15.07.2025

CHP Genel Başkanı Özgür Özel: “Son Operasyondaki FETÖ’cülerin Altını Kazıyın, Her Birinden AK Parti Bağlantısı Çıkar”

“AK PARTİ’NİN HİMAYE ETTİKLERİ, FETÖ BORSASIYLA PARA KARŞILIĞI KURTARDIKLARI KAMUDAN TEMİZLENMEDEN BU İŞ BİTMEZ”

“DEVLETTE ENFEKSİYON SÜRÜYOR, TEMİZLENMELERİNİ BİZ SAĞLAYACAĞIZ”

“ERDOĞAN’IN (ÜÇLÜ İTTİFAK) DEĞERLENDİRMELERİ ACZİYETİN İTİRAFIDIR”

“DAHA ÖNCE DE DEMOKRASİ DIŞI ADIMLAR OLDU AMA ERDOĞAN, 19 MART’TA ‘DEMOKRASİ TRENİ’NDEN İNDİ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, HaberTürk TV’nin 15 Temmuz özel yayınına katıldı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, TBMM’de gerçekleştirilen yayında, darbe girişimini ilk nasıl haber aldığı ve sonrasında yaşananlar hakkındaki soruya şu yanıtı verdi:

“ÖNCE ‘IŞİD, ANITKABİR’İ BOMBALAYACAKMIŞ’ DENİLDİ”

“O gün Meclis kapalıydı. Bir gün önce, perşembe geç saatlere kadar çalıştı Meclis, sonra kapandı. Ben nöbetçi Grup Başkanvekili olarak Ankara’daydım. O gün basın toplantımızı yaptık. Akşamüstü saat 17.00 gibi Meclis’ten ayrıldım. Hatta artık resmi görev bittiği için, üç arkadaş ortak bir arabamız vardı, kendim onu kullanarak çok gittiğimiz bir kafeterya var ve oraya gittim. Benim burada ailem yok, misafirhanede kalıyorum. Akşam saat 20.00’ye kadar filan oturduk, sohbet ettik arkadaşlarla. Sonra misafirhaneye gittim. Arabayı tam park ediyorum, misafirhanenin önüne. Çok alçaktan birkaç uçak geçti. İlk anormal bir şeyler olduğunu orada fark ettim, ‘Ne oluyor acaba?’ dedim. Çok alçaktan sürekli geçiyor uçaklar. Belli ki yani böyle bir bir taciz ya da özel bir tatbikat filan mı var diye. Yukarıya çıkarken Reuters'ın muhabiri aradı. Misafirhanenin kapısındaydım, dedi ki ‘Köprüyü kapattılar. Haberiniz var mı?’ ‘Yok’ dedim, ‘Dur.’ Hızla gittim, televizyonu açmaya çalıştım. O sırada bir muhabir daha aradı. Dedi ki ‘IŞİD, F16 kaçırmış…’ İlk öyle bilgiler vardı. Bunu da FETÖ’cüler yapıyordu. Hani dezenformasyon yapıyorlar ki daha ne olduğu anlaşılamasın. ‘IŞİD, bir F16 kaçırmış. Anıtkabir’i bombalayacakmış. Ankara’nın üstünde uçuyormuş’ diye. ‘Ya olur mu?’ derken, bu sefer Genelkurmay’ın önünde polis ile asker karşı karşıya geldi diye haber gelmeye başladı. O sırada ben hemen grubumuza, ‘Hep birlikte genel merkezde toplanalım’ diye yazdım. Onları davet ettim. Hatta SMS attık arkadaşlara yanılmıyorsam. Çünkü o zaman Whatsapp grupları bu kadar var mıydı, bilmiyorum. Bir SMS ile herkesi oraya toplanmaya çağırdık. 14 kişi yarım saat sonra genel merkezdeydik, çoğu arkadaş kendi illerindeydi zaten. Orada kısa bir değerlendirme yaptık; ‘Ne yapacağız, ne edeceğiz?’ İyice belirginleşmeye başladı iş. Dedik ki ‘Bütün darbelerin bir hedefi var. Sembol mekanları hedef alırlar. Buradaki hedef, demokrasiyi askıya almak. Burada mutlaka Meclis’i kuşatacaklardır, Meclis’i feshedeceklerdir. Biz milletvekilleri olarak Meclis’e sahip çıkalım.’ İsmail Kahraman’ı aradım ilk olarak. AK Parti’den ve MHP’den, o zaman HDP’den Meclis başkanvekillerini, grup başkanvekillerini arayıp Meclis’i açma fikrini... Sonra İsmail Bey’den haber geldi, ‘Meclis’i açmaya gidiyoruz’ diye. Biz de arabalarımıza bindik, Meclis’e geldik. Burada üç arkadaşımız yolda onlar Meclis’e doğru döndüler. Burada karşılaştık. O sırada Genel Başkanımız uçaktaydı. İstanbul hava sahası kapalıydı. Ona bir türlü ulaşamıyorduk. Daha sonrasında ulaştık, Meclis’e geldiğimizi söyledik.”

“O GECE HERKESİ DARBEYE DİRENMEYE ÇAĞIRDIK”

“Grup adına İsmail Kahraman o gün başkanlık divanını grup başkanvekillerinden oluşturdu. Mehmet Muş bir tarafındaydı, bir tarafında ben vardım. İlerleyen dakikalarda da MHP’li arkadaşlar geldi, Erkan Akçay’ı yanımıza aldık. Üç parti vardık ama HDP de telefonla ulaşıp Ankara’da olmadıklarını ama bir bildiriye destek vereceklerini, ertesi gün toplanırsa Meclis en kısa sürede geleceklerini söylediler. Onların da haklarını teslim etmek lazım. Konuşmada şunu söyledim. ‘100 yıllık partiyiz’ dedim, ‘Seçimleri yeniyoruz, yeniliyoruz. Ama millet ne görev verirse onu yapıyoruz. Son genel seçimlerde bize milletimiz ana muhalefet görevi verdi. Sandıklar kurulup millet yeni bir görev verene kadar; iktidar olur, muhalefet olur; biz bu ülkenin ana muhalefet partisiyiz. Seçilmiş parlamentonun, seçilmiş yöneticilerin, hükümetin arkasındayız; demokrasinin arkasındayız, darbenin tam karşısındayız’ dedim. Çünkü hak verirsiniz ki darbeler hep hükümetlere, iktidara yapılır doğası gereği. Ama herkes döner ve muhalefetin yüzüne bakar ‘Ne yapıyorsun?’ diye. Ana muhalefetin de gözünün içine bakar. Biz o gece burada, Meclis’ten bizim sözümüze değer veren herkesi darbeye direnmeye çağırdık. Bülent Tezcan CNN’e bağlandı, ‘Milletimizi tankların karşısına durmaya davet ediyoruz’ dedi. Tekin Bingöl, canlı yayınlara bağlandı. Hatta Ayşe Keşir, kendi telefonundan yapıyordu. A Haber, CNN, HaberTürk ara ara bağlanıp oradan… Ayşe Hanım Düzce Milletvekili, halen devam ediyor. Onun telefonu aracılığıyla da defalarca mesaj verildi. Şunu söylemek lazım. Darbeyi kim yapıyor, hiç önemi yok. Niye yapıyor, hiç önemi yok. Kime karşı yapıyor, hiç önemi yok. Millete karşı yapılıyor. Çünkü bu Meclis, milletin seçtikleri söz söylesin diye var. Siz burada siyasi rekabetten dolayı ‘Efendim işte rakibime darbe yapılıyor. Durayım, iki adım geride durayım…’ (Genel Kurul salonunda ‘Egemenlik kayıtsız, şartsız milletindir’ ifadesi var) O yüzden bu çok kıymetli. Biz meseleyi buradan okuyoruz. Hep böyle gördük, böyle baktık. (Genel Kurul’a girerken ceketinizi dahi bir başka milletvekilinden mi almıştınız?) Tabii şöyle; benim altımda kot, üstümde de eşimin giymeme çok kızdığı, çok kötü çünkü onun hiç beğenmediği, rengi çok kötü bir gömlek var. Ben de onunla çok rahat ediyorum. Onu giymişim. Onunla geldik tabii. Paldır küldür çıkınca, gidince, gelince. İnsan ilk anda hani uçaklar, darbe deyince Meclis’i açacağız diye düşünmüyor. Paldır küldür geldik. Tam çıkarken Sayın Aydoğdu vardı, eski Sendikacı. Daha doğrusu bizi kürsüye davet etti İsmail Bey. Ben dedim ki ‘Yahu böyle kürsüye çıkılmaz.’ O da ‘Al benim ceketi’ dedi. O da Milli Görüşçü’dür. Giyerken, dedim ki ‘En sonunda kendiniz çıkardınız ama Milli Görüş gömleğini bize giydirdiniz.’ İsmail Kahraman her 15 Temmuz konuşmasında onu hatırlatır. ‘Özgür Bey de AK Partililerden milli görüş gömleği, ceketi giydi’ diye. Öyle bir anımız da var.”

“İŞ, YUKARIYA, AK PARTİLİ KADROLARA GELİNCE DURDU”

(Aradan 9 yıl geçmesine rağmen FETÖ operasyonlarının sürmesi hakkında) Şimdi FETÖ böyle bir örgüt, çok sinsi bir örgüt. Mücadele edilmesi güç bir örgüt. Her yere sızan, her yere giren bir örgüt. Maalesef tabii FETÖ ile mücadelede şunu da kabul etmek lazım. Orduda olsun, poliste olsun, yargıda olsun çok sayıda bu örgütle bağlantılı kişiler uzaklaştırıldı. Ama iş siyasi ayağa geliyor diye… Daha doğrusu adamın kendisi bakan, kayınbiraderi FETÖ’den içeride. Normalde bu tip durumlarda kişinin kendisi… Valilikte memur olunca onu atıyorlar, masumiyet karinesine ya da suçun kişiselliğine bakmadan. Akrabalardan bile sorumlu tutuldu aşağıda vatandaş. İş, yukarıya, AK Partili kadrolara gelince durdu. Durunca bir AK Partili milletvekilinin yakınıysanız, milletvekiline dokunamadıkları için size dokunamıyorlar. Çünkü normalde sokakta Valiliğin önünde nöbet tutan memurun iki kuşak akrabasını devletten atıyorlar. Buraya gelince olmuyor. Darbenin siyasi ayağına gelip, AK Partili kadrolara dokunamayınca bunlar… Darbecinin kardeşi AK Parti’de Genel Başkan Yardımcısı olunca, halen daha yurt dışında Türkiye’yi temsil edince, en üst düzeyde darbecilerin bile siyasetteki akrabaları birden aklanınca… Efendim en gariban memurlar, amiri söylemiş diye, Bank Asya'da hesap açtırmış, ‘Ağaç kabuğu yesinler’ olup da işte bu Meclis’in karşısındaki oteli yapan adam mesela o gün de uçakta gezip, parasıyla FETÖ borsasına, bugün de uçağa bindikten sonra bu iş yarım kaldı. Onun için bu işler devam eder. AK Parti tamamen siyasetten gidip, AK Parti’nin uzantısı FETÖ’cüler de veya AK Parti’nin himayesindeki FETÖ’cüler de kazınıp, bundan sonra gelecek bir iktidarın yetkilendireceği gerçek savcılar, FETÖ’nün siyasi ayağının da üzerine gidip, AK Parti’nin himaye ettiği ya da kurdukları, FETÖ borsasıyla para karşılığı kurtardıkları kamudan temizlenmeden bu iş bitmez. Sayın Cumhurbaşkanı, bütün rekabetimize rağmen, FETÖ terör örgütüne karşı kendisi dirayetli bir duruş sergilemiştir. Eyvallah. Ama devamında etrafında kendisini kuşatanların yönlendirmeleriyle, nasıl bugün kendi söylüyor ya da yönlendiriliyor; İstanbul’da 19 Mart darbesine sahip çıkıyorsa ya da 19 Mart darbesini talimatlandırıyorsa, FETÖ darbesine karşı mücadeleyi de önce etrafındakiler, sonra kendi talimatlarıyla bu sistem denge-denetlemeyi, bağımsız yargıyı ortadan kaldırdığı için o iş başladığı azmiyle gitmemiştir. Bu sabah çıkan FETÖ’cülerin her birinin altını kazıyın, bir AK Parti bağlantısı çıkar. Onların her birisini bir AK Partili kurtarmıştır. Bir AK Partili tanıdığınız varsa, üst düzey ama böyle; Bakan, Bakan yardımcısı, milletvekili, AK Parti’de yönetici ya da yeteri kadar paranız varsa kendinizi kurtardınız. O enfeksiyon devam ediyor devlette. İnşallah çok sürmeden biz gelip onların da gerekli şekilde temizlenmelerini sağlayacağız.”

“ERDOĞAN KENDİSİNİ GİTGİDE GÜÇSÜZ HİSSEDİYOR”

(Silah bırakma töreni ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Biz eleştirilere ve fikirlere açığız” şeklindeki açıklamasının sorulması üzerine) “Benim etrafımda çok kötümser arkadaşlarım oluyor bazen. Diyorum ki ‘Ya biraz iyimser olun.’ Hakikaten o konuşmadan bulduğunuz, alıp bana sorduğunuz cümle müthiş. O konuşmadan onu bulduysanız, çok iyi konuşmanın ruhu, ‘Biz her fikre açığız’ ise. Cumhurbaşkanı diyor ki ‘Biz üçümüz varız. Biz, MHP, DEM. Üçümüz yürüyeceğiz. Kimseye ihtiyacımız yok. Bilmem ne yok…’ Sonra yer yerinden oynadı. DEM’liler dediler ki ‘Ya ne üçlü ittifakı? Bu bir siyasi ittifak değil, çözüm için birlikteyiz.’ Dün de Sayın Tülay Hatimoğulları bu konuşmayı… (‘Biz devletle yol yürüyoruz’ dedi, ittifakı kabul etmedi) Etmez tabii. Ama Sayın Erdoğan şöyle… Meseleyi doğru okuyacaksak şöyle okuyalım. Erdoğan’ın oyu düşmüş yüzde 29’a. Zayıflama, yalnızlaşma ve terk edilme psikolojisinde. Meydanlar 19 Mart darbesine karşı direniyor. Ahlaki üstünlük muhalefette. Psikolojik üstünlük muhalefette. Çoğunluk enerjisi muhalefette. Hal böyle olunca Erdoğan kendisini git gide zayıf ve güçsüz hissediyor. Maalesef her zaman, geçmişte de kalabalık meydanlar için ‘Devletin memurlarını topla getir. Soma’da madencileri topla getir’ bilmem ne. Bu operasyonel gücünü de kaybetti AK Parti. Bence doğru da değildi zaten. Tuhaf, suni oluşturulmuş kalabalıklar doğru da değildi. Şimdi bir tarafta akşam televizyonu açıyor İstanbul’un bir ilçesinde 100 bin kişi ayakta, cumartesi günü açıyor; normalde Cumhuriyet Halk Partisi’nin 790 oy aldığı Bayburt’ta 25 bin kişi ayakta, Konya’da dolduramadığı meydanı CHP doldurmuş. Dönüyor ve diyor ki ‘Yeni bir oyun kurdum…’ Süreci böyle okuduğum için söylemiyorum, Erdoğan’ı nasıl okuduğum için söylüyorum. Süreç başka. Onu söyleyeceğim. ‘Yeni bir oyun kurdum. Ben MHP, DEM ile beraberim. Geçen seçimde çok sayıda Kürt oyu bana gelmemişti, bundan sonra bana gelebilir. Yeni bir ittifak kurdum. Biz kalabalığız. Korkmayın, kaçmayın, dağılmayın.’ Kendi kitlesine bu siyaseti yapıyor. Erdoğan’ın hafta sonu yapmış olduğu toplantıdaki değerlendirme acziyet toplantısıdır, acziyetin itirafıdır. Siyaseten sefil duruma düştüğü için büyük bir acziyet içinde. Aslında siyasi bir ittifakta olmadığı kişilere, hatta Eş Genel Başkanlarını halen daha, 9 yıldır hapiste tuttuğu kişilere, sandık sorumlusu olduğu için DEM’den terör örgütüne iltisak kabul edip hapiste tuttuğu kişilere rağmen ‘Biz MHP, DEM birlikte yürüyoruz. Biz çoğuz. Ben bir yolunu buldum, yeni ittifak kurdum…’ İnsan utanır yahu. Daha birkaç saat sonra Sayın Pervin Buldan, ‘Siyasi bir ittifak yok. Süreçle ilgili görüşüyoruz’ dedi. Dün Sayın Hatimoğulları ‘Biz hiçbir partiyle ittifak halinde değiliz’ dedi. Bu hale düşmüş birisi.”

“ŞU ANDA BİR DARBE SÜRECİNDEYİZ”

“Sonra pazar günü kapanırken, araya dediğiniz cümleyi sokmuşlar. ‘Her fikre açığız.’ Tabii rezil oldu. Tabii ki bunu diyecek. Bir gün önce söylediklerinden sonra ‘Her fikre açığız’ diyor. Sen her fikre açık filan değilsin. Sen her fikre açık olsan Cumhuriyet’in kurucu partisini şeytanlaştırmaya çalışmazsın. Bir kez açık olan birisinin demokrat olması lazım. Erdoğan demokrasiyi zamanında binilmiş, istenmeyince inilecek bir tren olarak tarif ediyordu. Daha önce de demokrasi dışı adımlar oldu ama 19 Mart günü demokrasi treninden indi Erdoğan. Bugün ne yapıyoruz? 15 Temmuz canlı yayını yapıyoruz. Buradan sizi davet ediyorum. Siz beni davet edeceksiniz de ben de ilk sözü size vermiş olayım. 19 Mart 2028 günü en geç. 2027 de olabilir erken seçim olursa. 19 Mart 2028 günü Saraçhane’de böyle çadırlar kurulacak. Ben HaberTürk’ün canlı yayınında böyle konuşuyor olacağım, 19 Mart darbesinin yıldönümünde. Bir darbe sürecindeyiz arkadaşlar, biz şu anda bir darbe sürecindeyiz. Erdoğan, kendinden sonra Cumhurbaşkanı olması olası Ekrem İmamoğlu’na, hem de milletin verdiği 15,5 milyon oya da hürmetsizlik ederek darbe yaptı. Rakibini hapiste tutuyor. Trump’ın yardımcıları şöyle değerlendirmelerde bulunuyorlar: ‘Üçüncü dünya ülkelerinde bunlar olur, rakibini içeri tıkarsın ondan kurtulursun. Erdoğan bu işi halletti.’ Bunu söyleyene bir itiraz etmiyor, rakibini içeride tutuyor. O Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partili 17 belediye başkanını içeri attırdı, ‘Bir ay sonra birbirinizin yüzüne bakamayacaksınız’ dediği süreçte bir kör kuruş, bir kör kuruş yok ortada İstanbul operasyonunda ispatlayabildikleri. Attıkları bütün yalanlar çöktü. 560 milyarı konuşturdular televizyonlara. İBB’nin bugüne kadarki bütün bütçesinin 490 milyar olduğu çıktı. ‘Bin 200 cep telefonu’ dediler bir tanesinin doğru olmadığı çıktı. Mesela lüks araçlar İmamoğlu’nun dediği, MHP’li milletvekilinin araçları çıktı. Bütün yalanlar birer birer çöküyor. Erdoğan 19 Mart darbesinin ya başında, yönetiyor ya da yönetenlere mani olamıyor. Ama burada kendi siyasi rakibini içeride tutan biriyle karşı karşıyayız.”

“TÖRENDE BÜTÜN GENEL BAŞKANLARIN SÖZ HAKKI OLMALI”

“Bugün şimdi Sayın Numan Kurtulmuş geçen sene, ondan önceki sene bana verdiği sözün hilafında bir toplantı yapılıyor Meclis’te. O gün Meclis’te bulunan ve direnen şu andaki genel başkanlar içinde bir tek ben varım. Ama bence bütün genel başkanların söz hakkı olmalı. Ben toplantıya davet ediliyorum, Sayın Numan Kurtulmuş konuşacak, Erdoğan konuşacak onları dinleyeceğiz, gideceğiz. Geçen sene demişti ki ‘Bu yanlış olmuş, ben söz veriyorum gelecek sene ya yine Meclis oturumuna geçelim’, eskiden oturum yapılıyordu. ‘Ya da burada sizlere de söz verelim’ dedi. Bugün davetiye geçen senenin aynısı çıktı. Meclis’in kendi yaptığı toplantının bile gündemine, Meclis Başkanı’nın Ana Muhalefet Lideri’ne verdiği söze rağmen müdahale eden bir dönemin içindeyiz. (Törenlere katılacak mısınız?) Karanfil koymaya katılırım, sergi açılışına katılırım. Konuşmaya eğer orada muhalefete söz vermemekte hala direniyorlarsa katılmam. Katılırsam orada kavga çıkarmam lazım. Varıp da böyle bir günde kavga çıkaracak halim yok. (Resmi programda Kurtulmuş ve Cumhurbaşkanı’nın konuşması görünüyor) Yanlış, yanlış. Doğru mu bu? Şimdi kim savunabilir bunu? Bir partinin genel başkanı konuşacak Ana Muhalefet Partisi’nin, diğer muhalefet partilerin genel başkanları konuşmayacak. Zaten dilinin ayarı yok ne diyeceği belli değil. (Cumhurbaşkanı sıfatıyla…) Zaten sistemin yanlışlığı burada. Cumhurbaşkanı sıfatıyla bir adamın üstünde hem durur hem de Parti Genel Başkanı sıfatı durursa, sabahleyin il başkanı atadığı kalemle öğleden sonra vali atarsa, sabah ilçe başkanı atadığı dolma kalemle öğleden sonra kaymakam atarsa böyle karmakarışık bir durum ortaya çıkıyor. O yüzden söylemek istediğim şu; tükenmiş, bitmiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Son çareler, son çırpınışlar. Zayıflar ve yalana sarıldılar. Türkiye’nin gözünün önünde ‘Biz üç parti ittifak olduk’ dediler. İttifak ortakları peşi sıra yalanladı Erdoğan’ı. O yüzden cumartesi ve pazar günü yaptığı değerlendirmeler ‘Yok müjde verecek, yok manifesto yapacak.’ Yok, bir acziyetin itirafı ve vesikasıdır yaptığı konuşma.”

“ERDOĞAN’IN KİŞİSEL HIRS VE İHTİRASLARI…”

(‘Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kürtlerle ilişki kurması için DEM Parti’ye ihtiyacı yok’ sözleri hakkında) “Şöyle, orada alıntıyı tam yapalım. ‘Cumhuriyet Halk Partisi’nin Kürtlerle ilişki için DEM Parti’ye, DEM Parti’nin Türklerle ilişki için CHP’ye ihtiyacı yok. Ama Türklerle Kürtlerin birbirine ihtiyacı var. Gelecekte güçlü olmamız için birlikte olmamız lazım’ dedim. Ve en çok da bu alkış aldı. Kim tartıştıysa, o tartışan kötü niyetli. Bunu kim tartıştıysa, nerede tartıştıysa. Çünkü Adıyaman gibi Kürt ve Türk nüfusun çok yoğun olduğu bir memlekette, en çok alkışı Türklerle Kürtlerin bir arada geleceği kurmaları alıyorsa bu başka bir şey. Şimdi şunu söyleyeyim. Terörsüz Türkiye dediğimiz mevzu Erdoğan’ın kişisel hırs ve ihtiraslarından, zaman zaman ayak sürmelerden zaman zaman önde koşmalarından, bazen geride kalıyor çünkü gerekli cesareti gösteremiyor. Çünkü geçmişte kötü yönettiği bir süreç var. Kendisine geçmiş dönemde Cumhuriyet Halk Partisi ‘Biz sana destek verelim, kredi verelim ama doğruları yap’ dediğinde ‘Al krediyi başına çal’ demişti. O zaman MHP Erdoğan’ı terör örgütü elebaşıyla işbirliği yapmakla suçluyordu. Erdoğan da Sayın Devlet Bahçeli’ye ‘kan emici’ diyordu, ‘Kandan besleniyorsun’ diyor Devlet Bey’e. Şimdi bu süreçte ortaya çıkan bir durum var. PKK silah bırakacak. Devlet Bey buna terörsüz Türkiye diyor. Ben buna terörsüz ve demokratik bir Türkiye diyorum. DEM buna başka bir şey diyor. Ama biz hepimiz şöyle bir noktadayız. Silahlar bırakılacaksa ve Türkiye birlikte barış içinde, güven içinde yaşanılacak bir ülke olacaksa, bu teröre giden paralar milletin kursağından geçecekse bu iyi bir şeydir. Biz buna destek olacağız. Biz diyoruz ki; bu Meclis çatısı altında olduktan sonra en müspet katkıları sağlayacağız. Neden Kürt’ün, Türk’ün anası ağlasın? Neden sıvasız briket evlere koca koca Türk bayrakları asalım? Camı olmayan, naylondan penceresi kapanmış evlere şehit ateşi düşsün kardeşim? Düşmesin.”

“ERDOĞAN’A İHTİYACIMIZ YOK”

“Ben çok şehit cenazesine gittim. Anası, babası ‘Vatan sağ olsun’ diyor. ‘Arkandayız’ diyor. Beş sene sonra git bakalım o şehidin evinde, o ateş düşmüş şehidin evinde ne olmuş. Kardeşine bir tane iş veriyoruz, anası bayılınca bir tane devletimiz iğne yapıyor. Beş sene sonra git bakalım o evde, ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar diyor. O yüzden bu terörün kökünün kazınması lazım, terörden tamamen kurtulmak lazım. Güçlü bir demokrasi inşa edilmesi lazım. Burada da Meclis’in etkili rol oynaması lazım. Bizim Erdoğan’ın ağabeyliğine, patronajına da ihtiyacımız yok. Biz milletin seçtiği milletvekilleriyiz. Üzerimize düşen görevi yaparız. Ama şu gerçeği görmeden olmaz. Bir yanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin, bir tanesi dün kendi davasından tutuksuz yargılanma kararı çıktı Ahmet Özer’in. Ahmet Özer dahil 12 arkadaşımız bizim Kent Uzlaşısı suçlamasıyla hapishanelerde tutuluyor. Neymiş Kent Uzlaşısı? 20, 30 belediye meclis üyesi içine bir DEM’li konmuş, eski DEM’li. Ya da DEM’lilerden oy alabilecek bir kanaat önderi. Kürtler oy vermişler ve belediye seçiminde o kişi olmuş. Savcı şöyle yazıyor, ‘Belediyeyi kazanamayacakları halde Kürtleri belediye meclis listelerine yazarak, onlara Batı’da belediyelerde söz hakkı tanıma suçu.’ Bunu suç diye tanımladılar Kent Uzlaşısını, 12 arkadaşımız içeride şimdi bizim. Onlar Yurt Uzlaşısı yaptılar Abdullah Öcalan’la. Bizimkiler hapiste durmaya devam edecek. O da ben DEM’le ittifak oldum seçim kazanacağım diye kendisinin kitlesinin içini rahat tutacak. Nerede bu yoğurdun bolluğu? Nerede bu yoğurdun bolluğu? Sen ilk önce Kent Uzlaşısı dediğin sadece belediye meclislerine koyduğun, belediye meclislerinde yer alan arkadaşları, DEM’li vatandaşları dışarı çıkaracaksın, geçmişte DEM üyesi olmuş kişileri ya da hiç üyesi olmamış kişileri sırf Kürt diye içeride tuttuğun kişileri dışarı çıkaracaksın. O belediyeye kayyım atadığın Şişli Belediyesine mesela, bir kişi var, bir kişi. Esenyurt Belediyesine kayyım atadın. Ya da kayyım atadığın DEM’li belediyeleri geri vereceksin Ondan sonra bu sürecin sağlıklı yürümesine müspet katkı yapılacak. Ama akıl yok fikir yok. Ya böyle bir şey olur mu? Nasıl bir memleket burası? Tayyip Erdoğan söylediğinde Allah kelamı gibi her türlü çelişkiye eyvallah, her türlü tutarsızlığa eyvallah, her türlü yalana sessizlik. Hafta sonu açılışta bir saat, kapanışta bir saat dünya kadar tutarsızlık. Erdoğan’ın konuşmasının kodları ne, saatlerce bunları konuşuyorlar. Ne kodu ya ne kodu? Ya ilkesizliği kodu mu olur? Tutarsızlığın kodu mu olur? Acziyetin kodu mu olur? O yüzden yani kusura bakmayın böyle Erdoğan muteber siyasetçi, ağzından çıkan kelam çok kıymetli sözler, üzerinde oturalım konuşalım. Erdoğan belli bir yaşa gelmiş, muhakeme yeteneğini kaybetmiş, yönetme yeteneğini kaybetmiş, hırsından gözü dönmüş, muhaliflerini hapse atacak kadar şuurunu kaybetmiş, demokrasiden nasibini almamış birine dönüşmüş durumdadır yani. Ondan böyle Erdoğan’ın o sözünü bu sözünü çok kıymetlendirerek, tartışmanın hiçbir manası yok.”

“BUNU DAYATIRSA DOĞRU OLMAZ”

(Cumhuriyet Halk Partisi’nin Milli Birlik Dayanışma Komisyonu’na üye verip vermeyeceği hakkında) “Komisyonla ilgili görüş sordu Sayın Kurtulmuş. Biz 16 maddelik, oldukça kuvvetli bir görüş verdik kendisine. Sayın Kurtulmuş ile konuşmamız şöyle. Bunlar alacak, çalışacak, partilerle görüşecek ve partilerin ‘evet’ dediği bir komisyonu kuracaktı. Şimdi komisyonu kendi kendine ve işte böyle olacak diye kurup, dayatırsa yanlış yapar. Ben görüştüğümüzde kendisine şunu söyledim: ‘Büyük bir samimiyetle görüşleri toplayın, çalışın. Hepimizin her dediğinin olması mümkün değil. Olmaz. Sayın Bahçeli 100 kişilik komisyon demiş, zor. 100 kişilik komisyon çalıştırılamaz. O sayıdan taviz verecek, öbürü başka bir şeyden taviz verecek. Ama bir makulde anlaşalım’ dedim. ‘Ve bu makulü ilan etmeden bizlerle paylaşın, bunun üzerinden yol yürüyelim. Biz de Meclis Başkanı’nın önerdiği bir şeye ‘hayır’ demeyelim’ dedim. Şimdi bu kadar iyi niyetle giderken adını belirlemiş, sanını belirlemiş, sayısını belirlemiş. Bize bunu dayatacaksa yarın, bu doğru bir şey değil. Biz en müspet katkıyı sağlayacağız. Türkiye demokratikleşsin, Türkiye’de Kürt sorunu demokratikleşerek çözülebilir. Türkiye’de terör sorunu demokratik adımlar atılarak çözülebilir. Bu süreçte yasamaya düşecek görevlere Cumhuriyet Halk Partisi müspet katkı, olumlu katkı, iyi niyetli katkı verecek. Ama sırf Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi’ni bu sürecin dışında tutmak istiyor diye, birçok böyle olur olmaz çar çakal işler yapmaya kalkılırsa, bunlara da sessiz kalmayız. Yok öyle yani. Hem kandıracaksın, aldatacaksın, verdiğin sözleri tutmayacaksın. Ondan sonra da döneceksin Cumhuriyet Halk Partisi ne yapıyor? Öyle konforlu siyaset kalmadı kardeşim. Akıllarını başlarına alacaklar. O konforlu siyaset alanı kalmadı. Türkiye’nin ben burada birinci partisinin Genel Başkanı olarak sizin sorularınızı yanıtlıyorum. Türkiye’nin birinci partisinin. Kurulduğu gün de öyleydi, 31 Mart‘ta da öyleydi. Açın bakın bütün anketlerde de öyle. Türkiye’nin birinci partisi ile muhatap olan birinci partisi ile muhatap olduğunu bilerek konuşacak. Öyle ‘Çağırırım gelen gelir gelmeyen gelmez. Biz üçümüz bir taraftayız, siz çeperdesiniz. Lazım olunca Meclis’e girersiniz’ bilmem ne, böyle bir şey yok. Meclis Başkanı da Türkiye’nin birinci partisi ile muhatap olduğunu bilerek görüşmeler yapacak ve adımlar atacak. Cumhurbaşkanı da öyle yapacak, bakanlar da öyle yapacak, bürokrasi de öyle yapacak. Asker, sivil, bürokrasi Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu ülkenin birinci partisi olduğunu, iktidar namzeti olduğunu, milletimizin takdiriyle gelecek seçimlerde Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu parlamentonun birinci grubu olacağını, Cumhurbaşkanı’nın bir Cumhuriyet Halk Partili olacağını bilecekler, hesaplarını kitaplarını ona göre yapacaklar.”

“BAKLAVAYI ELLERİNE YÜZLERİNE BULAŞTIRDILAR”

(Manavgat’taki soruşturma hakkında) “Çok özet söyleyeyim. Bir kez o baklava kutusunda rüşvet alan kişi Cumhuriyet Halk Partisi’nin belediye meclis üyesiydi. Ve biz vaktiyle onu aday yaptığımız için büyük bir utanç içindeyiz. Bunu bir kez söyleyelim. Sanki bu yokmuş gibi davranmam yani. Benim tarzım değil. Bir şey neyse onu söylerim. Onun adaylaşmasında süreci yöneten eski Manavgat Belediye Başkanımız ve yeni Manavgat Belediye Başkanlarımızın üyeliklerini askıya aldık. Süreci etkilemesinler, soruşturmanın selameti etkilenmesin diye. Rüşveti alan kişiyi ve iki kişiyi daha haklarında suçlamalar olan iki kişiyi daha attık. Ama bu sırada şunu öğrendik. Bu rüşveti alan kişiyi biz bizim belediye meclis üyesi sanıyorduk. İtirafçı ve işbirlikçiyimiş. Nasılmış? Yani aldığı rüşvet meselesi tamamen kompozisyonmuş. Esas ne yapıyormuş bu? Kaçak içki ticareti yapıyormuş, bir de birtakım uyuşturucu maddeler. Kokain diye tutanak tutmuşlar, sonra kokulu diye düzeltmişler tutanağı. Bundan bir ay bir hafta önce, beş hafta önce ele geçirilmiş. Sonra bunu eğitmişler, bunu donatmışlar ve baklava kutusunu beklemek üzere belediyeye yollamışlar. Baklava kutusunu yollamışlar. Normalde bizim gördüğümüz görüntüler şey diye başlıyor ya, ‘Kapatın kapıyı, seni yakalamaya geldik.’ Odaya birlikte giriyorlar, ilk önce o baklava kutusu mizanseni içeride yapılıyor, dışarı çıkıyorlar. Polislerle koridorda karşılaşıp buluşuyorlar. İçeriye giriyorlar birlikte. ‘Kapıyı kapatın’ diyorlar. Sohbet oradan sonra başlıyor. Yoksa içeri girerken polisle bir girdiğini bildiği halde polis diyor ya ‘Kapıyı kapatın. Gözaltı kararınız var.’ Ne yapıyor, oradaki şeyi alıyor böyle güneş gözlüğünü saçına takıyor. Düşünsene polis gelmiş ‘Gözaltı yapıyorum’ diyor, sen güneş gözlüğü alıp kafaya takıyorsun. Sonra polis gidiyor, kapının oradaki şeye ‘Bunu kim verdi?’ diyor. O da gidiyor, onu oraya kim koydu? İçerideki görüntülere göre rüşveti alan koydu. Rüşveti alanın o kutuyu nereye koyduğunu polis nereden biliyor? Belki çekmeceye koydu, belki masanın altına sürdü. Belki odanın öbür köşesine koydu. Onun oraya koyulacağını da biliyorlar. ‘Aç’ diyor, bir tane zarf açma aparatı almış eline cerrah titizliği ile açıyor, çıkarıyor. Eli bile titriyor adamın, eli bile. Bunu çalışmışlar, getirmişler koymuşlar. Yani hani AK Partililer ilk gün baklava kutusu üzerine CHP amblemi yapıştırmışlar ya ben dedim ‘6 Ok bu baklava kutusuna yapışmaz.’ Yapışmadı, bu kumpasmış. Ama ampul yapışmış.”

“BAŞSAVCIYA TALİMAT VERMİŞLER, ÇOĞUNLUK AK PARTİ’YE GEÇSİN DİYE”

“Baklava kutusu üzerinde ampul varmış. Nasıl varmış? AK Parti’nin tasarımıymış. Peki amaç neymiş? Amaç şey değil, ben zaten adamın sahtekar olduğunu, suçlu olduğunu kabul ediyorum ve dediğim gibi utanç duyuyorum. Cezasını ben de verdim, devlet de versin. Ama devamında o kişi toplam altı belediye meclis üyemizin adını verdi. Çünkü dün dört farklı belediye meclisinden yeni başkan seçilecek, başkanvekili seçilecek. Belediye AK Parti‘ye geçsin diye belediye meclis üyelerimizin ismini veriyor, önce üç. Biz üçünü istifa ettiriyoruz, sonra bir daha üç yapıyor. AK Parti’yi almak için. Şu bilgiye son dakika olarak Habertürk canlı yayında söyleyeyim. Baklavacı, pazar gecesi ertesi gün belediye CHP’den AK Parti’ye geçsin diye, yapılmış kendi istifasını AK Parti lehine geri alarak CHP’nin sayısını düşürmeye çalıştı. Bu konuda alınan bütün kararları İlçe Seçim Kurulu Başkanı uygulamıyor. En son rapor aldı, kaçtı. Neden kaçıyor? Çünkü Başsavcının eşi. Karı, kocalar. Ve başsavcıya talimatı vermişler, ‘Belediye meclis seçiminde çoğunluk AK Parti’ye geçsin’ diye, yedi belediye meclis üyemizi aldılar seçimden önce. Hepsi istifa etti, yerine yedekten geldi. O yüzden bu kumpası görelim. İyi ki konuyu böyle açtınız. Öyle büyük bir kumpas. Burada birisi elinde baklavayla fotoğraf veriyordu üstüne CHP amblemi. Şimdi oraya ampulü AK Parti amblemini koysun, böyle yapsın ‘Elimize yüzümüze bulaştırdık baklavayı’ desin.”