlayan Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, “Sağlığımız iyi, moralimiz iyi ama zorlu ve sıkıntılı bir süreçteyiz. Bugün Silivri Cezaevi’nden geldim, her Perşembe olduğu gibi. Arkadaşlarımı, belediye başkanlarımızı orada görmek, Ekrem Başkan’ı orada bırakıp dönmek iyi bir şey değil tabii. O yönden öyle ama moralimizi yüksek tutmaya, mücadele azmimizi sürdürmeye, bu yüzden de iyi olmaya mecburuz. Çünkü bu kötülükleri yapanlar, bizim enerjimizi düşürmek için bunu yapıyorlar. Onlara teslim olmamak için iyi olmak zorundayız” dedi.
“TALİMATLA YAPILAN BİR İŞ”
Genel Başkan Özgür Özel, Sırrı Süreyya Önder’in cenaze törenindeki saldırı ile DEM Parti’nin Önder’in arabasına düzenek konulduğu açıklamasıyla yaşananlara dair “Eski Türkiye” benzetmesinin sorulması üzerine şunları söyledi:
“Sırrı Süreyya Önder’in de aracında işte bir kazayı tetiklemeye yönelik, bir suikast girişimine yönelik bir düzenek konulduğuna ilişkin bir bilgi ve bize yapılan saldırıyla ilgili bir takım sorular vardı. Anlatmaya çalıştığımız şu; bizim yaptığımız görev öyle korkmayı, sinmeyi, geri adım atmayı kabullenebilecek bir görev değil. Zaten bunları göze almadan bu görevlere talip olmuyorsunuz. Benim bir nefes alıp itiraz ettiğim husus şu, eski Türkiye görüntüsü mevzusunda… 90’lı yılların o yönünü aklamak için demiyorum, ama bu iktidar döneminde daha bir yıl önce bir şehit cenazesinde kendi memleketimde, organize edilmiş bir grubun sözlü ve fiziki saldırısına, cenazede linç edilmeye çalışıldım ben. Bu iktidar döneminde Kemal Kılıçdaroğlu bir şehit cenazesinde, Çubuk’ta linç edilmeye çalışıldı. Kemal Kılıçdaroğlu’na Meclis’te şeref kapısının önünde elmacık kemiğinin üstüne yumruk bu iktidar döneminde atıldı. Şavşat’ta heyetimize geçerken yapılan saldırıda bir Bursalı askerimiz bu iktidar döneminde şehit oldu. Bu iktidar döneminde gazeteciler, akademisyenler, partilerin genel başkan yardımcıları evlerinin önünde sopalı taşlı saldırılara uğradılar. Yani eski Türkiye’de oluyordu da değil. Eski Türkiye’nin o hani 90’ların karanlık, beyaz Toroslar bilmem neler. Evet onu çağrıştıran kriminal bir tip. O yüzden bu yönüyle Türkiye orada eskide kalmadı, yenisi daha bile berbat. Bunu kabul edelim. Rakamlarla, istatistiklerle hatta 90’larda iktidarı ya da iktidarın ittifak ortağını, koalisyon ortağını rahatsız eden, tweet atan akademisyene sopayla saldırmıyordu kimse. Bunu görelim. Ama o dönemde demokratik siyasetin önünde çok kirli eller, çok gizli operasyonlar yapıyordu. O dönemi atlamayalım. Ama bu dönemde bu işler bitmişti de hortladı değil yani. Bu işler oluyordu. Ben bunu söylesem Kemal Bey’e haksızlık en başta yani. Üç kere ona da bu saldırılar yapıldı. Deniz Bey’e bu saldırılar yapıldı. Yapılıyor bunlar. Mesele bu saldırıları nasıl okuyacağız, ne yapacağız orada. Ben saldırı anında da dedim. Bunu bir partiye veya işte şu gruba, bu gruba mal etmem. Bu doğru bir şey değil. Hele hele olayın o sıcaklığıyla böyle bir şeyi kimseye mal etmek, ‘Senin yüzünden oldu, sen yaptırdın’ demek olmaz. Ama esas daha büyük bir yükü sırtlarına vermek durumundayız. Bu olayın hızla araştırılıp tüm yönleriyle, tüm bağlantılarıyla ortaya çıkarılması. Çünkü adım kadar eminim. Yani yüzde bir şüphem yok. Mesele önceden planlanmış, azmettirilmiş, talimatla yaptırılmış bir iş. Bir mesajı var, pek çok mesajı var. Onları zaman zaman da söyledim. Mesela bir katil geliyor, herhangi birisi değil. Mesela burnunu kırmaya çalıştığı doğru. Bir iz bırakmaya. Bunu mesela bir boksöre de yaptırabilir, hiç sabıkası olmayan birine de saldırtabilir.”
SALDIRI İLE VERİLMEK İSTENEN MESAJLAR
“Bir kere bir katil geliyor ve sana dokunuyor. Bu şu demek, ‘Aklını başına al.’ Bu adamın elinde daha önceden olduğu gibi bir silah da olabilirdi başka bir şey de olabilirdi. İkincisi şu mesajı veriyor. ‘Evladına acımamış, sana mı acıyacak?’ İkincisi bir değil iki kişiyi öldürmüş. ‘Bunu iki kere düşün’ diyorlar. Biz hani diyoruz ya ‘Biz tavır geliştiriyoruz’, ‘Bunu iyi düşün’ diyor, ‘İki kere düşün’ diyor. Ve bunu mesela iki saat önce orada. Benimle birlikte yakasına fotoğraf takmış, yürüyerek geliyor. Salona girebilir, otururken vurabilir, arabadan inerken vurabilir, arabaya binerken vurabilir. Sokakta yapıyor, bekliyor yani. O yüzden işte ‘Sokakta gezme, git partine otur’ mesajlarının bir bütünü var burada. Buradaki yapılan işin aydınlatılması sorumluluğu iktidara aittir. Çünkü bir Emniyet Müdür Yardımcısının çok açık bir kusuru var orada. Yönlendirmesi var. Beni İstanbul Valisi ilk dakika aradı. Şimdi hakkını teslim edeyim. İstanbul Emniyeti, Koruma Müdürümü direkt aramış. Kaymakam Bey daha ben ilçe sınırlarından çıkmadan, Beyoğlu Kaymakamı aradı konuştuk. Sağlık Bakanı aradı, İçişleri Bakanı aradı, Cumhurbaşkanı aradı. Hızla ve ısrarla ve siyasette bunu doğru kabul etmek durumundasınız. ‘Bu işin bizimle ilgisi yok’ dediler. ‘Bu işin sizinle ilgisi yoksa, kimle ilgisi olduğunu bulmak sizin görevinizdir’ diye de ben söyledim onlara. Ama bunu bekliyorum ve şu anda da ‘Hani ne oldu?’ diyecek durumda değiliz. Ama soruşturmanın çok geniş sürmesi lazım. Şu kadarını ifade edeyim. Bir tek şunu söyleyeceğim. Yani biz girerken bir yerden girdik, bütün koruma ekipleri aldıkları eğitim gereğince ‘Biz buradan nasıl çıkacağız?’ diye bakıyorlar. Aynı Sayın Efkan Ala’nın, Sayın Ömer Çelik’in koruma ekibi gibi Sayın Meclis Başkanvekilinin koruma ekibi gibi, bizim ekip de ‘Burası doğru’ deyip VIP otoparkı dedikleri törene katılan kişilerin dışarı çıkmadan arabaya binebildikleri yeri seçmişler, orada da yer tutmuşlar. Yer tutuyor bu ekipler. Bizim koruma ekibimiz de orada bize bir yer tutmuş, aracımızı buraya alacağız diye. Herkesinki alınmış bizimki alınmamış. Ben 14 yıldır milletvekiliyim, AKM’nin otoparkına da, eskiden çok girmişizdir. Çünkü o bölgeye gidince çok avantajlı bir otopark orası. Girmediğim bir otopark yok. Herkes milletvekili aracını sokar. Kaldı ki şimdi Ana Muhalefet Lideriyim, hani böyle şey için değil ama oradaki üç araçtan da devlet protokolünde çok çok öndeyim ben. Erdoğan, Meclis Başkanı, Ana Muhalefet Lideri. Böyle geliyor bu işler. Ve bizim aracı oraya sokmayıp, bu belki ilginizi çekebilir, çok kritik bir şey anlatıyorum. Belki şunu söylemek için detaylı anlatıyorum.”
“PARÇASI DEĞİLSE DE PARÇASI OLANDAN EMİR ALMIŞTIR”
Özel, aracın otoparka alınmasına engel olan yetkili hakkındaki soruya, “Parçası değilse parçası olandan emir almıştır. Kim olduğunu bilmiyorum. Bulup ortaya çıkarsınlar diye uğraşıyorum” yanıtını verdi. Özel, şöyle devam etti: “Şimdi, ‘Bu aracı buraya sokamazsınız’ diyor. ‘Nerede yapacağız?’ ‘Burada bekleyeceksiniz’ diyor. O aracı oraya koyunca benim o geçeceğim yer belli. Adamın iki saat önce görüntüsü var orada. Ben girerken bana bakıyor, iki saat boyunca oturuyor, elini kolunu falan geriyor. Saldırıya hazırlanıyor. Ve çok daha önemli bir detay. Ben beklenmedik şekilde 18 dakika geç çıkıyorum. Çünkü beni tabutun başına davet ettiler, sağ olsunlar. Tabutu arkaya taşıdık, arabaya. Geldik. İl Başkanımız da giremedi oraya, 18 dakika beklemiş, telefon da yok üzerimizde. Benim iki korumam, Ali Mahir, ben. Ve çıktığımız anda bütün salon boşalmış, adam gitmemiş. Beklemiş. Biz çıkarken salondan sekiz tane tekerlekli sandalye çıkıyordu. O 3 bin-3 bin 500 kişi boşalmış. Tam orada sabırla bekleyip, geçeceğimi biliyor. Bizim aracımızı oraya koydurtmayan kişi, bu organizasyonun içinde değilse, biri ona demiştir ki ‘Buradan geçsin Özgür Özel.’ Beni oradan geçirten kişi, o kişi. Benim talebim şu, biz kendisi hakkında suç duyurusunda da bulunduk. Benim talebim, namuslu bir muhakkik, benim şoförümü, korumalarımı, diğer araçlarının şoförlerini, korumalarını, etrafta trafikle ilgili düzenleme yapan polisleri, görgü tanıklarını dinlesin ve sonra da o kişiye ‘Bunu niye yaptın, Özgür Özel’in buradan yürümesini, koruma ekibine rağmen niye zorladın?’ desin.”
“İÇİŞLERİ BAKANI DETAYLARI BİLİYOR”
Genel Başkan Özgür Özel, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın konunun detaylarını bildiğini ifade ederek, “İçişleri Bakanı konuyu detaylarıyla biliyor. Ve İçişleri Bakanı bu konuyla ilgili bir soruşturma açıldığını söyledi. Ama İçişleri Bakanlığı tabii o günün benle ilgili kısmına bir bütün soruşturma açtı. Onu, bu bahsedilen şahsa suç duyurumuzla birlikte mutlaka bunu değerlendirecekler. İfadeler alınmalı, somut gerçek ortaya çıkmalı. Ben bunu söylüyorum” dedi. Özel, çelik yelek giyip giymediği sorusuna ise “Hayatımda hiç olmadı, çelik yelek nasıl bir şey bilmiyorum. Bir kez öyle çelik yeleğe kaldıysa iş, o iş bitmiş artık” yanıtını verdi.
“KİMSE ELEŞTİRİDEN MUAF DEĞİL”
Özel, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaşananlarla ilgili aldığı tutum ve “Umarım yaşananlardan ders alınmıştır” cümlesini söylediği iddiaları hakkında, şöyle konuştu:
“Bunu AK Parti kaynakları yalanlıyor. Doğrulamadıktan sonra hiçbirisi, ‘Bunu dedi’ diyemeyiz. Diyorlar ki ‘MYK toplantısında demiş.’ Dediğini doğrulayan yok, yalanlıyorlar. Şimdi hani siyaseti yaparken… Demez mi, der. Bunun on katını söylüyor, o ayrı konu. Ben şu kadarını söyleyeyim. Kimin eleştirdiğini söylerim, bu gecenin konusu olur. O seviyeye inmeyeceğim. Şunu söyleyeceğim. Ben orada sadece cümlenin bu kadarını alıp dinleyen, kötü niyetli birkaç kalemşör tarafından eleştirilmiş olabilirim. Onun hedef gösterdiği. Konuşmayı dinleyen herkes şunu biliyor. Ben bugün kimseye ‘Sen yaptın’ demem. Dün ‘telef’ diyordu, bu telef kelimesi ile ilişkilendirilebilir. Ancak bugün açtığı telefonla oradan geri adım atacak diye görüyorum. Bunun böyle olmasını umuyorum. Başta Ekrem Başkan’ın tutuksuz yargılanması olmak üzere, muhalefete yapılan bütün saldırılardan vazgeçilirse yeni bir Türkiye olur. Siyasette bazen bir çıkış kapısı açman lazım. Ben Ekrem İmamoğlu’nu serbest bırakır, arkadaşlarımızı serbest bırakır, tutuksuz yargılar, TRT’den yayınlar, başta gençlere karşı hasmane tutumu biter, içerideki gençleri salma ile ilgili bir adım atacak olurlarsa başka bir Türkiye’ye uyanıyoruz diyorum. O gün bir dar çerçevede, ‘Buradan geri adım atacağını umuyorum’ dedim. Bir saat sonra da çıktım takır takır takır bunları söyledim. Şimdi bunu durup, -size demiyorum- ‘Bu özrü telef olarak görüyorum’ deyip, oradan böyle bir günde bu kadar… Ya düşünsenize bir cenaze var, ben cenazenin önüne geçtiğimden utanıyorum. Aynı gün benim eşimin evi, işi, kızımın adresini televizyonda hedef gösteriyorlar. O her şeyi çok bilen çok kahraman abi, ‘Özgür Özel geri vites mi yapıyor?’ diyor. O geri vitesi yedirirler adama. O geri vites yapacak Özgür Özel böyle mi konuşur? ‘Bir daha elini boş yollamayın’ diyor. ‘Eğer mektubu okuyacağımı düşünüyorsanız buna cevabım meydandır, sokaktır. Bir de bir dahaki sefere elini boş yollamayın’ diyor. Bunu söyleyen adama sen tutacaksın ‘Özgür Özel geri vites mi yapıyor?’ Özgür Özel bile değil. İğrenç sözlerle, yakıştırmalarla. Tabii onu yayınlayan kuruluşun yayın politikasını da bir yere bir çerçevelemek lazım. Bir kişinin ismini söylemek yerine onu hakaretamiz bir şey söyleyip o kurumda bir de burada o koltukta oturabiliyor. Uyarılsın ya, bir şey söylensin bir şey. Bugüne kadar bu memlekette ne zaman bir mevzuya karşı bu kadar kararlı, bu kadar net, bu kadar sert ve ailesiyle, kendi canıyla, arkadaşlarıyla ortaya koymuş bir şeyi… Orayı görüp, ‘Yok yumuşadı, yok bilmem ne.’ O dediğiniz eleştiriyi hatırlatıyorsunuz ya. Onu söylüyorum, bir kişi diyorum. Siz dediniz ya, o bir kişinin hakaretiyle ve hedef göstermesiyle birileri hareketlenmeye çalıştı. Bütününü izleyen o kişiye notunu verdi. Ama o kişi onu hangi çatı altında yaptıysa, o çatı bir ülkenin Ana Muhalefet Liderine adı yerine o kişinin kendi taktığı lakapla hitap etmesine susuyorsa ben ona bir şey demiyorum. Bunu da madem açık açık konuşuyoruz. Ben burada dört hanımefendinin karşısına çıkacak cesareti göstermiştim. Herkes de bu cesareti gösterecek. Kimse eleştiriden muaf değil. Hiçbir kurum. Ben kadar eleştiriye açık bir siyasetçi yok.”
“SON SEÇİMLERDE 17.5 MİLYON OY ALMIŞ KİŞİYE…”
“Orada doğru yerde duracağız. ‘Çok oldu’ diyorsunuz, ben diyorum ‘Bir kişi.’ Şimdi diyorsunuz ‘Bir kişi.’ Bir kişinin yaptığı iş. Ben şunu söylerim. Ben şunu söylerim. Benim kime ne söylediğim belli ve bakın ben o kişi en ufak bir sağlık sorunu yaşadığı dakikada eşini arayıp konuşmuş kişiyim. Bana yıllarca ettiği hakaretlere rağmen. Ama bir kurum, Ana Muhalefet Partisi’nin Genel Başkanına, son seçimlerde 17.5 milyon oy almış kişiye, isim yerine kendince taktığı hakaretamiz lakapla hitap ediyorsa, orada bir sorun var, oraya bakılacak. Oraları eşelenmese, buralar konuşulmaz. Ama ben de o lafları yiyip de hatırlatılınca o kişi, buna susacak buna bilmem ne yapacak… Yani sonuçta hepimiz üyeleri olan, ailesi olan, sevdikleri olan, dostları olan ve böylesi bir dönemde bir mücadele veren insanlarız. Ve oradaki o şey hatırlatılıp da sonra Özgür Özel bunun üstüne… Ya orada cevap verilecek, ya burada bu cevap duyulacak. Kurumun mücadele zorunluluğu yok. Kurumun yayın yapma mesuliyeti var. Bunu belli ilkeler dahilinde yapma mesuliyeti var. Benim odamdan dışarıya mal olacak şekilde, ne bu kuruma ne bir kurumdan birine o şekilde kimse konuşamaz. Benim misafirimken. Bu başka bir şey. Orayı bakın orayı hiç açılmayabilirdi, hiç açmazdım. Ama açıp hatırlatıp sonra da oradan, oradan böyle geçemeyiz. Bunu konuşmadan geçemeyiz.”
“SORUNLAR DURUYORKEN KISIR POLEMİKLERE GİRMEYECEĞİZ”
Genel Başkan Özgür Özel, böyle bir iklime nasıl gelindiği ve “Saldırı ile ‘Sokaklarda gezersen, canını alabilir’ mesajı mı veriliyor?” sorularına şu yanıtı verdi:
“Verdikleri mesaj bu, biz öyle okuyoruz. Birincisi, biz 100 yıllık bir gelenekten geliyoruz. Rasyonel siyaset yapıyoruz ve biz bu ülkede hiçbir zaman kriz olsun, kavga olsun, tartışma olsun istemeyiz. İnsanlar bizden hizmet bekliyorlar. İktidardan hizmet bekliyorlar. Sorunları çözülsün istiyorlar. Bu ülkede insanlar siyasetçilerden kibir, siyasetçilerden böyle yukarıdan bakan bir yaklaşım istemezler. Tabii önemli olan; bir seçimi kaybettiğin zaman ne yaptığın. Ne kadar demokrat olduğunu gösteriyor. Kazandığın zaman ne yaptığın? Bir seçimi kaybettiğin zaman kaybetmeyi biliyorsan, İsmet Paşa gibi oğluna mektup yazıp ‘Bu benim yenilgim ama Türkiye demokrasisinin en büyük zaferidir’ diye yazabiliyorsan, sen demokratsın. Seçimi kaybettiğin zaman rakibin için ‘Silkeleyin’ diyorsan, rakibinin borçlarını faiziyle tahsil ettirmek yetmiyor, ona terör yaftası vuruyorsan, yolsuzluk iftirası atıyorsan o zaman demokrat değilsin. Bu kaybetmeyi bilmemek. Biz 47 yıl kaybettik, hiç tutup da böyle şeylere tenezzül ve tevessül etmedik. Bir de kazanmayı bilmek lazım. Biz 31 Mart’ta kazandık. Kazandığımız gün döndük, ‘Biz artık ülkenin birinci partisiyiz’ dedik. ‘Ülkenin birinci partisi artık şehit cenazesinde ülkenin ikinci partisinin başkanın elini sıkmamazlık etmeyecek’ dedik, seçmenine saygıdan. Bu ülkede emeklinin, asgari ücretlinin, çiftçinin, esnafın ve gençlerin sorunları ortada duruyorken, kısır polemikler yapmayacağız. ‘Belediyelerde iktidar biziz, hizmet edeceğiz’ dedik. Bunun üzerinden Türkiye’yi kavgasız, hizmet odaklı… Hatta iktidara bir Deprem Bakanlığı kurmasını, başına en liyakatli kişiyi getirmesini, altına da kendinden de bizden de diğer muhalefet partilerinden de bakan yardımcısı koymasını bile söyledik. Türkiye, bu davranışa büyük prim verdi. Temmuz ayının sonu, Ağustos başında CHP bugünkü gibi yüzde 40’lar sınırlarına geldiğinde ‘Efendim bu normalleşme CHP’ye yarıyor, size yaramıyor. Bitirmeyin, bedeli var. Bitirtin CHP’ye’ dediler. O zaman bizim nasırımıza basan bir sürü operasyonlar oldu. Mesela teğmenler bile öyle bir mevzudur.”
“ADIM ADIM GELEN BİR OPERASYON”
“Normalleşmeyi bitirecek işler yapılmaya çalışıldı. Bu normalleşmeyi de kimsenin şeytanlaştırmasına müsaade etmem, şundan dolayı: İsmail Saymaz, ev hapsinde. Geçen gün gittim, diyor ki ‘Ah Başkan ah. Sen normalleşme derken, nasıl doğru bir strateji koyuyormuşsun, şimdi anlıyor millet.’ Ekrem Başkan, Mansur Başkan ilk günden beri baş destekçisi, çünkü normali bu. Siyasetin normal zeminde yapılması lazım. Siyasetin normali partilerin birbirleri ile konuşabildiği, görüşebildiği, hizmette birbirine destek olabildiği, daha iyisi için rekabet edebildiği sözle yapılan bir şey. Ama orada kaybettiğini görenler, ülkeyi anormal bir iklime, kutuplaşma iklimine geri çekmeye çalıştı. (“Yeni akıl mı devreye girdi?”) Zaman zaman hep giren akıl tekrar devreye girdi. (“Geçmiş olsun telefonu nasıl açılıyor? Bu işler de mi ‘siyaseten’ yapılıyor?”) O ayrı, onu göreceğiz. Şimdi şöylesini görün: O saldırgan dönemin sonunda şunu bekliyorlar, Cumhuriyet Halk Partisi’ne… Meseleyi doğru analiz etmedikten sonra böyle kesit kesit oluyor. Bir süreç yaşanıyor, bu süreçte bir hesap var. CHP’ye ve İstanbul’un seçilmiş belediye başkanına, Cumhurbaşkanı adayımıza bir operasyon başlıyor. Bu operasyon, 9 Ekim gününden beri başlıyor. 20 yıl önce daire sattığı kişiyi arayıp, ‘Açıktan para verdin mi, verdinse belgesi var mı?’ diye başlıyor. Adım adım gelen bir operasyon. Türkiye kamuoyuna terör bir tarafı… Neden? Muhalefeti bölecek; ‘Zafer Partililer bir yana, İYİ Partililer uzak durur, MHP’den İmamoğlu’na sıcak bakanlar geri basar, yalnızlaşırlar.’ İkincisi, maddi meseleler, yolsuzluk güya. Bu ne yapıyor? Avrupa’nın desteğini… Avrupa ne diyor? ‘Greko kriterleri. Şeffaflık. Hesap verilebilirlik’ diyor, ‘Yolsuzlukla mücadele’ diyor. Rüşvete karşı Avrupa’nın tahammülü yok. Avrupa’dan, dünyadan bu konuya ilgiyi kesiyor. E Türkiye’de TRT’siyle, bilmem nesiyle böyle. Burada bizim şunu yapacağımızı hesap ettiler... Bir de şeye inanmışlar; ‘CHP, bin parçadır, bunları kimse toparlayamaz. Birbirlerine düşerler, taht kavgası başlar. Kral öldü, yaşasın yeni kral.’ Biz orada ilk andan itibaren, kendimize, arkadaşlarımızın namusuna kendimizin namusu kadar kefil olan bir çizgiyle bütün bir parti olarak çıktık ve ‘Bu bir darbe girişimidir, geleceğin Cumhurbaşkanı’na darbe girişimidir’ dedik. Biz teşhisi bu sınırlar içinde yaptık. ‘Ne terör var’ dedik, ‘Ne yolsuzluk var.’ ‘Varsa çıkın ispatlayın. Çıkarın belgesini.’ ‘Bir ay sonra kimsenin yüzüne bakamazsın’ dedi, 50’nci gündeyiz bugün bir tane belge yok. Olmayacak da çıkmayacak da. Ama şimdi bu özgüven, Saraçhane’yi sahiplenen ve milyonları oraya çağıran, sokağı örgütleyen, meydanı örgütleyen, Konya’da, Yozgat’ta miting yapabilen, Van’a mitinge giden, Erdoğan’ın dolduramadığı meydanları dolduran bu irada, DEM’li seçmenle Zafer Partili gençleri, ilk günlerde bir sürü sürtüşmeye rağmen, doğru bir dille, adalet ve hukuk için… Onun da genel başkanını içeri atan Erdoğan, benim de Cumhurbaşkanı adayımı atan Erdoğan.”
“CHP 6 PUAN ÖNE GEÇİNCE HERKES TAKKESİNİ ÖNÜNE KOYUP DÜŞÜNÜYOR”
“Önce demokrasi otokrasiye karşı, sonra kendi içimizde hesaplaşırız. Bu örgütlenince ve bütün anketlerde, işte bugün SONAR’ın anketini biraz önce dışarıda söylüyorlardı, 6 puan CHP, AK Parti’nin önüne geçince, herkes takkesini önüne koyup düşünüyor. O telefonu açmasa o yük zaten üzerine kalır. Açacak o telefonu, o telefon açılacak. Çünkü o telefonu açtığı kişi, 14 yıldır AK Parti’den birinin, MHP de dahil biliyorsa eğer… Milletvekili, Manisa’da 14 yıldır… MHP’li, AK Partili bir siyasetçi, hastasına, cenazesine ya camide, ya evinde taziyede, hiç gidemediyse telefonla… 14 yıldır bu Meclis’teki her cenazeyi, her taziyeyi, her hastalığı takip etmiş birisine yumruk atılacak sen bu adama herhangi bir şey demeyeceksin. İşte MHP’nin ortaya düştüğü durum ortada.”
“BİZ DOĞRU BİLDİĞİMİZİ SÖYLERİZ”
Özel, MHP Lideri Bahçeli’nin saldırının ardından yaptığı açıklamanın sorulması üzerine, “Bana 29 Ekim’de de demişti, ‘Alınmıyorsunuz değil mi? filan…’ O zaman da dedim ki ‘Efendim Celal Adan dostumuz bilir.’ Yanında o vardı. ‘Biz’ dedim, ‘Doğru bildiğimizi söyleriz. Ama saygıda da kimseye kusur etmeyiz. Bizim siyaset anlayışımız bu.’ Ama orada duyduğumda şunu söyledim. Ayıp etmiş diye düşündüm. Siyaset kurumuna yakışmadı diye düşündüm. Bir şeyi yapan kendisine yakıştırır. Birinin, bir partinin adını anmamak, bir partinin genel başkanının adını anmamak, o genel başkana ya da o partiye değil; o partinin bütün üyelerine, o partinin tarihine, geçmişine, o partinin kurucularına saygısızlık. Adını söylemediğin kişinin adını Gazi Mustafa Kemal Atatürk koymuş. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nden Cumhuriyet Halk Fırkası, sonra Cumhuriyet Halk Partisi. İlk kongresini sormuşlar, ‘Sivas Kongresi’ demiş. Sen kimin adını söylemiyorsun? O yüzden ayıp etmişler, yanlış yapmışlar. İnsanı olarak ben bunu hak edecek bir şey yapmadım. Devlet Bey iki kere hastalandı. Hastalandığı dakikada whatsapp grubuna ‘Genel başkandan talimat; kimse Devlet Bey’i hedef alan bir açıklama yapmasın, ayağa kalkana kadar.’ Defalarca ‘O hasta.’ Geçmiş olsun telefonu da açtım. Ayağa kalktığını gördüğümde aradım, hatta dedim ki ‘Memnun oldum. Ayakta gördüm. Müsaitse konuşabilirim. Yoksa selamımı söyleyin.’ Böyle bir sıcak selam da yolladım. Ne bileyim, Semih Yalçın’ın oğlu öldüğünde bana altı tane ağır hakaret davası vardı. Camiye de gittik, taziyeye de gittik. Genel Başkanımızı evine de götürdük. Şimdi olmaz. Yani bir de Sinan Ateş cinayeti prosedürü uyguluyorlar. Tweet atanlara tweetini sildiriyorlar. Atmayıp direnen bir önceki dönem milletvekiliyle konuştum, sohbet ettim. Olacak iş değil” dedi.
“YENİ BİR YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ VAR”
Genel Başkan Özgür Özel, “Sizinle ilgili üzüntülerine dile getirmek isteyenleri engelliyorlar” değerlendirmesine yönelik de şunları söyledi:
“Engelliyorlar. Zaten bir bakın; Sinan Ateş davası gibi. Kimse atmıyor, attırılmıyor, atanı sildiriyorlar filan. Bu başka bir tutum. ‘Bu niye?’ derseniz, MHP’ye düşman lazım. MHP dostlukla, umutla siyaset yapma yetisini kaybetmiş bir parti. Yok öyle bir parti. MHP bir düşman bulacak, o düşmanın anti tezi olarak kendini korumlandırıp, var olacak. DEM gidince… (“Yerine CHP mi geldi?”) DEM gitti, yerine CEM geldi, Cumhuriyet Halk Partisi ile cemleniyor şimdi. O zaman ‘Demleniyor, demleniyor’ diyordu. O yüzden MHP’ye düşman lazım. Ne yapmış CHP sana? Şimdi ben ona oy veren seçmenlere saygımdan DEM’in hep elini sıktım, DEM ile hep saygı ve sevgi ilişkisi içinde Meclis’te... Bana neler söylüyorlardı? ‘Teröristle el sıkışıyorsun. Kanlı elleri sıkıyorsun’ bilmem ne… Şimdi fazlasını kendileri yapıyor, ben onlara söylemem. Benim siyaset anlayışımda bu yok. Ben yapmam bunu. Bunu benden bekleyen çok bekler. Ama doğru mu, yanlış mı millet takdir ediyor. 47 yılda ikinci parti olarak bekliyorduk. Geldik. Yeni bir yönetim anlayışımız var; genç, dinamik, kadınlarla beraber. Yarısı kadın, yarısı erkek, ölçme ve değerlendirmeye önem veren. Ağzımdan çıkan sözü ölçtürüyorum ben. Duyduğum lafı ölçtürüyorum. Haftalık ölçtürüyoruz, bakıyoruz. Kırdığımız varsa telafi etmeye bakıyoruz. Ondan sonra çok bilmişler, tutuyor ‘Öyle miydi, böyle miydi?’ Karşıda bırakın zik-zakı, U dönüşünü bile yapıp, bütün kitlesiyle, her şeyiyle; ‘Vardır bir bildiği, vardır bir bildiği…’ Biz bir saldırının anatomisi ortaya koyacağız. Canımızı ortaya koymuşuz. Ölmeyi göze almışız. Ondan sonra… Allah’tan makul çoğunluk, ezici çoğunluk çok önemli bir birliktelik gösteriyor. İşte birkaç tane böyle olmadık şey. En kötüsü de şu: Olmayan bir değere, var olmayan bir siklet merkezine lüzumundan çok önem atfederek, kişilerin daha fazla umudunu kırmak. Bu kötü. Millette umut var. Bugün Ekrem Bey böyle yedi metre bir zindanda ama göğün yedi kat üstünde siyaset yapıyor. Tayyip Bey bin 500 kişiyle odada, yerin yedi kat dibinde siyaset yapıyor. O psikolojide. O bunalmış, delirmiş. Öbürü ferah. Öbürü Türkiye’nin yarınlarına yürüyor. Bu, ‘Geçmişteki yükü yarınlara nasıl taşıyacağım?’ diye çırpınıyor, olmadık yanlışlar yapıyor. O yüzden biz bu vakitten sonra Saraçhane’de de dedim, ‘Biz korkuyu ve kaygıyı evde bıraktık.’”
“HESABIN ENGELLENMESİ OLACAK İŞ DEĞİL”
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ziyareti ve dijital darbenin sorulması üzerine şunları söyledi:
“Bu dijital darbede ne yapacağımızı söyleyeyim. Bir kez bu X’in kendi değerlerine aykırı bir iş yapılıyor. Ama Türkiye’deki hukuka uygun bir iş yapıyor X. Şundan dolayı: Biz bu kanunu, üç kez Anayasa Mahkemesi’ne götürdük. Anayasa Mahkemesi bunu iki kere bozdu. Üçüncüden sonra bunu OHAL KHK’sı ile çıkardılar. ‘Ben OHAL KHK’larına bakmıyorum’ dedi. OHAL KHK’ları kanunlaşınca bir daha götürdük. ‘Efendim kurumun adı; eskiden BİT’ti, şimdi TİM oldu. Bilmem ne’ dedi, usul yönünde ellemedi. Yoksa Anayasa Mahkemesi’nin bile defalarca bozduğu bir şey. Ne diyor? ‘Böyle bir paylaşım var. Paylaşımın kendisini de kaldırtabilirmiş kurum ya da mahkeme. Ya da tümden erişim engeli getirirmiş.’ Velev ki paylaşımda bir hata var. O paylaşıma engel olursun, onunla ilgili dava açarsın. Adamın ağzından bir kötü söz çıktı diye dilini kesme cezası mı veriyoruz da Twitter’ını kapatıyorsun. Şer'i kural gibi bir uygulama, olacak iş değil. Bunu 200-300 genç için yaptılar. Ben Twitter’a, X’e yazdım. Bir kısmı düzeltildi, bir kısmı uğraşılıyor. Ekrem Bey için de Twitter’ın evrensel kuralları ve değerlerine aykırı. Bugün avukatı açıklama yaptı. Diyor ki, ‘Biz de mahkemeye kaldırılması için başvurduk. Biz de doğru bulmuyoruz.’ Bunu aşmak için ne yapacağız? Birincisi VNP bağlantısı ile bağlanılabiliyor. Hesap oradan kullanılmaya devam ediyor. Ekrem Bey, tweetini atıyor. Ekran görüntüsünü biz #İmamoğluHerYerde hastag’i ile paylaşıyoruz. Belki ekrana getirebilir arkadaşlar, benim o son tweetimi. Bundan sonra ben de Mansur Başkan da çok kullanıcılı hesaplar, milletvekilleri, bu süreçte İmamoğlu’na destek vermek isteyen bütün X kullanıcıları o fotoğrafı alıp, Ekrem İmamoğlu’nun son tweetini #İmamoğluHerYerde hashtag’i ile paylaşınca, yeterince dağılacak. Şu anda da ekranda var. Böyle yapıyoruz. Onun hesabından görüntünün fotoğrafını üstüne hashtag’le yayınlıyoruz. Hızla da yayılıyor. Tabii yayına girmeden birkaç dakika önce atmıştık, ne duruma geldi ona bakayım. Mansur Başkan da paylaştı. Bütün arkadaşlar paylaşıyorlar. Evet, zaten 8,7 bin retweet ve 32 bin 500 like ile Ekrem Bey’in normal performansına bir tek benim hesabımdan ulaşmış. Bu bütün hesaplardan… Yani şöyle; bu panik halinde yaptıkları bir iş. Bu dün akşam elektriklerin kapatılması gibi. Elektrikler kapandı, ışıklar yandı. Türkiye kamuoyu bu sefer zaten önemli olan bir buluşmayı bambaşka bir gözle görmeye başladı. Konser görüntüsü gibiydi.”
“GELİP GEÇİCİ BİR İKTİDAR”
Özel, “İktidarda bir akıl tutulması mı var?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Bu konuda birkaç şey söyleyeyim. Bir tanesi sevgili Barış Manço’nun bir şarkısı var ya. ‘İnsanın bir kez ters gitmesin işi, muhallebi yerken kırılır dişi.’ Şimdi bu niye böyle olur? Bu şöyle olur siyasette, basit bir deyimle rüzgâr karşıdan geliyorsa işler zordur. Ne yapsan yaramaz. Rüzgâr arkadan geliyorsa yaptığının fazlasıyla sonuçlarını alabilirsin. AKP 2002-2007’de dünya konjonktürü, Türkiye’nin krizden çıkma dönemi. Rüzgâr arkadaydı, AKP’yi -sözüm meclisten dışarı- öve öve bitiremiyorlardı. Entelektüeller, orası burası. Öve öve bitiremiyordu. Şimdi her fani gibi AKP de bunu tadacaktı. Çünkü onlar da gelip geçici bir iktidardır. Ve şu anda muhallebi yerken dişin kırılma evresindeler. Peki bu nasıl oluyor siyaset biliminde? Ahlaki üstünlük, ahlaki üstünlüğün yarattığı psikolojik üstünlük. Ahlaki üstünlük ve psikolojik üstünlükle birlikte ortaya çıkan çoğunluk enerjisi. Bu, dün akşamı bir anda normal şartlarda işler kötüye giderken ‘Bir miting yapalım’ dersin. ‘Bu mitingi nerede yapalım?’ efendim işte ‘Bu mitingi gidelim İstanbul Üniversitesi’nin önünde yapalım’ dersin. Gidersin sahneyi kurarsın, elektrikleri keserler. Meydan homurdanmaya başlar. Derler ki ‘Başka yer bulamadınız, bunu niye düşünmediniz?’ Ne düşünecek adam. Elektrikleri beşte birine indiriyor, elinde şalter. Ama çoğunluk enerjisi sendeyse o meydan tempo tutar, şarkı söyler, meydan okur o karanlığa. ‘Aç ışıkları’ dersin tarihi bir fotoğraf çektirirsin. O sırada projektör araçları böyle gönüllü projektör araçları, adamın projektörü var bilmem nerede kazı yapıyor. İşte bir vince ışık tutuyormuş. Görmüş onu basmış İstanbul Üniversitesi önüne gelmiş. Polis onu engeller. Bu sefer milletvekilleri onu içeriye sokar falan. Bir anda karnavala döner iş. Neden? Ahlaki üstünlük, psikolojik üstünlük ve çoğunluk enerjisi buradaysa işler böyle gidiyor.”
“AK PARTİ AZINLIKTA”
“Bunlar ahlaken tükendiler. Psikolojileri bozuk. Çoğunlukları yok. Azınlıktalar. Ve bir arada olduklarında da birbirlerine hemfikir değiller. Hemfikir değiller. Ve içeride çatlak sesler var. Hatta çatlak denilen sesler ana akım olmuş. Bu yapılanları savunanlar çatlak ses aslında onların içinde de. O yüzden ne yapsalar yaramıyor. Ve tabii önce bir ilk başta güç gösterme evresindeydiler. Sonra o güce karşı bizim ortaya koyduğumuz milyonluk tepki, onları şok evresine soktu. Şoktan çıkmak için el yükselttiler. Ona da aynı şiddetle bir cevap alınca şu an panik evresindeler. Ne yapıyorlarsa panikle yapıyorlar. Ama iyi bir şey söyleyeyim. Paniğin sonu idraktır. İdrak edecekler. Çünkü bu kadar şeyden sonra bir panik oldu mu, sonra gerçekle yüzleşip idrak edecekler. İdrak ettikleri noktada o zaman daha rasyonel düşünmeye, yargıya müdahale etmemeye, tutuksuz yargılamanın kendileri için de ülke için de doğru olduğuna karar vermeye başlayacaklar. Panikten idraka geçmelerini bekliyoruz. Ekrem Bey dün akşamdan çok memnun, Konya’dan acayip keyif almış. Sorunuzun içinde vardı diye söyleyeyim. O tabii mitingleri izliyor, notlar alıyor falan böyle. Böyle iyi olan yerleri. Mesela şeyden çok rahatsız olmuş. ‘AKP’nin bir kalesi daha yıkıldı’ lafından çok rahatsız olmuş. Diyor ki, benim mitingde söylediğim, ‘Artık kale male yok. Hiçbir şehir kimseye kale değildir. Artık Yozgat milletin kalesidir, CHP’nin kaleleri de bu millete feda olsun.’ Çünkü kaleli siyaset kutuplaşan siyaset. Biz kalenin kapısını açmışız, baba evi. Ne olacak kale benim olacak, dışarıya yağ mı dökeceğim? Açtık kapıyı milletin evi oldu Cumhuriyet Halk Partisi’nin kalesi. Biz meseleye buradan bakıyoruz, buradan yaklaşıyoruz.”
“AK PARTİ’DE ‘YANLIŞ YAPIYORUZ’ FİKRİ YAYGIN”
Genel Başkan Özgür Özel, AK Parti içerisinde rahatsızlık olduğu duyumlarının sorulması üzerine şunları söyledi:
“AK Parti’de yaygın fikir, ‘Yanlış yapıyoruz.’ AK Parti’den bu gibi bilgiler çok geliyor. Yani bu bilinmeyen bir şey değil. Ankara’da bilinmeyen bir şey yoktur yani siyasette. Bir partinin içinde bu kadar çok itiraz varsa bu çok nettir ve ‘Yanlış yapıyoruz.’ Hatta bu ‘Yanlış yapıyoruz’u çok farklı farklı yerlerden. Bir; mesela ‘DEM’le böyle bir süreç yürütürken, 36 tane belediye meclis üyesinden biri geçmiş DEM kökenli diye adamı terörden kayyım atarsan, biz millete kendimizi nasıl anlatacağız?’ Bunu söyleyenler var. ‘Ya bizi yola çıkardılar, büyük yolsuzluk var diye, bir tane belge koyamıyor’ diyenler var. Veya ortaya koyamadıkları belgeler üzerinden ‘Biz vatandaşa gidip ne anlatacağız soru sorduğunda? Bugün söylenen yarın yalan çıkıyor’ diyenler var. Bir de bu darbe meselesi şöyle bir şeye döndü. 15 Temmuz konusunu aslında hep beraber, ben Meclis açılsın diye Meclis’e giden, konuşma yapan biriyim. Bülent Tezcan ‘Şimdi tankların üstüne çıkma zamanıdır’ demiş olan biri o gece. Tekin Bingöl o gece ‘Meydanlarda direnmek lazım’ demiş birisi. O gece Devlet Bahçeli, hala MHP’nin sitesinde var. ‘Hiçbir ülkücü, MHP’li sokağa çıkmayacaktır, polisle asker karşı karşıya gelmeyecektir’ demiş. Polisle askerin çatışmasına. Hala duruyor sitelerinde. Sonra beyefendiler buradan kendilerine bir tarih yazıp efendim ‘Cumhur İttifakı 15 Temmuz gecesi sokaklarda kuruldu, tankların önünde kuruldu.’ Geç onu. AK Parti bu konuda kitlesini mobilize etti, sokağa çıktı. Buna kimse bir şey demez. Ama MHP ‘Evde oturalım’ dedi. Hala duruyor sitelerinde. Hala duruyor sitelerinde. İnanmayan açsın okusun. Birkaç kez de okudum. Grup toplantısında okudum. Ama şöyle bir gerçeklikle karşı karşıyayız. 15 Temmuz’u kendi siyasetleri için bir milat noktası, işte şehidi onun şehidi, gazisi onun gazisi, bilmem nesi falan derken 15 Temmuz AK Parti’ye -tırnak içinde söylüyorum- bir ahlaki üstünlük veya kendileri açısından bir moral, bir motivasyon kaynağıyken şimdi 28 Şubat’ta kendilerine yapılmayanı, yani Tayyip Erdoğan da bu suçlamaların hepsine muhatap oldu. Kapısına bir kez polis gitmedi, bir kez gözaltına alınmadı, bir kez tutuklu yargılanmadı. Mahkeme kararı Yargıtay’da kesinleşene kadar görevden alınmadı. Şimdi daha iddia bile değil, iddianame yok. Sadece ihbar boyutundayken, soruşturma boyutundayken bunlar yapılıyor. ‘Biz bunu nasıl anlatacağız?’ diyor insanlar. İki; ‘Biz darbelerin mağduruyken şimdi veya milli irade arkamızdayken şimdi milli irade karşımızda ve İstanbullunun üç kere seçtiği, birincide mazbatayı iptal ettik, 800 bin farkla seçti, beş yıl hizmet etti. Karşısına güçlü rakip çıkarttık 1 milyon 100 bin farkla seçti. Şimdi İstanbullunun seçtiği adama, bir yıl geçmeden beş yılda bulamadığımız kanıtı ‘Bulduk’ deyip çıkıyoruz. Elde yok, avuçta yok. Hem mağdur yaratıyoruz hem kendimiz zalim oluyoruz. Biz darbe mağduruyken darbeci olduk. Cunta mağduruyken cuntacı olduk’ diyor AK Parti’nin içindeki önemli miktarda insanlar. Kimi terörden, kimi yolsuzluktan, kimi kanıtsızlıktan, kimi darbecilikten kimi de sokağa çıkıp anlatamamaktan. Bugün dört kişiden birini ikna etmiş durumda Tayyip Erdoğan’ın anlatısı. Dört kişiden biri, bütün anketler öyle. Kiminde yüzde 28, kiminde 25.”
“AK PARTİ’DE İTİRAZ EDENE FETÖ’CÜ DAMGASI”
Özel, AK Parti’de yaşanan rahatsızlık ve Üsküdar’daki istifa hakkında şunları söyledi:
“Çok cesur bir insanla karşı karşıyayız orada göründüğü kadarıyla. AK Parti’de itiraz edene tak FETÖ’cü damgası. Herkesin bir dosyası var. O yüzden bu süreci aslında böyle kimse korkmasa, kaygılanmazsa o kadar çok itiraz eden çıkacak ve zaten anketlerdeki bu düşüş de o. Telefonla yapılıyor anketler. Telefonla yapılan anketlere inanıyoruz, güveniyoruz. Ama o anketlerde ‘Türkiye’de telefonlar dinleniyor mu?’ sorusuna cevap yüzde 70 ‘evet.’ Kimisinde 65 bazısında 75’e kadar. Köşede poğaça satıyor adam, ‘Telefonum dinleniyor’ diye fırını WhatsApp’tan arıyor. Böyle bir ülke olmaz. Sonra da telefonda soruyoruz ‘Oyunu bu iktidara verir misin?’ diye. Ben bu 6-8 puanlık farkların çok daha açılacağına inanıyorum.”
“ARA SEÇİM MEVCUT BOŞLUKLAR İÇİN DE YAPILIR”
Genel Başkan Özgür Özel, ara seçim ve erken seçim senaryolarının sorulması üzerine şunları söyledi:
“Şimdi birincisi şu. Burada tabii keşke eskiden olurdu, böyle şeylerde anayasa hocaları, iç tüzüğü bilenler falan filan. Ondan sonra şöyle bir şey var. O kadar hani sakın üstünüze alınmayın, bir mecburiyetiniz yok bunları tamamen bilme konusunda ama. O kadar az bilgi ile o kadar fazla yorum. Sosyal medya üzerinden o kadar böyle hani dezenformatif işler yapılıyor ki. Gerçekle yalan veya doğruyla yanlış yer değiştiriyor bazen. Çok basit söyleyeyim. Birincisi Anayasamız şöyle der. Bir dönemde bir kez ara seçim yapılır. Bu ara seçim 25 ay, 30 ay geçmeden yani Kasım ayına kadar. Bir de son bir yılda yapılmaz. Yani ilk 2,5 yılda yapmıyorsunuz, son bir yılda yapmıyorsun, aradaki 1,5 yılda yapabiliyorsun. Burada yapılır. Bir kez yapılır der. O ara seçimin yapılması için yeni milletvekillerinin istifasına falan gerek yok. Mevcut boşluklar için yapılır. Sekiz milletvekili şu anda yok, rahmetli Sırrı Süreyya ile birlikte sekiz oldu. Dört tane arkadaşımız belediye başkanı olduğu için, ölenler oldu falan. Sekiz milletvekili yok. Can Atalay’ı haksız yere düşürdüler. Sekiz milletvekilliği onlara göre boş, bana göre yedi boş. Onlar sekiz diyor. Ekranda sekiz boş. 2,5 yıl dolduğunda yapılacak iş boşluklar için ara seçim kararı almaktır. Bunun için istifaya falan gerek yok. Ama Anayasa yine diyor ki, ‘Bir ilde bütün milletvekilleri boşalırsa, 90 gün içinde sandık konur’ diyor. Pazar 90’ıncı gün takip eder. Bir de diyor ki ‘Meclis’in yüzde 5’i boşalırsa 90 gün içinde sandık konur’ diyor. Bunun için Kasım’ı beklemek falan diye bir şey yok. Eğer bugün sekiz boşluk var. 22 yer daha, 30 daha diyor ya. Toplam 30 olacak. 22 daha milletvekili boşaltırsa, o zaman takip eden 90’ncı günü pazar günü ara seçim sandığı konur. Anayasa öyle diyor. Ondan dedim, ‘Aksayacak yer neresini görüyorsunuz?’ diye. Kimi diyor ki ‘90’ıncı gün sandığı koymayabilir.’ Anayasa ‘koyar’ diyor. ‘90’ıncı gün sandığı koymayabilir’i bırak, istifa eden milletvekillerinin istifasını kabul etmeyebilir. Bu bir yöntem. İstifa ederse bir milletvekili yedi gün içinde Meclis Başkanlığı imzanın doğru olup olmadığına bakıyor. Olur ya imzasını taklit edip adamı yemesinler diye. Sonra da Meclis Genel Kurulu’na sunup oyluyor, kabul edenler, etmeyenler diye. Şimdi biz bunu şu anda yapacağız diye demiyorum ama hani madem bu konu açıldı etraflıca cevaplansın diye söylüyorum. Diyelim ki 22 milletvekili daha istifa etti, 30 oldu. Ve bu istifalar oylanacak. Oynanırsa 90 gün sonra seçim var. Bir parti çıkıyor ‘Hayır istifa edemezsiniz, gidemezsiniz ben seçim yapmak istemiyorum’ diyor. Bunun da bir siyasi maliyeti var. Seçimi, sandığı milletin önüne koyuyorsun, o sandıktan kaçıyor. Bu meselenin Kasım ayının ortasında yapılması gereken ve şu an sekiz ümit ederim artmaz veya mutluluklarla artar. Daha başka bir göreve seçilir birisi ne bileyim, iki arkadaş bakan olur AK Parti’den ona çıkar boşalma yani. İlla ölümle boşalmıyor. Ona çıkar. Böyle bir durum olduğunda oraları için yapılması sandığın kaçınılmazdır. Nerede yapılacak? Kastamonu’da yapılacak, Uşak'ta yapılacak, Kütahya’da yapılacak, İstanbul birinci bölgede yapılacak. İstanbul üçüncü bölgede yapılacak falan. Bu 30 ve üstünde milletvekili istifasıyla olursa boşalttıkları diğer yerlerde de yapılacak. Zaten erken seçim falan yok ara seçim bunun adı.”
“İKTİDARA MALİYETİ OLUR”
Özel, “Ara seçim sizin hangi sorununuzu, nasıl çözecek?” sorusunu ise şöyle yanıtladı:
“Türkiye nüfusunun yüzde 80’ine denk gelen bir yere sen sandık koyarsan, iktidar da o gün o sandık konduğu halde ‘Bugün ara seçim yapalım, genel seçim yapmayalım’ diyorsa bu da bir maliyettir. ‘Neden kaçıyorsun?’ diye. Nasılsa erken olduğu için tekrar aday olabilir. İkincisi, o seçim sandığına girdi, Özal da girdi vaktiyle. O sandıkta da bir milletvekili ara seçiminde, açık farkla ikinci parti çıktı. Nasıl sürdürecek iktidarı? Meşruiyet diye bir şey var. (“Meşruiyetin tartışıldığı bir siyasi gündem yaratmak istiyorsunuz?”) Bunlar ihtimaller dahilindedir, ama bunlardan herhangi birine an itibariyle karar vermiş ve uygulamaya geçmiş durumda değiliz. Bakıyoruz. Siyasette herkes her ihtimali çalışır. CHP’nin zaman zaman eksiliği her ihtimali çalışan rakipleri varken, her ihtimali çalışmadığı olmuştur geçmişte. Biz her ihtimali çalışıyoruz. (“O şok edici hamle neydi?”) O zaman o şok edici hamle olmaktan çıkar.”
“31 MART’TA SIRTI YERE GELİNCE HER ŞEY DEĞİŞTİ”
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, ‘iktidarın meşruiyet kaygısının olup olmadığının sorulması üzerine şunları söyledi:
“Normal şartlarda meşruiyetin evrensel tanımı bir; adil ve özgür, fair and free bir seçimle geleceksin. İkincisi, hukuka uygun yöneteceksin. Sen eğer hukuka uygun yönetmiyorsan, geldiğin seçim adil bile olsa meşru değilsin. Ya da iyi yönetiyorsun, ama geldiğin seçim adil ya da özgür bir seçim değil. Yine meşru değilsin. Bu iki olmazsa olmaz, evrensel demokrasinin en önemli kazanımı. Bu yüzden zaten bu iktidarın meşru bir yönetim olduğunu söylemek bu şartlar altında imkan dahilinde değil. Böylesi bir meşruiyet arayışı yok. Ama Tayyip Erdoğan’ın meşruiyeti sadece sandığa indirgediğini, bunu da kurulduğu günden beri partisinin hiç ikinci parti olmaması, kendisi başpehlivanlık altın kemeri gibi; ‘Seçimi kazanıyorum, kemeri takıyorum.’ Geçmiş ibra. Ayakkabı kutuları ibra, para kasaları ibra, çikolata kutuları ibra. Dört bakan. Başbakan demiş ki ‘Yolsuzluk yapan evladım olsa kolunu keserim.’ Tam Yüce Divan’a gidilecekken son anda saray müdahalesi gelmiş. Hepsi ibra edilecek. Öne doğru da beş yıllık bir kredi açılacak. Böyle gördü hep. Bu 31 Mart günü başpehlivanın sırtı yere gelince iş değişti.”
“ARTIK İKİNCİ PARTİ OLDUĞU İÇİN STRES VE KORKU İÇİNDE”
“Şimdi artık ikinci parti. O yüzden bir stres içinde, o yüzden bir korku içinde, o yüzden panik ve gerginlik halinde saldırıyor bize. Ben yaptığını zaten ‘savaş ilanı’ diye nitelemişim. İstanbul İl Başkanlığı önünde, hatta orada bir karo var. Konuşurken basın, ‘Şurada duracaksınız’ diyorlar. Orada duruyoruz. En doğru açık diye basının istediği. ‘İleride’ diyorlar, ‘Bu süreç bitince bunun etrafında başladı her şey diyelim.’ Dedim ki, ‘Bunu bir savaş ilanı görüyorum partiye.’ ‘Demokratik siyasete savaş ilan ettiler’ dedim. O yüzden şimdi sadece sandığa indirilmiş bir meşruiyet tanımıyla… Sandık da gidiveresiye bu hallere getirdiler ülkeyi. Şimdi biz olursa bir erken seçimi zorluyoruz. Erken seçim olsun diye gayret ediyoruz. Ama Ekim ayı, Kasım ayında bakılır. Hangi bölgelerde boşalmış? Buralarda seçim yapılması için gayret edilir. Ama başka bir şekilde bakılır. 22 milletvekili, 30. Belki her bölgeden bir milletvekili, bütün Türkiye’de seçim olsun diye. Milletvekilimiz 81 ilde olsa dakika düşünmem. (“Yani sine-i millet dahil her ihtimali?”) Sine-i millet değil bu. O çok tehlikeli bir iş. Çok yanlış konuşuluyor. Sine-i millette sen ‘Benim artık burada siyaset imkanım kalmadı, millete gidiyorum’ diyorsun. Sen sine-i millet deyince arkasından erken seçim gelmediği için ara seçim yapıyor. Diyelim ki Manisa’da üç milletvekili boşalttın. Eski güce göre sen birini alıyorsun, ikisini o alıyor. Şimdi yeni güce göre ikisini sen alıyorsun, birini o alıyor. Boşalttığın her yerde gücü oranında bir şey alıyor. 400 milletvekilini geçiyor, Anayasa’yı da değiştiriyor.”
“İŞE BİR DE BURADAN BAKIN”
Özel, “Ekrem İmamoğlu’nu böyle bir durumda milletvekili adayı göstermeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“Can Atalay’ın serbest bırakılması gerekirdi. Can Atalay’ı serbest bırakmayan bu durumda… Şimdi kararı okutuldu. Can Atalay ile ilgili yeni Anayasa Mahkemesi başvurusu olur, olmaz. AİHM olur, olmaz. Bu süreçte Can Atalay milletvekili seçildiği için dokunulmazlık kazanmıştı. Yargılama durmalıydı. Karar okutulup yeniden milletvekilliği kazanmıştır diye, Gergerlioğlu misali, Berberoğlu misali Meclis’e dönebilirse, bir dakika düşünmeden bir bölgeyi boşaltır; Ekrem Bey’i elbette kendisi de takdir ederse, bu hale bir hamle olarak yapardık. Ama bu şartlarda Can Atalay kararı uygulanmadığı için şu anda Anayasa’ya aykırı bir şekilde Can Atalay içeride tutuluyor. Can Atalay’ı bırakmayan yarın Ekrem İmamoğlu’nu mu bırakacak? Bu meseleyi böyle bol bol tartışıyorlar. Ben izlerken diyorum, ‘Bir de burasından bakın işe.’ Onu da açıklığa kavuşturma imkanı oldu.”
“MİLLETİN ÖNÜNDE KENDİSİNİ REZİL ETMİŞ OLUR”
Özel, “22 milletvekili istifa ettiği durumda... Oylaması yapılıyor. 10’unu kabul etti, 12’sini reddetti. Döndü ve dedi ki ‘Ben seçimden kaçmıyorum. Seçime gidilmesi gerektiğini düşündüğüm yerlerde şu, şu gerekçelerle evet dedim, ama şurada şu gerekçelerle hayır dedim.’ Bu CHP açısından riskli bir senaryoya döner mi birden?” şeklindeki soru üzerine, “Şimdi buna tenezzül etti diyelim. Bunun bir maliyeti olmaz mı? Bunu anlatmak hepsinden zor. Çünkü herkes aynı niyetle istifa ediyor. İşte diyelim ki 22 kişiden 20’sini kabul edip, sana 20 milletvekili kaybettiriyor. Sonra kendisi 2 milletvekili durarak. Bir de ‘Gayretullaha dokunur’ diye bir laf var. Böyle bir iş yaparsan gayretullaha dokunur. O iki milletvekili başka bir şekilde boşalır. Boşu boşuna hem bu hazımsızlığı yapmış olursun, hem de milletin önünde kendini rezil etmiş olursun. Ama bunları çok ileri siyasi yorumlar olarak söylüyorum. Öyle kolay kolay kimse ‘Ben bu 10’unu kabul edeceğim, bu 10’unu etmeyeceğim…’ Bunlar yapılır mı? Bunlar tenezzül eder… Siz olsaydınız. Ben size sorayım, bir YSK üyesi olsaydınız. Ekrem İmamoğlu’nun çatır çatır kazandığı ve aldığı mazbatayı iptal oyu kullanır mıydınız? YSK’ya ‘Bunu iptal edin’ diye baskı yapar mıydınız? Yaptılar, ne oldu? Millet 806 bin farkla bunun faturasını kesti. O yüzden bu süreç gerçekten milletin iradesine sahip çıkma, özgüven, cesaret, kararlılık süreci. Belli riskler alınacaksa alınacak. Her risk alınacak” dedi.
“ERDOĞAN SİYASİ HAMASET BEKLENTİSİ VAR”
Genel Başkan Özel, CHP otobüsünün görüntülerinin montajlanarak yayınlanması ve bunun üzerinden iktidarın algı çalışması yapması hakkındaki soruya şu yanıtı verdi:
“İktidarın yayınladığı aradan iki saniye kesilmiş, bir de sonu kesilmiş kısım. Bizimki ham görüntü. Ham Mobese görüntüsü. Günlerce ‘Polisi ezdi otobüs, polisin üstüne sürdü otobüs…’ Bu orijinalinde yavaşlamış, polis kenarda duruyor. Otobüs gelmiş, yavaşlamış ama ifade de ediyor. ‘Hızım yüksekti. Tam durmadım’ diyor. O kenara kaçmış. Otobüs de yanından geçmiş, gitmiş. Bu soldaki görüntü ayrı görüntü. O, Erdoğan’ın ‘Başörtülü polisimin üstüne otobüs sürdüler…’ O polisin başındaki örtüyle kimsenin bir derdi yok ama Erdoğan’ın o örtü üzerinden bir siyasi hamaset ve siyasi beklentisi var. Bu hakikaten basitlik, yani olacak iş değil. Mesela bu ham görüntüleri bir haftada elde edebildik. Savcılık bu görüntüleri veya kimse yani o gün iktidar medyasına verdi. Bir hafta polisin yok olduğu görüntü gösterildi. Bu gece ilk kez Sözcü Televizyonu’nda montajsız. Orada zaten bir şey olmadığı beli. Bakın bu iktidarın gösterdiği, polisin yok olduğu görüntü. Bu da otobüsün yavaşladığı, polisin çekildiği. Polis kenarda duruyor. (“Bu gibi birçok görüntüyle nasıl mücadele ediyorsunuz?”) Sabırla. Sabır ve kararlılıkla.”
“OTORİTER POPÜLİST LİDERLER BİRBİRLERİNİ KOLLAR”
Özel, ABD’den Ekrem İmamoğlu ve ülkedeki adaletsizliklerle ilgili tepki olmamasının anımsatılması üzerine, şunları söyledi:
“Duymazsınız çünkü otoriter popülist liderler birbirlerini kollar, birbirlerinden öğrenirler<, birbirleri ile konuşurlar. Almanya seçimlerinde Trump’ın şimdiki Bakanı Elon Musk, Alternative für Deutschland’ı; Almanya’daki aşırı sağcı, ırkçı, Türk düşmanı partiyi destekledi. Böyle bu iş. AfD’yi desteklediler. Yani Türklerin oradaki en büyük korkusu olan, ırkçı, faşist partiyi desteklediler. Böyle bu işler. Trump, Türkiye’de Ekrem İmamoğlu’na karşı yapılan darbe girişiminden önceden haberdar olmuş. Erdoğan tarafından bir mekanizmayla kendisine danışılmış, sorulmuş ve icazeti alınmış bir darbedir 19 Mart darbesi. Buna rızası var Trump’ın. Çünkü Trump biliyor ki Ekrem İmamoğlu Cumhurbaşkanı olursa, ‘Gazze güzelmiş. Ben buraya oteller yapacağım, ben buraya kumarhaneler yapacağım’ deyip, ‘Riviera yapacağım ben buraya’ deyip, ‘Buradaki Filistinlileri de beş - altı ülkeye -biri de Türkiye- yollayacağım. Oralarda yaşasın onlar. Güzel sahil kenti olur’ dediğinde Ekrem İmamoğlu ona evet demez. Ekrem İmamoğlu hem Fliistin’deki soykırıma, tehcire susmaz hem de Ekrem İmamoğlu bilir ki Trump’ın biraz da deli taklidi yaparak dediği yerin önünde Avrupa’ya 100 yıl yetecek hidrokarbon yatakları var. Trump onlara çökmeye geliyor Gazzeyi alarak. O incecik sahil şeridinin önündeki kendi deniz yetki alanı içinde, kendi alanı içinde bütün Avrupa’ya 100 yıl yetecek doğalgaza çökmeye geliyor Trump. Ekrem İmamoğlu bu işe susmaz. Eğer Ekrem İmamoğlu Cumhurbaşkanıysa, Türki Cumhuriyetler’in Güney Kıbrıs’ı tanımasına susmaz. Buna sessiz kalmaz. Ekrem İmamoğlu olduğunda Türkiye’nin çıkarlarını savunur. Filistin’i savunur, Kıbrıs’ı savunur. Türki Cumhuriyetlerle iyi ama onurlu, birbirini koruyan - kollayan ilişkileri savunur. Avrupa Birliği’ne tam üyeliği savunur. Hukukun üstünlüğünü savunur. Ekrem İmamoğlu, Trump için kullanışlı bir Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olmaz. ‘Sen darbe yap, ben susayım. Sen her kötülüğü yap, bak İsrail gelecek…’ İsrail bizim MİT Başkanımızın açıklama yaptığı tepeyi bombaladı ya. Yani Türkiye’ye daha ne yapsın İsrail? İsrail’i Amerika’da kınayan evladımız… Hani diyor ya ‘Başörtülü polisime araba sürdüler.’ Polise bir şey olmamış. Şu kadarcık incindiyse ben özür dilerim o ablamdan, o kardeşimden. Ama başörtülü Filistin mücadelesi veren kardeşimizi hapse attılar Amerika’da. Bir kelime söyle. Brunson… Her konuşmadan sonra bunlar yazıyor; ‘Yeşil mutabakat. Şunu konuştuk, bunu bilmem ne yaptık.’ O diyor ki, ‘Erdoğan'ı seviyorum. O benim papazımı verdi.’ Papazı vermeden önce ne demişti Erdoğan? ‘Bu can bu bedende durdukça olmaz. Ver papazı…’ Onun dediği o zaman Fetullah Gülen’di. ‘…Al papazını.’ Bir gün bir telefon. Oval Ofis’te fotoğraf çektirirken gördük Rahip Brunson’ı. Ekrem İmamoğlu bunu yapacak biri olmadığı için Trump, İmamoğlu’nu istemez. Ha Amerika - Türkiye müttefiklik ilişkileri, Amerika’nın yerleşik devlet uygulamaları, Amerika’nın çıkarları falan filan o ayrı bir şey. O güçlü bir Türkiye isterse müttefik olarak, Ekrem İmamoğlu’nu ister. Ama şu anda Trump’ın oyunun içinde Erdoğan var. Almanya’da AfD var. Öbür tarafta başka bir otoriter popülist lider var. Bu iş böyle. Ama iki hafta sonra İstanbul’da 77 ülkeden 89 parti var. Sosyalist Enternasyonal Pedro Sanchez’in başkanlığında geliyor. Ben ikinci Başkanıyım Sosyalist Enternasyonal’in. Burada da yayınlanır. Defalarca da yayınlandı. ‘Tüm ülkelerin, tüm partileri olarak Cumhuriyet Halk Partisi’nin Avrupa Birliği’ne tam üyelik hedefine tam bir destek ve geleceğe dair umutlarınızı barındırıyoruz. İktidar CHP olduğunda bu hedeflerini bütün gücümüzle destekleyeceğiz’ diye imza atan 89 tane de parti var.”
“ARKADAŞLARIMIZ AVRUPA PARLAMENTOSU’NDA ÇOK ETKİLİ ÇALIŞTI”
Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özel, partisinin dış politikayla ilgili tavrının dünya ile paylaşılıp paylaşılmadığının sorulması üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:
“Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde konuştum. Avrupa Parlamentosu’nda arkadaşlarımız çok etkili bir şekilde çalıştılar. Sosyalist Enternasyonal’in dışında Avrupa’daki tüm sosyal demokrat, sosyalist partilerin olduğu Avrupa Sosyalist Partisi var çatı örgütü. Bunda Sosyalist Enternasyonal’de olmayan ülkelerin partileri de var. Bunları tüm zeminlerde konuşuyoruz. Eskiden bir ezber vardı iktidarların işine gelen. ‘Türkiye’yi yurtdışına şikayet ediyorlar.’ ‘Onu geçeceksiniz’ dedik. Ben Çin’in trende basılan 6,5 milyon tirajlı gazetesine de röportaj verdim. Avrupa’nın en yüksek tirajlı ekonomi gazetelerine de verdim, Financial Times gibi. İngiltere’deki The Guardian'a da verdim, Almanya’daki Der Spiegel’e, haftalık dergiye de verdim. Hiç… O kadar haklıyım ki. Erdoğan, 16 Temmuz sabahı kapı çalıyordu; tık, tık, tık. ‘Efendim grubunuzun Meclis’te gösterdiği büyük direnişe, Meclis’i açmasına çok teşekkür ederiz. Sizin Avrupa bağlantılarınız kuvvetli. Bu darbeyi dünyaya anlatalım.’ Biz de bir darbeyi dünyaya anlatıyoruz. Öyle ‘Türkiye’yi yurtdışına şikayet etme.’ Olur babacım, majestelerinin muhalefeti var burada. Sen söyle, biz öyle yapalım; yok öyle. O dönemler geride kaldı. ‘Efendim sokağa çağırma.’ Allah Allah ya. Sen işine geldi mi sokağa çağıracaksın darbeye karşı. Sen bana darbe yapınca evden izleyeceğiz televizyondan. Yok öyle bir şey. Sokağa da çağırırım. Meydana da çağırırım. Avrupa’ya da anlatırım. Dünyaya da anlatırım. Basınına da konuşurum. Alman programına bağlandık hemen arkasından. Doğrudan orada da anlatırım. Ben haklıyım ve bir ülkede darbe varsa bu dünya için önemli bir meseledir. Bu demokrasi sorunudur. Bunu bütün demokratik dünyanın bilmesi, ona göre pozisyon alması lazım.”
“TÜSİAD BAŞKANI’NIN SORGUYA ÇAĞRILDIĞI GÜNDEN BERİ 70 MİLYAR DOLAR YAKILDI”
Özel, İş dünyasının olanları genel anlamda neden sessiz izlediği sorusu üzerine şunları söyledi:
“Şimdi TÜSİAD ile AK Parti’den bir siyasetçi gidip fotoğraf verince infial yaratmıyor, CHP verince yaratıyor. İş dünyası ile Erdoğan hem de onların patronuymuş gibi bir ilişki kurunca sorun yok. Ekrem İmamoğlu onlarla ilişki kurunca var. (“Sizin iktidarınızı ‘satın almaya’ başlayan bir iş dünyası mı var?”) Ne var bunda. Var tabii. İş dünyası açısından bakalım… Bir tarafta Türkiye’de 35 yıl önce gazete ilanıyla öğrencinin çağırıldığı yatay geçişe, ilanda gittiğiniz üniversite ile ilgili ‘Bilgileri ve belgeler bunlar, bunlar’ diye tarif edilen, kabul edilen, 31 yıl önce verilen diplomayı iptal eden bir iktidar var. Ya da seçim kazanıyorsun, mazbata iptal eden bir iktidar var. Beş yıl didik didik ettiği bir belediye başkanını ‘Seçimde fark yaptı, gelecek seçimlerde aday olacak ve beni yenecek’ diye aynı anda hem terör, hem yolsuzluk suçlamasıyla ekarte etmeye çalışan bir iktidar var. Şimdi burada 55 milyar dolarlık da rezerv yakıyor Türkiye. Çünkü neden? Rezerv niye yakılır? Borsada duruyor adam, olanları görüyor, kağıdı satıyor, parayı dolar yapıp dışarı çıkması lazım. Hatta bir şey söyleyeyim: TÜSİAD Başkanı’nın sorguya çağrıldığı günden bugüne 70 milyar dolar. Yani esas güvensizlik orada başlıyor. Ya baksana ülkede TÜSİAD Başkanı’nın koluna girip götürüyorlar, hükümeti eleştirdi diye. Şimdi iş dünyası güven ister, hukuk ister, hukuki öngörülebilirlik ister, siyasal istikrar ister. 30 yıl sonra diplomanın iptal edildiği yerde, devletin hangi kağıdına güvenecek de bu ülkeye yabancı yatırımcı gelecek? Veya mevcut olan burada kalacak? ‘Yandım Allah’ deyip paldır küldür çıkıyorlar. Çıkarken dolar almak istedikleri için talep artınca dolar fiyatı artıyor. Dolar fırlamasın diye her isteyene Hazine dolar veriyor. Ki piyasada dolar azlığı olmasın, dolar fiyatı daha da fırlamasın diye. Bunun karşılığı 2,2 trilyon lira. Şimdi burada şey var ya o biraz önce vardı traktörlerle eylem yaptılar. Türkiye’deki 81 il, 973 ilçedeki yüzbinlerce, milyonlarca çiftçinin bankalara bütün borcu ve faizi 1 trilyon lira. Bu uğurda harcanan para 2 trilyon lira. İki katından fazla. Atanmayan öğretmenler var, hepsini birden atasan üç yıllık maaşı da peşin yatırsan bu para yetiyor 1 milyon öğretmene. Her bir emekliye; 14 bin 500 lira alan emekliye, 30 bin lira maaş versen 9’da biriyle yapabiliyorsun. Böyle bir büyüklükten bahsediyoruz.”
“İŞÇİ DE ÇOK KAZANACAK”
“Bu şartlarda iş dünyası bunları yapan bir iktidarı mı ister? ‘Avrupa Birliği’ne tam üye olacağım, vize serbestisi olacak. Öğrenci de iş adamı da gezecek. Teşvikleri artıracağım, hep birlikte kazanacağız, hakça bölüşeceğiz. Adil bir vergi ile bölüşeceğiz. İşçi de sendikalı olacak işçi de çok kazanacak, işveren de çok kazanacak ama işçinin hakkını da verecek’ diyen bir iktidarı mı tercih eder? Şimdi bu tarafı tercih edince ‘İş dünyası CHP iktidarını mı satın alıyor?’ Senin nemrut, senin ceberrut, senin bu ülkenin demokrasisini gerileten, bu ülkenin ekonomisini çürüten iktidarını mı satın alacak? Seni satıyor, bu iktidar umudunu satın alıyor. Bunlar da diyor ki ‘İş dünyası bizi sattı.’ İş dünyası işine geleli satın alır, işine gelmeyeni bırakır, terk eder. O kendisi için en uygun yatırım ortamını, çalışma ortamını ister. Ve nasıl geldiysen öyle gideceksin. Çok merak ediyorlarsa. İş dünyasına yapılan iş 19 Mart darbe operasyonunun öncesinde bir psikolojik harekat vardı. Örneğin Ayşe Barım üzerinden sanatçılara gidiyorlardı. İşte meslektaşlarınız, bir tanesi de sizsiniz. İlki sizsiniz belki. Gazetecilere ‘Akıllı ol, yoksa alır içeri atarız, bilmem ne yaparız’ diyorlardı. Öğrencilere, avukatlara, akademisyen kadın attığı bir tweet yüzünden cezaevinde yattı. Ve dünya kadar bu sıralamada iş dünyasına da bir bahane, adam genel kurulunda ekonominin güven istediğini, bunların güveni sarstığını söylemiş. Alıp götürüyor. Bütün hesap ‘19 Mart akşamı herkes akıllı olsun. Biz bir darbe yapacağız herkes yerinde dursun.’ Sizi susturamadığı gibi başkasını susturamadığı gibi öğrencileri susturamadığı gibi iş dünyasını da susturmasını istiyorlar. Ama iş dünyası o kadar kırılgan, kredilerinden dolayı bir anda istediklerinin ipini çekebiliyorlar. 12 artı 24, 36 şirkete işlem uygulandı. 12 tanesine tedbir, 24 tanesine el koydu bu soruşturma kapsamında. Şu anda bütün Türkiye’deki bilboardların yüzde 90’ının var olduğu şirketlere kayyım atandı. Daha neler neler yani. 24 şirkete tamamen el konuldu, 12’sine de tedbir işlemi uygulanıyor. İş dünyasının sessizliğini bir yere kadar anlıyorum. Ama kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz demekten de geri duramıyorum.”
“BIÇAK KEMİKTE”
Özel, iktidara son dönemde her kesimden tepki gelmeye başlaması hakkındaki soruya şu yanıtı verdi:
“Bir kere bıçak kemikte, o kesin. Şimdi Rıfat Bey’in nasırı da orası demek ki. Oraya basınca, keşke başka nasırları da olsa yani. Mesela o kadar çok itiraz etmesi gereken şey var, ama bu da önemli bir şey. Şimdi yani bu itiraz da önemli ve haklı. Şu açıdan haklı. Kayıt dışıyla mücadele ediyorsan sen onu OSB kapısında aramayacaksın kardeşim. Organize Sanayi Bölgesi’nde KOBİ’nin kapısında aramayacaksın. Türkiye’de kayıt dışının nerelerde olduğu çok belli, oralara gideceksin. Yoksa kayıt dışını savunan kimse yok. Ama Rıfat Bey de diyor ki, çok kaba tabirle söyleyeceğim anladığım kadarıyla. ‘Hep de kümesteki kazları yolmayın’ diyor ‘Bak dışarıda da gezenler var. Onları da kümese sokmaya çalışın biraz’ diyor. Hiç vergi vermeyenler var. Bu Beşli Çete denen 43 şirketin 38’i geçen sene sıfır lira vergi vermiş. Şimdi OSB dediğin KOBİ’dir, ya da büyük fabrikadır, orta ölçekliyse KOBİ’dir ya da organize sanayi ise büyük fabrikadır. Şimdi ona yüklen, buna yüklen. Bir kere şunu görelim. TÜSİAD üyeleri Türkiye’deki istihdamın yüzde 50’sini yapıyor. İstanbul Sanayi Odası’nın üyelerinin yüzde 90’ı KOBİ. KOBİ’ler 87 milyar dolar geçen sene ihracat yapmış, 69 milyar işte küsür ithalat yapmış. 19 milyar dolar net artı para getirmiş buraya. Sen şimdi bunların kapısında ne işin var senin? Bir de enflasyon muhasebesi mesela, yapıştılar yakalarına. Kardeşim icat çıkaracaksan düzgün bir icat çıkar. Orta ve uzun vadede edilecek bir kâr, bugünden vergilendirilir mi ya? O gün vergilendirirsin. Böyle acayip acayip işler. O yüzden isyanlar haklı ama bugüne kadar çok daha öncesinde bu uyarıların yapılıp, itirazların dile getirilmesi lazımdı. İş dünyasının yüzde 99’u içinden köpürüyor, köpürüyor, köpürüyor. Bir kısmı dışından da köpürüyor ama yönetenlerin yönetici sorumluluğu diyelim, kurumları gözetmeleri diyelim. Bu iktidarın pervasızlığından o yöneticinin sorumluluğu ile daha dikkatli cümleler kuruyorlar. Ama bugünkü açıklama doğru bir açıklama.”
“DURMAMIZ GEREKEN YERİ BİLİYORUZ”
Özel, ‘Beşli çete olarak bilinen gruplar randevu talebinde bulundu mu’ sorusunu şu şekilde yanıtladı:
“Şimdi o geçmişte Kemal Bey’in bıraktığı bir gündem. Ben o gündeme dönüp bir şey söylemeyeyim. Benden böyle bir talepleri olmadı. Zaten belki seçim dönemi yaklaşırken Kemal Bey’den öyle bir şey yapmışlardır. Ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak durmamız gereken yeri biliyoruz. Kimin yanında duracağımızı biliyoruz. Biz iktidar olduğumuzda da belediyelerimizde de öyle oldu. Biz iktidar olduğumuzda gelip de yandaşlara, kendi yandaşlarımıza iltimas yapacağımız, bizden olmayanlara saldıracağımız bir şey gibi düşünülmesin. Öyle bir sopamız yok. O sopayı 40 yerinden kırdık biz. Ama şöyle bir gerçek var. Bu dönemde hiç vergi vermeden, bu devletin milletin iliğini kemiğini sömürerek, bu iktidarla kurduğu ilişkilerle, görünür görünmez ortaklık ilişkileri ile haksız edinilmiş kazançlar ve o anlaşmaların devamına rıza göstermeyeceğimizi bilsinler. Ama bu şu demek değil. Örneğin bütün MÜSİAD üyesi iş adamları, ‘CHP gelecek, canınıza okuyacak.’ Böyle bir şey yok, tövbe. Böyle bir şey yaratmaya çalışıyorlar. Bizim derdimiz namuslu çalışanın hakkını almasından yana. Sağcı da olsa solcu da olsa. Ama Beşli Çete ve bu iktidardan beslenen, milletin hakkını yiyenler ayrı bir mevzu.”
“YOL HARİTAMIZ HAZIR”
Genel Başkan Özgür Özel, iktidara geldiklerinde AK Parti’nin sebep olduğu ekonomik yıkımı ne şekilde düzeltecekleri sorusuna şu yanıtı verdi:
“Şimdi birincisi aslında yapmaya çalıştıklarının bir etkisi de bu. Biz ne yaptık? Eylül ayında tüzük kurultayımızı bitirdik, hedefimizi koyduk. Program kurultayı, program çalışması. 81 ile yolladık, önce kendi il danışmalarını yaptılar, 973 ilçeye açıldılar. Sonra tekrar 81 ile döndüler. İlçe bazında bile çünkü sadece Ankara’dan yapılacak bir iş değil. Rize’nin ekonomik beklentileri başka, Gaziantep’in başka, Manisa’nın başka, Konya’nın başka. Ve ilçe bazında da değişiklik gösteriyor. Manisa’nın Alaşehir’inde örtü altındaki yaş üzümcünün derdi başka, Çekirdeksiz kuru üzümcünün başka, Kırkağaç’ta kavun üretenin başka. Bu bütün Türkiye’de böyle. Ve ilçe danışma kurulları nezdinde ve ilçe ilçe tarım için, esnaf için, eğitimin sorunları için, sağlığın sorunları için müthiş bir çalışma yapıldı, birleştirildi ve şimdi toplulaştırma ve merkezi düzeyde işte TÜSİAD’a gidip, sendikalara gidip, meslek örgütlerine gidip, derneklere gidip, sivil topluma gidip daha genel görüşlerin alınıp somutlaştırılıp, yazılma ve tartışılarak karara bağlanma evresindeyken ve böyle iki aylık takvim planlamışken 19’undaki bu meseleyle bir 40 gün bu sistem paralize oldu. Ama şimdi Selin Sayek Böke’nin Genel Sekreterimizin başkanlığında bu çalışmalara hız verdik. Haziran ayının sonuna doğru bu işleri somutlamayı ve yaz içinde hem Cumhurbaşkanlığı kampanya ofisinin açılmasıyla, Sayın Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasını başlatmayı, hem Cumhuriyet Halk Partisi’nin programının bir iktidar programına evrilmesi, Ekrem Bey’in elindeki programında bizim parti programıyla uyumlu ve kendi hedefleriyle, Türkiye’ye söyleyecekleri ile de onun da bir hükümet programına evrilmesi, bunların birbirleriyle uyumlu, etkili ve sinerjik iletişiminin yapılmasına ilişkin bir yol haritamız var. Temmuz ve Ağustos’a dair. Burada tabii program çalışmamıza engel olmak için darbe yapmadı şüphesiz. Ama program çalışmamızda bir 40 günlük kesit yarattı bu, hepimiz başka bir şeye motive olduğumuz için. Ama dün TÜSİAD’da İstanbul Sanayi Odası’nda yarın İstanbul Ticaret Odası’nda, TÜRKONFED’de. Önümüzdeki günlerde randevu verirlerse çok isterim MÜSİAD’da bunları konuşmak ve bunun üzerinden nasıl yöneteceğimizi, hem belli kaygılara yanıt vermek, hem belli sorulara yanıt vermek, hem de belli taahhütleri ortaya koyup bunun üzerinden tartışmak istediğimiz bir süreçteyiz. Her Perşembe günü bizim Ekrem Başkan’la eskiden de mümkün oldukça Pazartesiden Pazartesiye görüşürdük. Mesela bugün herhalde konuşmanın yüzde 60’ı ‘Programı nasıl yaparız, Cumhurbaşkanı ofisini nasıl yaparız, ekipler birbirleriyle nasıl konuşsun?’ İlk başta bir ana Cumhurbaşkanlığı kampanya ofisi olacak. Ama daha sonra yani Ekrem Bey’in özgürlüğüyle birlikte aslında çok sayıda ofis, temas noktası falan planlanıyordu. Bu konuda bir ana ofisi yaptıktan sonra o ofisin temas ofisleri meselesini bir kez daha çalışacağız.”
“HAKARET ETME, ELEŞTİR”
“Ana Muhalefet Liderine hakaret edildiği yerde ses çıkarmamış, yine de hiçbir şey dememiş yayına gelmişiz, ilk sorunun o atıfla gitmesinden dolayı kuruma tepki gösteriyorum. Dost yani gönül umduğuna küser. Bana A Haber’de her gün hakaret ediyorlar zaten. Ama kurban olduğum SÖZCÜ TV, evladımız gibi, babamız gibi bizim. Burada Ana Muhalefet Liderine tam ağız dolusu hakaret edecek, burada da biri hakkımızı arasın ya. Desin ki ‘Ya kardeşim ne yapıyorsun?’ Eleştir, hakaret etme. Benim derdim bu.”
“BUNLAR HAKİKATEN ÇOK ZOR DURUMDA”
Özel, AK Partili Şamil Tayyar’ın ifadeleri hakkında şöyle konuştu:
“Şimdi burada tabii hadsizlik. Ama bunların da işi bu. Şundan dolayı. Diyor ki bir kere Ekrem Başkan’la biz evvel ezel haftada bir görüşüyoruz. Görüşürüz de. Burada da kardeşime gider gibi, abime gider gibi gidiyorum. Hem siyaset konuşuyoruz, hem de ben de biliyorum ki içeride ben olsam Ekrem Başkan da aksatmadan gelir. Buradaki mesele, bildikleri bir şey var. ‘Bu ikisi birbirine düşmezse AKP iktidardan düşecek. Bu ikisini birbirine düşürmemiz lazım.’ Bunun için her yolu deniyorlar, neler neler. Bu da onlardan birisi. Ama Şamil Tayyar’ın ta oradan işte ben izlememiştim, bana siyasi operasyon çekecek de benimle Ekrem Bey’in arasını birbirine düşürecek de bilmem ne. Bunun üstünden bize infinite olacak da bunun üzerinden nifak tohumu saçacak. Bunların umudu buralara kaldıysa bunlar hakikaten çok zor durumdadır demektir. Bizim aramızda bir kardeşlik hukuku, bir yoldaşlık hukuku, bir ortak Türkiye umudu var. Biz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini iktidar yapmak ve bu iktidardan kurtarmak için her şeyi göze aldık. Biz bunu dediğimizde Ekrem Bey hapiste değildi. Şimdi hapiste. Orayı göze aldı. Yarın ben hapiste olabilirim. Ben ölmeyi göze aldım, geçen gün yaşadığımız ortada. Ondan sonra herhangi birimize her şeyi yapabilirler. Yani her şey olur. Ama meselenin özü şu, biz bu partinin 100 yıl önce kuranların bu memleketi kurtardığı günkü cesarette olmazsak ve biz birbirimize insani heveslerle, birbirimiz arasındaki kardeşlik hukukunu, yoldaşlık hukukunu zedeleyecek bir şey yaparsak o zaman Şamil Tayyar rahat uyur. Çünkü bilir ki Tayyip Bey de rahat uyur. Biz böyle oldukça, omuz omuza oldukça, kol kola oldukça birbirimiz için her fedakarlığı yapabilecek oldukça ve bu ülke için her şeyi göze aldıkça Tayyip Bey uyuyamadığı için Şamil Bey de uyuyamıyor. Bu kadar ucuz işlere biz pabuç bırakacak olsaydık buralara gelemezdik. Şamil Bey geldiği yere, Tayyip Bey’in onu listeye koymasıyla geldi. Ben geldiğim yere Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisinin Genel Başkanlığına, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir partide liderin seçimli bir yarışla mevcut genel başkanın değişmesinin ilk olmasıyla geldim. Burada Ekrem Başkan da yol arkadaşımdı. Dünya kadar da Ekrem Başkan’ın emeğini hiçe sayarsak da ayıp olur, ama Ekrem Başkan gibi Manisa’sından, Denizli’sine, Malatya’sından tek tek ve o günden sonra 81 ilin sahiplenmesi… Ekrem Başkan hapisteyken aynı delege ile bu sefer bin 170 oy aldık. O bin 170 oy bizim aramızdaki yoldaşlık hukukuna duyulan güvendir. Bir sene önce yüzde 51’e 49 kazanılan bir seçimden yüzde 93’le kazanılan, geçerli oyların hepsinin alındığı, parti tarihinde Genel Başkanın anahtar listesinin ilk kez delinmediği, Genel Başkanın anahtar listenin üzerine ‘Benim aday listem, Özgür Özel’in anahtar listesi’ yazıp da listesini deldirtmediği, İsmet Paşa’dan beri ilk kez seçim yaşanıyorsa bu partinin üyesinin de delegesinin de seçmeninin de bu sürece duyduğu güvendendir. Şamil Tayyar’ın hazımsızlığı da ondandır. İnşallah bu yayını da o çıktığı kanal alıntılayıp da sizin kadar demokratik bir yayıncılık anlayışıyla Şamil Tayyar’a izletsin.”
“İMZA SAYISI 14 MİLYON 700 BİN”
Özel, Ekrem İmamoğlu için yürütülen imza kampanyasındaki son durumun sorulması üzerine, “14 milyon 700 bin. Yarıyı geçtik. (“Sizin için iyi bir rakam mı bu?”) İyi bir rakam. Örgüt çalışıyor. Şimdi dijital olarak da çok iyi gittiğimiz yerler var. Zorlandığımız coğrafyalar var. Oralara başka çözümler buluyoruz. Ama zaten bu bir zaman, ‘Örneğin 19 Mayıs’ta bitireceğiz’ değil. Biz 50 artı 1’e ulaşmak için var gücümüzle çalışacağız. Burada şu konuyu ifade edeyim: Belki 20 milyonuncu imzada yaparız, 25 milyonuncu imzada yaparız. Bu imzalar güvenli bir yerde, noter ya da meslek örgütleri… işte diyelim TMMOB gibi mali müşavirler. Örneklemler alınarak, sayılarak, en bilimsel yöntemlerle sayılıp sayıları resmen ilan edilecek. Ama asla devlete verilmeyecek. Çünkü imza meselesinde tek zorluk şu: ‘İmza atmak istiyorum ama evladım, torunum polis.’ ‘İmza atacağım ama devlet memuruyum.’ ‘İmza atacağım, ileride mülakata gireceğim ne yaparım?’ Bu kaygıları bir bertaraf etmek gerekiyor. Onun dışında yani az - buz bir şey değil. Bizim hedefimizi 27 milyon da dünyada 10 milyon imzanın toplandığı nerede görülmüş? 14,5 milyon imzadayız. 8,5 milyon zaten bizim 23 Mart darbeyi püskürttüğümüz dayanışma sandıklarındaki rakamımız. O rakama ulaşmak, geçmek üzereyiz. Belli bir trend içinde oldukça iyi gidiyor. Elbette şunu bekliyoruz: İlk başlarda parabolik artacak veya ters parabol gibi. Sonradan bir zorlaşacak. Çünkü ilk başta koşa koşa imzaya gelenler var. 20 milyondan sonra peşine düşeceğiz imzanın. Şimdilik standlarımız var. Gelenden alıyoruz. Günlük toplanan imza sayısı ilk bir hafta gibi değil. Ama umut kırıcı da değil. Yavaş yavaş ilerliyor” dedi.
“SEÇİM ZAMANINDA YAPILACAKSA ERDOĞAN ADAY OLAMAYACAK”
Özel, “‘Erdoğan sonrası AK Parti kime kalacak?’ mücadelesi başlamış durumda. AK Parti’nin Cumhurbaşkanı adayı kim?” sorusuna şu yanıtı verdi:
Onu herhalde Milliyetçi Hareket Partisi’nin Genel Başkanı’na sormak lazım. Çünkü ‘Seçim zamanında yapılacak’ deyip duruyor. Seçim zamanında yapılacaksa Erdoğan aday olmayacak, yerine biri aday olacak. Ama o mesele ile ben meşgul değilim. Ben kendi adayımın kim olduğunu biliyorum. Onu da Silivri zindanından çıkarmak için mücadele veriyorum. Biz AK Parti’nin adayı kim olursa olsun, ama bir erken seçime yanaşırlarsa Erdoğan. O da öyle sonlarda değil, şimdi bu Kasım’da. 2,5 yıl en doğru, en adil millattır. Beş yıllığına seçildi. Eğer erken seçim olursa aday olabildiğine göre, bize de ihtiyacı olduğuna göre, bunu 2,5 - 2,5 bölüşeceğiz. 2,5’uncu yılı da bu sene Kasım’da gelecek. Erken seçim kararını birlikte alırız o zaman, aday olabilir. Kazanırsa bir 2,5 yıl daha kazanır bunun üstüne, beş yıl daha yapar. Kaybederse koyduğu 2,5 yılı kaybeder. Çok adilane. Çünkü bizsiz aday olamıyor. Ben tutup şimdi şey mi yapacağım ona… Son altı ayda diyorlar ya, ‘2027 Kasım’da yaparız. Cesaretin varsa gel.’ İki yıl vadeli cesur arkadaşlar var karşımızda. E gel bu Kasım’da yapalım, niye iki yıl sonra yapıyoruz? Öyle oralara yokuz. Bu Kasım’da olursa koşa koşa yaparız. ‘Efendim biz bu seçimi 2026’da yapalım.’ Kararını şimdiden alırsak ona da varız. ‘2026’nın Mart’ında’, olur. Ama öyle ‘Durun seneye bakalım’, biz orada yokuz.”
“SÜRECİN ADI YOK”
Özel, iktidar ve DEM arasında yürütülen süreç hakkındaki soruyu ise şu sözlerle yanıtladı:
“‘Çözüm süreci’ diye bir süreç bilmiyorum ben. ‘Süreç süreci’. Adı yok ya. Sürecin adı; ‘süreç süreci.’ (“CHP, terör örgütü kendini feshederse, sürecin neresinde olacak?”) Birincisi ‘Al-ver yok’ filan... Siyasi muhataplarımızın ‘Bir al - ver yok’ demesi, kim ne niyetle diyorsa ona saygı duyarım. Onu zaman gösterecek. DEM Parti üzerinden diyorlar ki, ‘Böyle bir şey yok.’ Bana Sırrı Süreyya da çok net bir şekilde söyledi. Ama bunu MHP ve AK Parti, ‘PKK ile bir müzakere yok. Onlar fesh edecek karşılıksız. Böyle gidecek.’ Böyle bir şey yok. Çatır çatır müzakere etmişler. Uzun uzun çalışmışlar. Ki bu süreçlerde bunlar normal işler. Yargı, yüksek yargıdan bir takım masalar oluşturmuşlar falan. Bu feshin karşılığında da devletin taahhüt ettiği bir takım adımlar atılacak. Bunu da adımız gibi biliyoruz. Bu pazarlığın edilmesi, bu anlaşmanın yapılması suç değil. Ama bunun olduğunun söylenmesi suç. ‘Terörsüz Türkiye’ye düşman oluyorsun.’ Bize diyor ki, ‘Bunu deme.’ Ben Kürt sorunun varlığını, bu sorunun da demokratik yollarla çözülmesi gerektiğini savunuyorum. Bu konuda da tarihsel bir tutarlılık içindeyiz. Bunu dünden bugüne savunmuyorum. Bu adı konmamış sürecin ilk adımını Bahçeli attığında da aynı noktadaydım. Biz bundan 10 sene önce de aynı noktadaydık. Bu bizim dediğimiz mesele şu: Kürt sorunu çözülecekse, Meclis’te çözülecek. Kanuni düzenlemelerle ve demokratikleşerek çözülecek. (“Ne olursa demokratikleşme olacak?”) Mesela kayyım uygulaması sona erecek. Bu yayının kaydı alınıyor her yerde. Bunu bir süre sonra da izleriz. Eğer PKK silah bırakırsa, ki bırakmasını temenni ederim. Bundan memnuniyet duyarım. Kim istemez? Bir terör örgütü silah bırakıyor yani. O silah benim Mehmetçiğimi vuruyor. Kim istemez bırakmasını? Bundan sonra kan olmayacaksa, gözyaşı olmayacaksa, terör olmayacaksa, terörle mücadeleye para gitmeyecekse… O para nereye gidecek? Memleketin diğer işlerine gidecek. Bundan daha iyi bir şey olmaz. Ama bu olduktan sonra kayyım atanan belediyeler… Göreceksiniz, bu kayyım meselesine göre adım atılacak. İçerideki Kürt siyasetçiler, içerideki muhalif siyasetçiler… Onlar serbest kalacak. Bir sürü düzenleme yapılacak ve bu düzenlemelerin anlaşması, sözü, mutabakatı yapılmış. Bunu yapmak suç değil. Bunu söylemek suç. Çünkü beyler şöyle istiyorlar: ‘Terörsüz Türkiye pazarlıksız bir iştir. PKK karşılıksız bırakacak.’ Sonra bu milleti şey sanıyorlar. ‘Sonra da tesadüfen bazı düzenlemeler olacak.’ Zaten bir terör örgütü silah bırakıyorsa, o noktaya geldiyse, bunun bir müzakere süreci olur. Bunu istihbarat örgütü başlatır. Bunun içerisine siyasetçiler katılır. Bunun içine teknik adamlar katılır. Bunun öncesi, sonrası, süreci, devamı konuşulur. Karşılıklı güven artırıcı adımlar olur. Karşılıklı jestler olur. Planlanmış şeyler karşılıksızmış gibi yapılır. Bunlar olur. ‘Ama böyle bir şey yok. Terörsüz Türkiye. Konuşma. Konuşursan hainsin.’ Yok ya. Bir tanesi aylarca susacak. Birisi üzerine ateş toplayacak. MHP’yi kasdediyorum. AKP zarar görmesin diye. Zaten MHP, yüzde 5. Düşse düşse nereye düşecek? yüzde 3’e düşer. Zaten oy verenlerin bir kısmı eski AKP seçmeni. Oradan gelir, bileşik kaplar olur, bilmem ne olur. Öbürü konforlu alanda duracak. Sonra bir sihirli değnek değecek. Bu iş çözüldükten sonra da siyaseten bir şey olursa, o da AK Parti ile MHP’nin olacak. Böyle bir basit hesapla Türkiye’nin ciddi ve önemli bir sorunu çözülmez.”
“KÜRT SORUNUNU KABUL ETMEYENLE SORUN ÇÖZÜLMEZ”
“‘Kürt sorunu yoktur’ diyenler ne Kürt sorununu, ne terör sorununu çözemezler. Ama silah bırakılacak, bırakılsın. Devamındaki demokratik adımlar atılacak, atılsın. Bizim yedisi hukukçu, 10 kişiden oluşan komisyonumuz çalıştı: ‘Kayyım meselesine nasıl yaklaşıyoruz?’ Koca bir demokratikleşme paketimiz var. Hepsine en değerli katkıları sunarız. Sonuçta Meclis orası, Meclis’te olacak. Doğrusu Meclis’te bir komisyon kurulması. Hep söylüyorum; şehit ailelerinin, gazilerin rızasının o komisyonda alınması. Onların gözünün içine bakılmayacak işlerin yapılmaması lazım. Rahmetli Sırrı Başkan ile aramızdaki diyalog… Bizim Meclis’teki odamızda oldu. ‘Başkan’ dedi, ‘Bugün gazinin, şehidin annesinin gözüne bakamazsın. Yarın öbür çocuğu ölmediği için o gelir senin gözünün içine bakar.’ Dedim ki, ‘Sırrı Başkan, tamam ama vallahi bundan ilerideler.’ Dünya kadar şehit ve gazi derneğini, arkadaşlarımız 200’ün üzerinde gezdi. Ben üç en tepedekine gittim. Kirasını devletin verdiği, binasını Milli Savunma Bakanlığı’nın verdiği, protokolde yeri olan üç büyük yapıya gittim. Diyor ki bana bak, dediği şu: ‘Genel Başkan biz yandık. Başkası yanmasın. Ama kimse bu işi siyasete alet edip veya bizi rencide edecek işler yapmasın. Yüreğimizi yakmayın. Başka analar yanmasın. Biz de terör bitsin istiyoruz.’ Bu büyük bir erdem, büyük bir feraset. Ben üç başkanı da ayrı ayrı orada gördüm. Teşekkür ettim. Bu insanların katkısının alınacağı bir süreç, kıymetli bir süreçtir. Bu insanlardan kaçırarak bir şey yapamazsınız. ‘Ben yandım, başkası yanmasın’ ne demek ya. Biriket evin, böyle camsız, penceresiz, naylonla pencere kapatılmış yerinde. Bir tanecik oğlu ölmüş. Koca bayrak asıp, ‘Vatan sağolsun’ diyen insanlar bunlar. Bu kadar da hakları olsun.Bu süreçte biz üzerimize ne düşüyorsa onu yapacağız zaten. Bu işin sonuda Türkiye kazandıktan sonra ben ‘AK Parti mi bilmem ne oluyor, bilmem ne mi, bilmem ne oluyor?’ Bakmam buralara yani. Hiçbirimiz bakmayız. Cumhuriyet Halk Partisi şimdi hakkını teslim edelim, ta 1989 Kürt Raporu’ndan bugüne zaten burada. Kemal Bey de bu konuda farklı bir şey söylemedi. Kemal Bey ona ilk bu işler çıktığında ‘Ben sana kredi veriyorum’ dedi. ‘Al kredini başına çal’ dedi. O günleri yaşadık. Yahu ne demek ya? Sen bir çözüm umuduna? Ana muhalefet lideri, ‘Kredi veriyorum. Kredi açıyorum sana’ diyor. Akşam üstü olmadan, 11.00’de söylüyor. 15.30’da reddediyor. Sonra ‘Çatışmalı süreçlerde, genel mutabakat sağlanmadığında çatışmalar çok daha şiddetli döner’ kuralı gereğince, bütün dünyanın deneyimlediği kural gereğince maalesef çok daha şiddetli çatışmalar, bir sürü şehit, öldürme, hendek olayları, bilmem ne. Bu sefer bu hatalar yapılmasın diye uğraşıyoruz. Bu konuda da çok samimiyiz.”
“DAYANIŞMA İÇİNDE OLMAK ZORUNDAYIZ”
Özel, Anayasa Mahkemesi’nin sokak hayvanlarıyla ilgili düzenlemenin iptali başvurusuna ret kararı vermesinin sorulması üzerine, “Belediyelerimizden talimatı ilk günden verdik. Zaten belediyelerimize şunu söylüyoruz, ‘Bu katliam yasasını uygulamayın’ diyoruz. ‘Kanunsuz bir emirdir bu. Buna iştirak etmeyin’ diyoruz. ‘Anayasa’ya aykırı’ dedik. Anayasa Mahkemesi maalesef bunu yapmadı. Hukuken yollar tükendi şu anda. Ama biz bu suçu yapmayacağız. Orada da hayvanseverlerden işbirliği… Bütün dayanışma duygularımı ifade ediyorum. İşbirliği teklif ediyoruz. Bazen yani hem çok manipülatif işler oluyor, hem çok… Nimet Hanım bu partinin milletvekili. Yani parti nerelerde nelerle uğraşıyor. Bir yandan Van’da miting organize ediyoruz, bir yanda Konya mitinginden sonra sahayı dolaşıyoruz, bir yanda halen daha Mersin’de olan ve miting sonrası anketin bize verdiği verilerle çalışma yapan arkadaşlarımız var. Önemli bir kısmımız Çağlayan Adliyesinde. Önemli bir kısmı Silivri Cezaevi’nde. Kimi Çorlu Cezaevi’nde, Kandıra Cezaevi’nde. Türkiye’nin dört bir yanında bunlar… Orada sadece Nimet Hanım yoktu, dört arkadaşımız vardı. Nimet Hanım önde, ki olması lazım. Sürekli de grup başkanvekillerimizle irtibat halindeler. Bundan sonra da biz bu yasanın CHP’li belediyeler tarafından uygulanmaması için en doğru işleri yapacağız. En samimi yaklaşımda bulunuyoruz. Hayvanseverlerle… Ki Sahiplen İstanbul projesi mesela, o projede çok önemli işler yapıldı. Benzer projeleri Türkiye Belediyeler Birliği’nde bütün belediyelerin, sırf CHP’li belediye değil yaygınlaşması ile ilgili Ekrem Başkan’la bir irademiz vardı. Bu olabilse çok iyi olur. Mutlaka yapılmalı. Zeydan Başkan, Genel Sekreterimiz bu konuda deneyimli. Sahiplen Türkiye projesine niyetleniyorduk. Ekrem Başkan gidince tabii… Ama önemli olan katliamın ya da kötü şartlarda yaşatılıp birbirlerine hayvanların saldırmalarının, kötü şartlarda yaşatılmasının önüne geçmek. Bir büyük mücadeleyi vereceğiz. Kolay olmayacak ama anlayış ve dayanışma içinde olmak durumundayız” dedi.
“BU DARBENİN BİR HEDEFİ VAR”
Özel, “Sıradaki miting için neden Van’ı seçtiniz ve yaz döneminde zorlanacağınızı düşünüyor musunuz?” şeklindeki soruya şu yanıtı verdi:
“Biz darbeyi püskürtürken akut fazda bir şey yaptık. Ne yaptık? Darbenin bir hedefi var; Saraçhane, oraya sahip çıkacağız. Yedi gün - yedi gece ben orada kaldım. Yedi akşam boyunca gençler ve bütün İstanbul oraya geldi. Eylem yasağı, toplanma yasağı, gösteri yasağı, yürüyüş yasağına rağmen, beş artı beş 10 günlük… 110 bin, 150 bin, 255 bin, 520 bin ve 1 miyon 200 bine varan rakamlarla toplandık ve o toplantıların sonunda sonuç aldık. Biz oraya bir kayyım atattırmadık. Orada bir seçilmiş belediye başkanvekiline görevi teslim ettik, ayrıldık. Orada uzasaydı, sönümlenebilirdi ve o kötü olurdu. Ama orada kalamazdı. Ne yapmak lazım? Önce köprüyü geçtik. Anadolu’ya açıldık. Gittik Maltepe’de 2.2 milyonluk Maltepe tarihinin en büyük mitingini yaptık. Ardından Anadolu’ya açıldık. Çünkü sadece İstanbul’a hapsedemezsiniz, Anadolu’dan ses vermek lazım. Ama İstanbul’da da eylemliliği bitiremezsiniz. İstanbul’da da bu işi diri tutmak lazım. Onun için bir şehir miting Cumartesi ya da Pazar. Bir ilçe mitingi Çarşamba günü akşam 20.30. 20.30 sembol saat, Çarşamba sembol gün. Darbenin ve ilk direnişin yapıldığı gün. Ve bir hafta sonra da orayı bir seçilmişe emanet edilerek ayrıldığımız gün. Biz bunu diri tutacağız. Bunun için imza kampanyası da bunun yollarından bir tanesidir. İlçe mitingleri de il mitingleri de. Ama yazın, ne olur yazın? Yazın ne yapar insanlar? Bir yerlere giderler. Gittikleri yere gideriz. Nerede kalabalık varsa oraya gideriz. İlla aklınıza turizm bölgesi gelmesin. Adana’nın yaylaları, Karadeniz’in yaylaları. Veya ne bileyim belki Ağrı Dağı’nın tepesinde sembolik bir miting yaparız. Türkiye’nin en üst noktasında sembolik bir miting yaparız. Yani önemli olan doğru enerjiyi şu anda bir kez daha tekrarlayacağım. Ahlaki ve psikolojik üstünlük bizde ve bunu çoğunluk enerjisine dönüştürmek ve bunu diri tutmak zorundayız. Van’dan şunu bekliyoruz. Şimdi mesela Samsun Atatürk’ün ilk çıktığı yerdi, İstanbul’dan. Maltepe’den ayrıldık Samsun’a geldik. Ardından efendim e tabii oralarda CHP güçlü. Ama AKP’nin kaleleri. Biz dedik ki artık hiçbir partinin kalesi yok. Yozgat milletin kalesidir. Gittik, ben sizinle hatta arkadaşlar yakında paylaşacaklar. Yozgat’ın yaptığımız miting sonrası anketi var. Cumhuriyet Halk Partisi’nin oyu 29, geçen seçimde İYİ Parti listesinden girmiştik, birlikte 23’tük. Yani ne olmuş oluyor? Neredeyse yedi parti yüzde 23 almıştık, tek başına 29 alıyor CHP. Tek başına 29 alıyor. MHP 15.4. İki katı olan 30.8’i aştığımızda ikinci milletvekili, dört çıkarsa çıkaracağız. Şimdilik Yozgat üçe düşmüş ama nüfusla ilgili bir toparlanma yaşayacağı öngörülüyor. Dört vekil varsa iki AKP, iki CHP oluyor Yozgat’ta. Belediye kazandı Yeniden Refah. Ama milletvekili seçiminde iki AKP, iki CHP. Ya da iki AKP, bir MHP, bir CHP ama yüzde 29 küsürdeyiz. MHP’nin iki katını geçtiğimizde, şu anda Yozgat’ta MHP’nin iki katı olmayı zorluyoruz. Mersin mitinginin anketini aldık Mersin’de sekiz milletvekili çıkarıyoruz, dokuz olabiliyor. Böyle bir enerji, böyle bir güçle ilerliyoruz. Konya’da anket yapılıyor, gelecek hafta çıkacak. Konya’da çok önemli bir miting yaptık. Erdoğan’ın zaman zaman kaçtığı bir meydana gittik. Dolduramadığı bir meydanı doldurduk. Yozgat’ta ‘Buralar niye boş?’ dediği yerleri ‘Kızma artık Yozgatlılara, bak doldurdular’ dedik. Her bölgeye gideceğiz ve Ege Bölgesi’ne gitmeden önce, Marmara’ya gittik, Karadeniz’e gittik, Güney’e gittik, İç Anadolu’ya gittik. 19 Mayıs’ta Ege’ye gitmeden önce bir Doğu’ya gitmek istedik. Doğu Kürt seçmenin çok yoğun olduğu bir Van, bir kayyım atanmış DEM’li belediyenin olduğu Van. CHP’nin gücünün sınırlı olduğu bir Van. Ama artık biz zaten hem kayyımlara karşı, hem ‘Ya otokrasi ya demokrasi’ diyen ikili yapı var artık. Otokrasi diyenler bir yerde, demokrasi diyenler bir yerde. O demokrasi meydanında hep birlikteyiz. O yüzden ben Van’ın demokrasiye, kayyıma karşı hep birlikte dik durmaya, diğer yandan hem çözümü reddetmeyen ama çözüm için de ‘‘Kayıtsız şartsız terörsüz Türkiye’ deyin başka bir şey konuşmayın’ demek yerine ‘Kürt sorunu vardır, demokrasi ile çözülmelidir’ diyen CHP’ye Vanlıların kulak vermeye geleceklerini düşünüyorum. Herkes için demokrasi diyoruz.”
“TÜRKİYE İTTİFAKI’NI İLİĞİMDE KEMİĞİMDE HİSSEDİYORUM”
“Bana bugün bir arkadaşım sordu. ‘Bu Türkiye İttifakı lafını nereden duydun?’ ‘Biz Manisa’da yüzde 6 da aldık, yüzde 60 da aldık. Manisa ittifakı meselesi Özgür Özel’in meselesidir. Benim bir dayım İGD’nin neferlerinden bir tanesi, yakışıklı Hüseyin Dayım. İGD’li. Benim bir dayım ilk ilaç alırken ‘İmza at’ dedim. O güne kadar imzasını görmemişim Kemal Dayı. İmza atıyor. ‘TTK’ yazdı. ‘Bu ne?’ dedim ‘Tanrı Türk’ü korusun.’ Adamın imzası ‘Tanrı Türk’ü korusun.’ Babam TÖB-DER’in kurucusu Talat Hoca, TÖS’ün yöneticisi Talat Hoca. Ama köydeki dayılarım, bir tanesini Demirel böyle elinden tutup ‘Vedat gel bakalım, bu Vedat’tan memnun musunuz?’ deyip Hacıaliller, Hamzabeyli, Çobanhisar’a alkışlatmadan inmiyordu otobüsten. Ben Türkiye İttifakıyım. Benim en yakın arkadaşlarım, örneğin Mehmet Kaya. Diyarbakır Sanayi Ticaret Odası Başkanı, ben meslek siyasetine onların elinde yetiştim, en yakın dostum. Oranın çok önemli bir meslek örgütünün başında, kanaat önderi, işte Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nde bizi ağırlıyor. En yakın arkadaşlarım hem Kürt, ben meslek örgütündeki sürecimde Karadeniz odalarıyla Doğu, Güneydoğu odalarını birleştirip Ege eczacılık odaları ile büyükşehirlere karşı seçim kazanmış Başkanım, Genel Sekreterim. O yüzden ben Türkiye İttifakı’nı iliğimde kemiğimde hissediyorum. Bende Kürt’e karşı da bir düşmanlık yok, ama milliyetçi, Türk milliyetçisine karşı da yok. ‘Türk milleti’ demekten de utanmam, Atatürk’ün milliyetçilik tanımları içinde. ‘Kürt sorunu vardır’ demekten de çekinmem. Bunların muhalefet partileri için de, birbirlerinde bu farklılıklardan ayrılık değil de bu farklılıkların bir zenginlik, ama doğru olanın demokrasi zemini olduğunu görürsek. Demokrasiyi hep futboldan diyoruz ya ‘Yok efendim iki forvet’ dedik konuşuldu. ‘Hakemin bir takımın formasını giymesi’ dedik falan. Ama sonuçta bir futbol maçı tarif ediyorsak biz Türkiye’deki örneğin işte İYİ Partisi, Saadet Partisi, Demokrat Partisi, CHP’si, Zafer Partisi, DEM’i, TİP’i, EMEP’i bütün partiler. ‘Demokrasi zemininde muhalefet partileri maç yapalım, kazanan yönetsin’ diyoruz. Tayyip Bey topu kesiyor, topu. Sahayı kapatmak istiyor. Sandığı götürüyor adam. Biz önce Tayyip Bey’in elinden topu alacağız, topu hep beraber kurtaracağız. Takımlardan birisi giderse Tayyip Bey’e gücü yetmeyebilir. Topu Tayyip Bey’in elinden kesmeden alacağız. Getireceğiz sonra aramızda yine rekabet edeceğiz. Milleti kim ikna ederse, o yönetsin. Ben olsam AK Partililerin yerinde, AK Parti’nin takımında, topu kestirmem. Tayyip Bey yeter oynadı. Şimdi emekli olsun, torun sevsin. Bıraksın AK Parti’den birileri… Şimdi topu aldı kaçıyor ya Tayyip Bey, ‘Ya yapma baba’ derim ‘Dede yapma, ver topu.’ Alırım koltuğumun altına gelirim hep birlikte oynayalım yine. MHP’nin topla bir ilgisi yok. Topumuza karşı o.”
“DOĞUYA GİTTİKÇE MAKAM ODALARI BÜYÜYOR DEMOKRASİ KÜÇÜLÜYOR”
Özel, yoğun ve stresli geçen zamanlarında neler yaptığı sorusunu şu sözlerle yanıtladı:
“Zafer’i seviyoruz. Bizim 31 Mart gecesi İzmir’de doğmuş olan, seçimi kazandığımız gece doğmuş olan, canlı bağlantıyla İzmir’den seçtiğimiz, ‘O bizim olsun’ dediğimiz Zaferimiz var. (“Kedi yani?”) Genel merkezde, benim odada. Onu Alman Sosyal Demokratların Genel Başkanı Lars Klingbeil gördü, eşini aradı, dedi ki ‘Özgür’ün makam odası bizim genel merkez kadar.’ Ben dedim ki ‘Bundan hiç üzülme. Doğuya gittikçe makam odaları büyüyor, demokrasi küçülüyor. Batıya gittikçe makam odaları küçülüyor, demokrasi büyüyor. İnşallah biz de daha küçüğüne geçeceğiz.’ Bir de dedi ki, ‘Parti kedisi var burada.’ Zafer, çok şans getiren bir kedi. Aldı, fotoğraf çektirdi, eşine yolladı. Şu an Lars, Şansölye Yardımcısı ve Almanya’nın Maliye Bakanı oldu. (“Ben de sarıldım Zafer’e ama bir şey olmadı?”) Yarınki yayında reyting sonuçlarında birinci çıkacaksınız, daha ne olacak?”
“KIBRIS BİZİM MİLLİ MESELEMİZ”
Özel ayrıca Kıbrıs meselesinin sorulması üzerine şu değerlendirmeyi yaptı:
“Kıbrıs bizim milli meselemiz. Kıbrıs’ta malum 1970’lerde, 65’ten sonra yaşananlar 74’te bıçağı kemiğe dayadı. Bir koalisyon hükümeti vardı, Karaoğlan Ecevit solda, Necmettin Erbakan sağda. Bütün dünyanın ‘Yapmayın, ağır bedel ödersiniz’ diye parmak sallayışlarına karşı diplomasiyi sonuna kadar zorladılar. Baktılar olmadı, Ayşe’yi tatile yolladılar. Ve ‘Ayşe tatile çıksın’ parolasıyla Barış Harekatı başladı. Ecevit’in o muhteşem veciz sözüyle, ‘Biz sadece Türklere değil Rumlara da barış götürmeye gidiyoruz’ diye Barış Harekatı yapıldı. Ve Kıbrıs kurtarıldı. Oradaki mezalim bitti. Ben anlatırken ki Kıbrıs öyle bir şeydir ki benim açımdan. Mesela Kıbrıs Gazilerine çok özel bir ilgim vardır. Kıbrıs meselesine. En çok sevdiğim, en yakın olduğum akrabalık dışı kişi bir Kıbrıslıydı, Karpaz Burnu’nda yatıyor şimdi. Adalet Yürüyüşünden bir gün ayrıldım onu gömmek için, Özkan Abim. Kıbrıs benim için çok özel bir meseledir. Bilmedikleri şöyle bir şey var. Dünyada bütün çıkartma gemilerinin arkasını güçlendirirler, çeliklerle. Bizde yoktur, bizde bir tek bizim çıkartma gemilerinde arkası yoktur. Çünkü dünyada çıkartma gemisi çıkartmaya yaklaşırken asker geriye yaslanır, ölmemek için. Kim çıkarsa ölecek. İlk çıkan 100 kişiden 98’i ölüyor çıkartmada. Çünkü bekliyorlar, her çıkanı tarıyorlar. Geriye yaslanıp da oradaki kaptan köşkünü devirmesin diye, çıkartma gemisinin oraya çelik bariyer koyarlar, Geride ezilenler olur. Bizde öyle bir şey yok. Bizde asker çıkartmaları öne yaslanır. Şehit olmak için. Kıbrıs’ta, Kıbrıs’ı kurtarmak için o öne yaslanmış adamlara, kahramanlara, gazilere, yiğitlere şimdi üçüncü sınıf gazi muamelesi yapıyorlar. Bence bütün gazilerin aynı maaşı alması lazım. ‘Şu gaziler kıymetli, bu gaziler kıymetsiz.’ Kıbrıs’ta küvette çocuk kesiyorlardı. Komşu çocuk da soruyordu annesine ‘Bize de gelecekler mi?’ diye. Annesi de diyordu ki ‘Onlar gelmeden bizimkiler gelir.’ Ayşe tatile çıksın denip de Kıbrıs Barış Harekatında hava indirme komandoları inerken o küçük kız annesine ‘Bizimkiler’ diye gösteriyordu. Şimdi o Kıbrıs’ı Trump’la pazarlığa açıyorlar. Benim en ağrıma giden tarafı bu. Ecevit’in kurtardığı, Erbakan’ın kurtardığı Kıbrıs’ı şimdi Tayyip Erdoğan Trump’a satıyor. Trump’a pazarlıyor. Türki Cumhuriyetler, Kuzey Kıbrıs’ı tanıyacak diye beklerken Güney Kıbrıs’ı tanıdılar. Yürüttükleri diplomasiye bak. Trump sadece Gazze’yi mi düşünüyor? Güney Kıbrıs taraftaki hidrokarbon yatakları üzerinden hesabı var adamların. Gazze’nin önündeki ve Akdeniz’deki. O yüzden vatanını seven, milletini seven, ülkesini seven, Kıbrıs’ı seven herkese rica ediyorum. Bu Erdoğan’ın Trump’a Filistin’i satmasına da Kıbrıs’ı satmasına da izin vermemek lazım. Benim için böyle bir mesele Kıbrıs. Onun için ben ilk Genel Başkan oldum, ilk ziyaretimi Kıbrıs’a yaptım. Bir yılda Kıbrıs Cumhurbaşkanına da Başbakana da Meclis Başkanına da Ana Muhalefet Liderine de üç kez ziyaret yaptım. Bu mesele başka bir mesele. Ayrıca Türkiye’nin şu anki statüsünü kaybetmemesi lazım ki, biz Avrupa Birliği’ne girerken şöyle gireceğiz. Avrupa Birliği’ne tam üye Türkiye, Kıbrıs Türkiye ile bir de olsa, Kıbrıs’ta da olsa, iki ayrı devlet de olsa Avrupa Birliği’nin bir bileşeni olduktan sonra artık sınırların, artık vizenin, pasaportun bir önemi yok. Böyle yapıp da Kıbrıs’ı satarak, etkisizleştirerek Türkiye’nin elini zayıflatarak gitmemeliler. Yanlış bu. Biz Türkiye’yi birkaç yıl içinde Avrupa Birliği’ne tam üye yapacağız, onun için de Kıbrıs’ın bugünkü statüsünün, konumunun tüm yönleriyle özellikle de diplomatik olarak Güney Kıbrıs’ı Türki Cumhuriyetler tanıdıktan sonra sen kime derdini anlatıyorsun? Olacak iş değil. Neyse Saygı Abi bu işe, Adalara çok önem veren birisidir. Hem Kıbrıs meselesine. Tam da böyle devletin çıkarları, milletin çıkarlarının örtüşmesinde Saygı Bey, bizi bu kadarlık affetsin. Siz de affedin. Yavaş yavaş gidelim. Teşekkür ediyorum.”
09.05.2025
09.05.2025
08.05.2025
08.05.2025